Budizm nedir? (İdealizm belası)

thecatay
8 min readSep 6, 2016

--

Siddhartha bir ağacın altında 7 gün oturuyor. 7 günlük bir meditasyon ve kendi iç sesini dinleme sürecinin ardından hayatın sırrını çözüyor ve Buddha(Aydınlanmış kişi demektir) oluyor. Ömrünün sonuna kadar bu öğretisini yaymak için diyar diyar dolaşıyor. Öğretisine de Budizm denir.

Peki kimdir bu Siddartha? Buddha ne demektir? Budizm nedir? Batı neden Budizmi anlayamaz? Yoga nedir? Doğu felsefesi nedir? Size şimdi bunları uzun bir yazıyla anlatıcam. Yazının sonunda aydınlanıcaksınız, budizmi aşağı yukarı çözmüş hale geliceksiniz.

Ağacın altından yaklaşık 30 sene geriye gidelim. Yani yaklaşık MÖ500 falan. Siddartha bir prens. Babası kral. Kast sisteminin asker ve yönetici kısmına mensup. Kral oğlunu hayatın tüm sorunlarından uzakta sarayında yaşatmış. Kendinden sonraki kral olarak yetiştirmek istemiş. Saraydan bile çıkartmamış. Onun kötülükle, sorunlarla, mutsuzlukla bozulmasını istememiş. Siddhartha tam 29 sene saraydan çıkmadan çok mutlu bal börek yediği önünde yemediği arkasında bir hayat geçirmiş. Yaşlılık, ölüm, sakatlık gibi kavramları hiç bilmemiş.

İşte bu şartlarda 29 sene o sarayda yaşayan Siddartha bir gün saraydan çıkıp bilmediği dünyayı görmek tanımak ister. Saraydan ayrılır ve 6 yıl boyunca hayatın gerçeklerini arar. Acının, ölümün, yaşlılığın, hastalıkların hayatın gerçeklerinden bazıları olduğunu görür. Çileci rahiplere katılır mesela. Bir süre onlarla takılır. Çile çeker. Sonra onları reddeder. İnsanın kendine zarar vermesinde bir kurtuluş görmez. “Kendime neden zarar vereyim” der bunu manasız bulur. Açlığı tanımak ister, oruç tutar. Onu da soruların cevabı olarak görmez. Zenginliğin bu acılara bir çözüm olmadığını da görür. Mutluluk kavramını düşünür. Hep bu soruların cevaplarını arar. Sevinçli olmayı düşünür sevgiyi düşünür fakirliği düşünür. Mutluluk nedir? Bunları arar.

Sonra bir gün şu an Hindistan sınırlarındaki Bodh-Gaya adlı bir şehirdeki bir ağacın altına çöker. 7 gün orda oturur. Meditasyon yapar. Kendini dinler içini dinler insanı dinler. Fakirler zenginlik peşinde, 1 milyonu olanlar 10 milyon peşinde fıstık gibi manken sevgilisi olanlar komşu kızının peşinde. Ve bu arayış içerisinde hiçbir zaman mutlu olamıyorlar. Hayat manasız bir yarıştır. Bunu nasıl düzeltebilirim? 7 gün sonunda bu meditasyondan uyandığında o artık Buddha’dır. Peki bu adam o ağacın altında 7 gün ne düşündü? Neyi buldu? Nedir bu hayatın sırrı ona göre.

Günümüzde Bodh-Gaya da Siddartha’nın aydınlandığı ağacın bir dalından tekrar üretilen bir ağaç bulunmaktadır ve budistlerin hac merkezidir.

