BLAB’IN HİÇ ANLATILMAMIŞ HİKAYESİ II: KAÇAN TOP

BLAB
6 min readJun 21, 2016

--

Arkadan tanıyamadım.

Yazarın notu: Yazar olmanın en iyi tarafı, yazarın notu diye olmadık yerlere notlar bırakmaktır. İlerleyen bölümlerde de kah bir satır başına, kah bir paragraf sonuna bırakacağım bu minik notlar, sizde tarifsiz mutluluklara sebep olacak diye düşünüyorum. Bu ilk notum RESİMLİ BLAB ANSİKLOPEDİSİ’ne yeni başlayanlar için.

Sevgili yeni okuyucu, okuyacağın bu hikayenin bir geçmişi var ve yazılmasının bir nedeni. Hikayenin bütünlüğü açısından önce onları okumanın daha iyi olacağını düşünüyorum. Ama bazı insanlar bir şeye ortadan ya da sondan başlamak isteyebilir. İşte öyle insanlardır ki onlar, yıllar boyunca girdikleri her sınavda “hocam istediğimiz sorudan başlayabilir miyiz?” sorusunu sorarlar. Tek gördükleri hocalarının sıktın ama dercesine devirdiği gözleri, tek duydukları “evet arkadaşlar” cevabı olur. Sıkıntı yaratmazlar. Yılmazlar. Vazgeçmezler. Ve bir fırsatını bulduklarında yine sorarlar.

İşte birazdan okuyacağınız bu destan, asla yorulmayan, zinhar vazgeçmeyen bu kahramanlara ithaf edilmiştir.

-II-

Yeni işimin ilk gününde, iki Arnavutköylü ajans, W’do ve Tayfa birleşti. Ajansın adı Tayfa&Wdo oldu. Tayfa komple W’do binasına taşındı. W’do binası, üç katlı muhteşem bir binaydı. Ajansın üç patronu; Güngör Türkömer, Mehmet Duru ve Öner Şahin, bundan böyle bu üç katlı binanın üçüncü katından yöneteceklerdi Tayfa&Wdo’yu.

Hikayenin bu kısmının 2010 yılının henüz başlarında geçtiğini ve BLAB’ın kuruluşuna iki yıldan fazla zaman olduğunu belirtmek isterim. Bu süre zarfında sadece BLAB’ın kuruluşunda, anlayışında ya da kültüründe kilit rolü, etkisi olan kişi ve olaylara değineceğim. Tam da bu nedenle Güngör Abi önemli.

Güngör Abi’nin şahsi kedisi.

Güngör Abi, üç patronun Tayfa tarafından geleniydi. Kurucusu olduğu Tayfa, bir zamanlara damgasını vurmuş çok değerli bir ajanstır. Başta Türk reklamcılık tarihinin en iyi 10 reklamından biri olduğunu düşündüğüm, 7. Uluslararası İstanbul Caz Festivali Kedi reklamı olmak üzere birbirinden yaratıcı, birbirinden leziz, efsane işlere imza atmıştır.

Bu arada sürekli Güngör Abi dediğime bakmayın, o dönem kendisine Güngör Bey diyordum. Şimdilerde Güngör Abi diyorum. Yarın belki sadece Güngör derim.

Yıllar önce Mersin’de bizim mahallede benden yaşça küçük Onur isminde bir çocuk vardı. Ben 14–15 yaşlarındaysam işte o da taş çatlasın 10 yaşında filandı. Minyon bir tipti. Sürekli bize öykünür, hep bizimle takılmak isterdi. Takılmanın bir bedeli olmalıydı. Onur da bu bedeli ayak işlerimizi yaparak öderdi. Onur git bize bakkaldan kola al Onur. Onur top kaçtı git getir Onur. Onur hiç itiraz etmez ne dersek yapardı. Abi der başka da bir şey demezdi. Aldım Taylan Abi, getirdim Turgut Abi. Onur bir yaz tatile Almanya’ya gitti. 3 ay boyunca Onur’u hiç görmedik. Okullar açılmaya yakın Onur tatilden döndü. Ama ne dönmek. Onun döndüğü gün biz aşağıda Turgut’la top oynuyorduk. Onur yanımıza geldi. Giden Onur’la bu gelen Onur arasında yaklaşık 5 beden fark vardı. Artık tatilde nasıl beslendi bilmiyorum. Boy atmıştı Onur ama ne boy atmak. Kas yapmıştı Onur ama ne kas yapmak. Dev gibiydi Onur. Selamladı bizi Onur. Kalınlaşmıştı sesi ama ne kalınlaşmak. “Naber Taylan…” dedi. “İyiyim abi.” dedim. Tam o sırada Turgut topa abandı, top kaçtı. Haliyle gitmedi, getirmedi topu, bize artık abi demeyen Onur.

