Hangi Girişimci Kazanır?

Damla Tantekin
Türkçe Yayın
Published in
4 min readSep 22, 2019

Paris’te çok sevdiğim bir otel var. Birkaç yıl önce 7000 metrekarelik otelin dizaynı gözde mimar Philippe Starck’ın hayal gücüne teslim edilmiş. Bu hayal gücünden ise hem sıcak hem de şiirsel bir sonuç ortaya çıkmış. Otel iki yıl önce açıldı. Odalarında hiç kalmadım ama restoranında, kafesinde, terasında sıklıkla vakit geçiriyorum.

Tabloların, kitapların, değişik tasarımlı objelerin ilham yayma gücünden yararlanılarak oluşturulmuş ortamın içinde, gerçekten ben de kendimi rahatlamış, evimde gibi, hem de aradığım ilhamı bulmuş hissediyorum.

Bir otel açıyorsunuz veya bir kafe işletiyorsunuz. Film yapıyorsunuz. Kitap yazıyorsunuz. Bir farklılık yaratmanız gerek. Aynıların arasından kendinizi ayrıştırmanız gerek. Yaratıcılık işte burada devreye giriyor.

Bu otelin alt katında açık mutfaklı bir restoranı ve kafesi var. Restoranda kullanılan ürünleri, arka bölümdeki küçük bir organik bahçede kendileri yetiştiriyorlar. Yani masaya gelen ürünlere tarım ilacı değmediğini, her şeyi taze taze yediğinizi bilmek o yemekten aldığınız zevki hiç şüphe yok ki ikiye katlıyor.

Hotel Brach
Hotel Brach

Bir başka örnek:

Paris’te daha önce görev yapmış Guatemala büyükelçisi buraya kafe açmaya karar vermiş. Paris öyle bir şehir ki, zaten adım attığınız her yerde kafe var. Kendinizi farklı kılmazsanız kimse de sizin farkınıza varmaz.

Bu anlayışla, girişim fikrini geliştiren büyükelçi de, Guatemala’nın dünyanın en kaliteli kahvesine sahip ülkelerden biri olmasının avantajını kullanarak işe başlamış.

Her kahvenin detaylarının anlatıldığı, çeşidi bol bir kahve menüsü ile “Kafeden önce kahve işini ciddiye alıyorum” izlenimini vermiş.

Piyano, kitaplar, Guatemala kültürüne ilişkin küçük objelerle birlikte modern ve otantik unsurların iyi harmanlandığı bir iç dizayn ile de müşteride içeride uzun uzun oturma arzusu oluşturuyor… ve de tekrar tekrar gelme isteği.

Kafenin kendini benzerlerinden ayrıştırmayı başardığı esas alan ise kahve konusundaki uzmanlığını satması. Yıllar önce kurdukları kahve akademisi ile profesyonel barista eğitimi ve amatör kahve tutkunlarına da birkaç saatlik kahve çeşitlerini tanıma dersleri veriyorlar.

Caféotheque

Diğer yazılarımda da ara ara bahsediyorum. Hem çok zevk aldığım hem de bana çok öğretici olduğu için burada sanatçıların, yazarların bir dönem yaşadıkları evlere gidip, bu evleri rehber eşliğinde ziyaret ediyorum.

Rosa Bonheur adında başarılı bir 19. yüzyıl ressamı var. Adını Leonarda Da Vinci veya Monet kadar duymadığımız biri.

Rosa Bonheur 37 yaşındayken bir Amerikalıya 40 bin Frank’a sattığı ilk tablosuyla kendisine şato alabilen tarihteki ilk kadın.

Yaşadığı bu şatoyu ve kasabayı görmeye gittim. Thomery adında küçücük bir kasaba. Üç bin bilemediniz dört bin kişilik bir nüfusu var. Bu şatoyu yakın bir geçmişte satın alan aile, Rosa Bonheur’ün mirasını yaşatmaya karar vermiş. Evi renove ettirip, Bonheur’ün toparlayabildikleri eserlerini ve eşyalarını yerleştirip üç odasını ziyarete açmış.

En alt kattaki, güzel bir ışığı olan salonu küçük, sempatik bir kafeye dönüştürmüş ve burada ev yapımı pastalar, kahve ve çay servis ediyorlar. Arkadaki büyükçe bir salon ise iş toplantıları, parti, düğün gibi etkinlikler için kiralanmak üzere dizayn edilmiş.

Şatonun geri kalan bütün odaları da, dilerseniz gecelik veya haftalık konaklayabileceğiniz şekilde kiralanıyor.

Bir değere sahip çıkmak, bundan bir girişimcilik fikri yaratmak böyle oluyor. Hem Rosa Bonheur’ün adı yaşıyor, hem Thomery kasabası kazanıyor hem de şatoyu işleten aile, çocuklarıyla hep beraber çalışarak geçimini bu şekilde sağlıyor.

Chateau de Rosa Bonheur, Thomery

Hani, Maya Angelou’nun bir sözü var ya: İnsanlar onlara ne söylediğinizi unutabilirler. Onlara ne yaptığınızı da unutabilirler. Ama onlara, kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar.

Ben, Rosa Bonheur’ün şatosundan ilham almış evime dönerken,

Guatemala’yı Paris’e taşıyan Caféotheque’de kahvemi yudumlarken,

Hayal gücümle dans etmeyi başarabilen bir yazarın cümlelerini sindire sindire okurken,

Yeni aldığım bir ev eşyasının; mesela kendi kendine dolaşarak yerleri temizleyen bir robotun hayatımı nasıl da kolaylaştırdığına tanıklık ederken…

Ürünün hedefindeki tüketici olarak,

Gayet iyi hissediyorum.

Yaratıcılıkla başlıyor her şey… Sizin yaratıcılığınızı katarak, cesaretle şekillendirdiğiniz o fikir gidip hiç tanımadığınız kişilerin hislerine dokunuyor. Hem de öyle güzel dokunuyor ki, o sayede vazgeçilmez oluyorsunuz.

Başlıktaki soruya tekrar dönersek…

En iyi tasarlayan girişimci mi veya en iyi pazarlayan girişimci mi yoksa bir fikriyle hislere en güzel şekilde dokunmayı başarabilen girişimci mi kazanıyor sizce?

***

--

--

Damla Tantekin
Türkçe Yayın

Books. Art. Ideas. Lawyer / Founder of dStrateji. Living in Paris.