All or Nothing: Küçükyalı Yelken

uğur aktan
85 min readMay 9, 2022

“Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: Ya insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir...” — Lev Tolstoy

Şehre bir yabancı gelmedi, semt hep bizimdi.

Bu macerada kendi içsel yolculuğumu bir kenara bırakırsam herhangi bir yolculuğa çıktığımı da söyleyemem ama az sonra okuyacaklarınızın tamamının yaşanmış ve Tolstoy’u haksız çıkartacak kadar harika bir hikaye olduğuna emin olabilirsiniz.

Bu uzun hikayeye başlamadan evvel sanırım önce antrenörlüğe giriş hikayemi anlatmam gerekiyor. Gerçek şu ki bu işe girmemin asıl sebebini anlatmaya henüz hazır değilim.

Belki günün birinde kendimi hazır hissettiğimde gerçek nedeni paylaşabilirim ama o gün en azından bugün değil. Yine de nedenini değilse de en azından nasılını anlatabilirim.

Hikayenin başlangıcı daha önce de anlattığım gibi klasik. 12:30'da biten okulunun ardından eve gelir gelmez çantasını fırlatan ve bilgisayar başına geçerek, tuttuğu takımı Avrupa’nın en büyüğü yapmak için CM 4'ün başına oturan bir çocuktum.

Bazen menajerlik oyunlarıyla bu kadar zaman geçirmesem daha iyi bir eğitim ve iş hayatım olur muydu diye düşünmüyor değilim ama sonra işe ve eğitime daha az zaman ayırsam daha fazla kupa kazanabileceğim aklıma geldiğinde bu düşünceden sıyrılıyorum.

Gazetedeki işime evimden devam edebileceğim söylendiğinde çok fazla boş zamanım olacağını biliyordum. Spor basınında çalıştığım için maç izlemek işimizin olmazsa olmaz bir parçasıydı eh bir de işi sevince bu durumun zamanla bir tutkuya dönüşmesi kaçınılmazdı.

Futbol antrenörlüğü yapabilir miyim, yapsam başarılı olabilir miyim soruları her zaman aklımı kurcalıyordu ama bu yönde bir adım atmak için ne cesaretim ne de motivasyonum vardı.

Babası da futbol antrenörü olan benim için çok özel biri bu yönde atmam gereken adımları ve babasının maç anılarını anlattığında artık geri dönüşü olmayan bir yola girdiğimin farkındaydım.

Geriye dönüp baktığımda hem bugüne kadar kazandığım her maçın sevincini o arkadaşımla paylaşmak hem de hayal kırıklığıyla biten her maçın tesellisini yine o arkadaşımda bulmak isterdim ama hayat en azından şimdilik buna izin vermedi.

En nihayetinde sonu iyi de olsa kötü de olsa deneyimlemem gereken futbol antrenörlüğü işine girişimin detaylarını bir önceki yazımda zaten anlatmıştım. Zümrütevler’deki o sezonun ardından Küçükyalı Yelken macerası başladı ve bir yıllık pandemi arasının ardından lige geri döndük.

Kulüpteki dördüncü sezonumda daha önce U15, U16 ve U17 gruplarında birlikte çalıştığım 2003, 2004 ve 2005'li çocukların olduğu U18 takımını çalıştırmam istendiğinde başarılı olabileceğimi düşünerek bu teklifi kabul ettim.

Yıllardır beraber teknik heyet

Küçükyalı Yelken’de görev yaptığım önceki üç yıldan farklı olarak bu defa çocukluk arkadaşlarım Emre, Erkan ve İlker de benimle birlikte oldu ve yola dört kişi devam ettik.

Bu arkadaşlarımın benimle birlikte olmaları önemliydi çünkü FM 2008'den itibaren bütün FM serilerini birlikte binlerce saat oynamıştık. Hem futbola bakış açımı çok iyi biliyorlardı hem de iletişimimiz çok iyi olduğu için hiç konuşmasak bile sadece bakışlarımızdan birbirimizin aklından geçenleri okuyabiliyorduk.

Benden yaşça küçük olan ikiz kardeşler Emre ve Erkanla aynı sitede büyümüştük ve onları doğdukları günden beri tanıyordum. Hatta bu ikisi yürümeyi bile bilmezken kollarından tutup topa vurdurduğum günler hala dün gibi aklımda.

İlker de onların hem ilkokuldan hem de o dönem oynadıkları takımdan arkadaşlarıydı ve onunla da 11–12 yaşında olduğu dönemde halı saha maçlarımız aracılığıyla tanışıp, sonrasında oynadığımız menajerlik oyunlarıyla oldukça yakınlaşmıştık.

Bu arada Emre’yi bir kenara bırakırsak hem benim hem Erkan’ın hem de İlker’in oldukça hırslı insanlar olduğumuzu belirtmekte de fayda var.

Yani FM oynarken bir transfer yarışında yaşanan anlaşmazlıktan dolayı oyunu bıraktığımız ve aylarca küs kaldığımız dönemleri oldukça net bir şekilde hatırlıyorum.

Doğru mu? Belki çocukça ama kazanmayı bu denli önemseyen insanların bir araya gelmesinin takım karakterinde de büyük rol oynadığına inanıyorum.

Her gün Whatsapp grubunda hem futbol hem de özel hayatlarıyla ilgili saatlerce konuşan insanların birlikte bir takım çalıştırmasının ne kadar keyifli olabileceğini inanın tahmin edemezsiniz.

Bu noktada bize bu fırsatı sunan ve hiç tanımadıkları üç insana bana güvenerek kapılarını açan Küçükyalı Yelken yönetimine ve altyapı direktörü Murat hocaya da bir teşekkür etmem gerekiyor elbette.

Arkadaşlarımla ya da belki artık teknik heyetle yaşadıklarımı yazının devamında uzun uzadıya anlatacağım için şimdilik bu bölümü burada noktalayıp devam edelim…

Kadro mühendisliği: Büyük Mustafa’nın izinde

U18 takımı aldığım gün Ağustos’un son günüydü. Net olarak hatırlamıyorum ancak 1 Eylül’de attığım tweette takımı almamın üzerinden 24 saat geçmedi yazdığıma göre Ağustos’un son günü olmalı yani.

Kulüp binasında altyapı sorumlumuz Murat hoca, çok sevdiğim arkadaşım Erman hoca ve ben oturup yeni sezon planlamasını ve bakacağımız takımları konuşurken benim U18 takımını çalıştırıp çalıştıramayacağım sorulmuştu.

2003, 2004 ve 2005'li oyunculardan oluşan bu grupla zaten geride bıraktığımız üç yılda birlikte çalıştığımız için benim açımdan kağıt üzerinde pek problem yoktu ama bununla beraber başarılı olmak için bazı değişiklikler yapmam gerektiğini de biliyordum.

Takımın kadro mühendisliğinde önceki yıllarda bazı hatalar yapılmıştı ve geçmiş yıllarda oynama alışkanlığı olan oyuncular benim tercihlerimle formayı kaptırınca yaşadıkları huzursuzluk takımın enerjisini aşağıya çekmişti.

Bu defa benzer problemlerle uğraşmamak için Murat hocaya uzun zamandır takımda olan bazı oyuncularla çalışmak istemediğimi söyledim ve bu rahat çalışma alanını tanıması halinde başarılı olabileceğime inandığımı belirttim.

Bu doğrultuda peşinden gittiğim isim Mustafa Denizli oldu. “Kara bulutlar benim için hafif bir sis” diyen ‘Büyük Mustafa’, yaklaşık bir yıl öne katıldığı Kırılma Anı programında kendi başarısının ardında yatan kadro mühendisliği sırrını paylaşmıştı.

Mustafa hocaya göre doğru kadro planlaması sezonun hemen hemen tamamını aşağı yukarı 15 oyuncuyla götürmek demekti. Bu 15 oyuncudan 8 kişi her hafta 11'e yazılıp banko diye tabir edebileceğimiz oyuncular olurken, kalan üç kişilik yer için yedi oyuncuyu rotasyona sokmak gerekiyordu.

Mustafa hocanın sözlerinden çok etkilendiğim için kafamda bu şekilde sık sık süre verip sezonu tamamlayabileceğim 15 kişilik oyuncu listesi kurmaya başlamıştım.

Böylece kadromu sekizi düzenli oynayan, yedisi rotasyona dahil olan 15 tane oyuncu ve oynama beklentisi olmasa da kadroda yer aldığı için mutlu olup, pozitif bir enerji yayacak yedek oyuncularla kurmaya karar verdim.

Gidenler

Takımda istemediğim oyuncuların ismini bu yazıda paylaşmam belki oyuncuların kariyerlerinin ilerleyen bölümü için doğru olmayabilir.

Bu nedenle isim vermeyeceğim ama bu isimlerin ilki geçmişte takımda kaptanlık yapan bir oyuncuydu. Yerleştirmek istediğim oyun sistemine sürekli direnen ve birçok anlaşmazlık yaşadığımız bu oyuncuyu oynatmayı düşünmüyordum ve sürekli olarak oynatmayı düşünmediğim bir oyuncunun tripleriyle uğraşmak da çok anlamsız geliyordu.

Kadroda düşünmediğim bir diğer isim ise geniş orta saha rotasyonunda şans bulamadığı için mutsuz olan ve asık suratıyla tüm takımın enerjisini aşağıya çeken 2004'lü bir başka isimdi. Kulüpteki 2.5 yılında 50'den fazla maça çıkmasına rağmen tek gol atamayan bu orta saha oyuncusunu insan olarak çok sevdiğimi belirtmem gerekiyor.

Birlikte çalıştığımız 2.5 yılda kaçırdığı üç antrenman hatırlamıyorum ama çok küçük yaştan beri yedek kalmamış bir oyuncu yedek kalmaya başlayıp bunu kaldıramadığında işler gerçekten içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

Onun gibi sahada olma alışkanlığı yüksek bir oyuncuyu kenarda oturtarak mutlu edemeyeceğimizi düşündüğüm için bu yönde bir kararın daha doğru olacağına inandım ve onu da dışarıda bıraktım.

Dışarıda bıraktığım üçüncü oyuncu ise ismini vermekten çekinmeyeceğim Volkan’dı. Aslında Volkan, Gürkan ve iki sezondur katıldığımız ligin gol kralı olan Kaan ile birlikte bir paketti.

Volkan, Kaan ve Gürkan

Bu üç oyuncu geçtiğimiz sezon takımın şampiyonluk şansı devam ederken iki kez maç yerine doğum günü ve konsere gitmeyi tercih etmiş, takım bu nedenle elindeki şampiyonluğu rakiplerine hediye etmişti.

Üçünü birden kadroya almamak takımın büyük bir güç kaybetmesine neden olacaktı ama hiçbir şey olmamış gibi davranmamın yanlış olacağı da ortadaydı.

Bu nedenle en azından bu paketi dağıtmış olmak için Volkan’ı dışarıda bırakmayı seçtim. Gürkan da dershanesi olduğu gerekçesiyle gelmek istemeyince sezon başında yola bu paketten sadece Kaan ile başladık.

Gelenler

Düzenli oynayamayacağı için takım içinde huzursuzluğa neden olabilecek oyuncuları dışarıda bıraktıktan sonra sıra artık kadroya çok fazla oynama beklentisi olmasa da takımda olduğu için mutlu olup, takımın enerjisini yukarıya taşıyacak isimleri eklemeye gelmişti.

Kısa antrenörlük kariyerimin ilk yıllarında en iyi takımın en iyi kadro olduğunu düşünürdüm ama işlerin pek de öyle olmadığını aradan geçen zamanda anladım.

Bu iş bir süreç, bütünlük ve birliktelik işi. Geçtiğimiz yıllarda oynamayan oyuncuların mutsuzluğu ve suratlarının asık olması nedeniyle bazen antrenmanlara giderken ayaklarım hep geri geri giderdi bu nedenle takım kimyasını iyi ayarlamak gerekiyordu.

Bu defa kendi kendime işlerin artık böyle olmayacağını ve ben dahil herkesin içerisinde bulunmaktan mutluluk ve keyif duyacağı bir takım oluşturacağıma söz vermiştim.

Bunun için de teknik açıdan doğru oyuncuları bir araya getirmek kadar doğru karakterleri bir araya getirmek de önemliydi ve kadromu oluştururken buna özellikle çok dikkat etmeye çalıştım.

Berkay Aydın

Bu doğrultuda herkes tarafından sürpriz olarak karşılanan ilk tercihim 2005 doğumlu Berkay’ı kadroya katmak oldu.

Kulübün futbol okulundan yetişen ve futbol okulunda çalıştığım dönemden beri tanıdığım Berkay’ı yaklaşık 2.5 yıldır izliyordum.

Berkay futbol okulunda sergilediği performansı ve yeteneği fiziksel zaafının da etkisiyle yarışmacı takımlarda hiçbir zaman sergileyemedi ama buna rağmen uyumlu karakteri ve takımın bir parçası olmaktan duyduğu memnuniyetle tam olarak aradığım oyuncu profiliydi.

Bu sezon 2005 liginin oynatılmaması ve Berkay’ın da U16'da oynayacak üç 2005'li kontenjanından biri olarak tercih edilmemesi onu U18'e dahil etmemizle sonuçlandı. Sonuçta ilk günden beri en az antrenman kaçıran oyunculardan oldu.

Oynamadığı için zaman zaman üzüldüğünü hissetsem de hiçbir zaman huzursuzluk çıkartmadı ve her zaman son derece pozitif kalarak çok az süre almasına rağmen takımın önemli bir parçası haline gelmeyi başardı.

Kaan Korkmaz

Kadroya 15 kişilik rotasyonun dışındaki parçalardan biri olma beklentisiyle dahil ettiğimiz bir diğer oyuncu ise henüz ilk defa lisanslı bir şekilde futbol oynayacak olan 2005 doğumlu Kaan Korkmaz’dı.

U18'de daha önce futbol oynamamış 16 yaşında bir oyuncuyu oynatmak ve bu şekilde şampiyonluğa oynamak pek gerçekçi bir hedef gibi durmuyor bunun farkındayım.

Ben de hemen herkes gibi bu şekilde düşünmüştüm ve Kaan’ın geniş rotasyonumuzun bir parçası olabileceğine neredeyse hiç ihtimal vermiyordum. Bir anda elinde çantasıyla gelen, daha önce hiç lisanslı olarak futbol oynamadığını söyleyen 2005'li bir çocuk…

Açık konuşmak gerekirse birkaç antrenman izleyip göndermeyi düşünüyordum ama sezon başına yaptığımız YoYo testinde takımın en dayanıklı oyuncusu çıkması ona bakış açımın değişmesine neden oldu.

Ardından bu sezon az da olsa süre verir hem lige hem takıma uyum sağlamasına yardımcı olurum, yeterince gelişim göstermesi halinde de seneye rotasyonun bir parçası olabilir diye düşündüm ama bu düşüncelerimde fazlasıyla yanıldığımı çok uzun süre geçmeden anladım.

Kaan’ın fiziksel durumuyla takımdaki 2005 doğumlu en iyi oyunculardan biriydi ama Bulvarsporla oynadığımız ve 4–1 yenildiğimiz hazırlık maçında en az 20 metre ofsaytta olmasına rağmen pas istemesi üzerinde durmamız gereken çok fazla şey olduğunu da ortaya koyuyordu.

Sezona başlarken kafamızdaki ideal 11'de sağ bekte Cemal vardı. Cemal’in dershane sorunu olduğunu ve pazar günü oynanacak maçlara gelemeyeceğini biliyorduk. Bu durumda ise Berkay Can Işık’ı oynatacaktık.

Bu durum aslında işimize geliyordu çünkü yedek olmayı sevmeyen ve kabullenmeyeceğini bildiğimiz Berkay Can’a da istediği süreyi verebilecektik. İkisi de olmazsa üçüncü alternatifimiz ise daha önce iki sezon Fenerbahçe’de de oynayan 2005 doğumlu Yağız’dı. Dördüncü alternatifimiz ise uzun bir süredir takıma kazandırmak istediğim Zümrütevler’den oyuncum Gökhan’dı.

Sezonun ilerleyen bölümünde bu dört oyuncu daha sonra değineceğim nedenlerle formayı kaptırınca, kağıt üstünde kadrodaki beşinci alternatif gibi durmasına rağmen bu durumu iyi değerlendiren Kaan formayı aldı ve bir daha hiç bırakmadı.

Gökhan Arda Gamlı

Antrenörlüğe başlangıç hikayemi anlattığım yazıyı okuduysanız, o yazıda gösterdiğim ilgi nedeniyle Zümrütevler dönemimde takım kaptanının ağlamasına neden olan yüksek potansiyelli Gökhan’ı hatırlarsınız.

Zümrütevler’den sonra transfer olduğu takımı Başıbüyük onun olduğu yaş grubunda bu sezon lige katılmama kararı alınca Gökhan boşa çıktı ve ben de fırsatı değerlendirip onu kadroma dahil etmek istedim.

Zaten önceki yıllarda da kadromda görmek istemiştim ama o takımını değiştirmeye yanaşmamıştı. Son olarak 2005 takımıyla çalıştığımız bütün yaz boyunca da çağırmıştım ama Gökhan bizimle çalışmak yerine bireysel çalışmayı tercih etmişti.

Transfer döneminin son günlerinde bize katılmak istediğini söyledi ve antrenmanlarımıza davet ettik. Transfer döneminin kapanmasına yanlış hatırlamıyorsam birkaç gün kalmıştı.

Tüm oyuncularıma daha önceden yaptığım anaerobik güç ve kapasite testini Gökhan’a uyguladığımda fiziksel olarak çok kötü durumda olduğunu ve bu takımda en azından bu sezon oynamasının mümkün olmadığını anlamıştım.

Diğer yandan onu transfer edemeyeceğimizi söylersem muhtemelen gidebileceği farklı bir takım da bulamayacak ve kendisi için en kötü senaryoyla zaten pandemide bir yıl futbol oynamamışken, bir yıl daha oynayamayacaktı. Bu durumu göz önünde bulundurup en azından bu sezon oynama imkanının çok düşük olduğunu bilmeme rağmen Gökhan’ı kadroya dahil ettim.

Volkan ve Gürkan’ın takıma dönüşü

Pandemi nedeniyle birçok ligin oynanmayacak olması ve oynanacak liglerin de formatının değişmesi birçok takımı olumsuz etkilerken, U18 özelinde bizim için olumlu bir gelişmeydi.

Elimizdeki takım 2003 grubunda daha önceki yıllarda da iyi oyunculara sahipti ama elimizde sadece dört ya da beş tane 2003'lü oyuncu olması, kadrosunda 15–20 tane 2003'lü oyuncu bulunduran takımlar karşısında bizi bir hayli zorluyordu.

Takımımız her ne kadar iyi oynasa da bir noktada yaş faktörüyle ağır basan fiziksel fark bizi geriye itiyordu. Benzer bir sorunu 2004 takımıyla da yaşıyorduk ve bu iki takımda da eğrisi doğrusuna bir türlü denk düşmediği için daha önce hiç şampiyonluk yaşayamamıştık.

Federasyonun açıkladığı yeni formata göre takımların 18 kişilik maç kadrolarında en fazla beş tane 2003'lü oyuncu bulundurma hakkının olması birçok takımı olumsuz etkilerken, zaten beş tane 2003'lü oyuncusu olan bizim için bir değişiklik olmadı.

Takımla yaptığım ilk toplantında çocuklara da söylediğim gibi bizim elimizdeki kadro itibarıyla Selimiye ve Bağlarbaşı gibi takımların seviyesine çıkma şansımız belki yoktu ama günün sonunda bir gecede onlar bizim seviyemize inmişti.

Kulüp geçtiğimiz yıllarda 2003 liginde mücadele ederken çok az sayıda 2003 doğumlu oyuncuya sahipti. Bu durum her ne kadar iyi futbol oynasak da fiziksel olarak genellikle rakiplerin gerisinde olmamıza neden oluyor ve bu durum da tahmin edilebilir bir şekilde oynanan oyuna yansıyordu.

Bu süreçte o dönem yetenek açısından çok iyi olmasa da fiziksel olarak oldukça güçlü olan 2003 doğumlu ikiz kardeşler Berk ve Berkant’ı takıma dahil etmiştim ve her iki oyuncu da ellerinden geleni yaparak katkı sağlamıştı.

Sezona girerken bu sezon alınan kadroda beş tane 03'lü oyuncu bulundurma hakkı nedeniyle Berkant’ı dışarıda bırakmayı seçtim.

Berk ile yola devam ediyorduk ancak Berk de bu yıl özel üniversiteye başlayıp, okul ücretini karşılamak için markette çalışmaya başlaması nedeniyle takımı bırakma kararı alınca orta saha rotasyonunda bir kişilik boşluk oluşmuştu.

Bu noktada kimse kolay kolay oynayan oyuncusunu bırakmaya yanaşmayacağı için sorunu transferle aşmak kolay değildi. Zaten Batuhan ve Gökhan transferleriyle harcayabileceğimiz transfer limitlerimizi zorlamıştık (Oyuncuları transfer ederken her ne kadar kulüplerine herhangi bir para ödenmese de her transfer için TFF’ye 350 TL yatırmak gerekiyor).

Federasyonun takımların geçmiş yıllardaki oyuncularını ve bu oyuncuların doğum tarihlerini görebildiğimiz sistemi de kilitlemesi nedeniyle boştaki oyunculara (Lisansı iki sene yenilenmeyen oyuncuların tranferleri için TFF’ye 50 TL yatırılıyor ve daha makul görünüyor) yönelik bir tarama yapmak da mümkün değildi ve telefonu kapattığımda önümdeki tek seçenek Volkan’ı yeniden takıma dahil etmekti.

Berk’in bu sezon oynayamayacağını söylediği telefon görüşmesini yaptığım sırada Junior Davis Cup ve Junior Billie Jean King Cup tenis turnuvalarını yerinde izlemek için Antalya’daydım.

Takımda Volkan’a en yakın isim Kaan’dı ve geçen sezon yaptığı maç günü konsere gitmek gibi hatalardan dolayı pişman olup olmadığını öğrenmek için Kaan’ı aradım.

Bu telefon görüşmesinde henüz Volkan’dan bahsetmeye fırsat bulamadan, Kaan’ın birkaç gün içerisinde BAL’da oynayan Maltepespor’a transfer olabileceğini öğrendim.

Bu durum çok canımı sıkmıştı ama neyse ki Kaan’ı takımda kalmaya ikna ettik. Daha sonra Volkanla konuştum ve hem kendisini neden dışarıda bıraktığımı hem de şu an neden tekrar istediğimi açıkladım.

Ardından liglerin başlangıç tarihinin ertelenmesi Volkan’ın fiziksel olarak hazır hale gelmesini sağladı.

Volkan takıma dönünce hazırlıklara başlarken dershanesi olduğu için gelemeyeceğini söyleyen kankası Gürkan da döndü. Football Manager’deki takım uyumu sanırım tam olarak böyle bir şey işte.

Sezonun geri kalan bölümünde Volkan ile ilgili birçok sorun yaşadık ve bunlara yazının ilerleyen bölümünde değineceğim. Geriye dönüp baktığımızda Volkan’ın saha içinden ziyade saha dışında yarattığı enerjiyle şampiyonlukta önemli bir faktör olduğuna inanıyorum.

Gördüğü kırmızı kartlar nedeniyle çok inişli çıkışlı bir sezon geçirdi ama Antalya’da onu yeniden takıma dahil etme kararı almamış olsaydım bu sezon mutlu sonla biter miydi pek emin değilim.

Batuhan Çağlı

Batuhan da durumu özel oyunculardan biriydi. Zümrütevler’den Küçükyalı Yelken’e geldiğim sene yanımda getirmek istediğim asıl oyuncu Gökhan’dı ama Gökhan olmayınca yaşıtlarına göre iyi bir fiziği olan stoper Kenan’ı getirebilmiştim.

Kenan ilk idmana gelirken, futbol oynamak isteyen bir arkadaşı olduğunu ve antrenmana getirip getiremeyeceğini sormuştu. Kenan’ın hiç bilmediği bir takımda yeni takım arkadaşları arasında yabancılık çekmemesi için arkadaşıyla birlikte gelmesine sıcak bakmıştım ve Batuhan bu şekilde dahil olmuştu.

Takımdaki hemen her oyuncudan daha atlet, birçok farklı mevkide kullanabileceğimiz, takım ortalamasının üzerinde bir oyuncu olduğu için hemen lisans çıkartmıştık ve o sezon hem 2004 liginde hem de 2003 liginde her maçta oynatmıştık.

