Demokratik Konfederalizm üzerine…

serdar.akinan
4 min readOct 13, 2015

--

IŞID saldırısı sonrası Rojava’ya geri dönenler.

‘’Ortadoğu’da hangi ‘sistem’i kim belirleyecek?’’ benim gibi bir gazetecinin kolaylıkla yanıtlayabileceği bir soru maalesef değil.

Ve sanıyorum ki ötesinde kendisine Ortadoğu uzmanı diyebilecek meslek erbabının, tarihçilerin, ekonomistlerin, sosyologların da bu soruya verecekleri yanıtlar oldukça muğlak olacaktır.

Amude’de çarşıda bir esnaf… copyright Serdar Akinan

Ortadoğu, tüm meslek yaşamımdaki en önemli tanıklıkların öznesi oldu.

Suriye, Irak, İran, Lübnan ve Türkiye’nin güneydoğusu ise belki de en fazla seyahat ettiğim bölgelerin başında geldi.

Takdir edersiniz ki son iki yıl özellikle önemli, şaşırtıcı ve düşündürücü oldu.

Bu süreçte Türkiye’nin daha doğrusu AKP yönetimindeki Türkiye’nin rolü daima belirleyici oldu.

Sadece son iki yıl içinde bir gazeteci olarak başıma gelenler beni idareci olduğum koltuktan kaldırdı ve deyim yerindeyse sokağa fırlattı.

İkinci Irak işgali başlamadan hemen önce SKYTURK adlı haber kanalına danışmanlık yapıyordum.

Ve yaklaşan işgalin sesleri içimdeki gazeteci güdüsünü ateşledi ve kendimi Erbil sokaklarında buldum. Aylarım Erbil, Dohuk, Süleymaniye arasında mekik dokuyarak geçti. Bağdat düştükten birkaç gün sonra Musul ve Kerkük’ün kaos dolu sokaklarındaydım.

O günlerden sonra defalarca kanayan bu bölgeye gittim.

Kobani’de enkaz arasında bir kadın…copyright Serdar Akinan

Türkiye’nin Kürt meselesinin bu süreçte geçirdiği evrimi, akan kanın yarattığı acıyı gözlerimle gördüm.

Yayına hazırladığım bir romanın, tıpkı Ahmet Şık ve Nedim Şener gibi benzer bir soruşturma sürecine ekleneceği uyarısından sonra uzun bir süre ülkemden uzakta yaşadım.

O günler tam da Suriye’nin Deraa kentinde ilk ayaklanmanın başladığı haftalardaydı.

Kadim bir dostumun bana kucak açtığı İsviçre’deki evine yerleşmiştim.

Fakat Arap baharının o yakıcı rüzgarı çoktan Deraa’ya ulaşmıştı.

İsviçre’yi bırakıp Şam’a gittim.

Şam’da geçirdiğim birkaç günden sonra Beyrut’a yerleştim ve Suriye’de yükselen , daha doğrusu yükseltilen isyana tanıklık ettim.

Bu süre zarfında çok önemli iki tanıklığım oldu.

İlki PKK’nın kontrolündeki Kandil bölgesine gitmem ve KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’la yaptığım görüşme sonrası çektiğim kadın hareketine dair belgeseldi.

https://www.youtube.com/watch?v=FitrBRwNVn0

İkincisi ise Suriye’nin Kamışlı bölgesine sınırı kaçak geçip girmem ve PYD yöneticileriyle konuşmamdı.

http://www.gazeteciler.com/medya-kosesi/serdar-akinan-kamislodan-bildirdi-54179h.html

Bu iki tanıklık sonrasında Halep bölgesine Özgür Suriye Ordusu’na bağlı silahlı gruplarla girmem ve orada Türkmenlerle yaptığım sohbetler zihnime çok önemli sorular getirdi.

https://www.youtube.com/watch?v=mppRSFfo3io

Skyes Picot’dan yüzyıl sonra bir kez daha kartlar karılırken bölge nasıl bir yere evriliyordu?

