BLAB’IN HİÇ ANLATILMAMIŞ HİKAYESİ VI: BÜYÜK KAÇIŞ

BLAB
8 min readSep 8, 2016

--

Sen bunu bir düşün.

Eskiden belediyeler çok fazla asfalt dökerdi. Ben öyle hatırlıyorum. Her yaz Mersin’deki sokağımıza düzenli asfalt dökülürdü. Asfaltlar o dönem hızlı aşınıyor olabilir, belediyelerin o dönemki hizmet anlayışı bolca asfalt dökmek olabilir, her yıl belediye bütçesiyle şehrin ihtiyacından fazla dökmelik asfalt satın alan belediye satınalmacısı bir şehir efsanesi yaratmaya çalışıyor olabilir. Bilemiyorum. Yazın sıcaktan cayır cayır yanan bir şehir düşünün. Şimdi o şehrin sokaklarına asfalt döküldüğünü hayal edin. Hem alttan hem üstten inanılmaz bir ısıya maruz kaldığınızı hayal edin. Mental olarak sağlıklı bir bireyseniz evinizde kalırsınız. Evinizde kendinize buzlu bir içecek hazırlar, kitap okur ve sıcağı çok düşünmemeye; sıcakla çok muhatap olmamaya çalışırsınız. Ama biz o yıllar çocuktuk. Çocuklar, deneme yanılma yöntemiyle bazı şeyleri kavramaya çalışan insanlardır. Beyinleri normal bir insana göre nispeten küçük olduğu için mental olarak aşırı zayıflardır. Mental olarak sağlıklı bir bireyseniz evinizde kalırsınız. Değilseniz yeni dökülmüş bir asfalt içinizde tarifsiz bir mutluluk uyandırır ve o asfaltın üzerinde top oynamak için neşeyle bağırarak sokaklara dökülürsünüz.

Tayfa&Wdo ile Fikir Merkezi birleşiyor. Yeni ajansın ismi Big konuyor. Fikir Merkezi komple Tayfa&Wdo binasına taşınıyor. Kağan Küçük ve Kemal Hayıt kreatif ekibi yönetmeye devam ediyor.

Her birleşme bir partidir esasında.

Mevcutta 3 patronumuz varken, Fikir Merkezi patronları Levent Kavuzlu ve Meltem Gürler ile birlikte patron sayımız beşe yükseliyor. Bu 5 patronun 4 tanesinin makam arabası var, şoförü var. Bir tek Öner’in yok. Sabahları ajansın önündeki daracık sokağa 4 tane kocaman makam arabası park ediliyor. Karşı binamızın köşesinde tatlı bir kahvehane var. Günlerini aşırı demli çay içip, okey oynayarak değerlendirmek isteyen kahvehane sakinleri bizim çok kıllı işler döndürdüğümüzü düşünmeye başlıyor. Yoksa neden her sabah bir reklam ajansının önünde bakanlar kurulu toplantısı heyecanı yaşansın? Bilemiyoruz ama yaşanıyor. Her sabah simsiyah araçlarından tiril tiril giyinmiş patronlar iniyor. Ve her sabah alnında okey taşıyla bir adam bu duruma şaşırıyor.

Patron katı, üç katlı binamızın üçüncü katı. Bu kat ancak üç patronu barındıracak şekilde tasarlanmış. Şimdi beş patron var. Patronlar oda ister. Patronlar klimalı oda ister. İstiyorlar. Biz çalışanlar havadaki gerginlikten istediklerini hissediyoruz.

Levent Kavuzlu, binanın hemen girişindeki odayı alıyor. Mehmet Duru toplantı odasında takılmaya başlıyor. Öner ve Güngör Abi üçüncü kattaki masalarında kalıyorlar, Meltem Hanım’a yer kalmıyor. Meltem Hanım da bir patron ve o da oda istiyor. Oda yok. Oda olmaması Meltem Hanım’ın oda istemesine mani olmuyor. Cart diye üçüncü katın ortasına bir seperatör konuluyor ve üçüncü katın yarısı Meltem Hanım’ın odası oluveriyor. İşler bu noktadan sonra biraz acayipleşiyor. Mesela, siz yukarı çıkıp Öner’le Güngör Abi’nin masanında fikir anlatıyorsunuz. Fikrin heyecanıyla bir sigara yakayım içe içe anlatayım diyorsunuz. Sigaranızı yakmak için küçük teras kapısına ilerliyorsunuz.