Batuhan o kadar çalışkandı ki 18–19 sezonunda takım kaptanı da yapmıştık. O sezonun ara transfer döneminde oturduğu semt olan Gülensu 2004 grubunda atılım yapınca orada oynamak istediğini söylemiş ve yaza kadar kal dememize rağmen devre arasında ayrılmak için bir hayli soruna neden olmuştu. Sonuç olarak Batuhan’ı devre arasında oraya göndermiştik.

Bu sezona da Gülensu da başlayan Batuhan, takımının ilk maçtan sonra ligden çekilmesi nedeniyle boşta kalmıştı. Gülensu yönetiminden, oradan istediğimiz oyuncular olup olmadığına dair bir telefon aldığımızda aklıma gelen ilk isim Batuhan olmuştu.

Kulüp sorunlu ayrılan oyuncunun transferine pek sıcak bakmasa da bu konuda diretmem Batuhan’ı yeniden takıma dahil etmemizi sağladı. Batuhan da geldikten sonra takıma kısa sürede yeniden adapte olarak, şampiyonlukta büyük pay sahibi oldu.

Açık söylemek gerekirse onu geri alırken benim de bazı soru işaretlerim vardı ama bütün sezon boyunca ortaya koyduğu karakter ve mücadeleyle bu soru işaretlerimi çok net bir şekilde silmeyi başardı.

Alperen Tuğaç

Alperen U13'te şimdilerde kapanan Maltepe Belediyespor’un oyuncusuydu ve antrenmanlarını bizim de antrenman yaptığımız sahada sürdürdükleri için zaten bildiğim bir isimdi.

Maltepe Belediye’nin o yaş grubu iyi değildi ve Alperen’in içinde bulunduğu takımın bir iddiası yoktu ama kötü takımda dikkat çeken birkaç isimden biriydi. Sonrasında takımı dağılınca Kozyatağı’na transfer olmuştu ama orada da her nedense birkaç maç sonra takımdan ayrılmıştı ve uzun süredir oynamıyordu.

Geçtiğimiz sezon Küçükyalı Yelken’den ayrılma durumum söz konusu olduğunda gidebileceğim farklı takımlar için boştaki oyunculardan yaklaşık 70 kişilik bir transfer listesi hazırlamış ve Alperen’i de o listede üst sıralara eklemiştim ama daha sonrasında takımda kalınca buna gerek kalmamıştı.

Yaz aylarında idmanlara 2005 takımıyla başlamıştık ve Alperen de o idmanlara katılmak için gelince açıkçası şaşırsam da sevinmiştim. Yaz başında fazla kiloları dikkat çekiyordu ama gittikçe verdi ve bu sezon olmasa da en azından önümüzdeki yıllarda 2005 takımının rotasyonunu güçlü tutma adına kadroya kattık.

Sezon içinde defansif orta saha, stoper ve merkez orta saha olarak kullandığımız Alperen inişli-çıkışlı bir grafik çizdi ve beklediği kadar oynamadığı için zaman zaman mutsuz oldu ama yine de geriye dönüp bakınca takımda olmasından mutluluk duyduğum oyunculardan biri olduğunu söyleyebilirim.

Kaptan: Muhittin

Daha önce de söylediğim gibi herkesin birbirine sahip çıktığı, insanların antrenmanlara severek ve isteyerek geldiği bir yapı oluşturmak bir numaralı hedefimdi. Sonrasındaki oyun tarzını öncelikle bu pozitif ortamın üstüne inşa etmek istiyordum.

Bu noktada takımın kaptanı Muhittin’e ayrı bir parantez açmam gerektiğini hissediyorum. 2003 doğumlu Muhittin takıma 19–20 sezonunda katılmıştı.

Aslında onu 18–19 sezonunda almak istemiştik ama lisansını elinde bulunduran Atalar bırakmamak için 15 bin lira istemişti. Bu parayı veremeyeceğimiz çok açıktı ve Muhittin de bize gelebilmek için 18–19 sezonunu lisansını yenilemeden futbol oynamayarak geçirmişti.

18–19 sezonunu maç yapmadan geçen Muhittin, 19–20 sezonuna ise 4 maçta 4 gol atarak başlamasına rağmen o dönem bir üst yaş grubu olan U19'un oynadığı hazırlık maçında ayağını kırınca sezonu kapatmıştı.

20–21 sezonunda zaten pandemi nedeniyle lig oynanmayınca 17–18 sezonundan bu yana düzenli bir şekilde futbol oynamayan bir oyuncuya dönüşmüştü.

Yaz aylarında Göztepe seçmelerine katılmıştı ve Göztepe antrenörlerinden öğrendiğim kadarıyla bu seçmelerde iyi performans göstermişti.

Oradan aldığım bilgi antrenmanlara davet edecekleri yönündeydi ama kendi aralarındaki son değerlendirmenin ardından fikir değiştirmiş olacaklar ki geri dönüş olmadı. Belki bizim adımıza iyi de oldu çünkü Muhittin olmasaydı bu kadar güzel bir hikaye yazamayacağımıza eminim.

Takımda her durumda oynayacak 2003'lü bir oyuncunun takıma yeni katılan ve oynama ihtimali çok güç görünen 2005 ve 2006'lı oyunculara sahip çıkarak her durumda çok olgun davranması teknik heyet olarak bizlerin elini bir hayli rahatlattı.

Şu anda futbol antrenörlüğü okuyan Muhittin bu işe kaç yaşında başlar bilmiyorum ama ilerleyen yıllarda çok başarılı bir antrenör olacağına inanıyorum.

Takım uyumu

Sezon başında takımın bir an önce kaynaşması için hem buna yönelik antrenmanlar hem de etkinlikler düzenledik. Galatasaray’ın Fatih Terim yönetiminde uyguladığı el ele çift kale maçlar hem gerçek anlamda kenetlenmeyi sağladı hem de antrenmanların neşeli geçmesini beraberinde getirdi.

Yaz aylarında sezonu 2005 takımıyla açtığımız dönemde oyuncuların yaşındayken neleri izleyip neleri dinlediğimi düşünmüş ve o yaşlarda en sevdiğim dizilerden olan One Tree Hill’i yeniden izlemeye başlamıştım. Twitter’daki takipçilerim bunu zaten zaman zaman attığım OTH tweetlerinden hatırlıyordur muhtemelen.

One Tree Hill’in bir bölümünde Haley ve Lucas okulun ilk gününden önce yıl sonu açıp okumak üzere o yıla ilişkin beklentilerini yazmıştı ve bunu takıma da uyarlayarak, sezon sonunda okumak üzere herkesin beklentilerini yazmasını istedik. İlker kendini tutamadı ve herkesin yazdığı kağıtları antrenman bitiminde eve dönerken arabada açıp okudu. Bense dinlememeyi ve sezon sonunda öğrenmeyi tercih ettim. Kağıtları Şile maçından dönüşte kulüpte okurken gerçekten çok keyifli anlar yaşadık.

Diziliş ve oyun tarzı

Antrenörlükten öte bir futbolsever olarak sahada görmek istediğim oyun kesinlikle topa sahip olma oyunu ama Küçükyalı Yelken U18 Teknik Direktörü olarak topa sahip olma oyunu oynamak için ihtiyaç duyulan gereksinimlere sahip bir kadromuz olduğunu söylemek zordu.

Akıcı bir topa sahip olma oyunu için ilk 11'de topla ilişkisi, top kontrolü, pas kalitesi yüksek en az sekiz oyuncu olmasına gerektiğine inanıyorum ve bizim kadromuz böyle bir kadro değildi.

Bununla beraber elimdeki kadronun topa sahip olma oyunu oynama konusunda yetersiz kalacak olsa da iyi yapabileceği şeylere odaklanarak, daha farklı bir oyun tarzıyla oldukça iyi bir takıma dönüşebileceğini biliyordum.

Yapmakta çok zorlanacağımız ve muhtemelen sezonun birkaç maçı dışında yapamayacağımız bir hayalin peşine düşmektense daha gerçekçi olmak istedim ve iyi oynayabileceğimiz bir oyuna odaklandım.

Sezona başlarken elimdeki hücum oyuncularının özelliklerini de dikkate alarak ilk etapta 3–4–1–2 oynatmayı planladım. Temelde Atalanta’dan ilham aldığım bu oyunda öndeki iki santrforun topa sahip olduğumuz bölümlerde çizgiye yanaşmasını ve sahanın hem sağında hem de solunda dörder kişi olarak her iki bölgede de rakibe 4v2 ya da 4v3 gibi sayısal üstülükler kuralım istiyordum.

Stoperde üç oyuncu bulundurmak hem top kaptırdıktan sonra yiyeceğimiz geçişlerde avantaj sağlayacaktı hem ceza sahasını daha kalabalık bir şekilde savunabilecektik hem de iki taraftaki dörtlüleri kurabilmemiz halinde geriden oyun kurulumu konusunda elimizi güçlendirecekti.

Kağıt üstünde planlamamız buydu ama ilk hazırlık maçı 3–4–1–2'nin bizim için pek uygun olmadığını anlamamıza yetti ve sezonun geri kalan bölümünde güç ve hız konusunda gördüğüm en iyi 2004'lü olan Kaan’ın savunma arkası koşularının ana hücum planı olduğu, tek santrforlu bir 3–4–3 oynadık.

Sağ ve sol stoperlerin atağa katıldığı, açık oyuncularının ise onlara yanaşarak her iki kenarda da dörtlü bir hat oluşturduğu bir oyun hayal etmiştik ve bunda zaman zaman çok başarılı olduk.

Bunu yaparken en çok kullandığımız çalışmalardan biri 9v9+2 şeklindeki bu çalışma oldu. Merkezdeki iki oyuncunun joker olduğu bu çalışmada topa sahip olan takım 11 kişi olurken, topa sahip olmadığında iki kişi eksik olan savunma takımında her oyuncu eksik olmanın da getirdiği dezavantajı gidermek için topun arkasında olmak zorunda kaldı.

Sayısal üstünlüğü kullanma alışkanlığı kazandırmak için yapılan bu çalışmayı aslında Zenit’te görev yaptığı dönemde Andre Villas Boas’ın notları arasında görmüştüm. Gerçi Villas Boas 4–3–3 üzerinden yapmıştı ama ben bu şekilde 3–4–3'e uyarladım.

İlk hazırlık maçı: Bulvarspor 4–1 Küçükyalı Yelken

Sezonu planlarken orta sahanın merkezindeki ikiliyi Muhittin-Kağan Özkanca ikilisi olarak planlamıştık ve Bulvar maçında Kağan sakatlığı nedeniyle takımda yoktu ve onun yerine yaz boyunca bizle idmanlara çıkan Uralla başladık.

Arkadakiler: Sefa, Gürkan, Muhittin, Ural, Emre, Kaan * Öndekiler: Berkay, Deniz, Emirhan, Yağız, Enes (Kaleci)

Ural uzun süre Pendikspor’da oynayıp son birkaç sezonu Ümraniyespor’da geçirmişti. Tuzlaspor’a transferi gündemdeydi ve bizim takımdaki oyuncuların okuldan arkadaşı olduğu için bizle idmana çıkmasına izin vermiştik.

Sonrasında kendisini transfer etmek için bir girişimimiz oldu ve o da bize gelmek istese de eski bir profesyonel futbolcu olan babası belirleyici rol oynayınca Tuzlaspor’a katıldı. Ural sezon boyunca zaman zaman bizle yine idmana çıksa da Tuzlaspor’da istediği süreyi en azından bu sezon bulamadı.

Bulvarspor maçına önde çift forvet Kaan-Sefa ikilisiyle çıktık ve arkalarında sezona U16 takımındaki üç 2005'li oyuncudan biri olan Deniz Efe’yi kullandık.

Bulvarspor bizle oynamadan önce üç hazırlık maçı yaparken, karşılaşma bizim için sezonun ilk maçıydı. Aslında iyi de başlamıştık ve penaltıdan attığımız golle 1–0 öne geçtik. Sonrasında farkı ikiye çıkartmak için fırsatlar bulsak da direkleri geçemedik.

İlk yarının son bölümünde rakibe henüz pozisyon vermemişken kullanılan bir serbest vuruşta sol bekimiz Yağız zıplayıp bir kaleci gibi topu havada eliyle tuttu. Dört yıllık antrenörlük ve 25 yıllık futbol izleyiciliğim döneminde daha önce kaleciyi geçip direkt kaleye yönelen şutlar dışında hiçbir zaman böyle bir şeye şahit olmamıştım.

Bunu futbola yeni başlamış bir oyuncu yapsa yine bir nebze anlayabilirdim belki ama iki sene Fenerbahçe’de oynamış bir oyuncunun böyle bir akıl tutulması yaşaması beni çok şaşırtmıştı.

Çok iyi oynarken yenen bu gol teknik heyet olarak bizler dahil olmak üzere bütün takımı düşürürken, ilk yarının sonunda yine Yağız’ın kanadından bir gol daha yedik ve devreye 2–1 mağlup girdik.

Sonrasında tüm oyuncuları görmek için yaptığımız değişikliklerle maç 4–1'e geldi ama her ne kadar kaybetsek de bu maç sorunları görme açısından çok faydalıydı.

Yağızla ilgili en rahatsız olduğum şeylerden bir diğeri de autlardan çıkarken çizdiğimiz şablona olan reaksiyonuydu.

Auttan çıkarken sağ stoperimizi sağ beke çekip, sağ beki de sağ öne atıyorduk. Bunu yaparken 10 numara pozisyonundaki Deniz merkezdeki ikiliden biri olarak içe kayıyor, merkezdeki ikilide oynayan Muhittin ise stoperlerden top alabilmek için ceza sahası yayına geliyordu. Gürkan’ın solak olması sol stoperden top çıkartma konusunda elimizi rahatlatmıştı.

Sefa da kendini sol öne atınca çıkış şablonumuz 4–3–3 oluyordu ve savunmadan nispeten rahat bir şekilde topla çıkabiliyorduk.

Bu maç özelinde yaşadığımız sıkıntı ise şablonda oyuna genişlik vermesi gereken Yağız’ın sürekli olarak merkeze yakın bir şekilde bekleyip Deniz’in açısını daraltması oldu. Yağız ne zaman çizgiye bassa Deniz sol stoperden rahat bir şekilde top alırken, Yağız ne zaman içe girse alan daralıyor ve topla çıkamıyorduk.

Bunu söylemek için Yağız’ı yanımıza çağırdığımızda, “Tamam hocam” diyor ancak yanımızdan ayrılırken doğrudan yine içe giriyordu.

Bu durumu açık açık söyleyip sebebini sorduğumuzda da, “Çizgide olduğumda top alamıyorum” dedi. Yağız için önemli olan takımın sorunsuz bir şekilde o bölgeden çıkması değil topla buluşabilmesiydi.

Bütün bunlara topu elle havada tutması da eklenince bizim için oldukça kötü bir günü geride bıraktık.

Maçtan sonra İlkerle pizza yemeye gittiğimizi ama neredeyse hiç konuşmadığımızı hatırlıyorum. O kadar kötü bir gündü ve o kadar can sıkıcı bir yenilgiydi ki eve gelir gelmez günün bir an önce bitmesi için uyudum.

Gece uyandığımda Yağız’a kendisiyle devam etmemizin zor olduğunu söyledim çünkü her duran topta acaba Yağız zıplayıp topu havada elle tutar mı endişesi yaşamak istemiyordum.

Sonrasında U16 hocamız Erman Hoca, Yağız’ı üç 2005'li oyuncudan biri olarak kullanmaya karar verince Yağız yoluna o takımla devam etti. Sezonun geri kalan bölümünde Yağız’ı idare etme konusunda o da pes edince insan olarak çok sevdiğim bu oyuncu kulüpten ayrıldı ve ara transfer döneminde farklı bir takıma transfer oldu.

Yağız’ın U16'ya geçmesiyle birlikte biz de o ana kadar U16 ile çıkan yeteneğine çok güvendiğim Deniz’i kadromuza kattık. Deniz’in takımda olması bizim için önemliydi çünkü takımı kurarken bir numaralı hedefim olan herkesin isteyerek ve severek geldiği bir takım olma yolunda bize çok şey katacağını biliyordum.

Her zaman pozitif olan, takım içinde çok sevilen bir oyuncuydu ve hem bu özelliğiyle hem de kolay rakip eksiltme yeteneğiyle sezon boyunca zaman zaman çok işimize yaradı.

Futbola Fenerbahçe’de başlayıp üç sene orada oynadıktan sonra önce Pendikspor’a ardından da Küçükyalı Yelken’e gelen Deniz, kulüpteki üçüncü sezonunu dört maç dışında hiç ilk 11'de oynamamasına rağmen sekiz golle tamamladı ve kariyerinin en skorer dönemini geçirdi.

Bulvar maçının bir diğer getirisi ise 3–4–1–2'den vazgeçmekti. Oluşturmak istediğim yapı top rakipteyken 11 oyuncuyla topun arkasında olan bir takımdı ama santrforumuz Kaan açık bir şekilde geriye dönmesi halinde ani bir şekilde ileriye çıkmasının mümkün olmadığına kendini inandırmıştı.

Ligin başlamasına kısa bir süre kalmıştı ve onu ikna etmenin dizilişte ufak rötuşlar yapmaktan çok daha zor olacağını biliyordum.

Bununla beraber 10 numarada düşündüğümüz kolay çalım atabilen 2003'lü 10 numaramız İmran’ı da her defasında topun arkasına geçirmek kolay olmayacaktı ve topun önünde iki oyuncu bulundurmak özellikle kanatlarda çok fazla 2v1 vermemiz anlamına gelebilirdi.

Tüm bunlara Kaan’a topun önünde kalma toleransı vermemiz halinde beraberinde gelecek ve çok şey katabilecek kontra tehdidini de ekleyince yola 3–4–3 ile devam etmeye karar verdik.

Böylece 3–4–1–2'de öndeki ikiliyi sürekli çizgiye açarak yapmayı planladığımız iki kenardaki dörtlüleri de oyuncuların sorumluluk seviyesini daha aza indirgeyerek, daha iyi yapabilecektik.

İkinci hazırlık maçı: Küçükyalı Yelken 6–1 Maltepespor

Bulvar maçı yenilgiyle bitmişti ama bir hazırlık maçından alınabilecek en yüksek verimi almış ve eksiklerimizi büyük oranda görmüştük. Aynı sahada antrenman yaptığımız Maltepespor hazırlık maçı teklifinde bulununca bu teklifi kabul ettik ve ikinci maçımızı Maltepespor ile yapmaya karar verdik.

Doğduğum ve yaklaşık 30 sene yaşadığım evim kentsel dönüşüm nedeniyle yıkılıncaya dek Maltepe Stadı’na yürüyerek 3–4 dakika mesafedeydi ve bu yüzden küçük yaştan beri çok sayıda Maltepe maçı izlemiş, menajerlik oyunlarında Maltepespor’u Süper Lig’e çıkartarak büyük başarılara imza atmıştım. Ayrıca abim de geçmişte Maltepespor’da futbol oynamıştı. Bütün bu nedenlerden ötürü bu karşılaşma benim için hazırlık maçı bile olsa çok heyecan vericiydi.

Maltepe maçı öncesinde antrenmanları ve maçları daha detaylı analiz edebilmek için hem ben hem de İlker drone aldık ve sezonun geri kalan bölümünde çok faydasını gördük. Maltepe ile oynadığımız hazırlık maçı istediğimiz agresif üçüncü bölge presini harika bir şekilde uyguladığımız bir 90 dakika oldu.

Pandemi döneminde altyapı ligleri oynanmıyorken yaptığım Fenerbahçe analizlerinde Erol Bulut’un açık oyuncusunu çizgiye bastırırken, rakip bek bu açık oyuncusuyla geldiğinde açılan bek-stoper arasına sıklıkla farklı oyuncularla koşular yaptırdığını fark etmiştim.

Maltepe maçında antrenmanlarda bu yönde yaptığımız hazırlıkların ardından önde baskının yanı sıra takımdan bunu da talep ettim ve bizim adımıza oldukça verimli bir geri dönüş aldık.

Topla oynamayı çok seven ve işin savunma tarafında çok tembel olan 10 numara İmran bile 3–4–3'ün sağ kenarı olarak oynamaya ikna olmuş ve savunma yapmaktan bile zevk alıyor gibi görünüyordu.

Top rakipteyken mümkünse rakip kaleye yakın bir noktada pres yapacaktık. Topu rakip kaleye 20 metrelik bir mesafede kazanmamız golle aramızda 20 metre olduğu anlamına geliyordu. Bu yüzden her an önde baskı yapmaya çalışan ama rakip bu baskıyı kırdığında da 11 ya da en azından Kaan dışında 10 kişiyle topun arkasına geçen bir takım istiyordum.

Takımdan istediğim savunma yerleşimi ise çok basitti.

Merkezden delinmeyi kesinlikle istemediğimiz için rakibi sağ ya da sol çizgiye yönlendiriyorduk. Bu görselde rakibin sol kanadına yönlendirdiğimizi varsayalım: Sahanın ortasından Ekvator gibi hayali bir çizgi geçtiğini varsayıyor, sol bek ve sol ön oyuncumuz dışındaki sekiz oyuncuyu baskının olduğu tarafa yönlendiriyorduk. Ortadan ikiye bölünen sahada diğer tarafı bek ve açık oyuncusu savunurken, topun olduğu bölgede ise kaleci ve söz konusu iki oyuncu dışında sekiz kişiyle baskı yapıyorduk.

Bu savunma yerleşimi ve disiplini sayesinde sezon bittiğinde 3–4–3 oynarken ve oyun 11'e 11 oynanırken ceza sahası içerisinden sadece bir gol yiyen bir takım olduk.

EURO 2020'yi izlerken aklıma gelen bu savunma tarzı üçlü savunmalar için oldukça ideal görünüyordu.

Bu savunma şeklini oturturken Atletico Madrid’in ikişer büyük ve minyatür kaleden oluşan dört kaleli çalışması gerçekten de çok işimize yaradı.

Bu çalışmayı Atletico’ya nispeten daha geniş alanda yaptık ve her idmanda takıma biraz daha ezberlettik.

Günün sonunda takım Bulvar maçının izlerini tamamen silmişti ve bir önceki sezonu ikinci sırada tamamlayan bir takıma karşı 6–1 gibi farklı bir skorla kazanarak özgüven kazanmayı başarmıştı.

BAL’da oynayan Maltepespor’un maçı izleyen yöneticileri maçın ardından Muhittin ve Sefa’yı çok beğendiklerini, Muhittin’i A takım kadroları için hemen transfer etmek istediklerini söylediler.

Muhittin’i o an satmak sezonu satmak gibi olurdu, dolayısıyla bu teklifi sezon sonu konuşuruz diyerek geri çevirdik. Bu noktada bir parantez de Muhittin’e açmak gerekiyor. Bir an önce para kazanmak isteyen, kulübe aidiyet hissetmeyen biri bu tekliften sonra gemileri yakıp, “Ben gidiyorum” diyebilirdi ama kalıp son altyapı senesinde şampiyonluk için oynamayı tercih etti.

Video analizine ayıracak bir odamız olmadığı için maçla ilgili geliştirmemiz gereken yönlerimizin analizini yaparak, takımın Whatsapp grubunda paylaştık.

Bu arada drone çekimleri sahadaki boşlukları daha iyi görmelerini sağlayacağı için maçın çektiğimiz bölümlerini de internete yükledik.

Hücuma alternatif arayışı

Maltepe maçından sonra kadromuz büyük oranda şekillenmişti. Yine de sonradan oyuna girdiği maçlarda oyunu hareketlendirebilecek bir hücum oyuncusunun iyi olabileceğine inanıyordum.

Kaan’ın iyi bir sezon geçirip, sezon sonunda ayrılacağını tahmin ettiğim için önümüzdeki yıllarda takımın gol yükünü sırtlayabilecek mümkünse 2005'li bir hücum oyuncusu almak istiyordum.

Bu doğrultuda bu yaş grubunda lige katılmayan Başıbüyük’ten Muhammed Kurt ilk alternatifimdi. Muhammed yaz aylarında bizle bir idmana çıkmıştı ve güçlü fiziğiyle beni gerçekten etkilemişti. Transferi için ikna etmek istediysem de tercihini bir başka Maltepe takımı Cevizli Kültür’den yana kullandı.

Bir diğer 2005'li hücumcu alternatifim pandemiden önceki sezonda Kozyatağı’nda 25 maçta 45 gol atan Toygar Ünal’dı. Toygar’ı hiç izlememiştim ama bu kadar çok gol atmasıyla çok fazla ilgimi çekiyordu.

Doğrudan antrenmanlara davet etmek Kozyatağıspor’a ve orada çalışan hocaya ayıp olacağı için Kozyatağıspor ile bir hazırlık maçı ayarlamayı tercih ettim ve böylece üçüncü hazırlık maçımızı Koyzatağı ile yaptık.