Türkiye’de müslüman demokrat kimliğiyle yönetime gelen Batı destekli AKP bu süreçte gerçekten Ortadoğu’da yeni bir osmanlı çağı mı başlatıyordu?

Çok kimlikli, çok dinli, çok kültürlü bu kadim coğrafya supranasyonal bir yapıya mı evriliyordu?

Birleşen mi yoksa ayrışan mı?

Ayrışırken atomize olan ve sürtüşen mi?

Yoksa çeşitliliği içinde barındıran ve öteki ile hakkaniyet ve adalet temelinde bir arada yaşayan ve üreten bir coğrafya mı?

Bunlar kudretli sorulardı ve tarihe tanıklıktan başka bir işi olmayan benim gibi profesyonel bir serseri için fazlasıyla zor sorulardı.

Bir analiz değil belki ama bir gözlemin paylaşımı olarak almanız gereken şu düşüncelerimi anlatayım.

Fırat’ın kıyısı Cerablus cephesinde YPJ savaşçısı

Kandil’de üç gün süresince tanık olduğum bir adevlet pratiğiydi.

Mülkiyeti reddeden, cins mücadelesinde kadına alan açan, ekolojist, ötekine saygılı endemik bir siyasaya tanıklık ettim.

Kredi kartı, araba ruhsatı, tapu gibi kavramların olmaması elbette hoştu.

Ve elbette bu tanıklığım PKK’nin üst düzey yöneticilerinin paylaştıklarından ve gözlemlerden ibaretti.

Aradan aylar geçtikten sonra KCK sistemini benimseyen PYD’nin Türkiye sınırındaki belli alanlardaki kontrolü bu düşüncemi değiştirdi.

https://s-media-cache-ak0.pinimg.com/736x/c0/00/da/c000da980d95ff9f114e30ceb5339900.jpg

Bu özgün siyasal varlık artık 3.5 milyonluk bir Kürt nüfusu barındıran geniş ve önemli bir coğrafyada, muhtemelen siyasal kaosu yıllarca sürecek bir yapının içinde kendine hatırı sayılır bir alan açtı.

Daha dün BBC’nin geçtiği bu haber , tek başına o kadar çok şey anlatıyor ki!

http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/10/151012_abd_kurtlere_sil

HPC — Rojava’da halk savunma güçleri

Türkiye açısından artık izahı gittikçe zor bir hal alan Suriye politikasının çıkmaz sokaklarında belki de en dikenli olan Kürtlerin pozisyonu.

İçeride Kürt meselesinin hallinde takındığı ‘’tavşana kaç tazıya tut’’ politikasının çaresizliği bir yana (Gelinen -Öcalan iyi çevresi kötü- poltikası ayrı bir tartışma konusudur)

Güneyinde bir tarafta konsolosluk açtığı Kürdistan Bölgesel Özerk Yönetimi, bir tarafta nasıl yöneteceğini bilemediği bir PYD gerçekliği ve yıllardır savaştığı Kandil realitesi durmaktadır.

Elbette bu sorunun üç ayrı katmanı var.

İlki lokal yani Türkiye ve yakın çevresi…

İkinci katman bölgesel yani Ortadoğu’nun değişen aktörleri…

Üçüncü katman ise küresel…

Buradan sonrası artık akademik stratejik bir boyuta erişiyor belki.

Fakat itiraf etmeliyim ki Demokratik Konfederalizm bu üç ölçekten bakıldığında da bir ütopya gibi duruyor.

Bu kadim toprakların hakikatinde en önemli his umuttur.

Demokratik konfederalizm benim gördüğüm ve anladığım kadarıyla ayrıştırıcı değil birleştirici bir çerçeve sunmaktadır.

Etnik ve mezhepsel temelde derin bir çatışmaya sürüklenen ortadoğu için umudu taze tutmalıyız.

--

--