Kafamı biraz büyük çizmişim.

Kapının Meltem Hanım’ın olduğu tarafta kaldığını unutuyorsunuz. Tam o sırada “Mehaba Taylan” diyor bir ses. Bir dönüyorsunuz arkanıza, bambaşka döşenmiş bir odada, dev gibi bir masanın arkasından size bakan Meltem Hanım’la karşılaşıyorsunuz. “Güzel fikir.” diyor Meltem Hanım. Teşekkür ediyorsunuz. Öyle kritik bir noktada duruyorsunuz ki hem Öner’le Güngör Abi’nin masasını görüyorsunuz hem de Meltem Hanım’ın aşırı şık odasının içindesiniz. İki ateş arasında kalmak gibi. Çok acayip.

Meltem Gürler

Öğleni yeni geçmişiz. Güneş tepemizden yardırıyor, altımızda yeni dökülmüş asfaltın sıcaklığı. İki ateş arasında top oynuyoruz. O zamanlar nefis futbol oynuyorum. Bileklerim yumuşak. Top ayağıma yakışıyor. Şık çalımlarla ilerliyorum. Önce birini geçiyorum, sonra diğerini, derken kaleciyle karşı karşı kalıyorum. Kaleciyle göz göze geliyoruz. Topa abanacak gibi yapıyorum. “Abanmak yok!” diye bağırıyor kaleci. Abanmıyorum. Ayağımın içiyle dokunuyorum. Top yavaşça kaleye doğru ilerliyor. 5'de devre 10'da biter. 9–9. Gol olursa maç bitecek. Her şey ağır çekim. Top yavaş ama kararlı. Gidiyor, gidiyor…

Tam da o sıralar bu ajans birleşmelerinden, karmaşadan sıkılan Öner, binanın bodrum katını yaptırmaya başladı. Neden bir ajans kurduğunu yeniden hatırlamak, heyecanlanmak, fabrika ayarlarına dönmek istiyor. Planımız Takatuka’yı bodrum katına indirmek. Bir nevi bir kaçış planı. Bodrum katı ardiye olarak kullanılıyor. Eski kitapların, dosyaların, kullanılmayan kötü tasarımlı tozlu mobilyaların, kime ait olduğu belli olmayan bazı eski kıyafetlerin hınca hınç istiflendiği yüksek tavanlı çirkin bir yer. Aynı zamanda ajansın sunucuları orada. Çirkin ve gürültülü bir yer. O sıralar bilmiyoruz. BLAB, bu çirkin, pis yerden doğacak.

Meltem Hanım siyasete atılma kararı alıyor ve milletvekili adayı oluveriyor. Şaşırmıyorum. Öyle bir odadan çıksa çıksa siyasetçi çıkardı diye düşünüyorum. Seçilirse Ankara’ya gidecek. Meclis kapandığında odasına geri dönecek. Fikir anlatırken canınız sigara çekecek, küçük terasa doğru yürüyecek ve bir milletvekiliyle göz göze geleceksiniz.

modemin atası

Fikrinizi devlet onaylayacak bir yerde. Belki sadece okul müdürlerinin ve milletvekillerinin masasında bulunan aşırı uzun çiftli dolmakalem getirir Ankara’dan. Belki o dolmakalemle fikrinizi not eder, altına imzasını atar. Devlet yakınınızda. Devletle aranızda bir seperatör var. Düşüncesi bile heyecanlı.

Bodrum katı yapılırken, Takatuka ekibi olarak boş durmuyoruz. Proaktif fikirler üretmeye, sunumlar hazırlamaya devam ediyoruz. Yeni Rakı’ya bir fikrimiz var. Çok büyük bir fikir. Çok heyecanlı bir fikir. Çok yeni bir fikir. Sunmazsak ölürüz türünden bir fikir. Fikri Öner’e ve Güngör Abi’ye anlatıyorum. Onlar da heyecanlanıyorlar. Güngör Abi’nin Mey İçki’de üst düzey bazı tanıdıkları var. Bağlantılarını devreye sokuyor ve biz 1 hafta sonra Mey İçki CEO’su Galip Yorgancıoğlu’na sunum yapıyoruz. Sunumumuz iyi geçiyor. Galip Bey bizi pazarlama ekibine yönlendiriyor ve 1 hafta sonra pazarlama ekibine sunum yapıyoruz. Sunumumuz iyi geçiyor. Fikri herkes beğeniyor ancak senelik planlar yapılmış, bütçeler dağıtılmış. Fikrimiz büyük. Kendisi de bütçesi de. O aşamada fikri hayata geçirmenin imkansız olduğu anlaşılıyor. Yine elimiz boş ayrılmıyor, küçük birkaç brief kopartıyoruz.