Siddartha şunu söyler. “Bir olay olduğu anda iyi veya kötü o olayı herşeyiyle olduğu gibi kabul etmek kurtuluştur” der. Kendini bilmek kavramını erdem kabul eder. Mutluluğun peşinde koşmaz. Bunu yapabilmek için de kullandığı bazı meditasyon teknikleri vardır. Bun tekniklerden biri de yogadır. Yoga insanın kendini tanımasına yardımcı olan bir meditasyon çeşididir. (Yoga Siddartha’dan önce de vardı. Aslında onun bulduğu bişey değildir. Onun öğretilerine ulaşmak için kullanılması gereken bir yöntemdir. Bir nevi ibadettir. Hinduizm’de de vardır Jainizm’de de vardır. Farklı hallerini kullanan dinler hala vardır.)

Siddartha’ya göre insan ne yaşarsa yaşasın bişeyler ister ve bu istekleri onda mutsuzluk yaratır. Zihin hoşuna gitmeyen bişey yaşadığında ise hemen ondan kurtulmak ister hoşuna giden bişey yaşadığında da onun kalıcı olmasını ister bu yüzden hep doyumsuzdur. En büyük kralından en zavallı insana kadar bu böyledir. İşte Siddartha bu noktada şunu söyler. Sizler bir üzüntü yaşadığınızda ondan kurtulmak yerine onu olduğu gibi kabul ederseniz, ya da mutlu bir anınızda onun biteceği yok olacağı ihtimalini düşünmezseniz bu acılardan kurtulursunuz. Acı geldiğinde onu olduğu gibi kabul ettiğiniz an üzüntünüz sürecektir ama artık acı çekmeyeceksiniz demektir. Meditasyon bunun için vardır. Bunları yapabilirsiniz. Zordur ama yapabilirsiniz. İnsanın kendini dinlemesi mutluluk kavramını aramayı bırakması acılarını bile kendi çıkarına kullanacak hale gelmesi yani biz halk dilinde kısaca “ermesi” diyelim çok çok çok zor bişeydir ama budizme göre imkansız değildir. Bu yapılabilir. “Eeee yaparsak ne olcak yani” derseniz bilemem. Yapılabilir ben onu söylüyorum.

Gerçekliği olduğu gibi yaşaması için zihni eğitme yöntemi. Yoga budur. Götüne eşofmanı çekip dağda bayırda bağdaş kurmak değildir. Yoga jimnastik değildir. Batılı bunu anlayamaz. Kafası basmaz buna. “Amaaan o ne be” der geçer. Gider mum diker ya da koç keser. O ona daha mantıklı gelir. Kendinden uzak toplumların inanışları insanlara her zaman mantıksız gelmiştir. Halbuki kendi inanışları kadar mantıksızdır hepsi. Bir çok kere bunlar ineğe tapıyor manyak bunlar demişsinizdir. Doğru. Çünkü siz ineğe tapmanın onu kurban etmekten daha saçma olduğuna inanılan bir toplumda büyüdünüz. Hindistan’da doğsaydınız aklınız bunu almayacaktı ve “gerizekalılar ineği kesiyor inek kesilir mi” dicektiniz.

Görüldüğü gibi Budizm bu öğretilerden oluşan bir din. Yani bir yaratıcı tanrı yok. Budizm dünyayı yöneten insanüstü düzenin(buraya dikkat doğaüstü değil insanüstü) bir yaratıcı ilahi iradenin değil doğa yasalarının bir sonucu olduğunu söyler. Budizm bir doğa dinidir. Doğaüstü değildir. Evet bir tanrı var ama onun sen ben kadar etkisi var. Sen doğa yasalarını ne kadar değiştirebilirsen Budizmin tanrısı da o kadar değiştirebilir. Batı dinleriyle hiç ama hiç alakası olmayan bir bakış açısıdır bu. Evet Siddartha öldükten sonra bu dine halk bazı tanrılar, bazı doğaüstülükler eklemiştir ama tanrılar hiçbir zaman var olan dünyayı değiştirme yeteneğinde değildir. Deprem falan yapabilirler ama budist bir insan şöyle düşünür “ben tüm arzularımdan korkularımdan isteklerimden arınırsam hiçbir tanrı bana acı çektiremez” Tanrıya nasıl bir konum veriyorlar farkettiniz mi? Batı dinlerinde tanrı insanlardan birşey ister ve o dine mensup insanlar kendilerine şunu sorar. “Tanrıyı mutlu etmek için ne yapmalıyım? Nasıl cennete giderim?” Budizmde ise budist insanın sorduğu soru “Acılardan nasıl kaçabilirim” dir. Bu inanılmaz bir doğu-batı ayrımıdır.

