Tanju Baran
5 min readNov 16, 2020

Bir Başkadır Bizim Yeşilçam’ımız

Taht kavgalarına, darbe girişimine, ekonomik krizlere, iç ve dış
buhranlara sahne olan ve olağanüstünün olağanlaştığı on yıllık dönem
yaşayan Türkiye toplumunun terapiye ihtiyacı olduğu aşikar ve
televizyonlarda; kutuplaşmış, yorulmuş ve soluklanmaya ihtiyacı olan
toplumun ihtiyaçlarına denk düşecek şekilde birbiri ardına terapi
dizileri yayınlanıyor. Televizyonun, Yeşilçam’dan devraldığı misyonla
buna soyunması hiç şaşırtıcı olmasa da, terapi dizilerinin gördüğü
talep incelenmeye ve üstüne düşünmeye değer bir fenomen. Netflix’in
benzer sularda yüzen son yerli dizisi Bir Başkadır ise bu bölünmüş
toplumu bir terapi seansında birleştirerek işi bir adım daha öteye
taşıdı.

Bir Başkadır; Atiye veya Hakan: Muhafız gibi dönemin hâkim sanat
anlayışına sırtını yaslayan bir Netflix yapımından ziyade Türkiye
sinemasından, Ertem Eğilmez’in geniş kadrolu aile filmlerinin şekil
verdiği 70’ler Yeşilçam’ından beslenen, ona öykünen, onu özleyen,
hasretle (daha doğrusu, rahmetle) anan bir dizi. Bir türlü kaçamadığı
stereotiplerinden bölüm sonlarında bir kuple gösterdiği eski Türkiye
manzaralarına kadar böyle ama en önemlisi, o Yeşilçam filmleri gibi
sadece ve sadece insan hikâyelerine odaklanıyor. 5-6 farklı zümreden
13-14 karakterin yer aldığı 6.5 saatlik bir dizinin sunduğu Türkiye
mozaiğine dahil olanların temsil/kapsam geçerliliği ile o mozaiğe
dahil olmayanların dışarıda bırakılma gerekçeleri kuşkusuz tartışmaya
ve eleştiriye açık olsa da, ülkeye dair geçerli bir insan manzarası
sunuyor, dahası, o manzarayı ve insan hikayelerini iyi anlatıyor. “İyi
anlatıyor” yargısını açmak gerekirse, ilk önce, Bir Başkadır’ın en
kuvvetli yanından, teknik unsurlarından bahsetmek gerekir çünkü
standart üstü, titiz ve metni tamamlayan bir biçime sahip. Her ne
kadar sinemamızın laik mahalledeyken/plazadayken mat ve donuk,
muhafazakâr sulardayken canlı renkler tercih etmeye dayalı sinemasal
ön kabullerinden tam olarak sıyrılamasa da etkileyici geniş açılı
planlar ile mesafesi ve yoğunluğu iyi tutturulmuş yakın planlardan
oluşan ve yavaş zoom’lara ağırlık veren görüntü yönetimi;
karakterlerin rutinini hızlandırıp hikâyenin açılma anlarını
yavaşlatarak tempoyu, hikâyenin ve karakterlerin duygu durumuyla
senkronize eden kurgu, içine girdiğimiz her evi, odayı, mahalleyi
doğal ve gerçekçi gösteren mekân tasarımı ile ışık, kostüm, müzik
kullanımı gibi birçok teknik unsur gayet başarılı. Tekil başarılarının
yanında birbirlerini de çok iyi tamamlıyorlar, ki sinemamızdaki temel
problemlerden biri, bütün bu unsurları tek bir şeye, hikayeye/metne
hizmet etmeye ikna etmek, futbol tabiriyle “takım oyununun” bir
parçasına dönüştürebilmek. Bir Başkadır, önce, hikâyesinden bile önce,
sinemasal anlamda kendine inandırıyor. Hikâye ve karakter odaklı bir
dizide biçimsel öğelerin başarılı bir şekilde gerçekleştirilmesini
-oyuncu yönetimiyle de beraber ele alınca- yönetmen Berkun Oya’nın
senarist ve “sosyolog” Berkun Oya’ya üstün geldiğini rahatlıkla
söyleyebiliriz.