Bodrum katı hizmete açılıyor. Yerleri hardal sarısına, kimi duvarları greenbox yeşiline boyattığımız, küçük ama havalı bir ofisimiz var artık. Aşağı taşınırken Öner, Takatuka ismini WdoLab yapmayı öneriyor. Yeni bir ofis. Yeni bir başlangıç. Yeni bir deneyim. Deneyselliğimizi vurgulayan, içinde LAB geçen yeni bir isim. Adil. Kabul ediyorum. Kemal Hayıt bize harika bir logo yapıyor, Takatuka, bodrum katına WdoLab olarak iniyor.

Çocuk işçi.
Bodruma inerken vasatlığı kapıda bırak.

Artık kendi ofisi olan bir ajansız. Tek müşterimiz JeansLab. JeansLab’e de Takatuka olarak birkaç proje yapmışız, bu projelerden sonra onları sadece sosyal medyada yer almaları konusunda ikna etmişiz. O sıralar sosyal medya yönetimi çok yeni bir kavram. Biz iletişim biliyoruz ama sosyal medya yönetimi nasıl yapılır konusunda fikrimiz yok. Ekibe bu işlerden anlayan biri lazım. Takatuka iken yaptığımız JeansLab Like-o-metre projesindeki Facebook postlarımızın altına tatlı tatlı yorumlar bırakan tuhaf enerjili bir tip var. Hale, bu kızı işe almamız gerektiğini söylüyor. Mantıklı. Belli ki kız hafif manyak. Ben manyak seviyorum. Ama yazdığı şeylerde zeka kıvılcımları var. Ben zeki seviyorum. Görüşmeye çağır diyorum Hale’ye, bakalım ne diyecek?

Ne diyecek? Tabii ki görüşebiliriz diyor.

Bir sabah, Big’in toplantı odasında Beybin Esen’le tanışıyoruz. Kariyeri ile ilgili teklif edeceğim tek şeyim hayallerim. Anlatıyorum. Kafamızdaki reklamcılığı anlatıyorum. Ne yapmak, nasıl yapmak istediğimizi anlatıyorum. Beybin de anlatıyor. Hayallerini anlatıyor. Hayallerimizden başka konu yok masada. Uzun uzun konuşuyoruz. Birbirimizi komik buluyoruz. Birbirimize gülüyoruz. Birbirimizi seviyoruz.

Beybin Esen ve kelebek.

Öner nasıl geçti görüşme diye soruyor.

Öner. Bu kızı almalıyız abi.

Beybin’le ikinci görüşmeyi Öner yapıyor ve Beybin’i işe alıyor.

…Gidiyor ve kalecinin bakışları arasında ağlarla buluşuyor.

Milletvekili adayı olan Meltem Hanım, bu adaylığını bir web sitesi ile taçlandırmak istiyor. Madde22 adında bir şirket toplantıya gelecekmiş. O toplantıya katılmamız için Öner’le bana rica ediyor. Kabul ediyoruz. Toplantıya Madde22'den 2 kişi katılıyor. Madde22'nin totalde zaten 2 kişi olduğunu o zamanlar bilmiyoruz. Katılımcılar, birbirine taban tabana zıt tipler. Bir tanesi iyi giyimli, temiz yüzlü, gözlüklü, mülayimken, diğeri değişik giyimli, uzun saçlı, binlerce küpe ve rozet takmış ilginç biri. Mülayim olan Çağlar’a nasıl site istediğimizi anlatıyoruz. Anlıyor. Sonra o anlatıyor. Biz anlıyoruz. Barbaros hiç konuşmuyor. Sadece bazen gülüyor.

Bu toplantıdan tam 1 hafta sonra, tam söz verdikleri tarihte, Madde22 tam istediğimiz gibi tertemiz bir web sitesiyle geliyor. Tam kafamızdaki gibi. Tam anlattığımız gibi. Her şeyin bu kadar tam olmasına aşırı şaşırarak sıfır revizyonla işi onaylıyoruz.