Budizm batı dinleri gibi bir din değildir. Kafayı mutluluğa takmış bir dindir. Budizme göre mutluluk anlıktır. İnsan bu mutluluğa ulaşmaya çalışırken bir sürü sıkıntı çeker bir sürü çaba harcar. Karşılığında ne alır. Anlık bir haz o kadar. Bir anlık hazza ulaşmak için bu kadar sıkıntının bu kadar kederin yaşanmasının ne anlamı vardır. Buddha bunları tümden reddeder. İnsan mutluluğa ulaşmaya çalışmayı bırakmalıdır. Hatta ileri gider insan duygularının peşinden gitmeyi bırakmalıdır der. Kendisini bilmelidir. Bakın bir batılı bunu anlayamaz. Anlayabilmesi mümkün değildir. Buna bakıp nasıl yanlış nasıl romantik yorumladığını birazdan anlatıcam ama önce biraz Avrupa’ya doğru gidelim. Batılı kimdir onu soralım.

Batılı kimdir?
Batılı aslında bir imamdan farkı olmayan Platon adındaki o adamdan beri süregelen idealizm düşüncesinin etkisinde kalan, Hegel denen bir yalancıya kıymet verilen bir kıtada doğup büyüyen bunu yaşayan hisleri buna göre şekillenen biridir.

Peki ne söylüyor bu adamlar? İdealistler evrenin merkezine düşünceyi koyarlar. Vatikan’daki meşhur Sistine Şapelinin hemen yan odasındaki Rafael’in meşhur Atina okulu freskinde Rafael freskin merkezini Platon ve Aristo’ya ayırır. Platon yukarıyı gösterirken Aristo yeryüzünü işaret eder. Aslında insanlık tarihi tamamen bu iki olgunun peşinden şekillenmiştir. Düşünceyi maddenin önüne koyan Platon aslında şunu demektedir. “Düşündüğüm için, algıladığım için varım” peki bu doğru mu gerçekten? İnsanı ve hislerini merkeze alan bu düşünce sonunda mutlaka bir yaratan ihtiyacı duyacaktır. Benim düşüncem önemliyse demek ki ben de önemliyim. Bu evrende benim bir amacım olmalı. Merkezde düşüncem yani ben varım. Bir önemim olmalı. Bir yaratan bu yasaları bu sistemi benim için kurmuş olmalı ki benim bu dünyadaki varlığımın ve düşüncemin bir anlamı olsun. Bakın buraya dikkat burdan itibaren idealist felsefenin ihtiyacı olan tanrı ve hayatın anlamı olmalı olgusuna gidiyoruz. İnsanın evrende hiçbir anlamı olmadığını, doğanın fareden hiçbir önem farkı olmayan bir parçası olduğuna inanmak istemeyenler, idealist felsefeyi ileri sürmüşlerdir. Platon denen adama imam dememin sebebi budur. Bu adam eninde sonunda bir imamın yaptığı şeyin aynısını yapmaktadır. Bu dakikadan sonra hangi tanrıyı seçerseniz seçin. Siz artık bir idealistsiniz.