Birleşmenin olduğu gün 3 patron, biz bu birleşmeden neler bekliyoruz, sizin canınız ne kadar sıkılacak, nereye oturmanız gerekiyor, bak orası olmaz mesela, orası arkadaşının yeri konulu bir toplantı organize ettiler. Tayfalılar bir köşeye, Wdolular diğer köşeye geçti. Ben kimseyi tanımadığımdan ortaya geçtim. Bir W’do tarafından, bir Tayfa tarafından insanlar tek tek söz aldı, kendilerini tanıttı, kim ne iş yapar anlattı. Bazı açıklamalar yapıldı. İçeride liderliğini Esra Ayas Özalp ile Ozan Yurtsever’in yapacağı iki yaratıcı ekip olacaktı. Esra Tayfa, Ozan ise W’do ekibinden sorumluydu ve her ikisi de kreatif direktörlerimiz Öner Şahin ile Güngör Türkömer’e raporlayacaktı. İki taraftan da olmayan benden kimse sorumlu değildi. Zaten ben daha kendimi bile tanıtmamıştım.

Yandan Güngör Türkömer.

Her şey konuşulduktan sonra, bir de aramıza yeni katılan Taylan var dedi ajans başkanı olduğunu o gün öğrendiğim Mehmet Duru, kendisi de yeni bir şeyler yapacak. Yeni bir şeyler. Güzel. Zaten kafamda tam olarak öyle bir şeyler yapmak vardı.

Ben böylece ilk iş günümde kimsenin ne iş yaptığını bilmediği ama herkesin yeni bir şeyler yapacak beklentisinin olduğu bir adam olarak özerk bir konuma sahip oldum. Ben de esasında ne iş yapacağımı tam anlamasam da bu konum güzel gibiydi. Daha güzeli, o zamanlar saygı duyduğum ve zaman geçtikçe saygımın katlanarak artacağı iki isimle; Öner Şahin ve Güngör Türkömer’le çalışabilecektim.

Önden Mehmet Duru. Yeni bir şaka düşünüyor.

Usta çırak ilişkisi kurmak, bir ustanın tornasından geçmek bizim meslekte önemlidir. Şart değildir ama önemlidir. Reklam yarışmalarında jürilik görevi icra ederken tanıştığım ya da es kaza bir yerlerde denk geldiğim, sohbet imkanı bulduğum meslektaşlarımdan hangilerinin bir usta tornasından geçtiğini kestirebiliyorum. Bunu kestirmek benim süpergücüm değil. Yani nasıl ki Superman’in gözünden lazer ışınları çıkıyor, ben de usta tornasından geçmemiş reklamcıları 95% oranında kestirebiliyorum gibi bir durum söz konusu değil. Kestirmek kolay. Tanıştıktan bir zaman sonra ağzına kürekle vurmak istedikleriniz belli ki o tornadan geçmemiştir. Diğerleri ya fazla sevimlidir ya da geçmiştir. Matematiğe ve istatistik bilimine hakim olanların anlayabileceği üzere yüzde 5'lik bir kısmı sevimlilere ayırdım. Bence adil bir oran. Şanslıyım ki benim birden fazla ustam oldu.

Bir şeyi 40 kere söylersen olur.

