BLAB’IN HİÇ ANLATILMAMIŞ HİKAYESİ I: KENAR ADAMI

BLAB
5 min readJun 14, 2016

--

H. Öner Şahin (Gençlik)

-I-

Zamanında beni işe alan adam şu an ortağım. Kendisinin ismi H. Öner Şahin. Diğer ortağımın ismi de H. Viktor Kuzu. Ben S. Taylan Yapıcı. Hepimizin üçüncü isimleri var. Bir müşteri ziyaretinde güvenlikteki kadın kimliklerimizi alıp geçiş kartlarımızı verirken bağıra bağıra üçüncü isimlerimizi okumuştu. Öyle öğrenmiştik üçüncü isimlerimizin olduğunu. Çok iyi tanıdığını sandığın insanları aslında hiç tanımadığını anlamak acı. Üzülüyorsun. Neticede ortağın bu insanlar. Beraber bazı evraklar imzalamışsınız, devlete bazı sözler vermişsiniz.

Öner’le hikayemiz, 2009 yılının Aralık ayında başladı. O sıralar Öner’in ortağı olduğu reklam ajansı W’do, bir reklam yazarı arıyordu. Ben de başvurmuştum. Görüştük. Görüştük dediğim Öner’in camdan odasında, Öner’in o sıralar yavru olan Jack Russell’ı Kurt’un tacizleriyle geçen bir garip görüşme.

Yavru Kurt

Siz hiç suratınızı yavru bir köpek yalarken reklamcılığı, reklamcılıktan ne beklediğinizi, reklamcılığın geleceğini tartıştınız mı? Ben tartıştım. Uzun uzun tartıştım. Yılmaz bir boksör gibi tartıştım. Boks ringinde köşesine dönen ve kenar adamının yüzüne vurduğu suyla kendine gelen bir boksör gibi düşünebilirsiniz. Rocky izleyen herkes bilir ki kenar adamın iyiyse dövüşü kazanırsın. Benim kenar adamım da Kurt’tu.

Bu noktada sizi o iş görüşmesinden 6 ay kadar öncesine götürmek ve hikayeme bir katman eklemek istiyorum. Yazarlar bazen böyle şeyler yaparlar. Benim gibi hököyömö kötmön öklömök östöyöröm diyerek yapmazlar elbet. Ustaca, tatlı tatlı metne yedirirler. Ben de özendiğim için yapmak istedim, gel gör ki yediremedim.

6 Ay Önce

Volkswagen Transporter’ın, Biz daha iyisini yapana kadar en iyisi bu.* sloganı bence bugüne kadar yazılmış en iyi sloganlarından bir tanesidir. Yeni Transporter kampanyası 2009 yılında o sıralar çalıştığım ajansta** önüme geldiğinde de böyle düşünüyordum, şimdi de böyle düşünüyorum. Çıtası yukarılara konmuş ikonik bir araca çalışıyor olmak bir reklamcı için heyecanlıdır. Ben de heyecanlıydım. Ben zaten genelde heyecanlı bir insanım. Hadi deyin çok başka bir iş yapıyoruz, ben varım derim. Dünyayı değiştirme niyetim var deyin, en önde koşarım. Ya bırak abi insan kendine biraz hakim olmalı, poker suratı diye bir şey var. Hadi poker suratını geçtim, ağzını ayıra ayıra gülme bari diye arkamdan konuşulmasına alışkınım. Kendi öz babam bile bu tip konularda beni güvenilmez bulur. Mesela ev filan kiralarken beni yanına almaz. Evi benim için kiralarken bile almaz. Çünkü ben bir evi beğendiysem bunu aşırı şekilde belli ederim. Yerimde duramam. Babam evin kötü yönlerini emlakçıya karşı bir pazarlık unsuru olarak sayarken ben bazen içimden, bazen de dışımdan tutuyoruz! diye bağırırım. Babam, hassas dengelerin üzerinde yükselttiği, ince stratejilerle süslediği pazarlığının böyle az akıllı davranışlarla engellenmesinden hoşlanmaz. Kabul etmek gerekir ki siz, yalnız bu duvar nem almış, bu boyada hafif kabarmalar var filan derken arkanızdan birinin tutuyoruz! diye bağırması hoş değil. Çünkü öyle bir durumda emlakçılar genelde s.ktir et abi, duvar hallolur, bak çocuk çok beğendi evi gibisinden şeyler derler ve genelde haklılardır.

İşte hayatımı değiştirecek o fikri de böylesi bir heyecanla çalışırken buldum. Fikir yeni bir fikirdi. O güne kadar öyle bir otomobil kampanyası yapılmamıştı. Aslına bakarsanız o güne kadar öyle bir kampanya da yapılmamıştı. Televizyon reklamları, mikro sitesi, outdoorları, ilanları, sokak yerleştirmeleri hepsi ama hepsi hadiseye başka bir yerden bakıyordu. Tek yapılması gereken şey, başta ajansımın sonra da müşterimin kampanyayı benim gördüğüm gibi görmesini, kampanyaya benim inandığım gibi inanmasını sağlamaktı. Bunun için ajansın tüm yükünü sırtlamasına rağmen hiç şikayet etmeden aşırı çalışan art direktör Ali Yiğit Gümüş ile nefis bir sunum hazırlamaya koyulduk. Fikir o kadar iyiydi, sunum o kadar güzel oluyordu ki gecelerimi heyecandan uyumayarak, dünyanın bir yerlerinde bir benzerinin yayınlanmaması için dua ederek geçiriyordum. İyi fikir böyle bir şeydir. O güne kadar nasıl başkası tarafından bulunamadığına anlam veremezsiniz. Süreçte bir terslik olacak diye paranoyak olursunuz. Uykularınız kaçar. Fikrin yaratacağı etkiyi hayal ederek sarhoş olursunuz.

