“AHLAT AĞACI”NI AFFEDEBİLECEK MİYİZ?

suavi kemal yazgıç
3 min readDec 19, 2018

Nuri Bilge Ceylan, seyircisine önceki filmleri dolaysıyla fazlasıyla kanaat yüklemiş bir yönetmen. Kimi seyircileri o ne yaparsa yapsın olumlu bir şekilde tevil etmeye hazır bekliyor, kimi seyircileri de tam tersine negatif sözler söylemek için hazırolda duruyor. Bu iki uç fikrin arasındaki gri bölge ise fazlasıyla tenha bir alan sanki.

Filmde, hayatta en büyük hedefi babası gibi olmamak olan Sinan (Doğu Demirkol) ile hayat bilgisi sınavından sürekli ikmale kalan ve tek hedefi babasının köyüne dönmek olan babası İdris’in çelişkisi anlatılır. Bu elbette insanlar arasında formdan forma geçse de kıyamete kadar devam edecek kadim bir çelişkidir. Nitekim İdris de babası gibi olmamak için öğretmenliği tercih etmiş, bunu bir süre devam ettirse de tökezlemiştir. Köyü onun için iltica edeceği bir son duraktır adeta. Onun köyde herkesin karşı çıkmasına rağmen umutsuzca kazığı kuyu, tutunmaya çalıştığı son bir umuttur adeta. Ailesi onu hor görmekte sadece köpeği ona huzur vermektedir.

Sinan’ın babası gibi olmamak için zorladığı kaçış kapısı ise edebiyattır. Bu amaçla Ahlat Ağacı isminde bir kitabı yayınlatmaya çalışmaktadır. Ancak hem yaşadığı kasabayı hem de ailesini ve bilhassa babasını bu amacını zorlaştırdığı için suçlamaktadır Sinan. Edebiyatla ilgili her meseleyi kendi içinde çözdüğünü ama dış şartların ona engel olduğunu zannetmektedir sözün özü.

Ahlat ağacı, armut aşısı yapılmadığı sürece işe yaramaz bir bitkidir insanların nazarında. Varlığı fark edilmez, fark edilse de küçümsenir. Sinan’ın nazarında dedesinin, babasının, annesinin toplum içindeki yerini konumlandırabileceğimiz bir simgeye dönüşen ahlat ağacı, kaleme aldığı kitapla bütün bu çevreden kaçmak için kullanmak isteyeceği bir imgeye dönüşür adeta.

Buraya kadar kurduğum cümlelerle bir sinema filminden ziyade bir kitaptan bahseder gibi davrandığımın farkındayım. Ancak bu durumun benim sinemadan ziyade edebiyatla meşgul olduğumdan mı yoksa filmin bana kitabi görünmesinden mi kaynaklandığı sorusuna net bir cevap bulabilmiş değilim. Evet, yüksek bir görsellik zevkine sahip bir yönetmen Ceylan ve bu film de görsellik anlamında önceki çalışmalarının gerisinde değil. Yine de adını tam koyamadığım bir zihinsellik var Ahlat Ağacı’nda…

Bir yol filmi olarak görebiliriz Ahlat Ağacı’nı, film boyunca yaşananların çoğu karakterlerin adeta “yolda karşılaşma” şeklinde geliyor. Evet, çok sınırlı bir coğrafyada geçtiği için yol filmi kavramına denk düşmeyebilir film, yine de o uzun yürüyüş sahnelerinin filme kattığı duyguyu başka türlü izah etmek güç geldi bana.

Filmin asıl derdinin Sinan’ın kendisi de dâhil olmak üzere ahlat ağacının temsil ettiği her şeyi affetmesiyle ilgili bir yolculukla ilgili olduğunu söyleyebilirim. Sinan’ın uzun yürüyüş sahnelerini uzun iç sorgulamalar gibi seyrettim esasen. Filmde ana karakterin konuşmadan yürüdüğü sahneler bence sorgulamanın en derinlikli olduğu yerlerdi. Ancak Sinan’ın tecrübeli yazarla tartıştığı, sponsor bulmak için önce belediye başkanı ardından da yerel müteahhitle görüştüğü sahneler ve bir de iki din adamının uzun uzun konuştukları bölümler bana sığ birer gevezelik gibi göründü maalesef. Sinan’ın, anne ve babasıyla konuştuğu sahnelerdeki doğallık ve içtenlikten eser yoktu bu bölümlerde. Konuşmalardaki kelime tercihleri çoğu yerde havada kaldı, fikirlerle onları dillendiren karakterler arasında da bir türlü bağ kuramadım. Bence filmin temel zaaflarından biri buydu. Ceylan’ın bir röportajında söz konusu diyalogla için söylediği “Karakterlerin ruhsal niteliklerini entelektüel olarak kavramaktan çok, sezgisel olarak hissetmemizi sağlayacak bir ortam oluşacak şekilde bir dramatizasyon kurma” amacının tam olarak gerçekleştiğini şahsen düşünmüyorum.

Ayrıca devamlılık sorunları bazı noktalarda çok barizdi. Müzik seçimlerini de biraz kolaycı buldum işin açıkçası. Ancak bütünlüklü bir bakışla yaklaşırsak yine de seyirlik bir Nuri Bilge Ceylan filmi ile karşı karşıyayız. Bütün bu handikaplarına rağmen filmi seyretmiş olmamın hayatıma bir değer ve farklılık kattığını rahatça ifade edebilirim.

Bennu Yıldırımlar, Tamer Levent, Serkan Keskin gibi performanslarını zaten bildiğimiz iyi oyuncular göz doldurdular. Murat Cemcir ve Doğu Demirkol ise şimdiye kadar ki kariyerlerinin dışında bir potansiyele sahip olduklarını ispatladılar. Umarım onları bambaşka rollerde de keyifle seyrederiz. Zira Yeşilçam’ın merhum Kemal Sunal’ı hapsettiği roller dışındaki bir iki filmindeki performansı aklıma geldi bu noktada. Filmde geçtiğimiz 24 Mart’ta vefat eden Ercüment Balakoğlu’nu da son defa görmüş olduk.

Filmle ilgili son bir not daha yazmazsam bu yazı eksik kalır. Film biter bitmez ayağa kalkıp alkışlamadım. Çünkü içten içe babamın yarım bıraktığı kuyuyu düşünmekle meşgul olmaya başlamıştım. Bir anlamda film bana kendi ahlat ağacımı hatırlattı.

--

--

suavi kemal yazgıç

1972 doğumlu. Beş şiir, üç öykü, bir mizah kitabı yayınlandı.