Üçüncü hazırlık maçı: Küçükyalı Yelken 6–2 Kozyatağı

Büyük oranda Toygar’ı izlemek için ayarladığımız bu maçı da farklı bir skorla kazandık ve Toygar ile ilgili fikir sahibi olduk.

Her ne kadar stoperimiz Emre’nin hediyesiyle olsa da bize de gol atmayı başaran Toygar kötü takımın iyi oyuncusuydu. Yine de 45 gol atmış ve yeteneklerini hazırlık maçı da olsa sahada kaldığı bölümde göstermiş bir oyuncuydu ve kadromuza katmak için bir hamle yaptık ama kulübü bırakmaya yanaşmadı.

Maça gelince… Oyunumuzun günden güne olgunlaştığını ortaya koyan bir 90 dakikaydı. Sezon başlamadan önce Yağız Çekem hocanın EURO 2020'de atılan gollere ilişkin analizine göz atmıştım ve gollerin yüzde 86'ısının Golden Zone olarak tabir edilen bölgeden ve büyük oranda tek dokunuşla atıldığını biliyordum.

Yağız hocanın bize çok şey katan bu gol raporunu takıma da aktarmıştım ve bir numaralı hedefimiz topu altın bölgeye taşımaktı.

Takım bunu kavramış olacak ki maç boyunca buna yönelik oldukça kaliteli hücumlar seyrettik.

Her ne kadar Berkay tekte bitiremese de auttan oldukça rahat çıkarak, çizgide boş adamı ve 2v1'i bulmamızı sağlayan temel faktör ise antrenmanlarda buna yönelik çalışmalar yapmamızdı.

İspanya Milli Takımı’nın auttan oyun kurmak için yaptığı 7v5 çalışması antrenmanlarımızda özellikle sezon öncesi büyük yer tutmuştu ve söz konusu atakta sol bekin topu aldığı nokta aslında antrenmanlarda topu götürmeyi hedefleyerek, kale koyduğumuz noktalardan biriydi.

Ayrıca kaleden oyun kurmayı da önemsiyordum ve bu doğrultuda antrenmanlarda sık sık kalecilerin ve ortada bir oyuncunun daha joker olduğu 4v4+3 atak sonlandırmalı oyunu çalışıyorduk.

Berkay’ın joker olduğu oyunda Enes ve Berat da hem joker hem de kaleci. Top beyaz takımdayken 7v4 olan oyunda mavi takım topu kaptığında iki kaleden birine hızlı bir şekilde gol atmaya çalışır. Gol atılınca top mavi takıma geçer ve bu defa beyaz kapıp, gol atmaya çalışır.

Bu şekilde geriden oyun kurma konusunda sanırım binden fazla tekrar yapmış olmalıyız.

Topun altın bölge olarak tabir edilen noktaya taşınması ve bunun alışkanlık haline dönüşmesi için yaptığımız bir diğer çalışma ise Bayern Münih’in 3v2 hücum çalışmasıydı.

Akın tercihi

Hem Maltepespor maçında hem de Kozyatağı maçında daha önce Sancaktepe formasıyla Gelişim Ligi’nde oynama tecrübesi bulunan Akın adlı bir oyuncuyu denemeye almıştık. Akın 2003'lüydü ve sağ bek pozisyonunda görev yapıyordu. Muhittin’in sınıf arkadaşıydı ve Muhittin aracılığıyla gelmişti.

Beş 2003'lü oyuncu kontenjanı olmasaydı kesinlikle kadromuza katardım ama kontenjan elimizi kolumuzu bağlıyordu.

Orta sahada Muhittin-Kağan Özkanca, hücum hattında İmran ve Sefa, sol bekte ise Kaan Çolak’ı düşünmemiz Akın’ın taca çıkması anlamına geliyordu.

Kaan Çolak belki zayıf halka gibi görünüyordu ama Kaan’ın takım için elinden geleni yapması ve sürekli pozitif bir ruh halinde olması onu kadro içinde vazgeçmesi kolay olmayan biri haline getiriyordu.

Bütün bunların ışığında zor bir karar verdim ve Akın’a bu maçın ardından kendisiyle yola devam edemeyeceğimizi söyledim ve Akın da oturduğu eve oldukça yakın olan, sonrasında grupta da rakibimiz olacak Ortadağ ile anlaştı.

Geriye dönüp baktığımda Akın’ı alsaydık elbette iyiydi ama bu gibi kararları o günün şartlarıyla değerlendirmek gerektiğini de unutmamak gerekiyor.

Kura günü

İnanılmaz bir gerginlikti. Kuradan birkaç gün önce teknik heyet olarak kendi Whatsapp grubumuzda konuştuğumuzda Kartalspor, Selimiye, Bağlarbaşı, Dudullu gibi doğal favorilerle aynı gruba düşmeyi istemiyorduk.

Geriye dönüp baktığımda oluşturduğumuz takımın bu takımlara karşı da şampiyonluğu son ana kadar kovalayabileceğine eminim ama sezon başında elimizde var olan takım pandemiden önceki sezonları B Ligi’nde geçirmiş bir takımdı ve bu takımlar A Ligi’nde şampiyonlukları alışkanlık haline getirmiş takımlardı.

Statü bu yıl özelinde A ve B liglerini birleştirmişti ve şu ana kadar hiç oynamadığımız bu denli güçlü takımlarla aynı gruba düşme ihtimali bizi bir hayli germişti.

Kuradan önceki gece sabah 04.00'e kadar uyuyamadık ve ertesi gün Facebook’tan canlı yayınlanan kura çekimini hep beraber izledik. Erkan FM’deki kura şanssızlığını buraya da yansıtmamak için bütün kurayı izlese de sıra bize geldiğinde canlı yayını kapadı.

Günün sonunda kurada şans yanımızdaydı. Eşleşmek istemediğimiz takımlarla eşleşmedik ve 39. Grup’ta Şilespor, Ortadağspor, Maltepespor, Pendik Yenişehir Kartalları, Pendik Velibaba, Tuzla Gençlerbirliği, Sancaktepe Yenidoğan takımlarının rakibi olduk.

1.Hafta: Küçükyalı Yelken 16–0 Sancaktepe Yenidoğan

TFF antrenmanlarımızı yaptığımız İdealtepe Sahası’na bu sezon Emlak Konut ve Maltepe Belediyesi arasındaki bir problemden dolayı maç vermeme kararı alınca maçlarımızı Başıbüyük Stadı’nda oynayacağımız bildirildi. Bize sorsalar Gülsuyu Asım Kara Stadı’nı tercih ederdik ama bu konuda bir tercih hakkımız olmadı.

Bu seviyelerde ilk maçlar her zaman zor ve gergin geçer çünkü öncesinde referans alabileceğiniz bir puan durumu ya da önceki hafta sonuçları yoktur. Dolayısıyla Sancaktepe Yenidoğan da klişe tabirle tam bir kapalı kutuydu bizim için maç öncesinde.

Sezon başında iki kovid aşısını olmayan oyuncuların maç kadrolarında yer almalarının tek yolu maçtan 24 saat önce koronavirüs testi yaptırmalarıydı. Hazırlık maçlarında ilk 11'de şans verdiğimiz ve ideal 11'in bir parçası olmasını planladığımız sağ ön oyuncumuz İmran hem aşı olmamıştı hem de ailesi test olmasına sıcak bakmıyordu.

Ailesinin bu düşüncesinden etkilenen İmran çeşitli bahaneler uydurarak maça gelemeyeceğini söyleyince formayı sezon başında takıma almadığım ancak sonrasında takıma davet ettiğim Volkan’a teslim ettim.

Maça aslında oldukça iyi bir başlangıç yapmıştık ama ilk maçın getirdiği stres ve rakibi tanımamanın getirdiği acaba tehlikeli olabilirler mi tedirginliği gol de gelmeyince üzerimizde her geçen dakika stres yarattı.

Maçın 20. dakikasında skor 0–0 devam ederken saha komiseri yanıma gelip sahanın ışık problemi nedeniyle devre arasını 5 dakika tutacaklarını söylediğinde bu durumu kesin bir dille reddettim. İşler oyun olarak olmasa da skor olarak kötü gidiyordu ve devreye 0–0 girmemiz halinde sadece 5 dakika işleri yoluna koymak için yetmeyebilirdi.

Saha komiseri sahaya karanlık çöktüğünde sakatlanan oyuncu olursa bunun suçlusunun ben olacağımı söylediğinde, “Olması gerekenden 10 dakika az dinlenen oyuncular ikinci yarıda kalp krizi geçirirse bunun suçlusu kim olacak?” dedim. Bu sözüm üzerine sinirlenen saha komiserinin bana olan tavırları değişmeye başlamıştı ve o andan sonra bana ayrılan bölgenin biraz dışına bile çıksam hemen engel olma gayretine girişti.

Neyse ki gol için ikinci yarıyı beklememiz gerekmedi. O an kartı çıkmadığı için maçı tribünden drone ile çeken İlker’in droneu indirmesinden birkaç dakika sonra 26. dakikada Kaan’ın golü geldi ve üzerimizdeki baskı kalktı. Bu gol aynı zamanda rakibin direncini de kırmıştı.

31'de Muhittin, 32 ve 41'de Kaan, 43'te Emre’nin golleriyle aslına bakılırsa 25 dakika acı çektiğimiz maçta devreye 5–0'la girdik.

Deniz’i oynamayı istediği asıl yer olan U16 takımından bu takıma alırken, fırsat bulduğum her an oynatacağıma dair bir söz vermiştim. Bu yüzden devre arasında hiç zaman kaybetmeden Samet’in yerine onu oyuna aldım ve 4–2–3–1'e döndük.

Takım geriden üçlü çıkmaya alıştığı için bunun eksikliğinin hissedilmemesi için geriden oyun kurarken Kanca’dan iki stoperin arasına girmesini istedik. Bu gibi durumlarda Deniz de Kanca’dan boşalan yere girecekti ve yine 3+2 şeklinde olabilecektik.

Takımla bu kaymalara yönelik başta Mauricio Pochettino’nun Tottenham’da bunun için yaptığı çalışmaların aynısı olmak üzere bazı çalışmalar yapmıştık ve sorun yaşamayacağımızı biliyordum.

İkinci yarıda geçen sezon sadece 23 dakika süre alan Berkay’ı da oyuna dahil ettim. Berkay’ı daha önce de açıkladığım gibi oynamadığı için surat asan oyuncularla uğraşmamak için, oynamadığında surat asmayacağını bildiğim için almıştım ama diğer taraftan bir türlü ortaya koyamadığı yeteneğinin de farkındaydım.

Oynamadığı için probleme dönüşmeyen yetenekli bir oyuncu... Bir şekilde katkı da alabilirsek harika olacaktı ama bunun için antrenman topçusundan daha fazlası olduğunu hissetmesi gerekiyordu. Bu nedenle Sefa’nın sakatlandığı fırsat bulduğum ilk anda oyuna aldım ve kendini rahat hissetmesini sağlamaya çalıştım.

Benim aklımda onu kanatta kullanmak vardı ama kendini rahat hissetmesi için oyuna alırken hangi mevkide oynamak istediğini sordum. Orta sahada ofansif olarak oynamak istediğini söyledi. Bu Deniz’in oynadığı pozisyon demekti.

Dolayısıyla dizilişte değişiklik yapmam gerekiyordu ve FM severlerin FM 2007'den aşina olacağı üç 10 numaralı dar 4231'e döndük. FM 2007'de Barcelona’yı çalıştırdığım dönemde Laudrup yönetimindeki Real Madrid bu dizilişle durdurulamaz bir görüntüdeydi. Benim pek tercih ettiğim bir diziliş değildi ama bu maç özelinde iyi bir seçenek olmuştu.

Bu arada Deniz oyuna girer girmez 53 ve 62'de iki gol atmıştı bile. Berkay oyuna girdiğinde ondan da gol beklediğimi bağıra bağıra söyledim. Böylece takım da Berkay’ın gol atmasını ne kadar istediğimi anladı. Nitekim net bir gol pozisyonunda gol krallığına oynayacağı aşikar olan Kaan şut da çekebileceği bir pozisyonda boştaki Berkay’ı gördü ve Berkay önce ilk ardından da ikinci golünü attı.

Maçın son bölümünde Deniz bir gol daha atarak hat-trick yaparken, stopere aldığımız Alperen dışında oyuna aldığımız herkesin en az bir gol atması çok sevindiriciydi. Günün sonunda 16–0'lık farklı bir galibiyet elde ettik. Deniz İşletmeleri takımı Bulvarspor karşısında boğulup 19–1 yenilmemiş olsaydı 352 takımlı ligde ilk haftanın en farklı galibiyetini alan takım olarak kayıtlara geçecektik ama olmadı.

Maçtan sonra yaptığımız analizlerde 16 gol atmamıza rağmen kenar oyuncularımızın önündeki boşlukları yeterince iyi kullanamadığımızı fark ettik. Bunu uygun bir dille anlatmak gerekiyordu çünkü çok duygusal bir çocuk olan Sefa (Mane) takımın kendisine bilerek pas atmadığını ve herkesin Kaan’a gol attırmaya çalıştığını düşünüyordu.

Böyle bir durum elbette yoktu ama Sefa’yı buna ikna etmek kolay olmadı. İlerleyen haftalarda takım da bu tarz boşlukları daha iyi değerlendirme konusunda önemli bir aşama kaydetti.

2.Hafta: Maltepespor 0–3 Küçükyalı Yelken

İlk haftada elde ettiğimiz farklı galibiyetten sonra takımda herkesin morali daha yolun başında çok yükselmişti. Fikstüre Sancaktepe ile başlamak farklı galibiyette elbette önemliydi ama sezon boyuna Sancaktepe’ye bizden başka bu kadar gol atabilen takım olmadığını da belirtmek gerekiyor.

İkinci hafta rakibimiz 6–1'lik hazırlık maçından tanıdığımız Maltepespor’du. Farklı galibiyete rağmen Maltepespor’un bizim gruba kurayla değil eklemeyle gelmesinden hoşlanmamıştım çünkü Maltepespor bir Bölgesel Amatör Lig (BAL) takımıydı. Profesyonel kulüplerin gelişim liglerinde oynayan takımlarından BAL’da oynatma düşüncesiyle rahatlıkla 2–3 tane 2003'lü oyuncu alıp, takımın çehresini değiştirebilirlerdi.

Kura gününden bu yana herkes Maltepespor maçlarının rahat geçeceğini düşünse de transfer döneminin bunun için transfer döneminin sonunun beklenmesi gerektiği yönündeki düşüncem beni haklı çıkardı. Maltepespor transferin bitimine birkaç gün kala biri Pendikspor’dan ayakları oldukça çabuk 2004'lü stoper Alen olmak üzere üç transfer yaptı. Alen A takım için yapılmış bir transferdi ve takıma katılır katılmak ilk maçını bize karşı oynadı.

Babasına karşı tüm ikna çabalarıma rağmen Tuzlaspor’a giden Ural’ın Pendikspor’dan arkadaşının Maltepespor’a transferine aracılık yapmıştı. Ural’a oyuncuyu bize getirmediği sitemde bulunsam da arkadaşının A takımda oynaması için böyle bir adım attığını söyleyince fazla da kızamadım.

Bu maçın hemen öncesinde biz de kadromuzu Batuhan ile güçlendirmiştik ve biz de Batuhan’ı gelir gelmez birkaç antrenmanla 11'e yerleştirdik. İmran yine kadroda yoktu. Zaten olsaydı da savunma yerleşimi açısından istediğimiz her şeyi eksiksiz yapan Volkan’ı kesmeyi düşünmüyorduk. Karşılaşma tahmin ettiğim gibi oldukça zor başladı. Sahanın ilk maçımızı oynadığımız Başıbüyük sahasına göre oldukça dar olması bizi zorluyordu. Hücumda istedidğimiz şeyleri pek yapamıyorduk ama savunmada da rakibe bir duran top ve direkt kaleye vurulan bir frikik dışında gol şansı tanımamıştık.

Sert geçen maç takımın gerilmesine yol açmış ve bu durum bizi istediklerimizi yapmaktan uzaklaştırmıştı.

Bu noktada imdadımıza yetişen şeyse daha önce çalıştığımız bir korner organizasyonuyla gelen ilk gol oldu. Korneri kullanan oyuncunun ön direkteki oyuncuyla paslaşıp geri aldığı, bu sırada arka direkten penaltı noktasına doğru hareketlendirdiğimiz bir oyuncuya şut hazırlamak üzerine kurduğumuz bu set başarıyla sonuçlandı. Sol kornerlerde solak Kaan’a, sağ kornerlerde ise sağlak Muhittin’e şut çektirmek üzere çalıştığımız bu organizasyonun sonucunda Muhittin ile 1–0'ı yakaladık.

İlk yarının son dakikalarında Kaan’ın düşürülmesiyle bir penaltı vuruşu kazandık ve bence penaltı atışlarını kötü kullanan Muhittin’in yeterince iyi olmayan penaltı vuruşunda eski kalecimiz Halil gole engel olamayınca skor 2–0'a geldi.

Devre arasında rakibin maça geri dönmek için ikinci yarıya çok agresif çıkacağını konuştuk ve ilk 15 dakikayı bu skorla geçmenin önemini vurguladık. Kaan Çolak ilk yarıda doğru bir faulle sarı kart görmüştü ve eksik kalmak isteyeceğimiz en son şeydi. Bu nedenle devrede Kaan’ı kuzeni Cemal ile değiştirdik.

İkinci yarının ilk 5 dakikasında Cemal kaptığı bir topla takımı atağa kaldırırken, rakip yarı sahanın ilk metrelerinde faulle durduruldu. Berkay’ın yaptığı ortaya kimse dokunamadı ama kötü yerde seken top Halil’i yanılttı ve skor 3–0'a geldi.

Skordan daha güzel olan şey rakibin akan oyundaki ilk şutunun 75. dakika gibi ceza sahası dışından çekmiş olmuş olmak için çekilmiş bir şut olmasıydı. Deniz ve Berkay’ı oyuna almamla birlikte savunma seviyesi nispeten aşağıya düşse de takımda çok kısa sürede muhteşem bir savunma bilinci oluşmuştu.

Bir önceki hafta iki gol atan Berkay’ı bu maçta da oyuna alsam da Berkay’ın bu maçta da oyuna sonradan girmesine rağmen savunmada geriye tembel dönmesi, henüz bu maçlar ve bu süreler için hazır olmadığını ortaya koymuştu. Hemen her pozisyonda, “Berkay topun arkasına geç” demek zorunda kalmıştım ve maçı bırakıp sürekli bir oyuncuyu takip etmek en istemediğim şeylerden biriydi.

Pozisyon açısından çok zengin bir oyun ortaya koyamasak da rakibe hiç pozisyon vermediğimiz ve çalıştığımız organizasyonlarla gol bulduğumuz bir maçı geride bırakmıştık. Üstelik ilk hafta da kaybeden Maltepespor ile aramızdaki puan farkı da altı puana çıkmıştı ve şampiyonluk yolunda rakiplerimizden biri olabileceğini düşündüğümüz, bir önceki sezonu bizim gibi ikinci sırada tamamlayan bir takıma karşı henüz ikinci haftada büyük bir avantaj elde etmiştik.

3.Hafta: Tuzla Gençlerbirliği 2–4 Küçükyalı Yelken

Oynadığımız ilk üç maç içerisinde puan kaybına en yakın olduğumuz maç kesinlikle Tuzla Gençlerbirliği maçıydı.

Kağan Özkanca Maltepespor maçında sakatlanmıştı ve bu maçta ihtiyaç olması halinde sonradan girmek istediğini söylemişti. İmran aşı ve test probleminden ötürü yine kadroda yoktu.

Batuhan’ın bizim takımda olduğu son sezonda onu zaman zaman kanat oyuncusu olarak da kullanmıştık. Maç öncesinde sağ stoperde ilk maçta olduğu gibi Samet’i kullanıp, Kanca’dan boşalan yere Volkan’ı çekmek ve ön tarafa da Batuhan’ı atmak mantıklı bir seçenek gibi gelmişti. Bütün bunlara Muhittin’in maç günü inanılmaz hasta olması da eklenince maç boyunca acı çektik.

Oyuna iyi bir futbolla başlayamadık ama kral Kaan Özgüle’nin 10. dakikadaki frikik golüyle 1–0 öne geçtik.

Sonrasına savunmadan topla çıkarken Muhittin’in birinci bölgede çalım atma sevdasını bir türlü bırakamamasından dolayı kaptırdığı bir topla rakip önemli bir gol şansı yakaladı ama Enes golü önledi.

Bu pozisyon önemliydi çünkü lige 16–0 ve 3–0'lık galibiyetlerle giren takımımız ilk defa kalesinde bu denli önemli bir pozisyon vermişti. Bu pozisyonla birlikte rakibin gözündeki dokunulmazlık kalkanımız da kalkmıştı. Pozisyona girebiliyorsak gol de atabiliriz düşüncesine kapılan Tuzla Gençlerbirliği ataklarını sıklaştırmaya başladı.

Bu ataklarda rakibe gol şansı vermiyorduk ama topun uzun süre bizim birinci bölgemizde olması takımı geriyordu ve gerilen takımın bir noktada hata yapacağı açıktı. Nitekim ceza sahasının köşesinden gelen top Berkay’ın eline çarpınca maçın hakemi penaltıyı verdi ve ilk yarı 1–1 sona erdi.

Önde Batuhan, merkezde Volkan ile bu maçı kazanamayacağımız açıktı. Devre arasında merkezde çok kötü oynayan ve çok top kaybeden Volkan yerine Kanca’ya döndük. Batuhan yeniden stopere geçerken, Samet’in yerine de önde Batuhan/Volkan’dan boşalan yere Yiğitcan geçti ve klasik düzenimize en yakın hale döndük.

İkinci yarıya iyi başlamıştık ve rakip orta sahada büyük boşluklar vermeye başlamıştı. Bu boşlukları iyi değerlendirebileceğini düşündüğüm Deniz’i oyuna almaya karar verdim. Bunu yaparken sol bek Kaan Korkmaz’ı çıkaracaktım ve bu sezona dek hep sol bek olarak görev yapan Gürkan dörtlünün soluna geçecekti. Denizle beraber 4–2–3–1'e döndük.

Deniz topla oynamayı çok sever ve onun bu topla oynama isteğinin başımıza dert olmaması için oyuna girerken, “İstediğim en önemli şey kendi yarı sahanda top kaybetmemen. Rakip sahada ne yapmak istiyorsan yap tamamen özgürsün” demiştim. Yine de tüm bu uyarılarıma rağmen kendi yarı sahamızda Deniz’in kaptırdığı bir top sonrasında Gürkan’ın önde kaldığı için dönemediği savunmanın sol tarafına atılan bir ters topla kalemizde ikinci golü gördük ve ilk golü attığımız maçta yenik duruma düştük.

Bu golün ardından hem Deniz’in ortadaki top kayıplarının kontra atak olarak dönebileceği düşüncesiyle hem de Tuzla Gençlerbirliği stoperlerinin tedirginliği dolayısıyla öndeki oyuncu sayısını çoğaltmak iyi bir seçenek gibi geldi ve Deniz’i sol çizgide içe kat eden oyuncu olarak kullandığımız bir 4–4–2'ye döndük.

Bütün bunlar olurken ev sahibi takım ataklarının büyük bir bölümünü bizim sağ kanadığımızdan yapıyordu ve zaten penaltı yaptırdığı için mental açıdan bitik durumda olan Berkay çok kötü performans sergiliyordu. Üçlü oynadığımız bölümden bu yana devam eden bu sorun için sağ beke Gökhan’ı almak istemiştim ama Gökhan tam oyuna girecekken, çizgiyi tek başına kullanabilecek kadar iyi bir fiziksel durumda olmadığını söyleyince bu değişikliği yapamamıştık.

Berkay’ın performansı o kadar kötüydü ki yenileceksek bari Gökhanla yenilelim diyerek yukarıdaki Çukur diyaloğuna benzer bir diyalogla 4–4–2'ye geçerken sağ beke her şeye rağmen Gökhan’ı aldım.

Bu defa futbol şansı da yanımızdaydı ve sol bek Gürkan’ın soldan orta-şut karışımı golüyle 2–2'yi yakaladık. Yine de rakip oyuncuların sürekli Gökhanla bire bir kalması can sıkıcı bir durumdu. Bu noktada Yiğit’in sürekli stopere baskıya gidip alanını boşaltması da çok etkiliydi. Bu nedenle savunma disiplini çok daha yüksek olan Sefa ile Yiğit’in yerini değiştirmeye karar verdik. Bu değişiklikten birkaç dakika sonra 82. dakikada Kaan’ın direkten dönen şutunu iyi takip eden Yiğit’in golüyle 3–2 öne geçtik.