Öner nasıl buldun herifleri diye soruyor.

Öner. Bu herifleri içeri almalıyız abi.

Madde22'yi bir konu konuşmak üzere tekrar çağırıyoruz. Geliyorlar. Depodan bozma havalı ofisimizin, havalı masasında yapıyoruz görüşmeyi. O sıralar mikro site yapma, yaptırma çılgınlığı var sektörde.

Bakın inkübasyon diye bir yapı kuruyoruz. Ofiz bizden. İnterneti, elektriği, sekreteryası, yemeği bizden. Siz yine Madde22 olarak kalıyorsunuz. Kendinize ait müşterileriniz, bağımsız işleriniz oluyor. Sizden tek beklentimiz, aynı masaya oturmak, yaptığımız işlerde teknolojinin sınırlarını zorlamak. Siktir edin mikro site, web sitesi meb sitesi bunlar birkaç yıla kalmayacak. Web is dead baby. Biz robot filan yapmak istiyoruz. Bizimle var mısınız robot yapmaya?

Düşünmek için 1 hafta istiyorlar.

Mahalle arasında yeni asfalt dökülmüş bir sokağa, direkleri, ağı olan nizami bir kale koymamız söz konusu değil. Kale dediğin, yan yana yerleştirilmiş büyükçe iki taş. Haliyle top ağlarla buluşamıyor. Taşın yanından geçiyor. “Gol değil.” diyor kaleci. “Taşın üstünden gitti.” Mahalle maçlarında hakem olmaz. Maç iyi niyetle yönetilir. Faul olduğu konusunda konsensus varsa faul olur. Gol olduğu konusunda konsensus varsa gol olur. Maç 9–9 ve gol olduğu konusunda ortada herhangi bir konsensus yok. Kaleciyle birlikte tüm takım, bal gibi gole itiraz ediyor.

Biz bu arada çılgınlar gibi Yeni Rakı brieflerine çalışıyoruz. İşler küçük. Herhangi bir ajansın burun kıvırabileceği türden işler. Ancak bizim için küçük iş yok. Bir işi küçük görmek, küçük düşünenler içindir. Boyutundan bağımsız her işe fikir bulunabilir, daha önemlisi her işe büyük fikir bulunabilir. Büyük fikir, işin boyutundan da bütçesinden de bağımsızdır.

Fikirleri buluyoruz. Fikirleri ince ince dokuyoruz. Yüzlerce metin yazıyoruz. Beğenmiyoruz. Hepsini siliyoruz. Tekrar yazıyoruz. Sonra tekrar. Bize özgü bir mizah anlayışımız var. Her bir metnin bu mizah çizgisinde olmasına özen gösteriyoruz. Saatlerce tasarım yapıyoruz. Art direktörümüzün gözleri kanıyor. Muhteşem bir sunum hazırlıyoruz, gidip sunuyoruz.

Sunuyoruz sunmasına ama yine satamıyoruz.

Derken karşı takımdan bir oyuncu, takım arkadaşlarının itirazlarına kulak asmadan, goldü diyor. “Adamınız gol diyor.” Maçı kazanıyoruz. Gole gol diyen maçı kaybedeceğini bilerek diyor bunu. Bilmediği bir ömür boyu dostluğumuzu kazanacağı.

Hiçbir fikrimizi satamamışız ama yeniden çağırıyor bizi Yeni Rakı. Yeni Rakı marka müdürü Nejat Çifçi tanışmak istiyormuş bizimle.

Küçücük bir odada toplanıyoruz. Oda o kadar küçük ki, yarım göt taburelerde oturuyoruz. Nejat söz alıyor. Fikirlerimizi, özellikle mizahımızı çok sevdiğini, işimize gösterdiğimiz özeni takdir ettiğini, her ne kadar küçük bir yapı da olsak bizimle çalışmak istediğini ve gelecek yılın büyük kampanyası için bizi de briefleyeceğini söylüyor. Adamınız gol diyor. Bizi anlayan biri çıktı lan sonunda diye düşünüyorum. O gün farkında değiliz ama BLAB’ı kurma yolunda bi’ büyük adım atıyoruz.

DEVAMI: BLAB’IN HİÇ ANLATILMAMIŞ HİKAYESİ: OLACAK GİBİ

--

--