O günü ömrüm boyunca unutmayacağım. Sait Halim Paşa Yalısı’nda müşteri sunumunu gerçekleştiriyoruz. Müşteriler beni sever. Heyecanımı sever. Tutkumu sever. İki fikir sunacağız. Ben ilkini sunmak istemiyorum. Çünkü o güvenli bir yol. Risksiz. Kötü mü? Değil. Ama elimizde “o” fikir varken neden bunu da sunduğumuzu hiç anlamıyorum ama patronsal durumlar yüzünden ikna edilmişim. İlk fikri anlatmaya başlıyorum. Biz daha iyisini yapana kadar en iyisi bu demiş bir otomobil, yıllar sonra yenilenmiş modelini çıkarıyor. Başlığımız, Daha iyisini yaptık. Akıllıca. Beğeniliyor. Bunu hemen çıkabiliriz diyor içlerinden biri. Ben durun diyorum, çıkmayalım. Bir de ikinci fikrimizi dinleyin. Başlıyorum anlatmaya. Bağıra çağıra, yaşayarak, inanarak, ağzım köpüre köpüre anlatıyorum. Bitirdiğimde koca salonda önce bir sessizlik yaşanıyor, sonra büyük bir alkış kopuyor. Hass.ktir diyorum içimden, galiba olacak lan!

Ellerim titreyerek tuvalete gittiğimi, kıpkırmızı olmuş suratıma su çarptığımı hatırlıyorum. Bir de aynaya bakıp, bugünün tarihini not etmeliyim dediğimi. Bugün benim hayatımda önemli bir gün.

Eğer masada iki fikir varsa ve bu iki fikirden biri risksiz ise, diğer fikir ne olursa olsun, ne kadar heyecan yaratırsa yaratsın, zaman her zaman aleyhinize işler. Bir müddet birlikte yüzseniz de, müşterilerin birçoğu yönlerini gözleriyle gördüğü kıyılara doğru çevirir. Haksız değillerdir çünkü sizin vaat ettiğiniz topraklar sislerle örtülüdür. Siz istediğiniz kadar orada onları türlü yemişlerin, leziz meyvelerin, harikulade kumsalların beklediğini söyleyin, sislerin arasında kaybolma, bilmedikleri denizlerde boğulma riskini alamazlar. Ama unutmamak gerekir ki, kaybolmayı göze almazsan yeni kıtalar keşfedemezsin.

Benim için acı dolu geçen 2–3 haftanın sonunda Daha iyisini yaptık. başlığıyla ilerleme kararı alındı.

Oysa biz zaten daha iyisini yapmıştık.

Böylece ben de bazı kararlar aldım. Mesela ajanstan ayrılma kararı aldım. Bir daha asla masaya böyle iki fikir koymayacağıma, iş satılsın da hangi iş olursa olsun anlayışına kalan ömrüm boyunca karşı duracağıma yemin ettim. Ajanstan ayrılma kararı almasaydım Öner’le tanışmayacaktım. Ama tanıştım. Öner’le ilk görüşmemizde yayınlayamadığım o işi gösterdim ve yayınlanmadığı için ne kadar üzüldüğümü dile getirdim. Bana sadece üzülme burada daha iyilerini yaparız dedi. O yemini etmeseydim, bu sözlerden bu kadar etkilenmeyecektim ve belki de ikinci görüşmeye gitmeyecektim. Ama gittim.

İkinci görüşmeden çıktım. Arkamdaki W’do binası. Tekkeci Sok. no.3 Arnavutköy.

Öner’le ikinci görüşmemiz, ilkinden kısa sürdü. Ben Öner’le çalışmak istediğime henüz ilk görüşmemizde, o sözleri duyduktan sonra karar vermiştim. Kurt yüzümü yalarken, lan bu herif beni anlıyor galiba diye düşündüğümü hatırlıyorum. O da benimle çalışmak istediğine ilk görüşmede karar vermiş. Ama Kurt yüzümü yalarken o ne düşünüyordu bilemiyorum. Pazarlığa oturduk. Ben biraz indim, o biraz çıktı anlaştık. Bundan böyle W’do’nun başarısı için çalışacak, kalemimi W’do’nun başarısı için konuşturacaktım. Artık benim için sadece W’do vardı. Sadece W’do.

Tam işe başladığım gün W’do, Tayfa ile birleşecek, W’do artık sadece W’do değil Tayfa&Wdo olacaktı. Ben o an bunu bilmiyordum.

DEVAMI: BLAB’IN HİÇ ANLATILMAMIŞ HİKAYESİ: KAÇAN TOP

*Ajans: Medina Turgul DDB, yazarının kim olduğunu bulamadım

**Kangaroo

--

--