66'da 2–1 geriye düştüğümüz maçta son 8 dakikaya önde girmek hepimizi çok sevindirmişti ve kulübede inanılmaz bir gol sevinci yaşadık. Hiç zaman kaybetmeden Sefa-Alperen değişikliği yaptık ve kalan bölümü yine 3–4–3 ile oynadık. Bu o ana kadar fazla forma vermediğimiz Alperen’e duyduğumuz güveni de ortaya koyan bir değişiklikti.

89'da Deniz orta sahada buluştuğu topla dört rakip oyuncuyu çalımlayarak girdiği ceza sahasında harika bir plaseyle muhteşem bir gol attı ve ona olan güvenimde ne kadar haklı olduğumu bir kez daha ortaya koydu: 4–2.

Tuzla takımının çok genç, futbolu seven ve çok çalışkan bir hocası var. Oğuzhan hocanın Tuzla Gençlerbirliği için bir şans olduğuna inanıyorum ama kulübe ve hocaya olan kırgınlığımı da dile getirmem gerekiyor. İlk yarının son maçını Şilespor ile oynamadan önce ligden çekilme kararı aldılar ve Şilespor ile oynamadılar.

Bu yönde bir karar verecek olan bir kulübün en azından herkesle bir maç yaptıktan sonra çekilme kararı alması daha doğru olurdu. Bizi bir hayli zorlayan Tuzla Gençlerbirliği, Şilespor’dan da pekala puan alabilirdi. Bu nedenle çekilme kararı için ilk yarının sonunu beklememelerini grupta bulunan diğer takımlara karşı bir haksızlık olarak nitelendirsem de Oğuzhan hocaya çok başarılı olacağına inandığım kariyerinin ilerleyen bölümünde bol şans diliyorum.

4.Hafta: Küçükyalı Yelken 3–1 Ortadağspor

39. Grup’ta oynadığımız 13 maç içerisinde saha içine dair en az şey yazabileceğim maç kesinlikle Ortadağ maçıydı çünkü maçtan önce yaşananlardan dolayı saha içine konsantre olmayı bir türlü başaramadım.

Ortadağ takımıyla 2018–2019 sezonunda 2003 grubunun yer aldığı ligde aynı grupta yer almıştık ve ilk maçı kendi sahamızda 7–1, ikinci maçı da deplasmanda 4–1 kaybetmiştik ve Ortadağ bizim zaten iddialı olmadığımız bu yaş grubunda şampiyon olmuştu.

Kariyerimin henüz ikinci maçında 7–1 kaybetmek benim için önemli bir kırılma anıydı. Yazının başında da bahsetmiştim önceki yıllarda 2003 doğumlu az sayıda oyuncumuz vardı ve bu durum fiziksel olarak rakiplerin bizi ezmesine neden oluyordu.

Kariyerimin bu ilk döneminde aradaki fiziksel farka rağmen topa sahip olmaya çalışıyordum ama 3–4–5. pastan sonrasında rakiplerin fiziksel üstünlüğü nedeniyle kaybettiğimiz top geçiş hücumlarıyla çok sayıda gol yememize neden olmuştu.

7–1'lik o maçtan sonra soyunma odasında takıma bir daha hiçbir zaman böyle bir maç oynamayacağımıza dair bir söz vermiştim. Sonrasında oyun sistemini tamamen değiştirdiğim takımımla 2'de 0'la başladığımız ligde daha sonra oynadığımız altı maçta da yenilmedik ve ilk yenilgimizi deplasmandaki Ortadağ maçıyla aldık.

Yine de o Ortadağ maçlarını hiçbir zaman unutmadım ve günün birinde rövanşı almak için bir şansımın olmasını hep istedim. Sanırım evrene bu konuda verdiğim mesajlar o kadar yoğundu ki çok da fazla beklemedim ve Ortadağ’ın 2003 takımıyla yine aynı gruba düştük.

Maça konsantre olamama sebebim ise geçmişten gelen bu kazanma isteğim değildi. Maçların başlamasının hemen ardından Ortadağ’da oynayan bir oyuncudan takımda bulunan aslında 2001'li bir oyuncunun 2003 doğumlu kardeşinin lisansıyla oynadığı yönünde bir mesaj aldım.

Bahsi geçen her iki oyuncuyu da hem kendilerinin hem de Ortadağ’ın sosyal medya profilleri aracılığıyla araştırdığımda bu iddianın doğru olduğunu ve Ortadağ’ın ilk üç haftanın tamamında oynattığı bu oyuncunun iki gol attığını fark ettim.

Kişisel verilere olan saygımdan ötürü belgeleri ve fotoğrafları burada paylaşmayacağım bu belge ve fotoğraflardan 16 sayfalık bir dosya oluşturdum ve iki takım ısınırken hakem odasında maçın hakemlerine takdim ettim. Normal şartlar altında TFF kuralları gereğince hakemlerin maç başlamadan oyunu 3–0 bizim lehimize tescil etmeleri gerekiyordu.

Ama böyle olmadı çünkü Ortadağ takımı oyuncuyu sahte lisansla oynatmıyordu. Lisansta sahada olan oyuncunun fotoğrafı vardı ve yaptıkları sahte lisansla oyuncu oynatmak değil, lisansta sahte fotoğraf kullanmaktı. Maçın hakemleri lisanstaki oyuncuyla sahadaki oyuncuyu karşılaştırdığında ikisi ded aynı kişiydi ve hakemler, “TFF’nin onay verdiği bir lisans için biz sadece rapor yazabiliriz” demekle yetindi. Hakemlere kızmıyorum çünkü gerçekten de bu sahtecilik karşısında yapabilecekleri sadece buydu.

Bunu bu maçın ardından oyuncularımdan Alperen yapmıştı :)

Yine de takımın pandemide oyuncunun adını da yazarak çektiği “Evde kal” videosundan, adının göründüğü kısım sırasında aldığım ekran görüntüsünü oyuncuya gösterip, “Bu sen değil misin?” diye sorduğum sırada yüz ifadelerini görmenizi isterdim. Oyuncu bu soruya, “Ben değilim kuzenim” yanıtını verdi ama o an kendimi adeta bir Sherlock, adeta bir Müge Anlı gibi hissetmiştim.

Sonrasında Ortadağ’ın hocası oyuncuyu oynatması halinde başına gelebilecek problemleri bildiği için, “Hocanın içi rahat edecekse kadrodan çıkartayım” diyerek oyuncusunu maç öncesinde kadrodan çıkardı. Maç içerisinde de maçı bir kenara bırakıp Instagram sayfalarından oyuncunun fotoğrafının olduğu tüm fotoğrafları sildiler. Söz konusu fotoğraflar hala bilgisayarımda ve çekmecemde dosya halinde duruyor.

Sonradan maçın hakemlerinden birinden duyduğum kadarıyla maçın devre arasında Ortadağ’ın bir başka futbolcusu da hakemlere bu durumu itiraf etmiş. Kulübün yaptığı bu durumun cezası itiraz etmemiz halinde ligden ihraç edilmekti ama Ortadağ’ın ligin ikinci yarısında Şile’den puan alabileceğini düşündüğüm için ve bir de itiraz etmek için TFF’ye 250 lira yatırmak gerektiği için itirazda bulunmadım. Maçı kaybetseydik elbette itiraz ederdim ama 3–1 kazanmıştık. Nasıl kazandığımıza gelince…

Dediğim gibi maça dair çok fazla detay yok maalesef aklımda çünkü maç öncesi yaşananlardan ötürü oyuna hiç giremedim neredeyse. Kaan’ın direkten dönen şutu sonrasında Volkan’ı golüyle öne geçtiğimizi hatırlıyorum.

Sonrasında Gürkan’ın top kontrolü zaafından dolayı kaptırdığı bir topta Muhittin yapmaması gereken bir penaltı yapınca skor 1–1'e geldi.

Maçın hakemi öyle sanıyorum ki maç öncesi veremediği hükmen kararından etkilenmiş olacak ki bizim lehimize ucuz bir penaltı çaldı ve Muhittin’in bir kötü penaltı golüyle daha bir kez daha öne geçtik.

İlk yarının son bölümünde Volkan farkı ikiye çıkarabilirdi ama karşı karşıya kaldığı pozisyonu değerlendiremedi.

61'de Gürkan sezon başında bizle çalışan ama almadığımız Akınla tartışıp kırmızı görünce son yarım saati 10 kişi oynadık. Bu bölümde dörtlü oynamak bir seçenekti ama Volkan yerine stopere Emirhan’ı alarak bir süre daha üçlü savunmayı sürdürdük.

Maçın son 15 dakikasında rakip Cemal’in olduğu sol kanattan yoğun bir şekilde yüklenmeye başlayınca önce rakibin hızını kesmek için 5–6 dakika kadar Kaan’ı bu bölgeye çektik ve santrforsuz 5–4–0 oynadık. Rakibin bu hızı kesildiğinde de Yiğit-Cemal değişikliğiyle Emirhan’ı sol beke, Yiğit’i sol açığa ve Kaan’ı yeniden santrfora kaydırdık.

Bu değişiklikten kısa bir süre sonra Muhittin’in sol çizgiden taşıdığı topta Kaan maçı bitiren golü attı: 3–1.

İşler yolunda gitseydi 11'e 11'de bu sezon ilk defa kadroya alabildiğimiz İmran’ı da oyuna alacaktım ama İmran yarım saat ısındığı bu maçta oyuna giremedi.

Deniz de o dönem haftada bir idmana gelmemeyi alışkanlık haline getirdiği için “Bu böyle gitmez” mesajı doğrultusunda kadro dışı kalmıştı ve hafta içinde bu nedenle küçük bir tartışma yaşamıştık. Neyse ki sonrasında toparladı ve antrenmanlara en fazla gelen oyunculardan biri oldu.

Öyle ya da böyle aslında hiç oynanmaması gereken bir maçı yaşanan olaylardan dolayı çok kötü konsantre olmama ve yarım saatten daha uzun süre bir kişi eksik oynamamıza rağmen 3–1 kazanmıştık.

10 kişiyken yarım saat boyunca ve hatta penaltı dışında maçın tamamında hiç pozisyon vermemiş olmak takım savunmamızın gücünü bir kez daha ortaya koymuştu. 7–1'lik maçtan bu güne kolay gelinmemişti ama bu galibiyet aynı zamanda şampiyonluk seslerinin yüksek sesle dile getirilmesinin de başlangıcı olmuştu.

Geriye dönüp baktığımda 7–1'lik skorbu maça dek her zaman canımı acıtıyordu ama büyük bir olasılıkla o maçta da benzer şekilde bir ya da birkaç sahte lisanslı oyuncu oynatan bu rakibe farklı da olsa kaybetmiş olmak artık beni üzmüyor.

5.Hafta: Pendik Yenişehir Kartalları 0–1 Küçükyalı Yelken

Lige dört maçta 12 puanla girmek hem bizlerin hem de takımının güveninin yükselmesini sağlamıştı. Özellikle üç sene önce 7–1'lik yenildiğimiz bir rakibe karşı yarım saatten uzun süre 10 kişi oynayıp pozisyon vermeden kazanmak takımın oyuna olan inancının her geçen gün artmasını da beraberinde getirdi.

Herkes sorgulamadan kendi görevini yapmaya çalışıyordu ve bunun sonucunda yavaş yavaş çok pozisyona giren ve çok az pozisyon veren bir takıma dönüşüyorduk. Şilespor’un dördüncü hafta Pendik Velibaba ile deplasmanda 0–0 berabere kalmasıyla ilk haftadan bu yana averajla oturduğumuz liderlik koltuğunda artık puan farkıyla da öne geçmiştik.

Bütün bunların getirdiği özgüvenle beşinci hafta rakibimiz dört maçta altı puanı bulunan Pendik Yenişehir Kartalları’ydı. Grubun ilk haftasında Maltepespor’u yenen Yenişehir Kartalları dördüncü haftada Sancaktepe Yenidoğan’ı yenerken bu maçta dört gol yemişti. Bizim 16–0 yendiğimiz rakipten dört gol yemeleri kağıt üstünde kolay bir maç beklememize neden olmuştu ama işler pek de beklediğimiz gibi olmadı.

Muhittin-Kanca orta sahasıyla oynadığımızda üç merkezle oynayan takımlara karşı bile ezilmiyorduk çünkü her iki oyuncu da fiziksel olarak çok iyi durumdalardı. Tarafsız bir gözle değerlendirdiğimde bu iki oyuncunun 39. Gruptaki en iyi iki orta saha oyuncusu olduğunu söyleyebilirim. Böyle iki orta saha oyuncusu varken arkaya +1 stoper eklediğinizde zaten savunma anlamında birçok şeyi daha yolun başında halletmiş oluyordunuz.

Kul kurar kader gülermiş… Bu şekilde rahat bir şampiyonluk kazanmanın hesaplarını yaparken Kağan Özkanca’nın Maltepespor maçında başlayan sakatlık problemi Ortadağ maçıyla zirve yapmıştı. Hastalık Hastası oyunu 1673 Fransa’sında Moliere tarafından kaleme alınmamış olsaydı, Kanca ile geçirdiğim bir sezonun ardından benim tarafımdan yazılabilirdi. Ortadağ maçından sonra sezonu kapattığını söyleyen Kağan’ın dönüşü 59 gün sonraki sezon finali niteliğindeki Şilespor deplasmanıyla oldu.

Kanca yokken rakibe fiziksel üstünlük kurup aynı dominant oyunu oynamamız zordu ve farklı bir formül geliştirmemiz gerekiyordu. Yine de yolun başında 11'e farklı bir oyuncu koyarak en azından Yenişehir Kartalları maçını bu şekilde geçmeyi planlamıştık. Ortadağ maçında kırmızı kart gören Gürkan da olmayınca sağ stopere Cemal’i, Kanca’nın yokluğunda orta sahaya ise hemen her mevkide oynayabilen bir joker olan Emirhan’ı çektik.

Arkadakiler: Enes (Kaleci), Emirhan, Emre, Kaan, Muhittin. Öndekiler: Volkan, Çolak, Berkay Can, Sefa, Batuhan, Cemal

Maça çok mu iyi başladık? Hayır. Ama rakibin de tek yaptığı savunmadan çıkarken iki orta sahalarından birini sağ beklerine yanaştırıp Cemal’in arkasına uzun top atmaktı. Cemal hızlı ve cesur olduğu için zaman zaman pozisyon alma konusunda hatalar yapsa da karşısına oynayan oyuncu da pek yetenekli olmadığı için hiç sorun yaşamadı ve Kanca’nın yokluğuna rağmen hiç pozisyon vermedik. Yine de Kanca’yı aradık çünkü Emirhan ilk yarıda hem bizim savunmamızdan hem de rakip savunmadan seken topları yeterince iyi toplayamadı ve bu ribaundların bir bölümünü rakibe bırakmamız atak sürekliliği sağlamamızın önüne geçti.

Her şeye rağmen Kaan’ın Tuzla Gençlerbirliği maçında kullandığı frikiğe yakın bir noktadan kullandığı frikik kaleciden sekince, pozisyonu iyi takip eden Sefa 40. dakika öne geçmemizi sağlayan golü attı. Bu dakikadan sonra artık her şey çok daha kolay olacaktı çünkü daha açık oynamak zorunda kalacak rakibin Kaan ve Sefa’ya atacağımız derin toplara o savunma oyuncularıyla bir çözüm üretmesi pek mümkün görünmüyordu. Maç tamamen elimizdeydi ama işler yine hesap etmediğimiz bir şekilde gelişti.

44'te sol bek Cemal’in sağ bek Berkay’a attığı uzun ters topta rakip oyuncu topa doğru şiddetli bir koşu yapınca cesaret konusunda takım arkadaşlarının gerisinde olan Berkay topa girmeye çekindi ve vücudunu koymak yerine ayağını kaldırınca, kramponu tekmeye uzatan rakibin kafasına geldi ve maçın hakemi doğrudan kırmızı kartla Berkay’ı attı. Tuzla Gençlerbirliği maçında penaltı yaptıran ve çok kötü bir oyun oynayan Berkay’ın sezon içerisindeki ikinci büyük hatasıydı bu.

Bu arada rakibin kendisine yaptığı faule sinirlenen Muhittin de sahanın ali kıran başkeseniymiş gibi rakibe, “Doğru oyna lan!” diye bağırınca sarı kart gördü ve zaten 10 kişi kaldığımız maçta bir de orta sahada gerektiğinde sarı kartlık faul yapıp tehlikeli atakları kesme kozumuzu yitirdik.

Ortadağ maçında 10 kişi kalmamıza rağmen uzun süre üçlü savunma yapmayı sürdürmüştük. Bu maçta ise 10 kişi kalır kalmaz dörtlüye döndük çünkü rakibin kalemize yoğun bir baskı kuramayacağını biliyordum. Berkay’dan boşalan sağ beke Cemal’i çektik ve 4–4–1 oynadık.

İkinci yarının başında Kaan önemli bir gol şansı yakaladı ama karşı karşıya kalmasına rağmen değerlendiremedi. Emirhan devre arasındaki ribaund uyarımı dikkate almıştı ve harika bir ikinci yarı oynuyordu. Her şey iyi giderken 13 haftalık periyotta sadece iki kez yaptığım bir şey yaptım ve mantığım hayır demesine rağmen duygusal bir karar verdim.

Sezon başından beri bir dakika bile oynamayan İmran Ortadağ maçında yarım saat ısınmış ama oyuna girememişti. Bu durumun onun moralini bozduğunu biliyordum. Bu maçta da oynamaması İmran gibi idare etmesi zaten zor olan bir oyuncuyu kaybetmemize neden olabilirdi.

Bütün bunlara rağmen Emirhan’ın savunma disiplininin yanına bile yaklaşamayacağını da biliyordum ama 10 kişi olmamıza rağmen Emirhan-İmran değişikliği yapmaya karar verdim. İmran’ı çizgiye atıp, savunma zaafını minimize edebileceğimizi düşünmüştüm. Volkan da bu değişiklikle birlikte orta sahada Emirhan’ın yerine kaydı ve bir kez daha Tuzla Gençlerbirliği maçında çok kötü oynadığı mevkiye geçmiş oldu.

Bu değişikliğin iyi giden takımı bozacağını biliyordum ama bir noktada maçtan çok İmran’ı kazanmayı tercih etmiştim. Diğer yandan İmran’ın özel durumundan daha önce de bahsetmiştim. Çok kolay çalım atabilen ama sahada olduğu bölümde rakiple, takım arkadaşlarıyla, bazen de kendiyle bile atışan bir oyuncuydu. Erkan ve İlker maçı saha dışında takip ediyordu. İmran’a oyuna girerken zaten 10 kişi olduğumuzu ve kimseyle uğraşmadan sadece futbol oynamaya odaklanması gerektiğini söylemiştim.

Maçın 66. dakikasında topun bize göre sol kanattan taca çıktığı bir pozisyonda oyuna giren İmran, doğrudan kendi bölgesi olan o tarafa doğru gitti. Maçı taç atışının kullandığı taç çizgisinin hemen 10 cm gerisinden takip eden Erkan’ın söylediğine göre oyuna girdikten sonra 15 saniyede o bölgeye koşan İmran henüz sahadaki 20. saniyesinde o bölgedeki rakip bir oyuncuya, “Siktir lan” demişti.

Yardımcı hakem bunu duyup duymazdan mı geldi bilmiyorum. Belki gerçekten duymamıştır. Belki duydu, belki duymadı ama duyup oyuncunun atılmasını da sağlayabilirdi. Zaten takım 10 kişiyken giren İmran sadece 30 saniye sonra takımı dokuz kişi bırakabilecek kadar büyük bir sorumsuzluk yapmıştı. Erkan maçtan sonra bu durumu söylediğinde gerçekten çok sinirlenmiştim. Bu konunun devamını Şile maçında anlatacağım ama şimdilik bu maçın kalan bölümüne dönelim…

Emirhan’ın çıkması, Muhittin’in de sarı kartı nedeniyle Şile maçı öncesi cezalı duruma düşmemek için rakiplerle ikili mücadeleye girmekten kaçınması orta sahayı tamamen rakibe teslim etmemize neden olmuştu. Buna İmran’ın savunma disiplini konusundaki yetersizliği de eklenince maçın son bölümü gerçekten çok zor geçiyordu.

74'te Volkan-Samet, Sefa-Yiğit değişiklikleriyle yeniden üçlü savunmaya dönüp, kalan bölümü 5–3–1 oynamaya karar verdik. Volkan oyundan çıkarken önce ağır hareket ettiği için sarı kart gördü. Ardından zaten çok dar olan saha çizgileriyle sahayı çevreleyen tellerin arasından geçip kulübeye yönelirken, büyük bir ego problemi bulunan yan hakemle çarpışınca, hakeme omuz attığı gerekçesiyle oyundan çıkarken kırmızı kart gördü.

Kalan bölümde rakip gol atmak için her topu şişirmeye çalışsa da kafa topu konusunda çok iyi olan takımımız herhangi bir hata yapmadı ve maçı yine pozisyon vermeden 1–0 kazandık. Bu maçta uzatmalarla beraber 60 dakika, Ortadağ maçında ise en az 30 dakika olmak üzere toplamda 90 dakika bir kişi eksik oynayan takımımız bütün bu bölümde kalesinde tek bir pozisyon bile vermeden kazanmayı başarmıştı. Bunu başarmak için ortaya büyük bir karakter koymak gerekiyordu ve takım her geçen gün büyüyen oyunuyla bu karakteri koymayı başarmıştı.

Sarı yelekli ben, yanımda ayakta duran gri kapşonlu Berkay Can, diğer yanımdaki siyah kapşonlu Yiğit, Yiğit’in yanındaki üstsüz Kaan, Kaan’ın arkasındaki siyah montlu Gürkan, Gürkan’ın arkasında yumruk yapan beyazlı İmran. Mavi formalı Muhittin, yanındaki mavi kapşonlu Deniz

Yine de Şile maçı öncesinde ideal 11'den Berkay ve Volkan’ı kaybetmiştik. Kanca zaten yoktu ve maça ideal 11'den üç eksikle çıkacaktık. Bu durum bir hayli canımızı sıksa da maçtan sonra büyük bir sevinç yaşamamıza engel değildi.

6.Hafta: Küçükyalı Yelken 4–1 Şilespor

Harika bir atmosferde, harika bir futbol oynadığımız seyir zevki çok yüksek bir maçtı… Yenişehir Kartalları maçından sonra takımdan birkaç futbolcu ve teknik heyetle beraber yemeğe çıkmıştık.

Piazza AVM’deki bu yemekte hepimiz farklı restorantlardan yiyeceklerimizi alıp, ortak alanda hem maçı hem de önümüzdeki hafta oynanancak Şilespor maçını değerlendirmeye başlamıştık.

Hepimizin aklında olan kimsenin bir türlü dillendirmediği şeyse hem Volkan’ın hem de Kanca’nın yokluğunda nasıl bir formül üreteceğimizdi.

Konuyu açan ilk kişi İlker oldu. Volkan’ın yokluğunda kimi oynatacağımız tam bir muammaydı. İmran’a güvenip güvenemeyeceğimizi bilmiyorduk.

Deniz o rolün gerekliliği olan savunma arkası koşularını yapabilecek biri değildi ve savunmada Volkan kadar etkin olması zordu. Yiğit son haftalarda iyiydi ama peki ilk 11'de olacak kadar iyi miydi?

Yenişehir maçındaki üç puanın doğru düzgün tadını çıkartamadan bütün yemek boyunca bu konuya yoğunlaştık.

Bu sırada İlker’den hiçbirimizin beklemediği bir öneri geldi ve 2006 takımından Oğulcan’ı oynatmayı önerdi. Oğulcan ile 12 yaşından bu yana beraber çalışıyordum. 3–4–3'ün sol önü için belki Volkan’dan bile daha uygun bir profildi.

İki sezon önce U13'te kazandığımız şampiyonluğa sezon boyunca attığı 27 golle damga vurmuştu ki bu gollerden biri ligin son haftasında lideri konuk ettiğimiz ve 2–1 kazanarak şampiyonluğu aldığımız maçta gelmişti.

Büyük maçları oynamayı bilen, savunma arkasına koşu tehdidi olan, gol atma alışkanlığı yüksek ve son derece hırslı bir oyuncu… Düşününce oldukça bir mantıklı seçenekti.

Oğulcan iki sezon önce elde ettiğimiz U13 şampiyonluğunun ardından Pendikspor’a transfer olmak üzereydi ama onu Pendikspor’a alacak yönetim seçimi kaybedince transfer iptal olmuştu.

Bu sezon başında da Eyüpspor’a gitmişti ama başta yolun uzaklığı ve o takımdaki ortamı yeterince sevmemesinden ötürü geri dönmüştü. Zaman zaman girdiğimiz iki diyaloglarda onun da yeni bir heyecan arayışında olduğunu hissedebiliyordum.