Bir Başkadır, kesişen hayatlar üzerine kurulu ve bu anlatım tercihi
elini hem güçlendirmiş hem de zayıflatmış. Karakterlerin birbirlerine
pamuk ipliğiyle bağlanması, tanışmaların matematiksel olarak düşük
ihtimalli ve zoraki kesişmelerden oluşması, ilk birkaç bölüm boyunca
-ve yer yer kırılsa da devamında- organik bir “Türkiye mozaiği” hissi
oluşmasını engelliyor. Lâkin bu kesişim ağının suya düşen taş misali
sürekli açılan ve genişleyen bir dalga yaratması, o Türkiye mozaiğine
daha fazla karakterin ve dolayısıyla sınıfın, zümrenin, ırkın, dilin
girmesine olanak tanımış. Dizi bu halinden daha kısa olsa sunduğu
manzara netleşebilir veya birkaç bölüm daha uzasa ıssız adam, Yılmaz
Özdil izleyen yalı zengini, temizlikçi muhafazakâr kız gibi ezber
temsillere sıkışan panoramanın geçerliliği artabilirmiş ama bu haliyle
de birçok karaktere etkileyici ve derinlikli öyküye bahşedilmesi, bu
eksikliği tolere etmiş. Berkun Oya’nın bütün karakterlerine eşit
mesafeden baktığını söylemek güç ama karakterlerin çoğuna alan açması
ve yaralarıyla, hayalleriyle, mücadeleleriyle onları konuşturmayı
başarması da takdire şayan. Nihayetinde, hiçbirimiz ne Peri’yiz ne
Meryem ama toplamımızın çıktığı yerin Bir Başkadır’dan çok da uzak
olmadığı bir gerçek.

