Yarın işe gitmenin bir anlamı var mı?

Şule Yücebıyık
2 min readJan 1, 2017

--

2017'de okumayı planladığım ilk kitap Murakami’den Tuhaf Kütüphane’ydi. Günler önce satın aldım, sayfalarına heyecanla göz gezdirdikten sonra yeni yılın ilk günü okumak üzere özenle başucuma koydum. Bu sabahki planım, erken kalkıp bir kahve ve müzik eşliğinde Murakami’nin büyülü satırlarında kaybolmaktı.

Oysa uyandığım andan bu yana, derin bir acı içindeyim. Bu acıya neden olan olayların belki uzun bir süre daha devam edeceğini bilmenin umutsuzluğu acımı ve çaresizliğimi daha da derinleştiriyor.

Yarın, karanlık bir sabaha daha uyanıp işe giden insanların yüzlerini görür gibi oluyorum. Yılın ilk iş gününe mutsuz, öfkeli, umutsuz ve en önemlisi anlam duygusunu yitirmiş olarak başlayan insanların.

Sahi çalışmanın bir anlamı var mı? Ülkemiz adı konulmamış bir savaşın içinde, her geçen gün topyekun karanlığa gömülürken, kendimizi ölüme bu kadar yakın hisseder, bir acıdan diğerine savrulurken, zamanımızı, enerjimizi, odağımızı yaptığımız işe vermemizi mantıklı kılan tek bir neden var mı?

Çalışmanın, üretmenin, okumanın, araştırmanın, yazmanın, çizmenin, öğretmenin bir manası kaldı mı?

İşte tam bu anda, varoluşçu felsefenin ana temasını anımsıyorum: Yaşamak acı çekmektir; yaşamı sürdürmek, çekilen bu acıda bir anlam bulmaktır. Eğer yaşamın bir amacı varsa, acının da bir amacı vardır. Ama hiç kimse diğerine bu amacın ne olduğunu söyleyemez. Herkes bu anlamı tek başına aramak, bulmak ve bulduğunun getirdiği sorumluluğu üstlenmek zorundadır.

Nietzche’nin ‘Yaşamak için bir nedeni olan kişi, hemen her nasıl’a dayanabilir’ sözünü anımsıyorum.

2.Dünya Savaşı’nda bir toplama kampında insanlık tarihinin en korkunç işkencelerine maruz kalan, 20. yüzyılın önde gelen psikiyatrlarından Victor E. Frankl, kamptaki deneyimlerini anlattığı kitabı İnsanın Anlam Arayışı’nda şöyle der: ‘İnsandan tek bir şeyin dışında herşey alınabilir. O da, insan özgürlüklerinin sonuncusu olan belirli koşullar altında kendi tutumunu belirlemesi, kendi yolunu seçmesidir’.

Dünya iyi bir yere gitmiyor, bu artık inkar edemeyeceğimiz bir olgu. Koşulları değiştirmek, yaşanan acıları ortadan kaldırmak elimizde değil, bu da kabullenmemiz gereken bir gerçek.

Bu ürkütücü gerçekler karşısında, insanlık değerlerimizi, içsel özgürlüğümüzü, moralimizi, neşemizi, yarına olan inancımızı, özgüvenimizi yitirmek ya da sahip çıkmak bizim seçimimiz.

İhtiyacımız olan şey, çalışmanın anlamını, hayatın amacını sorgulamayı bir kenara bırakıp yaşamın bizden ne beklediğini, bu koşullar altında kendimizden başlayarak bu acıyı nasıl dindireceğimizi öğrenmek belki de.

Her ne iş yapıyorsak ona odaklanıp, en iyi şekilde yapmaya çabalayarak bazen gözümüze sıradan gibi görünen işimizin özündeki büyük anlamı keşfetmek.

İnsan olarak kendimizden olabileceğimiz en iyi versiyonu yaratmak. İyiliği, doğruluğu, güzelliği, doğayı, kültürü, hakikati yaşatmak için çalışmak, faydalı olmak.

Kendimizi anlam duygusunu bulacağımız bir işe, bir hizmete, bir davaya, bir sevgiye ne kadar adarsak, ne kadar unutursak kendimizi o kadar gerçekleştiririz. Kendini gerçekleştirmekse hiç kuşkusuz insan olmanın ulaşabileceği en üst mertebe.

Acıdan kaçmayacağım. Gözyaşlarımı gizlemiyor, yasımı sonuna dek tutuyorum. Hayatını kaybeden herkes için dua ediyor, huzur bulmalarını diliyorum.

Yarın işe gideceğim için kendimi şanslı hissediyorum çünkü faydalı olmayı ve geleceğe güvenmeyi seçiyorum.

En kısa zamanda Murakami’ye geri döneceğim. Okumaktan, karanlığa karşı ışık olmaktan hiç vazgeçmeyeceğim.

Vazgeçmeyelim.

--

--

Şule Yücebıyık

Beginner’s Mind. Communicator & Executive Coach. Mother. Traveller. Booklover. Eternal Learner.