Bir diğer soru işareti ise Kanca’nın yokluğunda orta sahada kimin oynayacağıydı. Emirhan Pendik Yenişehir Kartalları maçının ikinci yarısında toparlanmıştı ama Şile maçı için yeterli olur muydu? Bu noktada bir risk almayı tercih ettim.

Pokemon izleyenler bilirler Ash, Muk’u yakaladıktan sonra onu profesör OAK’ın pokemon merkezine göndermiş ve sezon boyunca bir daha hiç görmediğimiz Muk, Ash ihtiyaç duyduğunda Indigo Ligi’nde bir anda karşımıza çıkmıştı.

Bizim de sezon başından bu yana bu şekilde kullanmadığımız bir oyuncumuz vardı. Ailesinin sınav senesine futbol oynamasını istemediği Eren güçlü fiziği, uzun boyu, takım ortalamasının üstünde pas yeteneğiyle geçen sezon Muhittin’in ayağı kırıldığında Kanca ile birlikte orta sahanın yükünü üstlenmişti.

Bu sezon Muhittin sağlıklıyken Eren’e pek ihtiyaç olmamıştı ama sanki Kanca’nın sakatlanacağını hissetmiş gibi sezon hazırlıklarına başlarken Eren’den gelemeyecek bile olsa lisansını yenilemesini istemiştim ve sezon içerisinde belki birkaç maçta kendisine ihtiyaç duyabileceğimizi söylemiştim.

Eren hakkında bir şeyler yazarken bile istemsizce gülmeye başladığım bir oyuncu. Doğal bir komik ve her takımda olması gereken her zaman pozitif karakterlerden. Onun gibi bir oyuncuya sahip olduğumuz için gerçekten çok şanslıyız. İhtiyacımız olduğunda her zaman orada ve takım için elinden gelenin en iyisini yapmaya hazır.

Eren’i birkaç maçla takıma dahil etmek bazı oyuncuların elbette canını sıkmıştı ama bu durumun sorumluluğunu üstlendim ve bu duruma ilişkin sorunu olanın bunu Eren’e yansıtmaktansa benle konuşması gerektiğini söyledim.

Neticede Eren’in sezon başından beri takımda olmamasının nedeni keyfi nedenler değil ailesinin dershaneye katılımı konusundaki yoğun ısrarıydı. Eren ilk etapta ailesinden gizlice gelerek zaten yapabildiğince fedakarlık yapmıştı.

Maç öncesi kulüpte kahvaltı yaparken, ilk 11'de olmayı bekleyen Yiğit’in Oğulcan’ın oynayacak olması nedeniyle arkadaşlarına, “2006'lı çocuk oynuyor bilsem gelmezdim” dediğini duydum.

Yiğit ve Oğulcan daha önce hiç aynı takımda oynamamıştı ve hem Oğulcan’ı tanımadığı için hem de yaşadığı hayal kırıklığından ötürü bu söyleminin üstünde fazla durmadım.

Soyunma odasında kadroyu açıkladığımda kulüpte daha öne iki şampiyonluk kazanan Oğulcan’ın büyük maç oynama tecrübesine vurgu yaptım ve böyle maçları oynama tecrübesinin son derece önemli olduğunu söyledim.

İmran değilse de Yiğitcan ona ilgi gösterip açıklama yaptığım için tatmin olmuştu. Yiğitle daha sonra bire bir konuştuğumda herhangi bir sorun olmadığını ve sadece maçı kazanmak istediğini söyledi.

Oğulcan ve Eren her ne kadar iyi oyuncular olsa da bu maç öncesinde takımda değillerdi ve oyun tarzımızı ne kadar benimseyecekleri, ne kadar uyum sağlayabilecekleri soru işaretiydi. Kaleciyi bir kenara bıraktığımızda iki oyuncu takımın yüzde 20'si demekti ve bu az bir oran değildi.

Solak Oğulcan’ın 11'e girmesiyle sezon başından bu yana sol kanatta oynayan sağ ayaklı Sefa’yı sağ açığa çektik. Eren merkezde Muhittinle beraber oynadı. Cezası biten Gürkan 11'e dönerken, cezalı Berkay Can’ın yokluğunda sağ bekte Cemal oynadı.

Şilespor gruptaki en yakın takipçimizdi ve aramızdaki puan farkı ikiydi. Bu maçı kazanmamız farkı iki maça çıkartmak demekti. Ligin ikinci yarısındaki Şile maçı öncesinde bu işi bitirelim istiyordum ve bu maç vurup geçmek için harika bir fırsattı. Diğer yandan bu maç aynı zamanda Şile için de liderlik maçı demekti.

Arkadakiler: Enes (Kaleci), Gürkan, Emre, Eren, Cemal, Muhittin. Öndekiler: Sefa, Kaan Özgüle, Kaan Çolak, Batuhan, Oğulcan

Takım maçın öneminin bilincindeydi ve oyuna kontrollü başladık. Dakikalar ilerledikçe hem ben hem de oyuncular Şile’nin bizim ayarımızda bir takım olmadığını hissetmeye başlamıştı.

Şile’nin tek gol pozisyonuna giremediği ilk yarıda her geçen dakika daha fazla yüklenmeye başlasak da golü bir türlü bulamamıştık. Oğulcan hücuma farklı bir boyut katmıştı ve onun takıma getirdiği hareketlilik Kaan’ı da rahatlatmıştı.

Maçın 30. dakikasında sol önde önüne atılan topa hareketlenen Oğulcan faulle durdurulunca topun başına Emre geçti. Emre’nin arka direğe doğru ortasını biri kafayla kale sahasına çevirdi ve olması gereken yerde olan kral Kaan Özgüle’nin golüyle 1–0 öne geçtik. Sonrasında müthiş bir sevinç vardı. Takım şampiyonluğa inanmıştı…

Bu golün 10 dakika sonrasında sol çizgide sezon başından bu yana etkisiz olan Sefa, sağda prangalarından kurtulmuşçasına savunma arkasına sarktı ve Muhittin’in yerden attığı harika pas sonrasında kaleciyle karşı karşıya kalarak farkı ikiye çıkardı. İlk yarının son anlarında Kaan üçüncü golü atabilirdi ama direkten dönen şut sonrasında devre 2–0 sona erdi.

Takım ikinci yarıya da yoğun bir baskıyla başladı ve oyun tek kale olarak devam ederken, 50. dakikada beklenmedik bir gol yedik.

İlk yarıda omzundan sakatlanan Kaan Çolak ikinci yarıda aynı yerden bir kez daha sakatlanıp tedavi için kenara geldiği sırada kullandığımız bir korner dönüşünde Batuhan da korner için ileri çıkmışken bir kontra atak yedik. Takımımız sahada 10 kişiydi ve Emre çizgide yapması gereken faulü yapmayınca Eray Ankara’nın soldan son çizgiye inip yaptığı orta sonrasında fark bire indi.

Bu golden sonra müthiş bir yağmur başladı. 2–1'den sonra Şile maçın içine daha fazla girdi. Emre’nin yapması gereken faulü yapmaması mental açıdan düşmesine neden olmuştu. Üstelik Eren de her geçen dakika biraz daha yoruluyordu ve golden sonraki 10 dakikayı gerçekten çok kötü oynadık.

Sezonun en kötü 10 dakikası olarak nitelendirebileceğim bu bölümde Emre savunmadan çıkarken çizdiğimiz sette topu Muhittin’e atmak isterken rakibin önüne bıraktı. Topla ceza sahasına giren rakibin vuruşu yandan dışarı gitti. Bu top gol olsa kalan bölüm bizim için eminim ki çok zor geçerdi.

Oyuna müdahale etmem gerektiği çok açıktı çünkü takım oyundan tam anlamıyla düşmüştü ve Şile’nin golü adeta bağıra bağıra geliyordu. Sol bek Kaan Çolak’ı golü yediğimiz pozisyon öncesinde yaşadığı sakatlıktan sonra Emirhan ile değiştirmiştik. Emirhan’ın tam bir joker olduğunu ve birçok mevkide oynayabildiğini daha önce söylemiştim.

Kötü giden oyuna müdahale ettim ve Eren-Yiğitcan değişikliği yaptım. Bu değişiklikle beraber orta sahada Eren’den boşalan yere oyuna Kaan Çolak’ın yerine sol bek olarak giren Emirhan kaydı. Solak Oğulcan, Emirhan’ın yerine sol beke kayarken, Yiğitcan da sol öne Oğulcan’ın yerine geçti.

64'te gelen bu değişikliğin sonuç vermesi çok uzun sürmedi. 72'de orta sahada Emirhan’ın kaptığı topta Yiğitcan soldan iki rakibini çalımlayarak topu ortaya çıkardı, Muhittin sezonun en kritik gollerinden birini attıktan sonra kendimi kaybettim ve hatırladığım tek şey kulübeye koşan Yiğitcan’a önümüzdeki haftada ilk 11'de olma sözü verdiğimdi…

Sefa’nın skoru 4–1'e getiren golü sonrasında tribünere koşarak, “Bu takım bu sene şampiyon” diye bağırması takımın içinde hissettiği hırsın dışa vurumuydu. Şile şampiyonluk için görünen tek rakibimizdi, liderliği almaya gelmişlerdi ama takım dördüncü golden sonra bile hırstan delirecek durumdaydı. Bütün takım zafere inanmıştı.

78'de iki değişiklik birden yaparak hem Deniz’i hem de İmran’ı oyuna aldım. İmran’ın bir hafta önce takım 10 kişiyken oyuna girip 15 saniye sonra rakibe küfür etmesini unutmamıştım ve maç öncesinde soyunma odasında buna ilişkin bir konuşma yapmıştım.

İmran’ın 11'de olmama sebeplerinden biri de aslına bakılırsa bu sorumsuzca davranışıydı. Bu konuşmam sonrasında İmran bana hayatı boyunca böyle oynadığını ama hiç kırmızı kart görmediğini söylemişti. Mesele kırmızı kart görmesi değil bu davranışıydı ama kendini savunma tarzı bile yanlıştı.

Neyse… İmran’a oyuna girerken rakiple ya da başka şeylerle uğraşmadan yine sadece oyununa odaklanması gerektiğini söyledim ama İmran yine bildiğini okudu. Önce bir sakatlığın yaşandığı pozisyonda skor 4–1'ken topu saklamaya çalıştı ve oyunun başlamasını geciktirdiği için sarı kart gördü.

Maçı tribünde takip eden İlker soyunma odasında bu kadar konuşmamıza rağmen İmran’ın bu şekilde davranmasına sinirlenmişti ve oyununa dönmesini yönünde telkinde bulundu.

İmran tribündeki İlker’e bir hareket yaparak, “Tribünde oturup değil sahada olup söyleyeceksin” gibilerinden bir cevap verdi. Sonrasında öyle sanıyorum ki küfür ederek ikinci sarı kartını gördü ve oyuna girdikten sadece 10 dakika sonra atıldı.

İmran’ı idare etmemizin mümkün olmadığını o an anlamıştım ama İlker de bu duruma çok sinirlenip maç devam ederken, tribünden soyunma odasına doğru yönelmiş. İlker’i İmranla kavga etme konusunda durduranın yan yana gelmelerinin engelleyen tribündeki çok sayıda insan olduğunu duydum.

Duydum diyorum çünkü bu sırada maç oynandığı için yaşananlardan habersizdim. Maç bittiğinde doğru düzgün sevinemedik bile. İlker doğrudan yanıma geldi ve İmran gitmezse kendisinin gideceğini söyledi.

Tüm uyarılarımıza rağmen İmran’ın yaptığının gerçekten izahı yoktu ve bu bardağı taşıran son damla olmuştu. Sonrasında İmran ile yollarımızı ayırmaya karar verdik ve takım bütünlüğü açısından çok doğru bir hamle olduğuna inanıyorum. Bu hamleyle birlikte hem Deniz’in aldığı süre arttı hem de soyunma odasında daha fazla kenetlenen bir takıma dönüştük.

Olayın ertesi günü İmranla konuştuğumla zaten takıma dönmesinin mümkün olmadığının farkındaydı. Hem Yenişehir maçına hem de bu maça 11'de başlamayı beklediğini, Oğulcan’ın oynamasının kendisini olumsuz etkilediğini ve haksızlık yaptığımı söyledi.

Bunları söylerken, “Burası Football Manager değil” ifadesini kullanması biraz hem benim hem de ekibimin antrenörlük yeteneklerini küçümsediği izlenimi verse de İmran umarım hayatının bundan sonraki bölümünde sürekli birileriyle atışmasına neden olan huzursuzluğunu bir kenara bırakmayı başarabilir.

Kemal Mert Aydın

Şilespor galibiyetiyle artık en yakın rakiple farkı beşe çıkartmıştık ve grubun favorisi olduğumuzu ortaya koymuştuk. Bundan sonra için planlamamızı Türkiye Şampiyonası Elemeleri için yapmaya karar verdik ve takımı nasıl geliştirebileceğimiz üzerine kafa yorduk.

Kulübün takımda olmayan 2005 doğumlu Kemal Mert Aydın adında çok yetenekli bir oyuncusu vardı ama bu oyuncunun büyük bir kilo problemi vardı. Şampiyona elemelerine iki aydan uzun zaman olduğunu biliyorduk ve bu süreçte belki biraz toparlayıp katkı alabilir duruma getiririz diye Kemal’i antrenmanlara davet ettim.

Kemal’i kulübe geldiğim yıldan bu yana tanıyordum ve çok açık bir şekilde antrenörlüğe adım attıktan sonra gördüğüm en yetenekli üç oyuncudan biri olduğunu söyleyebilirim.

Buna rağmen onu tanıdığım günden beri var olan kilo problemi her defasında potansiyelini ortaya koymasına engel oluyor, sahada kilo sorunu nedeniyle istediklerini yapamayan Kemal bir süre sonra idmanlara gelmeyi bırakıyordu.

Topu ayağa oynamayı sevmesi, harika pas kalitesi, yüksek oyun zekası ve tek topa olan yatkınlığıyla dışarıdan bakıldığında tam bir fakir Jorginho’su izlenimi veren Kemal bu teklifimizi kabul etti ve Şile maçının ardından ilerleyen haftalarda forma giymek üzere bir kez daha takıma katıldı.

7.Hafta: Pendik Velibaba 2–4 Küçükyalı Yelken

Şile maçından sonra takımın kendisine olan güveni bir hayli artmıştı ve her şeyden önemlisi takım kazanma alışkanlığı elde etmişti. İmran takıma zaten pek sevilen bir oyuncu olmadığından takımdan ayrılması kimseyi rahatsız etmemişti ve bütün gözler ilk yarının son haftasındaki Velibaba deplasmanına çevrilmişti.

Velibaba takımı bizim çok zorlandığımız rakiplerden Tuzla Gençlerbirliği’ni 3–0 yenerken, Pendik Yenişehir Kartalları deplasmanından da 2–0'lık galibiyetle ayrılmıştı ve Şile’den bizim dışımızda puan alabilen tek takımdı. Gücümüzün farkındaydık ama kolay olmayacağını da biliyorduk.

Yiğit’e bir önceki hafta Şile karşısında yaptığı asistten sonra ilk 11 sözü verdiğim için 11'de sol önde onunla başladık ve ertesi gün U16 maçı olan Oğulcan’ı dinlendirmeyi tercih ettik.

Bunun yanında Şilespor maçında omzundan sakatlanan Kaan Çolak’ın tedavisi sürdüğü için bek pozisyonunda da farklı bir arayışa girdik.

Aslında Emirhan iyi bir seçenek olabilirdi ama bu maçın nispeten kolay geçeceğini düşündüğümüz için Eren’i bu hafta dershaneden alıkoymamaya karar vermiştik ve Emirhan’ı orta sahada kullanmıştık.

Yenişehir Kartalları maçında kırmızı kart gören Berkay Can’ın da cezası devam edince önümüzde Kaan Korkmaz ve Gökhan alternatifleri vardı.

Gökhan’ı Şile maçında oyuna almak istemiştik ama değişiklik hakkımız kalmadığı için alamamıştık. Bu durumun biraz moralini bozduğunu hissetmiştim ve artık oynamak istediği de açıktı. Bütün bunları göz önünde bulundurup, Cemal’i sol beke çektik ve sağ beki Gökhan’a emanet ettik.

Maça çok kötü bir başlangıç yaptık ve resmen golü yemeyi bekledik. Biz takımdan sürekli topun arkasında olmalarını istemiştik ama takım sanki hiç üçüncü bölge presi yapmayın ve rakibi ikinci bölgede karşılayın demişiz gibi sürekli orta sahaya çekiliyordu.

Geriden oyun kurarken herhangi bir baskıyla karşılaşmayan Velibaba 20 dakikada çok rahat top yaptı ve oyunda hiçbir varlık gösteremedik. Bunun yanında Gökhan’ın çizgiyi tek başına kullanabilecek fiziksel yeterliliği de olmayınca maçın ilk yarım saati Velibaba kontrolünde geçti.

Bu maçta gol dakikaları federasyonun sitesine yanlış girildiği için dakikayı tam olarak bilmiyorum ama 25. dakika gibi Muhittin’in taç çizgisinde taca çıkmak üzere olan bir topu arkasındaki oyun alanını görmeden oyunda tutmak isteyerek topu topukla içeriye atmasının ardından rakibe giden topu geri kazanamadık ve ceza sahası dışından yediğimiz golle 1–0 geriye düştük.

Takım bu golün ardından da rakibi rakibi ikinci bölgede karşılamayı ve rahat top yaptırmayı sürdürdü. Velibaba savunma arkasına atılan derin bir topla ikinci gole de yaklaştı ama doğru bir faulle bu tehlikeyi kesmeyi başardık. Oyunda bazı değişiklikler yapmamız gerektiği çok açıktı.

Her şeyden önce bir numaralı sorunumuz rakibi çok geride karşılaşmaktı. İki numaralı sorun ise bir numaralı soruna bağlı olarak ileride çoğalamamaktı. Bunu kenardan uyarılarda bulunarak düzeltmek istemiştik ama takım bir türlü bunu başaramamıştı.

Normal şartlarda oyuncuların moralinin bozulmaması için ilk yarıda oyuncu değişikliği yapmayı pek tercih etmem ama şartlar artık pek normal değildi ve acil bir hamle yapmazsam ilk puan kaybımız bir hayli yakın görünüyordu.

Henüz 35. dakikada iki oyuncu değişikliği birden yaptık ve 4–4–2'ye döndük. Böylece iki santrforla rakibi daha önde karşılayacak ve zaten önde iki oyuncu bulunduracağımız için önde çoğalma sorunu da yaşamayacaktık. Ayrıca Gökhan’ın fiziksel yetersizliğinden doğan rakibin sağ kanattan geliştirdiği tehlikelerin de önüne geçmiş olacaktık.

Yaptığımız değişikliklerden sonra Gürkan sol beke geçerken, Cemal Şilespor maçında olduğu gibi sağ beke kaydı. Takımın rakibi ikinci bölgede karşılamasının bir numaralı sorumlusu olan Yiğitcan yerine giren Oğulcan sol öne geçerken, Gökhan yerine giren Kaan Korkmaz sağ öne, sağ öndeki Sefa ise santrfora geçti.

Bu değişikliklerin ardından rakibi önde karşılayan ve hataya zorlayan takımımız, seken topları da toplayınca atak sürekliliği de sağladı. Oyun bir anda bizim lehimize dönerken, şans da yanımızdaydı ve Kaan bir frikik golüne daha imza atarak, devre arasına 1–1'lik skorla girmemizi sağladı.

İlk yarıda başta kolundaki kaptanlık bandıyla oynama sayısı savunma arkasına attığı derin pas sayısından fazla olan Muhittin olmak üzere takımın tamamına biraz sert bir uyarıda bulunduk. Yenilmekten bu kadar korkmamalarını, bu işi gerekirse Şile’yi Şile’de yenerek bitireceğimizi söyledim ve öndeki iki santrfora sürekli derin paslar istedim.

Bütün gün oldukça şiddetli yağan yağmur şiddetini iyice arttırırken, ikinci yarıdaki gollerimiz de yağmur gibi geldi. Önce Muhittin’in savunma arkasına pasına iyi hareketlenen Sefa’nın golüyle öne geçtik, ardından Oğulcan’ın ortasında havada adeta asılı kalan Kaan kafayla farkı ikiye çıkardı. Maçın son bölümünde ikinci yarıda oyuna giren Alperen’in ceza sahası dışından golü skoru 4–1'e getirdi.

Son dakikalarda Enes’in hatalı pası sonrasında Batuhan rakibini düşürüp penaltıya sebebiyet verse de ilk yarısında bir hayli zorlandığımız maçta sahadan üç puanla ayrılmayı başardık.

Takımın kazanma alışkanlığı bu maçta belirleyici bir faktör oynamıştı. Berkay Can, Volkan, Kağan Özkanca, Kaan Çolak gibi ideal 11'den dört önemli eksiğe rağmen geriye düştüğümüz bir oyunu kazanmak hem kadro kalitemizi hem de bu geniş rotasyonu ne denli iyi kullandığımızı ortaya koyuyordu.

8.Hafta: Sancaktepe Yenidoğan 0–8 Küçükyalı Yelken

Sancaktepe’nin durumu ve konumu itibarıyla bizi pek zorlamayacağını hepimiz biliyorduk. Takım ilk yedi haftayı kayıpsız geçerken çok sayıda gergin maç oynamıştı ve bu durum mental bir yorgunluğu da beraberinde getirmişti.

Pendik Velibaba maçından sonra oyunculardan antrenmanlara devam etmelerini ama iki hafta sonra oynanacak Maltepe maçına kadar ligi ve şampiyonluğu mümkünse hiç düşünmeyerek mental açıdan yenilenmelerini istedim.

Bir dinlenme sürecine gireceğimizi zaten Velibaba maçının öncesinde maç konuşmasında söylemiştim ve son düdüğün ardından Maltepe maçına kadar olan süreç daha çok bir zihinsel yenilenme maratonuydu bizim için.

Yine de elbette önümüzde kayıp yaşamamamız gereken bir Sancaktepe Yenidoğan maçı vardı. Sancaktepe’nin maçlarını oynadığı Sarıgazi Stadyumu’nda daha önce üç maça çıkmıştım ve hiçbirini kazanamamıştık.

Bu nedenle Ortadağ ile aynı sahada oynayacağımız ve büyük olasılıkla gergin geçecek karşılaşma öncesinde böyle farklı geçmesi muhtemel bir maç oynayacak olmaktan memnundum.

Maç öncesinde kadroda rotasyon yapmaya karar verdik nispeten daha az oynayan oyuncuları oynatmaya çalıştık. Pendik Yenişehir Kartalları maçında kırmızı kart gören Volkan ve Berkay’ın cezaları bitmişti ama her iki oyuncuyu da 11'de kullanmadık.

Önceki hafta Velibaba maçının kazanılmasında sonradan oyuna girerek büyük rol oynayan Kaan Korkmaz sağ bekte 11'de yer aldı ve sezon başından beri girdiği hemen her maçta önemli katkı veren Deniz de 11'de oynadı.

Kırmızı kart cezalısı Batuhan’ın yokluğunda sağ stoperde Emirhan, orta sahada Kanca ve Eren’in yokluğunda ise Velibaba maçında oyuna girdikten sonra ceza sahası dışından güzel bir gol atan Alperen yer aldı. Ayrıca Kemal’i de rahat geçmesini beklediğimiz bu maçta ilk kez 18'e aldık.

Velibaba maçında rakibi ikinci bölgede karşılamamız başımıza dert olmuştu ve bu maçta kesinlikle böyle bir durumla karşılaşmak istemediğimizi takıma açık bir şekilde ifade ettim.

İstediğimiz şey ilk dakikadan itibaren beklerin de katıldığı bir üçüncü bölge presiydi. Takıma bunun için o hafta oynanan Trabzonspor-Başakşehir’den bir takım örnekler sunarken, aynı zamanda Maltepespor ile 6–1 sona eren hazırlık maçında oynadığımız oyunu da tekrar hatırlattım.

Takım da özellikle ilk yarıda bu isteğimizi eksiksiz bir şekilde yerine getirdi.

Maç beklediğimiz gibi oldukça rahat geçti. Henüz ilk dakikada Kaan karşı karşıya çok net bir fırsatı değerlendiremese de 17. dakikada Muhittin’in ceza sahası dışından attığı ilk gole kadar karşı karşıya üç net gol pozisyonuna girmiştik bile. İlk maçtakine benzer bir şekilde ilk golden sonra dağılan rakibe karşı devreye 5–0 önde girdik.

