Varsayılan Ayarlar ve Var Sanılan Mülkiyet

Uğur Arıcı
10 min readMar 4, 2019

--

Medium bu yazıyı okumanızı engelliyorsa blogumdan okuyabilirsiniz. Yazılarımı blogumda yayınladıktan 1 hafta sonra burada yayınlıyorum.

Geçtiğimiz hafta bir mağazada dolaşırken bir masa beğendim. Malzemesi iyiydi, ayaklarındaki işlemeler ve üstündeki süslü desen özellikle hoşuma gitmişti. Satıcıya o masayı almak istediğimi belirttim. Satıcı hemen yardımcı olalım dedi ve bana bu masaya sahip olmanın ve sonrasında kullanımının şartlarını belirten bir sözleşme çıkardı.

Sözleşmeye göre bu masayı sadece kapalı bir odada, 4 ayağının üzerine yerleştirerek ve yüzeyinde bir şeyler (yemek, çalışma kağıtları, bilgisayar vb) barındırarak, kişisel amaçlarım için kullanabilirdim. Bu masa 4 kişilik tasarlanmıştı ve bu yüzden etrafına 4 taneden fazla sandalye koymam yasaklanıyordu. Masanın durumuna ve işleyişine müdahale etme hakkım yoktu. Örneğin masayı koyduğum zemin yamuksa ve masa sallanıyorsa bir kağıt parçasını katlayıp kısa kalan ayağın altına sıkıştırmam yasaktı. Çok lazımsa yetkili bir servisten birilerini çağırarak ücreti karşılığında destek alabilirdim. Eğer masanın bu hali hoşuma gitmiyorsa hiç kullanmayacakmışım. Tamamen onların düşündüğü ve planladığı şekilde kullanacaksam bu masayı satın almalıymışım. Aksi durumda yasal haklarını kullanacaklarmış.

İyi de, ben bu masayı masa olarak kullanmak için almak istemiyordum ki. Masanın ayaklarını kesmeyi planlıyordum. Çünkü üstündeki desen çok güzeldi, bunu ofisimizin duvarına asarak sergilemek istiyordum. Ayrıca masanın işlemeli, güzel ayaklarını da yine ofisin dekorasyonunda kullanacaktım. Her ayak 3 parçaya bölünerek 3 ayaklı 4 tane kahve sehpası yapılabilirdi. Ama bunları yapabilmek için masaya sahip olmam, yani satın almam gerekiyordu. Satın almak için ise bu sözleşmeyi kabul etmem gerekiyordu. Sözleşmeyi kabul edersem de bunları yapamazdım.

Komik bir durum dimi? Tabii ki bu durum böyle yaşanmadı ama yine de son derece gerçek. Bu hikayedeki masa yerine bir bilgisayar ya da telefon koyacak olursanız bu her gün binlerce kez yaşanan bir olay. Üstelik bu yazıyı bir bilgisayar ya da telefondan okuyorsanız bu tip şartları siz de çoktan kabul etmiş durumdasınız.

Yazıcı sizin ama yazdırıcı bizim

1980’de MIT’nin (Massachusetts Institute of Technology) yapay zeka laboratuvarındaki yazıcılardan birisi kağıt sıkıştırıp duruyor. Yazıcıya 50 sayfalık bir belge gönderiyorlar, birkaç dakika sonra almaya gittiklerinde ise yazıcının kağıt sıkıştırdığı için belgeleri çıkarmadığını görüyorlar. Bu yüzden yazdırma işlemi yapacak kişilerin yazdırma sürecinde makinenin başında beklemesi gerekiyor ve bu da çok fazla zaman kaybı yaratıyor. Orada çalışan programcılardan biri olan Richard Stallman da bu sorunu yaşıyor ve daha önce başka bir yazıcı için uyguladığı çözümü bu yazıcıya da uygulamak istiyor.