Rafael’in meşhur Atina okulu freski. Soldaki boş adam Platon yukarıyı yani tanrıyı gösteriyor. Sağdaki de Aristo. O yeryüzünü gösteriyor çünkü adam gibi adam

İdealizmin günümüzdeki yansıması olan liberalizm de bu şekildedir. Liberalizm insanı merkeze koyar. Size önemli olduğunuzu anlatır. Liberal felsefeye sahip bi insan bu felsefeye neden sahip olduğunu neden bu felsefeyi benimsediğini kendine sormaya devam ettiği müddetçe eninde sonunda gideceği nokta insan merkezli bir nokta olacağı için tanrı düşüncesidir. Tanrı düşüncesine varıldığı dakikada Liberal felsefe bir mantığa oturur. Tanrıyı reddeden liberal felsefe teorik olarak muallak ve boştadır. Sonuca varamamıştır. Tanrı fikrini kabul edemeyen liberal düşünce zinciri tamamlayamaz. Eğer tanrı varsa liberalizm mantıklıdır. Yoksa insanı merkeze almanın onun düşüncesine algısına özgürlüğüne kıymet vermenin hiçbir mantıklı açıklamasını bulamaz. Atesit liberal oksimorondur. Mantıken bu olamaz. Olsa olsa en iyi ihtimalle Bertrand Russel veya Comte gibi pozitivisttir. Ama sonuçta o da idealizmin ekmeğine yağ sürer(Bu konuyu da sonra anlatıcam)

Batı liberal bir toplumdur. Çocukluğundan beri o toplumda gelişen bir batılı kendini önemli hissedecektir. Şimdi Siddartha’ya dönelim. Siddartha’nın dininde merkezde doğanın kendisi vardır. Bir batılı doğu felsefesine baktığı zaman şunu söyleyebilir. Mutluluk dış etkenlere bağlı değildir. Dış etkenler insanın ruhunu bozar. Para peşinde koşmak şöhret peşinde koşmak insanı mutsuzluğa iter(İsa da böyle söylüyordu) Mutluluk insanın içindedir. İnsan mutluluğu içinde aramalıdır. Batılı bir birey biraz düşünürse bunları söyler, bu söyleme bayılır ve hemen Yogaya başlar, meditasyona başlar. İşten çıkar. Taksiye biner. Parasını ödemek için çok çalışarak ömründen verdiği yoga salonuna gider. Yoga hocası gelir. Şimdi iç dünyamızı huzura kavuşturacağız der. Ama aslında yapılan şey jimnastikten başka bişey değildir. Spor yapınca artan serotonin miktarının insanı iyi hissettirmesi dışında hiçbir zihinsel değişiklik yaşamaz. Erkek arkadaşım benden ayrıldı çok üzgünüm o yüzden yogaya gideyim de acılarımdan arınayım düşüncesi zavallıcadır lan bu nedir ya asghfdghasf

Siddartha ağacın altında otururken günümüzdeki bir batılının Mutluluk dış etkenlere bağlı değildir çıkarımına kesinlikle katılırdı. Peki aynı batılının cümleyi devam ettirdiğinde vardığı noktaya katılır mıydı? “Mutluluk dışımızda değildir, mutluluk içimizdedir” Siddartha bunu duysa götüyle gülerdi ama bir batılı doğuya baktı mı bu çıkarımı yapıyor. Gidin sorun doğu felsefesine heves eden(bilen, anlayan demiyorum) 10 batılıdan en iyi ihtimalle 9'u size mutluluk içimizde diyecektir. Siddartha bunu duysa mezarından çıkar sinir krizi geçirirdi.

Siddartha mutluluğu içerde aramayı da reddeder. Mutluluğu aramayı tamemen bırakmayı söyler. İdealist bir batılı bunu asla anlayamaz. Mümkün değil. Hayatı boyunca kendini merkeze alan bir insana mutluluğu aramayı bırakmalısın mottosunu anlatamazsınız. Onlar her bulduğu çimenliğe çömelip meditasyon yapmaya devam edecekler ve kendilerini kandıracaklar.

Yeryüzünde iki tane ideoloji vardır. İdealizm ve bunun zıttı materyalizm. Materyalizm idealizmin tam tersi olarak maddeyi öne koyar. Önce varsın. Bu düzenin bir parçasısın. Hiçbir anlamın yok. Ağaçtan üstün bir yanın yok. Senin bir şeyi düşünüyor olman onu anlamlı kılmaz. Bugün dünya komple yok olsa evrende hiçbir değişiklik olmaz. Evren orda durmaya devam eder. Senin onu algılıyor olman onu varetmez. O zaten vardır . Hiçbir önemin yok. Bu gerçeğe en yakın görüş gibi gözüküyor.