İkinci yarıya başlarken Alperen, Emirhan, Çolak ve Kaan Korkmaz oyundan çıktı ve Kemal, Gökhan, Berkay Can ve Berkay oyuna girdi. Aslında Berkay Can’ı da Volkan gibi bu maçta oynatmayı düşünmüyordum ama önceki hafta dedesini kaybetmesi nedeniyle moralinin yükselmesi için oynatmayı tercih ettim.

İkinci yarıda Kemal-Deniz-Gökhan orta sahasıyla 4–3–3'e döndük. Fakir Jorginhosu Kemal’in yüksek pas kalitesi ve oyun zekasıyla oynadığı 45 dakikayı izledikten sonra böyle bir oyuncuyu fiziksel nedenlerden ötürü kullanamıyor oluşumuza üzülmemek elde değildi.

Ayrıca bu 45 dakika bekte oynaması çok zor görünen Gökhan’ın asıl mevkisinin benim onu Zümrütevlerde kullandığım gibi üçlü orta saha oynayan bir yapıda merkez olduğunu da ortaya koymuştu.

Her iki oyuncu da topla buluştukları her an kalitelerini ortaya koyarken, 90 dakika 8–0 sona erdi. Çok fazla gol fırsatını kaçırmamış olsak ilk maçtaki gibi çift haneli bir fark da gelebilirdi ama olmadı. Sezonu 19 golle tamamlayan Kaan da iki Sancaktepe maçında bulduğu fırsatları daha iyi değerlendirmiş olsa rahatlıkla 25 gol barajının üstüne çıkabilirdi.

9.Hafta: Küçükyalı Yelken 1–1 Maltepespor

Bir takımı bir sezonda üç kez yenmek zordur

Demişti Luis Aragones Fenerbahçe’yi çalıştırdığı dönemde takımının Beşiktaş ile oynayacağı Türkiye Kupası finali öncesinde. O finali Aragones’i haklı çıkartırcasına Beşiktaş kazanırken, bu söz Maltepespor maçı haftası boyunca hep aklımın bir köşesinde dönüp durmuştu.

Maltepespor’un grupta herhangi bir iddiası kalmamıştı ama hem şu ana kadar tüm maçlarını kazanan bir takımdan puan alan ilk takım olma motivasyonu hem de karşılaşmanın iki Maltepe takımını buluşturacak olmasının getirdiği derbi atmosferi maçı tamamen farklı bir konuma sürüklemişti.

Bu arada maçın hikayesine geçmeden önce bu maçın yılbaşının hemen ertesi günü yani 1 Ocak’ta oynandığını da belirtmem gerekiyor.

Federasyonun sitesinde sezon başında açıklanan takvimde yılbaşının ertesi günü maç oynanmayacağı yazıyordu ve hem ben hem de takım bütün yılbaşı planlamasını buna göre yapmıştık ama maçtan birkaç gün önce değişen planlama birçok şeyi altüst etti.

Maç haftası takımın kendine olan güveni bir hayli yüksekti. Kaan Korkmaz Velibaba maçında oyuna sonradan girerek galibiyette önemli bir pay sahibi olmuştu ve Sancaktepe Yenidoğan deplasmanında oynadığı oyunla da ilk için ciddi bir alternatif olabileceğini göstermişti.

Top hangi takımdaysa o takımdan olan beyaz jokerler, kendilerine ayrılan kırmızı alanın dışına çıkamazlar. Diğer oyuncular için herhangi bir sınır yoktur. İstedikleri gibi kırmızı alana girip-çıkabilirler.

Bizim gibi 3–4–3 oynayan takımların yapabileceği en iyi çalışmalardan biri olan bir büyük, iki minyatür kaleli çalışmada Cemal’in ortalarının çok iyi olmadığını ve buna karşılık Kaan Korkmaz’ın tam istediğimiz bölgelere tam istediğimiz şekilde ortalar yaptığını görünce formayı Kaan’a teslim etmeye karar verdik.

Bu durum belli ki yedek kalmaya pek alışkın olmayan Cemal’in canını sıkmıştı ve Cemal yılbaşı gecesi ve sonrasındaki gün için kız arkadaşıyla program yaptığını söyleyerek maça gelemeyeceğini söyledi.

Elbette kabul edilebilir bir durum değildi ama hem bu maç hem de adım adım yaklaştığımız şampiyonluk için bizim duyduğumuz heyecanı duymayan bir oyuncuya ısrar etmenin de manası yoktu.

Bu arada Deniz de yılbaşı tatili sırasında Bodrum’a gittiği için aramızda olamadı ve maça bizim için önemli iki eksikle çıkmak durumunda kaldık.

Maltepespor bu mata ilk maçta da olduğu gibi A takım kadrosunda yer alan 2003 ve 2004'lü oyuncularını da kullanmaya karar vermişti ama ben takımıma güveniyordum ve galibiyet serisinin devam edeceğine inanıyordum.

Maçın zor geçeceğini tahmin ettiğim için Velibaba ve Sancaktepe maçlarında kullanmadığımız Eren’i bir kez daha maç haftası idmanlarına ve kadroya davet ettik.

Maçın ilk yarısında hemen her şey istediğimiz gibiydi. Top rakipteyken oyunu çizgiye yönlendiriyor, daha sonra çizgide yaptığımız baskıyla ya topu kapıyor ya da rakibi uzun vurmaya zorlayarak bu uzun topu alıp atak sürekliliği sağlıyorduk.

Mustafa Denizli’nin yorumculuk yaptığı yıllarda ortalama sekiz gol girişiminin birinin golle sonuçlandığını söylediğini hatırlıyorum. Bu ne kadar doğrudur emin değilim ama Sefa’nın 36. dakikadaki vuruşuyla öne geçtiğimiz gol takımımızın maçtaki dokuzuncu şutuydu.

Maltepespor o ana kadar maçtaki tek şutunu kalecilerinin degajında stoperimizin topa kafa vuramaması nedeniyle, kaleci degajının doğrudan şut pasına dönüştüğü bir pozisyonla bulmuştu. İlk yarı bittiğinde yanlış hatırlamıyorsam şut sayıları 12–1 şeklindeydi ve golün yanı sıra bir de direkten dönen şutumuz vardı.

Maçta aslına bakılırsa ikinci yarıda da her şey istediğimiz gibi gidiyordu ancak şu ana kadar bahsetmediğim bir problem canımızı sıkıyordu. Kaan Çolak’ın Şilespor maçında yaşadığı omuz sakatlığından bahsetmiştim.

Kaan bu maçtan sonra 3–4 gün kadar omuz sargısıyla gezmek zorunda kaldı ve sargıyı çıkardıktan sonra bile çoğu zaman refleksle topa koşarken kolunda sargı varmış gibi koluyla omzu bir bütün şeklinde koştu.

Önüne atılan toplara soyadı gibi adeta çolak bir şekilde koşan Kaan’ın bu durumu onun bölgesinden gerçekleştirdiğimiz atakların yeterince tehlikeli olamamasına yol açıyordu çünkü bu durum büyük bir denge problemini beraberinde getiriyordu.

Bunun yanında Pendik Yenişehir Kartalları maçında gördüğü kırmızı kart nedeniyle o maçtan sonra oynanan üç maçta bir dakika bile oynamayan Volkan da yorulmaya başlamıştı ve bu durum da ön taraftaki baskının şiddetinin azalmasına neden olmuştu.

Yine de bütün bunlara rağmen Maltepespor ilk yarıda kaleci degajının ardından gelen şut dışında herhangi bir şut çekememişti ve işler çok da kötü gitmiyordu.

Maçın 65. dakikasında Çolak ve Volkan’ın durumlarından ötürü Berkay Can ve Yiğit’i oyuna alıp, dizilişi değiştirmeden devam etmeye karar verdik.

Değişikliklerden sadece dört dakika sonra sağ kanattan yapılan ve ceza sahasında bir tane bile Maltepesporlu oyuncu yokken taca doğru doğru giden orta, taca mı bırakayım yoksa kontrol mü edeyim ikilemi yaşayan Berkay Can topa sırtını dönünce bir anda ceza sahası dışındaki bir Maltepesporlu oyuncunun önüne düştü ve 69'da kimsenin beklemediği bu bireysel hata sonrasında Maltepespor’un maçtaki ikinci şutuyla skor bir anda 1–1'e geldi. Bu Berkay’ın Tuzla maçındaki penaltısı ve Yenişehir Kartalları maçında oyundan atılmasının ardından yaptığı üçüncü büyük hataydı.

Golden sonra Gökhan’ı da oyuna alıp biraz daha fazla yüklenmek için 4–4–2'ye dönmeye karar verdik. Bu dakikadan sonra kazanmak için Maltepespor’un da fırsatı oldu ama değerlendiremediler.

Son dakikalarda ben her ne kadar görmesem de gören herkesin penaltı dediği ve maçın hakeminin de maçtan sonra bizim takımın malzemecisine sorduğu tartışmalı bir penaltı pozisyonu yaşandı ama yerden sekip Maltepesporlu oyuncunun açık eline çarptığı söylenen topta devam kararı çıkınca mücadele 1–1 sona erdi ve ilk puan kaybımız gerçekleşti.

Maçtan sonra Maltepespor’un golünü atan oyuncunun babasıyla İlker bir tartışma yaşadı. Söz konusu adam maçı tribünde izlerken Sefa’nın hakeme itirazları sonrasında tribünden oyuncumuza yönelik, “biraz daha ağlarsan sana emzik vericem” şeklinde ifadeler kullanmış.

Sezon boyu 14'te 14 hedefi ve motivasyonuyla çalışmıştık ama bu puan kaybıyla beraber bu hedef elimizden uçup gitmişti. Şile’nin de kazanmasıyla birlikte fark yeniden üçe düşmüştü ve takımda hem moraller bozuktu hem de sinirler gerilmişti.

Kazanma alışkanlığı güzeldi ama sürekli kazanan bir takımın kaybettiği noktada yoluna devam edebilecek mental güce sahip olup olmadığını hiçbirimiz bilmiyorduk çünkü daha önce hiç puan kaybetmemiştik.

Bu durumun ve 14'te 14 hedefinin ortadan kalkmasının takım için bir soruna dönüşebileceğini hissettiğim için İlker’in tartıştığı oyuncu velisinin Sefa’ya yönelik sözlerini bir motivasyon aracı olarak kullandım.

Hemen o gece takıma Sefa’ya yapılan bu davranışın aslında bütün takıma yapıldığını, şampiyon olup o adama emzik göndermenin bu saatten sonra hepimizin bir numaralı sorumluluğu olduğunu söyledim.

Puan kaybı yaşamıştık ama bu durumu bir motivasyon aracı olarak kullanıp, şampiyon olunca yapılacakları düşünmek takıma ilerisi için büyük bir güç vermişti. Günün sonunda elimizde puan kaybı yaşadığı için adeta çılgına dönen ve şampiyonluğu her şeyden çok isteyen bir oyuncu grubu vardı ve ipler ilk haftadan bu yana olduğu gibi hala bizim elimizdeydi.

Üzüldüğüm nokta ise maçtan sonra Cemalle konuştuğumda aslında kız arkadaşıyla programı olduğu için değil henüz bu sene ilk defa lisansı çıkan Kaan Korkmaz’ın 11 çıkacağı maçta onun yedeği olmamak için gelmediğini öğrenmemdi.

Geniş bir kadromuzun olması avantajdı ve Cemal maç kadrosunda olsaydı Çolak aksamaya başladığında Berkay Can yerine kesinlikle ilk tercihimiz Cemal olur, dolayısıyla da bu puan kaybını yaşamazdık ama Cemal’in önceliği takımın kazanması değildi.

Kaybetmek sorun değildi ama kendi içimizde yaşadığımız bir sorun nedeniyle puan kaybı yaşamak skordan daha büyük bir hayal kırıklığı yaşatmıştı. Sezon başından beri herkesin içinde olmaktan mutluluk ve gurur duyduğu bir takım oluşturmak istemiştim ama bu şekilde puan kaybetmek rakipten bağımsız bir şekilde benim başarısızlığımdı.

11.Hafta: Ortadağspor 3–4 Küçükyalı Yelken

Futbol tarihindeki en büyük maçlardan biri ve her zaman öyle kalacak…

Ligin ilk iki haftasında sahte lisansla oyuncu oynatan Ortadağ takımıyla ilgili olarak ilk maçta yaşadığımız gerginliklerden zaten bahsetmiştim.

Takım kaptanımız Muhittin, Ortadağ’ın sezon başında bize transfer olmak isteyen ancak almadığımız Akın’ın sınıf arkadaşıydı ve Akın’dan gelen haberler zaten şampiyonluk iddiası olmayan Ortadağ’ın tüm oyuncularının sezonun öncesini ve sonrasını bir kenara bırakarak sadece bizim maça odaklandığıydı.

Maçın kolay olmayacağını ve gergin bir atmosferde geçeceğini zaten biliyorduk ama üstüne yoğun bir kar yağışı da eklenince işler daha da zorlaşmıştı.

İpler elimizdeydi ama diğer yandan Şile yoluna sürekli kazanarak devam ediyordu ve altyapı sorumlumuz Murat hocanın Maltepe maçının ardından yaptığı, “Bu takım bir kere daha puan kaybederse dağılmaya çok müsait” yorumu da aklımın bir köşesindeydi.

Takım Velibaba maçının sonrasında oynadığı Sancaktepe ve Maltepe maçlarında üst düzey bir üçüncü bölge presi yapmıştı ve bu maç için de en güvendiğim şey buydu. Kadroda çok iyi bir oyun oynadığımız Maltepespor maçına göre tek fark Volkan yerine Şile ve sonrasındaki Ortadağ maçında galibiyetlerde büyük rol oynayan Oğulcanla başlamamızdı.

Üçüncü bölgede kazanacağımız toplarla çok sayıda gol pozisyonu bulabileceğimizi düşünüyordum ama işler bir kez daha beklentilerimizin çok dışında gelişti.

Önde baskı yapmak geriden topla çıkma çabasındaki takımlara karşı işe yarıyordu ama Ortadağ’ın birinci dakikadan maçın sonuna kadar böyle bir amacı yoktu. Birinci bölgede topla buluşan ilk oyuncu topu doğrudan bizim ceza sahamıza doğru şişiriyordu ve seken toplardan alabildiklerini alarak oyunu bizim yarı sahamızda oynamaya çalışıyorlardı.

Ortadağ’ın bu oyunu geride top kaybı sonrasında gol yeme ihtimalerini de çok düşürüyordu. İşler hiç istediğimiz gibi gitmese de 17. dakikada kral Kaan Özgüle’nin frikik golüyle 1–0 öne geçtik.

Golden sonra ilk yarı boyunca her ne kadar rakibe hiç pozisyon vermesek de skoru koruma içgüdüsünün de etkisiyle oyunun büyük oranda bizim yarı sahada oynanmasının önüne geçemedik.

Maçın 44. dakikasında Muhittin taç çizgisine doğru gitmemesi gereken bir yere baskıya gidince merkezde bir kişi eksildik ve Muhittin’in yokluğunda tek kişi kalan Erenle stoperlerimiz arasındaki boşluğa iyi sızan Akın ceza sahası dışından bence Enes’in normal şartlarda kurtarabileceği bir şut çıkartarak skoru eşitledi: 1–1.

Orta saha oyuncularımızla stoperlerimiz arasına oyuncu sokmamak öncelikli hedeflerimizden biriydi ama Eren bunu bilmesine rağmen hem maç hem de antrenman eksiğinin de etkisiyle engel olamamıştı.

Bu hatanın da etkisiyle ikinci yarıda da ortaya kötü bir oyun koyan Eren’i 53'te Zümrütevlerden’de tanıdığım kulübe benim transfer ettiğim 2006 doğumlu Abdullah ile değiştirdik. Abdullah da Emirhan gibi birçok farklı mevkide oynayabilen ve elimizi rahatlatan bir oyuncuydu.

Dakikalar geçse de Eren-Abdullah değişikliğine rağmen oyun üstünlüğünü bir türlü ele alamamıştık. Oyunda Ortadağ üstünlüğü olduğunu da söyleyemezdik ama iki takımın da birbirine üstünlük kuramadığı bir oyun bizim istediğimiz kurgu değildi.

Biz oyuna hakim olmak istiyorduk ve bunun için bir şeyleri değiştirmemiz gerektiği her geçen dakika daha net ortaya çıkarken, zamanımız da azalıyordu.

Devre arasında soyunma odasından çıkarken İlker ve Erkan’a bir süredir aklımda olan ama onlara daha önce hiç söylemediğim 3–3–1–3 dizilişi hakkında ne düşündüklerini ve yapıp yapamayacağımızı sordum.

O an devre arası olduğu için her ikisi de bunun için erken olduğunu ama ilerleyen dakikalarda deneyebileceğimizi söyledi.

3–3–1–3'ün 25 dakikaya girilirken alınabilir risk olduğunu düşündüm. İki bekimiz Kaan Çolak ve Kaan Korkmaz’ın yanı sıra o gün etkisiz performans sergileyen Oğulcan’ı da kenara aldık ve Deniz, Volkan, Emirhan üçlüsüyle bu sezon ilk defa deneyeceğimiz 3–3–1–3'e döndük.

Maalesef bir futbol antrenörünün başına gelebilecek en büyük talihsizlikler bu maçta başıma geldi ve değişikliklerden sadece bir dakika sonra kalemizde golü gördük.

Savunma arkasına atılan bir derin topta kalesini terk eden ve topu uzaklaştırmak isteyen Enes’in kayarak uzaklaştırmaya çalıştığı top Ortadağlı bir oyuncuda kalınca değişiklikler henüz maça etki edemeden skor 2–1'e geldi.

İlk maçta son dakikalara 2–1'lik skorla girilince sürenin her geçen dakika azalmasının Ortadağlı oyuncuları gereceğini bildiğim için son dakikalarda takıma sürekli olarak kalan süreyi söylemiştim ve bu Ortadağlı oyuncuları bir hayli rahatsız etmişti.

Bu maçta da belli ki bütün Ortadağ takımı öne geçmeyi beklemiş olacak ki 67'de öne geçmelerinin ardından benle dalga geçer gibi neredeyse her biri, “Beş dakika kaldı beyler” diye bağırıp gülmeye başladı.

Her neyse… Maça dönecek olursak her ne kadar değişikliklerden saniyeler sonra kalemizde golü görsek de 3–3–1–3 oyuna direkt etki etmişti ve hem orta sahada kalabalık olduğumuz için seken topların büyük bölümünü kazanıyorduk hem de Deniz’in oyuna girmesiyle yükselen teknik kapasitenin de etkisiyle topu daha iyi kullanıyorduk.

Bek kullanmamak bir riskti ama Ortadağ’ın kazanmayı bu kadar çok istediği maçta skoru koruma içgüdüsüyle hücum etmeyi düşünmeyip sadece kapanmayı tercih etmesi nedeniyle bu riskin olumsuz yanlarını pek de hissetmiyorduk.

Ortadağ’ın kalecisinin tıpkı bizim Kemal gibi bir kilo problemi vardı ve boyu kısaydı. Üstelik Kaan’dan yediği frikik golünde de büyük bir hata yapmıştı. Hem bu kaleciye ceza sahasından çekilebilecek şutların etkili olabileceğini düşündüğüm için hem de sık sık şut çekerek rakip savunmayı tehdit etmemizin fazla yaslanmalarının önüne geçerek, Kaan’a savunma arkası koşuları için alan yaratacağını bildiğim için takımdan sürekli kaleye şut çekmelerini istedim.

“Ya vurun kaleyi tutsun gol olacak zaten” şeklinde ifadelerim rakip kaleyici baskı altına alıp, strese soktu mu bilmem ama oyuncularıma bu şekilde seslenirken, amacım büyük oranda buydu.

Bu ifadelerimi takip eden birkaç şutun ardından 78'de Abdullah standart bir kalecinin çok rahat çıkartabileceği bir vuruşla skora dengeyi getirdi: 2–2. U13'te kalecilerin boyları kısa olur da üst direğe kaldırdığınız her top gol olur ya işte tam o tarz bir goldü. Kalecinin tedirginliği yüzünden bile okunuyordu ve vurmaya devam etmeliydik.

Tam işler yolunda giderken üç kez uzaklaştırma fırsatını bulduğumuz ama bireysel hatalar nedeniyle bir türlü uzaklaştıramadığımız bir topta 82. dakikada kendisinin ikinci golünü atan Akın’ın vuruşuyla bir kez daha geriye düştük. Golden sonra Ortadağ’ın sağ beki onların yarı sahasında olan kulübemize gelip yüzüme baka baka, “3 dakika var beyler haydi” diyerek güldü.

Ben böyle şeyleri kafaya takmam hatta ilk maçta rakibin aklına girme çabamın ne denli başarılı olduğuna mümkün olan en yakın şekilde şahit olup mutlu oldum. İlker rakip oyuncunun bu davranışı sonrasında oyuncuyla atışınca bir gerginlik yaşandı ve rakip takımın hocası da bizim kulübemize kadar gelerek sahaya girerek oyuncusunu azarladı.

Bu sırada hakem santra vuruşu için düdüğünü çaldı ve kral Kaan Özgüle’nin direkt kaleye gönderdiği top Ortadağ kalecisinin bakışları arasında üst direğe de çarparak filelerle buluştu.

Rakip takım hocalarının saha içerisinde olduğu gerekçesiyle golün sayılamayacağı konusunda itirazda bulunurken, yan hakem de bu baskıdan etkilendi.

Neyse ki kuralı bilen orta hakem önemli olanın golü yiyen takımın hocasının değil golü atan takımın hocasının nerede olduğunu belirtince skor 3–3'e geldi. Ortadağ’ın hocası gol sonrasında hem santra öncesinde gerginliğe neden olan oyuncusuna hem de kalecisine çok sinirlendi.

Söz konusu sağ bek Ali hemen oyundan çıkartıldı. Kaleci ise bu maçtan sonra bir daha hiçbir zaman kadroya giremedi. Ne kadar doğru bilmem ama maçtan sonra arkadaşlarıyla gerginlik yaşadığını duydum.

Artık skor 3–3'e gelmişti ama bu maçta beraberliğin bir sonraki hafta Yenişehir’i yeneceğimizi varsayarsak, bizim için mağlubiyete göre bir farkı yoktu. Yine de bu kadar gergin geçen bir maçta böyle bir geri dönüşle yenilmemek güzel diye düşünürken, hayatımın en mutlu anlarından birini yaşadım.

Duraklama dakikalarında Volkan’ın kullandığı köşe vuruşunda Muhittin kafayla golü attı ve 4–3 öne geçtik. Gol sonrası sahadakiler kulübeye, kulübekiler de sahaya koştu ve inanılmaz bir atmosfer oluştu.

Öne geçtikten sonra sarı kartı da olan Deniz’i oyundan çıkartıp, Samet’i aldık ve maçı başladığımız gibi 3–4–3 ile bitirdik.

Maçtan sonra Ortadağ büyük bir hayal kırıklığı yaşarken, biz şampiyonluk şarkıları söylüyorduk. Sonuna kadar hak etmiştik ve hayatımız boyunca unutmayacağımız bir 90 dakikanın ardından büyük bir galibiyet elde etmiştik.

Maçın gergin geçeceğini düşünerek deplasmanda bizimle olan kulüp başkanımız maçtan sonra takıma yemek ısmarlarken, kulüp de artık şampiyonluk için geri sayıma geçti.

12.Hafta: Küçükyalı Yelken 0–0 Pendik Yenişehir Kartalları

Son üç haftaya üç puan önde giriyorduk ve Yenişehir Kartalları maçını kazanmamız halinde, Şile deplasmanında bir puan ikili averajda üstün olmamızdan dolayı şampiyonluk için yeterli olacaktı.

Yenişehir Kartalları maçını kazanırsak, Şile deplasmanında iki farklı kaybetsek bile ilk maçı üç farklı kazandığımız için son hafta kazanıp yine şampiyon oluyorduk. Bu nedenle maçta alınacak üç puan bu işi çok büyük bir ihtimalle bitireceğimiz anlamına geliyordu.

Maçtan önce büyük bir avantajımızın olduğunu ama henüz şampiyon olmadığımızı takıma anlatmaya çalıştım. Ortadağ maçı o kadar inanması güç bir geri dönüşe sahne olmuştu ki buradaki hatamız belki o maçtan tam anlamıyla çıkamamış olmak olabilir.

Yenişehir Kartalları maçının öncesindeki akşam bile takım grubunda hala birkaç gün önce oynanan Ortadağ maçının muhabbeti ediliyordu ve ister istemez bunun önüne geçemiyorduk.

Deniz Ortadağ maçında takımın hareketlenip, oyunu kontrolümüz altına almamızda önemli bir rol oynamıştı ve maçtan bir gün sonra yaptığımız görüşmede artık 11'de oynamak istediğini söylemişti.

Sezon başından bu yana ilk Tuzla Gençlerbirliği ve Ortadağ maçlarında üstüne düşeni yapmış ve her iki maçın kazanılmasında da belirleyici bir rol oynamıştı.