Bir Başkadır’ın ortasında, yakın dönem Türkiye sinemasını yiyip
bitiren bir heyula oturuyor: Politikasız politika, siyasetsiz siyaset.
Girizgâhta bahsettiğimiz durumlar nedeniyle ruhsal durumu bozulan
Türkiye toplumuna dair kelam eden, onu -üstelik mahallelere ayırarak-
resmeden bir eserin siyaseti devre dışı bırakarak meramını anlatmaya
çalışması da, hiç kuşkusuz, bir siyaset biçimi, hem de kötüsünden,
lâkin günümüz Türkiye’sinde ekonomiden sanata, spordan eğitime, ister
majör ister minör, her şeyin yolu siyasetten geçiyor. Sosyolojik
okumalar yapan, toplum manzarası sunan bir eserin (Nobel Ödüllü İtalyan yazar Dario
Fo’nun yazdığı ve defalarca Türkçe sahnelenen eserin Kürtçe olarak oynanacağı anda kamu güvenliğini tehlikeye atma gerekçesiyle
yasaklandığı, Mardin’in veya Diyarbakır’ın konaklarında geçmesine
rağmen tek kelime dahi olsa Kürtçeyi duyamadığınız televizyon
dizilerinin geçit töreni yaptığı günümüz Türkiye’sinde bir Kürt aileyi -doğal
olarak- Kürtçe konuşturmak veya “bizim başörtülü bacılarımız”
hassasiyetinin devlet politikası haline geldiği şu günlerde bir imam
kızının “başını açma” öyküsüne yer vermek de politik açıdan takdir
edilebilir elbette ama şahsen, savunma hattını buraya, kale çizgisinin
önüne çekmek istemiyorum) en ücra köydeki hanenin içine bile sızarak
onu politize eden AKP gibi bir iktidarı denklemden çıkarması söylediği
her sözü eksik, yaptığı her tespiti güdük kılıyor. Bir Başkadır,
tuhaftır ki, belki de değildir, bu açıdan da ideal bir Yeşilçam eseri.
O ayılıp bayıldığımız, hasretle andığımız filmler de dönemin
iktidarlarıyla gül gibi geçinen, %99’u Müslüman ama laik, Ermenilerden
ve Rumlardan kalanlar ile Kürtlerin ve Alevilerin yer almadığı
Cumhuriyet tarihiyle yaşıt tek tip toplum inşa etme politikalarına
hizmet ediyorlardı. Bir Başkadır’ın, o öykündüğü Yeşilçam’ın
siyasetsiz toplum şiarını bellemesi, -dizinin karakterlerinden birinin
de ağzından düşürmediği gibi- kolektif bilinçdışımıza dair dikkat
çekici tespitler yapmaya kapı aralıyor. Kaldı ki dizi, ta Nur
Baba’lardan (1922) 2000’lere kadar nerdeyse hiçbir “iyi imam” karakterine yer
vermeyen sinemamızın, AKP döneminde hiçbir “kötü imama” yer vermeme
refleksinden kaçamayarak Yeni Türkiye Sineması’nın imamlarla ne
yapacağını bir türlü bilemeyen ve gerçeği portrelemek yerine bir
hayalin peşine düşen İtirazım Var (2014), Ahlat Ağacı (2018), Kelebekler (2018) Nuh Tepesi (2019)
gibi filmlerinin yanına hizalanıyor. Bu sayede Bir Başkadır, Eski
Türkiye’yle Yeni’sinin, Yeşilçam’la bugünkü sinemamızın bir füzyonu
olarak da tuhaf ama çekici, eksik ama güçlü bir bileşkeye dönüşüyor ve
popülist liderler çağına denk gelen Korona kriziyle iyice dünyanın
üzerinde gezinmeye başlayan sosyalizmin hayaletine benzer şekilde
Yeşilçam’ın ve Eski Türkiye’nin hayaletinin ülke üzerinde gezindiğini
iliklere kadar hissettiriyor. Dizinin, sinema sanatının dijital platformlar aracılığıyla
girdiği yeni evresinin etkisiyle, herkesin akşam aynı şeyi izleyip
sabah aynı şeyi konuştuğu tek kanallı döneme benzer bir etki yaratması
işin bir diğer ikircikli yanı. Bir Başkadır’ın kendisine veya
yarattığı etkiye baktığımızda, aradan makul süre geçtikten sonra
insanoğlunun eskiyi “hayırla” anma refleksine dayanan nostaljik bir
yanılsamayla değerlendirdiğimiz Eski Türkiye’nin içine çekiliyoruz.
Dizi de her bölüm sonunda Ferdi Özbeğen şarkılarıyla, eskimiş insan
manzaralarıyla, giderken ardında ölülerini bırakan insanların mezar
taşlarıyla o girdaba kendi rızasıyla kapılıyor.

Doğrusuyla yanlışıyla, eksiğiyle gediğiyle, siyasetsiz sosyolojisiyle,
stereotipleştirdiği karakterleriyle, yarattığı fırtınayla Bir
Başkadır, ortaya koymaya çalıştığı Türkiye resmini bizzat kendi
varlığıyla tamamlıyor ve Yeni Türkiye’nin bir Yeşilçam’ı olsa neye
benzerdi sorusuna cevap veriyor. (Belki, dizideki karakterler, Çukur
yerine Bir Başkadır’ı televizyondan izleseydi bütün resim tamamlanmış
olurdu) Bir başka mıdır bizim memleketimiz, bilinmez ama insandan,
onun hikâyelerinden asla vazgeçmeyen eserlerinin tadı bir başka
oluyor. Havasına suyuna, taşına toprağına bir can bile feda
etmeyeceğimiz gelecek elbette Bir Başkadır gibi eserlerin üstüne inşa
edilmeyecek ama nereden geldiğimizi hatırlamak için böylesi eserlere
ihtiyaç duyduğumuz kesin.