Yazıcının kodlarında değişiklik yaparak eğer yazıcıda kağıt sıkışırsa yazdırmayı bekleyen kişiye “Yazıcıda kağıt sıkıştı, lütfen düzeltin” diye bir mesaj gönderilecek ve böylece bu tip bir tıkanmanın önüne geçilecek. Ancak Stallman yazıcının içindeki kodların kapatıldığını, yani sadece makinenin anlayacağı şekle getirilerek kaynağının insanlardan gizlendiğini görüyor. Yazıcı Xerox’tan hediye geldiği için Stallman yazıcının kaynak kodunu istiyor. Hiç beklemediği şekilde reddediliyor. Bu yazılımın “özel mülk” olduğunu yani şirkete ait olduğunu söylüyorlar.

Yani dünyanın en seçkin teknoloji kurumlarından biri olan MIT’de, dünyanın seçkin bazı bilgisayar programcıları ofislerindeki yazıcının nasıl çalıştığına müdahale etmekten alıkonuyor. Teknik olarak yazıcının sahibi MIT, yani o yazıcı artık o kurumun mülkü. Ama bu ürünün çalışma şeklini kendi istedikleri hale getirmek için erişim ve düzenleme yetkileri bulunmuyor. Yazıcıyı üretip kendilerine veren firma diyor ki “evet yazıcı sizin ama yazdırmasını sağlayan program bizim, dokundurtmayız”

Özgür Yazılım Hareketi

Sahip oldukları donanımın nasıl çalıştığına müdahale etme hakkının kısıtlandığı bu süreci yaşayan Richard Stallman “sahipli” yazılımların teşkil ettiği tehlikeyi fark ediyor. Ticari kaygılarla kapatılan ve “sahipli” hale getirilen yazılımların, bilgi teknolojilerinin ve insanlığının gelişiminin önünü nasıl tıkayacağını öngörüyor. Çünkü bir yerlerde zaten birilerinin çoktan yapmış olduğu bir işi alıp üstüne bir şeyler koymak varken, o kaynak “onların malı” olduğu için o işin tekrar yapılması gerekiyor. Yani her seferinde tekerlek yeniden icat ediliyor.

Richard Stallman

Kullanıcı tarafında ise daha korkunç bir şey var: insanlar kendi ihtiyaçlarını karşılaması için kimi araçlara para ödeyerek satın alıyor ama bu araçların aslında ne iş yaptığını anlayamıyor ve değiştiremiyor. Asla sahibi olamayacağı şeyleri fiziken yakınında tutma yetkisi için çuvalla para ödüyorlar.

Böylece özgür yazılım hareketi başlıyor. Tanımı gereği bir yazılımın özgür yazılım sayılması için 4 şart bulunuyor:

  • Herhangi bir amaç için yazılımı çalıştırma özgürlüğü (0 numaralı özgürlük).
  • Her ne istiyorsanız onu yaptırmak için programın nasıl çalıştığını öğrenmek ve onu değiştirme özgürlüğü (1 numaralı özgürlük). Yazılımın kaynak koduna ulaşmak, bu iş için önkoşuldur.
  • Kopyaları dağıtma özgürlüğü. Böylece komşunuza yardım edebilirsiniz (2 numaralı özgürlük).
  • Tüm toplumun yarar sağlayabileceği şekilde programı geliştirme ve geliştirdiklerinizi (ve genel olarak değiştirilmiş sürümlerini) yayınlama özgürlüğü (3 numaralı özgürlük). Kaynak koduna erişmek, bunun için bir önkoşuldur.

Detaylı bir tanım için özgür yazılım vakfının özgür yazılım tanımı sayfasını ziyaret edebilirsiniz.

Başta söylendiği zaman komik gelen bir şeyi ortaya atarak; Richard Stallman mevcut işletim sistemi parçalarını hiçbir “mülk yazılım” parçası içermeden yeniden yazacağını ve bunu özgür yazılım olarak sunacağını açıklıyor. Daha önceki örnekleri UNIX diye anılan bu sistemi özgür olarak tekrar yazarken ona verdiği GNU isminin açılımı ise hayli kinayeli: GNU is Not Unix (GNU, Unix değildir)

Adı tek başına Linux sanılan işletim sistemi dağıtımlarının doğru adı GNU/Linux’tur.