Yaz aylarını Denizle birlikte çalışarak geçirmiştik ve birlikte çalıştığımız iki ay boyunca önemli bir gelişim göstermişti. Topu aldığında yüzünü hemen rakip kaleye dönememesi ve çevre kontrolü açısından yeterince iyi olmaması eksiklerinden biriydi ama antrenmanları videoya çekip yaptığımız görüntülü analizlerle bu konunun üstüne gittiğimizde bu konuda önemli bir gelişim göstermişti.

Bu sezon U16'da sürekli oynamayı beklerken liglerin değişen statüsü nedeniyle bir anda kendini U18'de bulmuştu ve beklediğinden az oynuyor olmanın onu üzdüğünün farkındaydım.

Daha önce ilk Pendik Yenişehir Kartalları maçında kendisini takımın dışında gibi hissetmemesi için duygusal bir karar vererek İmran’ı oyuna almıştım ve bunun geri dönüşü oldukça kötü olmuştu. Yine de İmran için bu fedakarlığı yapmışken, sezon başından bu yana takım için elinden geleni yapan Deniz için de yapmam gerektiğini hissettim ve bu maça sezon başından bu yana ilk defa takımın çok alıştığı üçlü defansı bozarak, 4–2–3–1 çıkmaya karar verdim.

Pendik Yenişehir Kartalları’nın son maçlarda çok gol yemesi de bu kararda oldukça etkiliydi ve maçın atacağımız erken bir golle farka gideceğini düşünüyordum ama dediğim gibi Ortadağ maçının zafer sarhoşluğu takıma sirayet etmişti ve belki de sezonun o ana kadarki en önemli maçına yeterince konsantre olamamıştık.

Maçın ilk dakikalarında oyuna çok iyi başladığımızı söyleyemem. Üçlü oynamaya iyice alışan Batuhan dörtlü oynamamıza rağmen hala üçlünün sağ stoperi gibi pozisyon alınca, Emre-Batuhan ikilisi arasındaki mesafe bir hayli açılıyor ve bu da boşluklar vermemize neden oluyordu.

Neyse ki bu hem konuşarak giderilmeyecek bir sorun değildi hem de Pendik Yenişehir Kartalları bu zaman zaman verilen boşlukları değerlendirebilecek oyunculara sahip değildi.

Maçın 5. dakikasında maalesef hem maçın, hem de bizim için sezonun geri kalanı açısından kırılma anlarından biri yaşandı. Atağa kalkarken kendisine arkadan müdahale yapan rakip bir oyuncuya sinirlenen Volkan pozisyonunun bitiminin ardından rakip oyuncuyla kafa kafaya geldi ve hafif de olsa kafasıyla rakibin yüzüne temas etti.

Bu müdahaleyi iyi değerlendiren rakip oyuncu cevap vermek yerine kendisini bir anda yere bırakınca maçın hakemi için Volkan’ı oyundan atmak dışında bir seçenek kalmadı ve normal sürede 85 dakikayı bir kişi eksik oynamak zorunda kaldık.

Kırmızı karttan sonra Deniz’i sol kenara çektik ama Deniz’in savunma arkasına koşu ve açık alanda top taşıma özelliklerinin yeterince iyi olmaması hücumda bizi sekteye uğratıyordu.

Bütün bunlara rakip orta saha çizgisinde savunma yapmasına rağmen takımın topla oynama Kaan’ın koşu yapabileceği alanlara çok sayıda top atmak yerine topu eveleyip geveleyip bu fırsatları yeterince iyi değerlendirememesi de eklenince oyun tamamen istemediğimiz bir noktaya kaymıştı.

Sezon başından bu yana dakikalarını oldukça iyi ayarladığımız ve hep ihtiyaç duyduğumuz anda sahaya atıp verim aldığımız Deniz 10 kişi kaldıktan sonra bir anda probleme dönüşmüştü. Sorun Deniz değil maçı bu noktaya getiren Volkan’ın sorumsuzluğuydu ama mevcut duruma müdahale etmem gerektiği de açıktı.

Her ne kadar Deniz bireysel olarak kötü bir oyun sergilemese de o bölgede ihtiyaç duyduğumuz profil olmamasından ötürü her ne kadar sahada tutmayı çok istesem de Deniz’i 27. dakikada oyundan çıkartıp, Oğulcan’ı oyuna almak zorunda kaldım.

Bu değişikliğin ardından bir kenarda Oğulcan, diğer kenarda Sefa’nın koşu tehdidinin olması Kaan’ın da daha fazla boş alan bulmasını sağladı ve ilk yarıda sadece Kaanla üç net karşı karşıya gol fırsatı yakaladık ama o ana kadar attığı gollerle zirvede yer almamızı sağlayan Kaan bu üç fırsatı da değerlendiremedi.

Devre arasında Volkan’ın sorumsuzluğunun maçı getirdiği nokta nedeniyle çok sinirliydim ve takımla gerçekten sert bir konuşmam oldu. Belki o kadar sert bir çıkış yapmamam daha iyi olabilirdi ama benzer bir çıkış Velibaba maçında takımın kendine gelmesini sağlamıştı.

Bu maç özelinde ise takım ilk yarıyı çok da kötü oynamamış, 40 dakika eksik oynamasına rağmen hiç pozisyon vermeden üç çok net gol şansı yakalamıştı. Bütün bunlara rağmen Volkan’ın yaptığı şey benim bile kontrolümü kaybetmeme neden olmuştu ve yeterince soğukkanlı kalıp, kalan bölümü yeterince iyi yönetemedim.

İkinci yarıda beklediğimiz gol gelmeyince Ortadağ maçında üç puanı getiren 3–3–1–3'e en yakın diziliş olan 3–2–1–3'e dönmeyi denedik ve 10 numara pozisyonuna bu defa Muhittin’i attık. Bu arada sarı kartı olan ve oldukça agresif bir görüntü çizen Gürkan’ı da kırmızı kart görüp Şile’de cezalı olmaması için Emirhanla değiştirdik. Muhittin’in o bölgeye geçmesi topun ikinci bölgeden üçüncü bölgeye geçişi konusunda elimizi zayıflattı.

Normal şartlarda kenardan oyuna dahil edip 10 numaraya atabileceğimiz bir Deniz olsa ve Muhittin kendi mevkisinde kalsa maç belki çok rahat çözülecekti ama Deniz kartını maçın 27. dakikasında kaybetmiştik. Deniz-Oğulcan değişikliği sırasında bu değişiklik yerine 3–2–1–3'e dönmek galibiyeti getirir miydi maçtan sonra bunu uzun süre düşündüm.

Bu dizilişin savunmada neden olabileceği zaafları düşününce hem de 10 kişiyken yaklaşık 60 dakika oynamak birçok sorunu beraberinde getirebilirdi. Ama diğer rakip savunmanın bu denli yumuşak olduğu bir maçta Deniz’in yaratıcılığından yoksun kalmak da canımızı çok yakmıştı. Bunu maçın oynandığı sırada ona da söyledim ve işlerin bu noktaya gelmesi onu da çok üzdü.

Deniz’in olmadığı 3–2–1–3 tahmin edilebilir bir şekilde istediğimiz sonucu vermeyince son bölümü Muhittin’i santrfora çekip 3–4–2 oynayarak geçmeye karar verdik.

Muhittin’in şut ve rakip eksiltme özelliğinin ceza sahası çevresinde topla buluştuğu bir noktada gole dönüşebileceğini düşünüyordum. Maçın son dakikasında Kaan, Enes’ten gelen kaleci degajını kafayla Muhittin’in önüne bıraktı ve Muhittin yerde sekince hızlanan bu topa yetişebilseydi kaleciyle karşı karşıya kalıp belki galibiyeti getiren golü atacaktı ama yetişemedi ve karşılaşma şoka girmemize neden olan 0–0'lık skorla sona erdi.

Maçtan sonra teknik heyet olarak bizler bile büyük bir şok yaşamıştık. Hakem son düdüğü çaldığında sahadan çıkarken İlkerle konuşu, “Biraz sonra Volkan’a onu bir daha takımda ya da antrenmanlarda görmek istemediğimi söyleyeceğim” dedim.

Bulvarsporla oynanan hazırlık maçından sonra Yağız’ı takımdan gönderirken, “Bu hatayı şampiyonluk maçında yapmayacağını nereden bileceğim?” demiştim. Sakınan göze çöp batar misali şampiyonluk maçında yaşanmasını hiç istemediğim büyük bir hatayı Volkan yapmıştı.

İlker’e Yağız örneğini de hatırlattım ama o haklı bile olsam bunu şimdi değil akşam sakin kafayla düşündükten sonra yapmamı söyledi ve böylece Volkan’ı takımdan göndermek için akşamı bekledim.

Kulübe döndüğümüzde altyapı sorumlumuz Murat hoca oradaydı. Volkan’ın beşinci dakikada atıldığını söylediğimde, “Gönder gitsin” dedi, ben de zaten göndereceğimi ve akşam bunu kendisine de söyleyeceğimi belirttim.

O gün kulüpten eve dönerken yürümeyi tercih ettim. Kulüp ve evimin arası yürüyerek 25–30 dakika civarıydı. Yürürken düşünmeyi planlamamıştım ama bütün maç her anıyla gözümün önünden akıp gidiyor, bütün sezon gözümün önünden film şeridi gibi geçiyordu.

Bütün sezon verdiğimiz emekler bir anda aptalca bir hareket yüzünden heba olmuştu. İlk haftadan beri liderdik ama bir sonraki hafta Şile’ye yenilmemiz halinde şampiyonluğu kaybediyorduk (Şile son hafta ligden çekilen Tuzla Gençlerbirliği ile oynayacağı için bizim maç son maçlarıydı ve bizi yenmeleri halinde şampiyon olacaklardı).

Şampiyonluğu bu noktadan sonra hem de böyle bir şekilde kaybetme düşüncesi gerçekten çok ağırdı ve altından kalkmak kolay olmadı. Eve döndüğümde kafamı dağıtmak için dizi izlemek istedim ama kafamı dağıtmak mümkün değildi.

Lost’un ilk bölümünde Jack’in Kate ile tanıştıkları sahnede Jack’in korkuyla ilgili söylediklerini belki hatırlarsınız. Korku ve paniğin kendisini ele geçirmesine izin vermemesi için yönteminin korku ve paniği tüm hücrelerinde hissedeceği 25–30 saniyeye izin vermek olduğunu ancak sonrasında kontrolü eline alacağını söylemişti Jack.

Bu durumla başa çıkmanın bir yolunu bulmam gerekiyordu ve paniğin 1–2 dakikalığına beni ele geçirmesine izin verip, bütün korkularımla yüzleştikten sonra yeniden kontrolü elime aldım.

Sağlıklı düşündüğümde takım içinde çok sevilen Volkan’ı göndermenin takımın motivasyonunu ne denli aşağıya çekeceğini fark ettim. Zaten mental anlamda dibe vurmuş bir takımı bir anlık kızgınlıkla daha da aşağıya çekmenin bir anlamı yoktu.

Bununla beraber Volkan’ı antrenmanlarda görmek canımı sıkacak ve belki odaklanmam gereken şeylere odaklanamama neden olacaktı. Bu nedenle Volkan’a sezon sonuna dek antrenmanlara katılmamasını ve kendisiyle ilgili kararı sezon sonunda vereceğimi söyledim.

13.Hafta: Şilespor 1–2 Küçükyalı Yelken

Çok zordu…

Şile’den tartışmasız bir şekilde daha iyi bir takımdık ama sezonun ilk haftasından beri lider olan takımın sadece 90 dakikayla ve bir golle bile her şeyi kaybedebilecek olması çok ağır bir düşünceydi.

Ben bu durumun neden olduğu stresle bir şekilde başa çıkabilirdim ama daha önce hiçbir oyuncusu şampiyonluk yaşamamış bir takımın bunu kaldırmasının kolay olmayacağını Pendik Yenişehir Kartalları maçının son düdüğünden beri biliyordum.

Takımın ortaya karakter koyması gerekiyordu ama Maltepe maçında neden olduğu puan kaybının sonrasında önce Ortadağ ardından da Pendik Yenişehir Kartalları maçında kadroda olmasına rağmen oyuna girmeyen Berkay Can Yenişehir Kartalları maçının ardından akşam saatlerinde, “Ben hayatım boyunca yedek kalmadım” diyerek takımdan ayrılmayı seçmişti.

Sezon başında yaptığımız testlerde önceki yıllarda 11'de banko oynayan Berkay’ın bazı değerlerinin takım arkadaşlarının çok gerisinde olduğunu fark etmiştik. En basitinden yukarıda paylaştığım yüksek şiddetli koşu çalışmasında bile genellikle kendinden yaşça küçük oyuncuların gerisinde kalıyordu. Fiziksel olarak takımın gerisinde olan bir oyuncu bir de takım arkadaşlarından daha az cesur davranıyorsa ve sürekli skora etki eden hatalar yapıyorsa bunu kabullenmek gerçekten kolay olmuyor.

Maltepe maçı sonrasında Berkay zaten rotasyonun çok gerisinde kalmıştı ve açık konuşmak gerekirse Şile maçı haftasında sadece şampiyonluğa adanmış karakterlerle birlikte olmak istiyordum. Bu yüzden Berkay’ın ayrılığını büyük bir kayıp olarak görmedim.

Öte yandan gidenler kadar gelenler de olmuştu. Son hafta karşılaşması transfer döneminin başlamasının ardından oynanacaktı ve bu durum beni bir miktar geriyordu.

Ligin ilk yarısında oynadığımız Şile’den net olarak daha iyiydik ama Şile’nin yaklaşan 1. Amatör Ligi’nde oynayacak A takımı için yapabileceği kalburüstü birkaç 2003'lü takviyesini bu maçta bize karşı da oynatması dengeleri değiştirebilirdi.

Maç haftasında Şilespor’un hocası Hasan Hız mesaj atarak transfer yapıp yapmayacağımızı sordu ve yapmayacağımızı söyledim. Buna karşılık o da yönetimin baskısına rağmen transfer yapmayacağını ve bu noktaya geldiği kadrosuyla yola devam edeceğini söyledi.

Hasan Hız’a transfer yapmayacağımı söyledim ama sonrasında altyapı sorumlumuz Murat hoca, kendi okulunda gördüğü Bekir adında bir oyuncuyu transfer etmemiz için tavsiyede bulundu.

Bekir pandemiden önceki sezon Kadıköy’de bulunan Yeldeğirmeni takımında oynamıştı ve geçtiğimiz yaz da Eyüpspor ile idmanlara katılsa da sınava hazırlanmaya karar verdiği için bu transfer gerçekleşmemişti.

Her transfer için TFF’ye 350 TL yatırdığımızdan daha önce bahsetmiştim. Bu nedenle yapabileceğimiz takviye sayısının sınırlı olacağını biliyordum.

Bekir önerisi PYK maçını kazanmamızın ardından yapılsaydı onu takıma almazdım çünkü o durumda şampiyonluk cebimizde olurdu ve yaklaşan Türkiye Şampiyonası Elemeleri için Bekir’e nispeten daha hazır ve oynayarak gelecek bir oyuncuyu tercih ederdim ama PYK maçında alınan beraberlik elimizi kolumuzu bağlamıştı.

Dahası Bekir’i almasak ve maçı kaybetsek gelecek, “Biz size oyuncu önerdik almadınız, alsanız yenilmezdiniz” eleştirilerini de az çok tahmin edebiliyordum. Bütün bunları göz önünde bulundurarak, Hasan Hız’a transfer yapmayacağımızı söylememe rağmen Bekir’i kadromuza kattık ve Şile maçı haftasına bu şekilde girdik.

PYK maçının sonrasındaki ilk idmanda takımın kesinlikle şampiyon olacağını anlamıştım çünkü takımda inanılmaz bir hırs ve kararlılık vardı. Böyle durumlarda yarışı önde götüren takımlar genelde stres yaşar ama kadrodaki her oyuncuyu gözlemlediğimde stresten çok hırs görüyordum.

Yine de takımın şampiyonluk havasını daha fazla hissetmesi için bir şeyler yapmam gerektiğini hissettim ve malum Şile-Maltepe arası 58 km olduğu için şampiyonluk sonrası yolda dinlememiz için herkesin bir şarkı ekleyerek şampiyonluk playlisti oluşturmalarını istedim. Merak eden varsa benim tercihim Tarkan’dan Dudu oldu.

Maçın ilk olarak 23 Ocak’ta oynanacağı açıklanmıştı ve son maça hemen her gün çift idmanla hazırlanmıştık. Hafta boyunca genellikle taktiksel çalışmalar üzerinde yoğunlaştık. Bu doğrultuhttps://twitter.com/uguraktan/status/1484625664556871693da yaptığımız en önemli çalışmalardan biri daha kısa bir takım olmak içindi.

Hücum oyuncularımız rakip kaleye yaklaşmak için rakip ceza sahası çevresinde oynayınca, orta saha oyuncularımızla hücum oyuncularımız arasındaki mesafeler uzuyor, bu da artan pas mesafesiyle birlikte basit top kayıplarını beraberinde getiriyordu.

Mavi takımın oyuncuları top mavi takım tarafından bilinçli bir şekilde mavi alana aktarılmadıkça ya da mavi takımın oyuncuları topu sürerek topla beraber mavi alana girmedikçe hiçbir mavi oyuncu mavi alana giremez. Aynı şey siyah takım ve siyah alan için de geçerlidir.

Normalde bizim antrenmanlarımızda 11'e 11 tam saha maça pek fazla rastlayamazsınız ama bu defa yaptık çünkü kısa takım olma yolunda yapılabilecek en iyi çalışmalardan biri buydu.

Mavi takım kırmızı alanda 7v6 hücum eder. Beyaz takım topu kapıp mavi alandaki üç oyuncusundan birine aktarmayı başarırsa, beyaz takım mavi alanda 3v2 hücumla atağı sonlandırmaya çalışır.

Ayrıca yaptığımız bir diğer çalışma da bir yarı sahada 3v2, diğer yarı sahada ise 7v6 şeklindeki oyundu.

Bu da Carlo Ancelotti’nin takımlarında uygulattığı bir çalışmaydı ve özellikle 7v6 tarafıyla bizim için set hücumlarını ezbere dönüştürme konusunda çok yardımcı oldu.

Maça doğru her birimizin içindeki heyecan her geçen dakika daha da arttı. Takımda geçtiğimiz yıllarda forma giyen oyunculardan ertesi gün şampiyonluk maçı oynayacak eski takım arkadaşlarına motivasyon olması için kısa videolar çekmelerini istemiştim ve bazıları bu çağrıma olumlu döndü, bazıları ise olumsuz cevap verdi.

Her şeyimizle maça hazırdık ama ertesi gün uyandığımızda işler bir kez daha beklediğimiz gibi gelişmedi ve kar yağışı nedeniyle karşılaşma bir hafta ertelendi.

Aynı gergin atmosferi bir hafta daha yaşamak kolay değildi. Dahası maç o gün oynansa kesin kazanırdık çünkü çok iyi motive olmuştuk. Bu kadar yüksek bir konsantrasyon seviyesini bir hafta daha korumanın kolay olmayacağını biliyordum ve bu yüzden maçın iptal olmasına çok üzüldüm.

Maçın ertelenmesine neden olan kar yağışı sonrasında kar topu oynamaya çıkan çocuklar kar topu oynarken bile şampiyonluğun hayalini kuruyordu. Sefa’nın çektiği video herkesin aklından geçenlerin özeti gibiydi. Sefa’nın bütün sezon maçlardan önce hazırladığı Tiktok videoları takım için artık bir totem olmuştu yapmadığında hepimiz eksik bir şeyler varmış gibi hissediyorduk.

Takım içinde sürekli pozitif ve gülen bir yüz. Onu takıma katılmaya ikna ettiğim geceyi hala hatırlıyorum. Saat sanırım gece 3'tü ve hiç tanımadığım biriydi. Önce numarasını buldum. Sonra mesaj attım. İstekli ve heyecanlıydı. O heyecanını kaybettiğini bir gün bile görmedim.

Maçın ertelenmesi mental açıdan kötü olsa da o hafta okulların tatile girmesiyle beraber her gün idman yapma ve mesai durumuma göre bazen çift idman yapma imkanı bulduk.

Maçın ertelenmesi mental açıdan kötü olsa da o hafta okulların tatile girmesiyle beraber her gün ve mesai durumuma göre bazen çift idman yapma imkanı bulduk.

Bu arada bizim takımda bütün bunlar olurken Şilespor da boş durmuyordu. Şilespor yönetimi şampiyonluk maçına çıkacak oyuncularına psikolojik destek vermeye karar vermişti ve bu süreçte psikologlarla çalışmayı tercih ettiler.

Sadece bu paylaşım bile Şileli oyuncuların hissettiği baskıyı ortaya koyar nitelikteydi ve bu durumu maçta lehimize kullanmaya karar verdim.

Bu arada Şile yerel basını çalışanları da boş durmadı ve Bekir transferinden ötürü benim oyuncularıma güvenmediğim yönünde bir algı başlattılar.

Oyuncularıma elbette güveniyordum ama bunu beni hiç tanımayan biriyle tartışacak değildim. Yine de bu durum evimde sakin sakin oturduğum bir akşam bir anda eğri olmamın önüne geçememişti.

Ve işte takımdaki hiçbir oyuncunun hala bilmediği bir yeni bilgi: 30 Ocak gecesi yani maçtan iki gece önce bir türlü aşı olmaya ikna edemediğimiz annemi şiddetli bir koronavirüs ve zatürre nedeniyle hastaneye kaldırdık.

Annemin durumu iyi değildi ve bu durum beni çok etkilemişti. Yine de motivasyonlarının etkilenmemesi için takımın bunu bilmesin istemedim ve bu yazıyı yazdığım güne dek kimseye söylemedim.

Annem 30 Ocak’ta yattığı hastaneden yaklaşık 20 gün sonra çıktı ve bu dönem bana maalesef zaten bildiğim, şampiyonluk maçının sadece bir şampiyonluk maçı olduğunu, hayatta bir futbol maçından çok daha önemli şeylerin olduğu gerçeğini bir kez daha hatırlattı.

Özel hayatımda bütün bu gelişmeler yaşanırken bir yandan da maçı düşünmek kolay olmadı ama takım için o ana kadar olduğu gibi o anda da elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım.

Maç sabahı uyandığımda aklımın bir yanı maçta, diğer yanı annemdeydi. Hastanede ablam vardı ve arayıp annemin durumunu öğrenmek istedim ama ablamdan annemin durumunun kötüye gittiği yönünde bir haber alırsam bu durumun motivasyonumu etkileyeceğini de biliyordum.

Bu durumun maçta vereceğim kararların yanlış olmasına yol açabileceğini bildiğim için maç sonuna kadar ablamı aramamaya karar verdim ve evden bu şekilde çıktım. Annem antrenörlüğe başladığım günden bu yana bana çok destek olmuştu ve bu şampiyonluğu biraz da onun için kazanmak istedim.

Kulübe geldiğimde tam da olmasını istediğim gibi gergin değil gülen yüzlerle karşılaştım. Sefa beni gördüğü anda gülmeye başladı. Takımda şampiyonluk maçının gerginliği değil şampiyonluk kutlamalarına birkaç saat kalmasının mutluluğu vardı. PYK maçının son düdüğüyle birlikte takıma sirayet eden kara bulutlar, Mustafa Denizli’nin tabiriyle hafif bir sis gibi dağılmış ve bu iş daha Şile’ye gitmeden çoktan bitmişti.

Servise binmeden kulüpte kısa bir toplantı yaptık ve tahtaya tek tek sezon boyunca sorun yaşadığımız isimleri yazdım. Ortadağ’ın sahte lisans düzenleyen hocası, İmran, Berkay, Akın, Maltepespor maçında Sefa’ya emzik vereceğini söyleyen oyuncu velisi ve yazıda bahsetmediğim daha birçok isim…

Oyunculara alt alta yazdığım tüm bu isimlerin bu sabah, “Acaba Küçükyalı Yelken şampiyonluğu kaybedecek mi?” heyecanıyla uyandığını ya da uyanacağını söyledim. Beklediğim gibi de oldu ve Akın maçtan önce Muhittin’e, “Kaybedin de bi güleyim” şeklinde bir mesaj attı. Mesaj atmayan diğer isimlerin de aynı şeyi beklediğine eminim tabii…

Takım maça oldukça hazır görünüyordu ve otobüste zor bir deplasmana gitmekten çok sanki bir festivale gidiyormuşuz havası hakimdi. Takımın stresten uzak olması en çok istediğim şeydi ve süreç iki haftaya yayılmasına rağmen arkadaşlarımla beraber bunu başarabilmiştik.