Bir çok batılı filozof ve bilimadamı idealizmin tanrı merkezli ruh merkezli batak düşüncesini reddetmiştir. Bu filozoflar tabi ki de hayat, evren ve mutlulukla ilgili görüşlerinden dolayı Budizm’in öğretilerine batının idealizminden daha çok kıymet vermişlerdir. Schopenhauer “Mutluluk içimizde değildir, mutluluk dışımızda da değildir. Mutluluk yoktur” der. Bunu eminim Siddartha tüm benliğiyle onlaylardı. Ya da Siddartha “mutluluğun peşinden koşmayı bırak kendini bil yeter” der. Sigmund Freud bu lafı duyunca çok sevmiştir diye düşünüyorum

Budizmin mezheplerinden birinin lideri olan Dalai-Lama’nın Tibet’ten sürgün edildiğinde yerleştiği ve hala ikamet ettiği Hindistan’ın Dharamsala kentine gittim. Evi orda. Gittik baktık. Sunakta gofret var. Mutlaka sorsak o gofretin anlamını bize uzun uzun anlatırlar ama sonuç değişmez. Gofrete tapıyorlar. Başka ülkelerde başka şehirlerde altınlardan koskocaman tapınaklar yapmışlar. Oysa Budizm şatafat sevmez ama Siddartha’nın düşüncesinin günümüzdeki kullanımı bu şekilde. Çünkü insanoğlu böyle bi varlık. Ona tapacak bişey verin ve hemen tapsınlar. Hiçbir din hiçbir ideoloji teoride olduğu gibi pratiğe geçemez. Bu imkansızdır. İnsanoğlu bütün teorileri eğip bükecektir. Hayatlarına anlam katmak için herşeyi yaparlar. Ama modern bilimin de bize gösterdiği gibi insanoğlunun yaşamının hiçbir anlamı yoktur. İnsanoğlu Platondan beri İdealizmi reddeden insanlara deli manyak sapık yakıştırması yapıyor. Onlara göre insanın yaşamının bir anlamı olmadığını düşünen herkes delidir.

Bu yazıyı idealizmin günümüzdeki uzantısı Liberalizm ile Materyalizmin günümüzdeki uzantısı Komünizmi karşılaştırmak için yazmadım. Liberalizm kötüleyerek gizli gizli komünizm övmüyorum. Komünizm kusursuzdur falan demiyorum. Gerçeğe en yakın bulduğum materyalist felsefeden kusursuz bir komünizm ideolojisi çıkmıştır demiyorum. Komünizmle ilgili eleştirlecek konuşulacak çok çok fazla sayıda olgu var. Komünizmin materyalizmden doğması onu çok iyi ve en uygun yapmaz.

Bu yazıyı yazarkenki amacım Budizmi övmek de değildi. Ben size sadece anlattım. Batı dinlerinden farkını söyledim. Sonuçta gofrete tapıyorlar gittim gördüm devasa tapınaklar yapmışlar altından onlara tapıyorlar. Halk aç ama tapınakta elmas var kafam kadar. Durum fena. Bunun övülecek bir yanı tabi ki yok. Benim bu yazıyı yazmaktaki amacım kendini bir bok sanan batı insanını yerin dibine sokmaktı. Aslında medeniyeti değil zenginliği övülen batı toplumunun dünyadan bir haber bireyci bencil bakışını anlatmaktı. Sonra bana demeyin “sen propagada mı yapıyorsun aslanım” falan. İleriki günlerde Yeryüzünün en büyük terör örgütü “emekli avrupalılar”la ilgili de yazılar yazacağım. Gerçeklerden en uzak görüş olan idealizmi bitireceğim.
Okuyandan ARO…

--

--