Bir diğer şansım da toplantıda sevgili ajans başkanımız Mehmet Duru’nun, şakayla karışık benim yeni bir şeyler yapacağımı söylemesiydi. Öyle bir iddiam yoktu ama hiç ses etmedim. Aksine kabullendim. İçselleştirdim.

Amy Cuddy, Your body language shapes who you are isimli TED konuşmasında Fake it till you become it diye adlandırdığı bir durumdan bahseder. İyi hissetmiyorsan, iyi hissediyormuş gibi davran. Günün sonunda iyi hissettiğini göreceksin gibi bir şey özeti. Ama siz bana çok da güvenmeyin, açın izleyin. Konuşmanın sonlarına doğru Amy’nin gözleri filan doluyor. Aşırı duygusal bir an yaşıyorum ve şu an konuşamayacağım galiba, beni anlayın lütfen gibisinden bir takım hareketlerden sonra konuşmasına devam ediyor. Fake it till you become it.

Ben tabii Amy’yi, anlattığım bu hikayeden yıllar sonra izledim. İzlediğimde hass.ktir bu bana olmuştu lan diye bağırdığımı hatırlıyorum.

Bana olan şey şuydu; o günden, o laf edildikten sonra yenilik meselesi dilime dolanmış, beynime işlenmişti. Zaten ajansta belirli miktarda beklenti mevcut iken bir de ben; hımmm yalnız bu fikir pek yeni gelmedi bana, bence daha yeni bir şeyler yapmalıyız, fikir güzel ama sorarım size yeni mi? gibilerinden ahkam kesmeye başlayınca, ister istemez üzerimde yeni bazı fikirler bulmak gibi bir baskı oluşmuş oldu. Baskı dediğim bildiğiniz g.t korkusu. Çünkü pekala bir gün biri karşıma geçip Ağzını eğe eğe konuşuyorsun yok o yeni değil bu yeni değil diye. Nedir ulan yeni o zaman? Nedir yeni? Artist! diye haykırabilirdi. Bir şeyler yapmazsam bu haykırış haklı bir haykırış olacaktı. Böylece ben her gün, Öner’i bulmuşsam Öner’e, Güngör Abi’yi bulmuşsam Güngör Abi’ye, ikisini bulmuşsam ikisine, hiçbirini bulamamışsam bu sefer mail ya da mesaj yoluyla yine ikisine ulaşarak yenilikçi bazı fikirler anlatmaya başladım. Her gün anlattım ama her gün. Asla yorulmadan. Zinhar vazgeçmeden.

Şimdi dönüp bakıyorum da, Öner beni işe almasaydı, işe başladığım gün ajanslar birleşmeseydi, birleşme toplantısında Mehmet Duru o lafı etmeseydi, her anlattığım fikirde Öner’in, Güngör Abi’nin gözlerindeki o pırıltıyı, o aşkı görmeseydim ben bugünkü ben olmayacaktım ve BLAB belki de bugünkü BLAB olmayacaktı.

Ben hala bir işe çalışırken, hele ki kondisyonum düşmüş, beyinsel faaliyetlerim durma noktasına gelmişse, Güngör Abi’nin iyi fikre duyduğu o heyecanı hatırlarım. Onun sabah erkenden, bazen yanımıza gelerek, bazen de bizi üçüncü katta toplayarak akşamdan bulduğu fikirleri bir çocuk neşesiyle anlatışını hatırlarım.

İşte bu kalp çarpıntılarımız, çocuk neşemiz, gözlerimizdeki bu pırıltı, duyduğumuz bu heyecan, bizim bu mesleği yapma nedenimizdir.

DEVAMI: BLAB’IN HİÇ ANLATILMAMIŞ HİKAYESİ: UZAYLI İSTİLASI

Yazarın Notu: O zamanlar ona Güngör Bey diyordum. Şimdilerde Güngör Abi diyorum. Yarın belki sadece Güngör derim demiştim ya; demem Güngör Abi. Bir gün olur da topun kaçarsa, bil ki, ben gider getiririm.

--

--