Bir antrenör olarak geliştirmem gereken öncelikli özelliğim belki de maç oynanırken rakip analizi olabilir. Sahadaki takımlardan biri benim takımımsa rakibe ilişkin çok fazla çıkarım yapmakla ilgilenmeden sadece kendi takımımı daha iyi yapmaya odaklanıyorum ve bu da rakibe ilişkin gözlemlerimin eksik kalmasına neden oluyor.

Şile ile oynadığımız ilk maçtan sonra aklımda kalan bir tane Şilesporlu oyuncu bile yoktu ama şansıma grupta bir tane daha Maltepe takımı vardı. Şilespor’un birkaç hafta önce bizim de maçlarımızı oynadığımız Başıbüyük Stadı’nda Maltepespor’a konuk olduğu karşılaşmayı statta izlemiştim ve bu maçta Şilespor’a ilişkin notlar almıştım.

Şilespor’un hücumdaki en etkili oyuncusu sol açıkları Eray Ankara’ydı. Eray dörtlü oynayan takımlara karşı bekle bire bir kaldığında etkili olabilecek bir oyuncuydu ama üçlü oynayan ve sağ bekinin arkasında bulunan mesafeyi sağ stoperi aracılığıyla daraltan takımlara karşı etkili olması zordu.

Maltepespor normalde dörtlü oynamasına rağmen Şilespor’a karşı oynarken bizim gibi üçlü savunmayı tercih etmişti ve Eray bu maçta takımını öne geçiren golü atmıştı ama Maltepespor’un üçlü tercihinde savunmanın ortasında oynayan oyuncu sol stoperde görev yapan Alen’e göre çok ağır bir çocuktu.

Sol kanatta görev yapan sağ ayaklı Eray o maç özelinde Maltepespor’a karşı etkili olmuştu ama bizim hem savunma oyuncularımızın niteliği hem de takım savunmamız Maltepespor’un çok önündeydi. Normalde sol kanatta oynayan sağ ayaklı oyunculardan içe kat etmesini ve şut çıkartmasını beklersiniz ama Eray’ın bir şut tehdidi de yoktu.

Yine de ilk maçta bizim takım Kaan Çolak’ın sakatlığı nedeniyle 10 kişiyken, çizgide bire bir yakaladığı stoperimiz Emre’yi geçip takımının farkı bire indirmesini sağlayan asisti yapmayı başarmıştı. Tabii bu maçta hem Şile’yi hem Eray’ı tanımıyorduk ve bir önlem almamıştık. Şile maçı haftasında ise Eray ve rakibin hücumdaki en etkili ikinci oyuncusu Muhammet Ali Koçla uyuyup uyandığımızı söyleyebilirim.

Maç haftası yaptığımız yukarıda paylaştığım Carlo Ancelotti’nin yarı sahada 3v2 hücum olanağı tanıyan çalışmasında Batuhan’ın karşısına zaman zaman Eray’ın oyun profiline yakın oyuncular olan Oğulcan ve Bekir’i koyuyor ve böylece muhtemel Eray Vs Batuhan eşleşmesi öncesinde Batuhan’ın verebileceği reaksiyonları gözlemliyordum. Ayrıca Sefa’yı da gereksiz yerlerde baskıya çıkmaması konusunda uyarmıştım çünkü onun boşalttığı alanı Kaan Korkmaz kapatmak istediğinde, Batuhan’ın rakiple 1v1 kalma olasılığı bir hayli artıyordu.

Muhammet Ali Koç stoper olsam karşılaşmak istemeyeceğim tarzda hırçın ve fiziksel olarak diri bir oyuncuydu. Kucağınıza alıp uyuta uyuta oynayabileceğiniz bir oyuncu değildi ve sık sık ortaya sahaya kadar gelerek top alıyordu. Emre’ye ona ilişkin tüm uyarları yaptım ve Emre de Muhammet’i tutma konusunda gerçekten maç boyunca harika bir iş çıkardı.

Maça kadroda olmadığı için Şile’ye gelmeyi tercih etmeyen Gökhan ve Rize’de bulunan Kaan Çolak dışında tam kadro bir şekilde gittik. Uzun bir yoldu ve yol boyunca şampiyonluğu nasıl kutlayacağımızı konuştuk. Otobüs Şile’ye girerken polisler tarafından karşılandı ve stada bu şekilde gittik.

Bu bizim tercihimiz değildi ama Şile polisinin bu yönde bir hassasiyeti olmuştu. Bazı oyuncuların velileri ve kulüp başkanı da bizimle birlikteydi ve oyuncularla beraber şampiyonluğu bekleyen yaklaşık 40 kişilik bir ekiptik.

Maça Kaan Çolak ve cezalı Volkan dışında ideale en yakın ilk 11'imizle çıktık. Çolak’ın yokluğunda sol bekte 2006'lı doğumlu Abdullah, Volkan’ın yokluğunda ise ilk Şile maçında da olduğu gibi Oğulcan oynadı.

Çoğu antrenör bu tarz maçlarda ve hatta sezon genelinde yaşı küçük oyuncuları oynatmaktan çekinir ama ben her iki oyuncunun da yeteneğine ve karakterine güvendiğim için alternatiflerimiz de olmasına rağmen hiç çekinmeden oynatmayı seçtim ve böylece 2003 liginde şampiyonluk maçına iki tane 2006'lı ve lisanslı olarak ilk kez bu sezon futbol oynayan 2005'li bir oyuncuyla çıktık.

Oğulcan’ın ilk Şile maçında U16'dan gelip bir anda 11'e girmesi İmran ve Yiğit gibi oyuncuların tepkisini çekmişti ama hem Abdullah hem de Oğulcan son dönemde antrenmanları da bizle yapıyordu ve verdikleri katkıyla kendilerini takıma kabul ettirmişti.

Maç öncesinde bizim oyuncularımız şampiyonluk anısı olması için birbirileriyle fotoğraf çektirme yarışına girerken, Şilesporlu oyuncular ise oldukça gergin görünüyordu.

Bu durum beklediğim gibi sahaya da yansıdı. Oyuna santradan Kaan’ın kaleye gönderdiği şutla başladık. Topun auta çıkmasının ardından, “Hep beraber önde baskı ilk 20 dakikada bitecek bu iş” diye bağırdım.

Takımla son dönemde kapılan topların ardından direkt kaleye gitme üzerine çalışmalar yapıyorduk. Ralf Rangnick’in Leipzig’de uyguladığı dört minyatür kaleli 8v5 çalışmanın üzerinde çok duruyorduk.

8v5 üstün olan sarı takım gol atmadan yapabildiği kadar pas yapar. Mavi takım topu kaptığı anda dört kırmızı kaleden birine gol atmaya çalışır, sarı takım ise topu kaptırdığı anda toplu bir presle topu geri kazanma hamlesi yapar.

Özellikle orta sahada kapılan toplarla birkaç pasta kaleye gitme üzerine olan bu çalışmanın geri dönüşünü bu önceki maçlarda olduğu gibi bu maçta da gördük ve Kanca orta sahada kazandığı topu kısa bir görüntüde olduğumuz için öne çıkmak zorunda kalan Şilespor savunmasının arkasına sarkıtınca savunma arkasına iyi bir koşu yapan Oğulcan kaleciyle karşı karşıya kaldı ve henüz 3. dakikada öne geçtik.

Golden sonra takım kulübeye koştuğunda Şilesporlu oyuncuları biraz daha baskı altına almak için, “İkinci golden sonra şampiyon tezahüratı istiyorum” diye bağırdım. Tabii ki sezonun o ana kadarki bölümünde olduğu gibi ve ondan sonraki bölümünde de olacağı gibi işler yine bizim beklediklerimiz gibi gelişmedi.

1–0'dan sonra daha iyi bir görüntü çizen taraf biz olsak da ikinci golü bulmakta zorlandık. Bunun yanında maçın hakeminin kolay faul kararları sayesinde sık sık duran toplarla kalemize kalabalık gelen Şilespor’un çok sayıda duran top şansı bulması üzerimizdeki baskının artmasına neden oluyordu.

Bu duran topların bir noktada hata getireceği üç aşağı beş yukarı belliydi ve hatayı kalecimiz yaptı. Sağ kanattan kullanılan serbest vuruş ceza sahasının ilk metrelerine doğru atılırken, topu almak için kalesini terk eden Enes topa müdahale edemeyince, penaltı noktasının gerisinden yapılan kafa vuruşu Enes’in kaleyi terk etmesi nedeniyle bomboş olan kalemize golle sonuçlandı.

Ben, “İkinci golden sonra şampiyonluk tezahüratı istiyorum” derken Şilesporlu oyuncuları baskı altına almak istemiştim ama sanırım bu durumdan Şilespor teknik heyeti etkilenmiş olacak ki golden hemen sonra bizim kulübeye dönerek, “Hadi şampiyon diye bağırsanıza” şeklinde bir çıkışları oldu. Maçın yüksek tansiyonu nedeniyle bu durumu elbette yadırgamıyorum.

Beraberlik golünden sonra dengede giden bir oyun vardı ama dengeyi bozan ve şampiyonluğu getiren gol Muhittin’den geldi. Şilespor’un beraberlik golü gibi bir duran topta gelen bu golde Emre rakip yarı sahanın ilk metrelerinden faulü kullanmış, penaltı noktasının biraz önünde düzgün bir kafa vuruşuyla Muhittin skoru 2–1'e getirmişti. Gol anı muhtemelen hayatımın en mutlu 10 anından biridir. Önce ofsayt olur mu korkusuyla yan hakeme baktım ama orta saha hakem santrayı gösterince bir anda gayriihtiyari şekilde çimlere kapandım.

Bu arada bütün bunlar olurken Kaan Korkmaz, Batuhan ikilisi Eray Ankara’yı adeta sahadan silmişti. Sefa sağ kanattan birkaç kez etkili şekilde dribbling yapsa da çoğunda faulle durdurulmuştu. Akan oyunda rakibe pozisyon vermeyeceğimiz açıktı ve kaybetmek için büyük bir hata yapmamız gerekiyordu.

Devre arasına 2–1'le girmiştik. Her şey iyiydi ama basit faullerin getireceği duran topların canımızı yakabileceğini biliyordum. Bunu takımın aklına bir şekilde kazımam gerekiyordu. Saha içi giriş kartımı boynumdan çıkardım elimde tutarak, “Bakın ben bu lisansı Afyon’da açılan 15 günlük bir kursun sonunda aldım. Bu takım bize 11'e 11 oyunda duran toplar dışında bir gol atarsa bu lisansı yırtarım. İlk maçta gol yedik ama Kaan Çolak kenarda olduğu için 10 kişiyken yedik. Bugün yediğimiz gol de duran top. Çok çok ekstra bir durum olmadıkça faul yapmanızı kesinlikle istemiyorum” dedim.

İkinci yarı başlamadan önce rüzgar sert esmeye başlamıştı ve maç başlamadan çıkardığım mor polarımı giymek için yedek kulübesine doğru bir hamle yaptım ama maçı cezası nedeniyle bizim yedek kulübesinin hemen arkasında takip eden Volkan, “Hocam çok iyi oynuyoruz giymeyin” diyerek totem yapınca ne olur ne olmaz diyerek rüzgara ve üşümeme rağmen polarımı giyemedim.

Devre arasındaki konuşmam sanırım etkili olmuş olacak ki ilk yarıda sık sık yaptığımız fauller ikinci yarıda bıçak gibi kesildi. Bu arada yine Şilesporlu oyuncuları etkilemek için maç içerisinde, “Faul yapmayın yeter bu takım akan oyunda bize zaten gol atamaz” diye bağırmayı ihmal etmedim.

İlk yarıda golü yememize neden olan faulü rakibin kontra atağını kesmek isteyen Gürkan yapmıştı ve bu pozisyonda sarı kart görmüştü. Gürkan’a devre arasında onu 10 dakika sonra oyundan çıkartacağımı ve bu sürede kesinlikle kırmızı kart görmesini istemediğini söyledim.

Sarı kartlı Gürkan’ı sahada tutmak istemiyordum çünkü sarı kart demek golle sonuçlanabilecek atakları faulle kesme şansımızın olmaması demekti. Bu anlamda elimizin zayıflamasını istemiyordum ve Gürkan’ı 56'da Maltepe maçından sonra takımı bırakacaksa da şampiyonluktan sonra bırakmasını isteyerek kadroya bir kez daha dahil ettiğim Cemal’i aldım.

71'de Abdullah artık yorulmaya başlamıştı ve Oğulcan da ayağında bir ağrı hissetmeye başladığını söyledi. Üç seferde beş oyuncu değişikliği hakkımız olduğu için iki oyuncuyu ayrı ayrı değiştirmektense ikisini aynı anda değiştirmeyi daha uygun bulduk ve Abdullah yerine Emirhan’ı, Oğulcan yerine ise Yiğit’i aldık. Bu değişiklikten sonra Cemal sol beke geçerken, sol stopere Emirhan geçti.

Bu noktada yeni transfer Bekir’i almak da bir seçenekti ama Bekir takıma yeni katılmıştı ve karakteriyle ilgili henüz kesin bir yargıya varamamıştım. Takımın bütün sezon emek verdiği şampiyonluğu çok da umursamayıp, savunma disiplininden kopuk bir anlayışla savunma zaafı oluşturması da ihtimaller arasındaydı. Yenik durumda olsaydık ve işler yolunda gitmeseydi belki bu riski alabilirdim ama işler yolundayken bu riski almak istemedim.

Birkaç dakika sonra rakip takımın hocası sol kanatta Kaan Korkmaz ve Batuhan tarafından sahadan silinen Eray’ı sağ kanada çekti. Bu hamlenin hemen sonrasında ben de Batuhan’ı Emirhanla değiştirerek sol stopere, Kaan Korkmaz’ı da Cemalle değiştirerek sol beke çektim.

80'de Emre’nin bütün maç top aldırmadığı Muhammet Ali Koç oyundan çıktı. Bu takım bu sezon Muhittin, Emre, Kaan gibi oyuncuların üzerine kurulmuştu ve muhtemelen birkaç sene sonra da 2005'li Deniz gibi oyuncuların üstüne kurulacaktı. Bu atmosferi yaşaması ve bu şampiyonluk maçında oynamanın sonraki yıllarda saha içindeki özgüvenini olumlu etkileyeceğini düşünerek 83'te Sefa yerine Deniz’i oyuna aldım.

Şile’ye giderken ihtiyaç olabileceğini düşündüğümüz sekiz farklı diziliş kurgulamıştık ve karşılaşabileceğimiz her kötü senaryoya yönelik hamlelerimiz hazırdı .

Ama ilk dakikadan itibaren hemen her şey istediğimiz gibi gittiği için maçı başladığımız gibi 3–4–3 ile tamamladık.

90 dakika sona erdiğinde gerçekten tarifi zor bir mutluluk yaşadık ama oyuncularımı tebrik etmek için sahaya girdiğimde arkamdan gelen ve maçı her nedense bizim yedek kulübemizin hemen arkasında izleyen Şilespor kaleci antrenörü beni itti ve ahlaksız bir adam olduğumu söyledi.

Adama cevap verip ya da beni itmesine karşılık verip olayların büyümesine neden olabilirdim ama bu işten muhtemelen böyle bir olayın ardından çok sayıda oyuncusu ceza alacak bizim takımımız zararlı çıkardı. Bu şampiyonluğun ardından sadece şampiyonların katılacağı yeni bir grup oynayıp Türkiye Şampiyonası’na katılma mücadelesi verecektik ve kimsenin ceza almaması için sakin kalıp cevap vermedim.

Başkan ve yöneticilerin de sahaya girmesinin ardından olaylar yatıştı ve Şile’den unutulmaz güzellikle şampiyonluk fotoğraflarının ardından ayrıldık. Maç biter bitmez ilk iş ablamı aradım ve annemin durumunun daha iyiye gittiğini öğrendim. Bu en az şampiyonluk kadar güzel bir haberdi ve içim biraz daha rahat bir şekilde kutlamalara katıldım.

Dönüş yolu gerçekten de inanılmaz keyifliydi. Şampiyonluktan sonra yol boyunca dinlemek için oluşturduğumuz şarkılar eşliğinde dönerken, çocuklar da bizler de büyük sevinç yaşadık. Hem şampiyonluğa sevindiğimiz, hem maçı hem maç sonrasını hem de bütün sezonu mutlu bir tebessümle konuştuğumuz bu yol uzay-zaman bükülmesiyle sonsuza kadar sürseydi bile şikayet etmezdim.

Şile’den kulübe döndükten sonra başkan, yönetim ve takımla birlikte şampiyonluk yemeğine gittik ve yemek esnasında annemle bir telefon görüşmesi gerçekleştirdim.

Son birkaç gündür annemin durumu ve final maçı stresi derken bütün bu süreç beni yormuştu ve biraz olsun rahatlayıp dinlenmeyi hak etmiştim. Başkan, yönetim kurulu ve takımla çıktığımız şampiyonluk yemeğinin ardından kulüpte geç saatlere kadar oyuncularla oturduk.

Birçok futbolcunun gitmesinin ardından en son kalanlar ben, İlker, Erkan, Kanca, Volkan, Kaan ve Gürkan’dı. Önce sezon başında yazdığımız herkesin tahmin ve temenni mesajlarını okuduk. Bir numaralı tahminim şampiyon olacağımızdı ve bu tahminimi tutturmuştum.

İki numaralı tahminim sezon içerisinde sevdiğim kızla barışmaktı ve 1–1 sona eren 1 Ocak’taki Maltepe maçından bir gün sonra buna yönelik bir adım atsam da beklediğim karşılığı bulamamıştım.

Tahminlerin okunmasının ardından hep beraber sezon başından bu yana takımla keyifli zaman geçirmek için yapmayı planladığımız ancak antrenmanlardan ve maçlardan bir türlü fırsat bulamadığımız vampir köylü büyücü oyununu oynamaya karar verdik.

Gerçekten unutulmaz anlara sahne olan bu oyunda ben köylüydüm. Vampir olan Erkan ve Gürkan’ı yakalamamız uzun sürmedi ve Şile maçından sonra günün ikinci oyununu da kazandık.

14.Hafta: Küçükyalı Yelken 6–3 Pendik Velibaba

Şampiyonluk stresinin ortadan kalkmasının ardından Türkiye Şampiyonası Elemeleri’nin ne zaman başlayacağı henüz netleşmemişti ve takımdaki herkesten bir süre futbolu düşünmeden kafalarını boşaltmalarını istemiştim. Bu doğrultuda Velibaba maçında da sezon boyunca daha az oynayan oyuncuları oynatmaya karar verdik.

Şampiyon olduktan sonra kupa töreni planlanmıştı ve kupayı Gülsuyuspor başkanının vermesi yönünde bir karar alındı. Bu nedenle bu maçı bu sezon oynadığımız diğer iç saha maçlarının aksine Gülsuyu Asım Kara Stadı’na verdiler. Keşke hiç Asım Kara’da oynamasaydık çünkü bu maçı o statta güzel bir zemin, tribün atmosferi ve nispeten çok daha iyi soyunma odalarıyla oynamak, sonrasında Başıbüyük’te oynadığımız maçları çok çekilmez bir hale soktu.

Rakibimiz U16 Ligi’nde şampiyon olmuştu ve U16 Türkiye Şampiyonası’nda oynayacak alt yaş grubu takımına ciddi bir hazırlık maçı olması için maça 2006 doğumlu oyuncularıyla gelmişti.

Bununla beraber bizim takım da ise tahmin etmenin pek de zor olmayacağı şekilde şampiyonluk rehaveti ve konsantrasyon sorunu vardı. Gürkan, Emre, Batuhan, Kaan Korkmaz gibi ilk 11 oyuncularını kadroya almamıştık ve maça sezon boyunca kullanmadığımız bir 11'le başladık.

Maçın henüz 1. dakikasında Muhittin’in ceza sahasından çektiği şut kaleciden sekince, Bekir kulüpte topla buluştuğu ilk anda golünü attı ve 1–0 öne geçtik. Eren-Samet ikilisinin uyumsuz görüntüsü ve kafa toplarında yaşadıkları sıkıntılar nedeniyle oyunu rakip yarı alana yıkıp orda kalmakta zorlandık ve Şile maçında hatalı bir gol yiyen Enes, savunma arkasına atılan bir topta çıkıp çıkmama konusunda tereddüt edince skora denge geldi: 1–1.

Maçın 39. dakikasında transfer olduğu günden bu yana en iyi futbolunu oynayan Gökhan’ın kullandığı kornerde Kaan’ın golüyle devreye 2–1 önde girdik.

Her ne kadar formalite ve prestij maçı olsa da oynadığımız oyun kabul edilemezdi ve devre arasında takımla maalesef yine sert bir konuşmamız oldu. Bu uyarılar etkili olmuş olacak ki ikinci yarıya iyi başladık. 47'de Muhittin, 48'de Kaan’ın golleriyle rakibin direnci iyice kırıldı. 66'da Gökhan’ın golüyle skor 5–1 oldu.

78'de penaltıdan yediğimiz golle 5–2'ye gelen maç 89'da Deniz’in dört kişiyi çalımlayıp attığı şık golle 6–2 oldu. 90'da stoper olarak oyuna giren Alperen’in attığı uzun top yarı sahayı geçmeyince, ceza sahası dışından çekilen bir şut Berat’ın müdahalesine rağmen golle sonuçlandı ve grupta oynadığımız son maç 6–3 sona erdi.

Tribünde çocukların arkadaşları vardı ve maçtan sonraki kupa kaldırma görüntüleri görülmeye değerdi.

Sezon başından belirlediğimiz hedefler listesinin ilk sırasında herkesin içinde olmaktan mutluluk duyacağı bir takım yaratmak vardı ve bunu başarmıştık.

Bunun yanında iki numaralı hedefimiz oyuncuların gelişimiydi ve hemen her oyuncu futbol hayatının en verimli sezonunu oynamıştı. Grubun gol kralı 15 golle geçen sezon olduğu gibi Kaan olurken, en golcü ikinci oyuncu da 12 golle orta saha oyuncumuz Muhittin’di. Bu iki ismin yanı sıra Deniz en çok gol attığı sezonunu yaşamıştı, Gürkan sol bekten sol stopere evrilirken, Sefa ve Volkan da savunma ve oyun bilgisi anlamında sınıf atlamışlardı.

Bu iki öncelikli hedefin yanında şampiyonluk yarışının içinde olup, bu yarışı kazanabilirsek çok güzel olur diye düşünüyorduk ve bunu da başarmıştık.

Şile maçından birkaç gün önce gece yarısı yaptığımız sohbetlerden birinde şampiyonluğun sadece bir maçtan çok daha fazlası olduğunu anlatmak için takıma attığım bir mesaj vardı.

Bu takımdaki oyuncuların bazıları hayatlarını futbolculukla kazanacak ama bazıları da hiç şüphesiz yaşamlarını farklı meslekler icra ederek sürdürecek. Ama teknik heyet olarak ben ve arkadaşlarım da dahil olmak üzere kim bundan sonra nerede ne yaparsa yapsın bu çok özel hikayenin bir parçası olarak kalmaya devam edecek.

Sezon içerisinde bir Süper Amatör Lig takımından teknik sorumlu olmam için ve bir Süper Lig takımından da maç analizi ekibine katılmam için teklif almış ama bu takımla şampiyon olmayı her şeyden çok istediğim için kabul etmemiştim.

Yalan yok, Pendik Yenişehir Kartalları maçında Volkan’ın yaptığı sorumsuzluktan sonrası gibi anlarda zaman zaman acaba yanlış mı yaptım diye kendimi sorguladığım da oldu ama şimdi geriye dönüp bakınca hata yapmadığımı ve bu hikayenin bir parçası olmanın her şeye değeceğini anlıyorum.

Bu süreçte her zaman yanımda olan aileme, arkadaşlarım İlker, Erkan, Emre ve desteğini hiçbir zaman esirgemeyen Telat amcaya, arkadaşlarımla beraber çalışma fırsatını tanıyan Küçükyalı Yelken yönetimine, birlikte çalışmaktan büyük mutluluk duyduğum oyuncularıma, maçlar için her hafta sonu izin yapmam gerektiğinde beni idare eden GOAL Türkiye ekibine ve tabii ki her ne kadar bu mutluluğu onunla paylaşamasam da antrenörlük yapmak gibi bir şey hiç aklımda yokken bana bunun hayalini kurduran sevdiğim kıza teşekkür etmem gerekiyor.

Son olarak merak edenler için sezon bizim için Velibaba maçıyla bitmedi ve sekiz maçlık bir Türkiye Şampiyonası Elemeleri oynadık. Orada yaşadıklarımızı da anlatma niyetim var ama şimdi biraz dinlenip, sezonun yorgunluğunu atma zamanı…

--

--