GNU gelişimini sürdürürken Linus Torvalds kendi ihtiyaçlarına göre düzenlediği bir işletim sistemi çekirdeği (kernel) olan Linux’u özgür şekilde sunuyor ve bugün dünya üstündeki cihazların büyük çoğunluğunun kullandığı işletim sistemi ortaya çıkmış oluyor: GNU/Linux. Aslında çoğu insanın adını tek başına Linux sandığı işletim sistemi dağıtımlarının doğru adı GNU/Linux’tur. Basit bir kullanıcının blogundan, teknoloji devlerinin uygulama sunucularına kadar birçok makine GNU/Linux üzerinde çalışmaktadır. “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” yaklaşımıyla geliştirilen ve bugün hâlâ geliştirilmesi süren özgür yazılımlar her gün dünyayı biraz daha iyi bir yer haline getiriyor.

Siz hiç özgür yazılım kullandınız mı?

Bunu bir web sayfası üzerinden okuduğunuza göre: evet! Önceki yazımda da bahsettiğim gibi, internet üzerinden bilgi aktarımını kolaylaştırmak adına geliştirilen web en yaygın kullanılan özgür yazılımlardandır. Kullandığınız web sitelerinin bir çoğunun sunucusu da özgür yazılım lisanslı işletim sistemleri kullanmaktadır. Özgür yazılım bugün CERN’deki parçacık deneylerinden uzaya gönderilen araçlara kadar her yerde kullanılıyor. Bugün Vikipedi, Facebook gibi devlerin sizlere hizmet sunabilmek için yazdıkları sistemler özgür bir programlama dili olan PHP ile yazılmıştır.

Vikipedi’nin yazlımı MediaWiki özgür bir yazılımdır.

Evet hem Vikipedi hem de Facebook özgür bir programlama dili olan PHP ile geliştirilmiştir. Ama küçük bir fark var. PHP kullanılarak yazılan Vikipedinin kodu da özgür iken Facebook’un kodu tabii ki özgür değildir. Yani evet, bugün Vikipedi’nin yazılımını mediawiki.org adresinden indirip siz de kendi vikinizi açabilirsiniz. Ya da kendi vikinizi açmayacaksanız bile Vikipedi’de gezerken “ya şurası şöyle değil de böyle olsa daha iyi olmaz mı” diye aklınıza gelen bir fikri özgür yazılım topluluğunda gündeme getirerek o değişikliğin ana sisteme eklenmesini sağlayabilirsiniz. Ancak Facebook’un yazılımını indirip kendi Facebook’unuzu açmanızın ya da kaynağına destek olmanızın imkanı yoktur çünkü kaynağı özgür değildir. Bu aynı zamanda Facebook’un tam olarak nasıl çalıştığını hiçbir zaman anlayamayacağınız ve onu değiştiremeyeceğiniz anlamına gelir.

Peki bunların ötesinde bir yazılımın “sahipli” olması ne anlama gelir ve günlük hayatımızda bizi nasıl etkiler?

“Sağa dönemem ama yasak olduğundan değil”

Ericsson A1018s modeli

İlk cep telefonum bir Ericsson A1018’di. Elime aldığım ilk günü telefonun ayarlar bölümündeki melodileri tek tek dinleyerek geçirmiştim. Eminim herkes yaşamıştır böyle bir şey. Zaten sadece birkaç temel özelliği bulunan bu cihazları özelleştirerek “kişisel” hale getirmek istiyorduk. Sonra yaygınlaşan Nokia telefonlarla doğrudan telefon kapaklarını istediğimiz gibi değiştirebiliyorduk. Uygun ölçüler tutturulduğu sürece isteyen herkes telefon için kapak üretebiliyordu. Şimdiki gibi telefonu fazladan saran bir kaptan bahsetmiyorum, direkt telefonun dış katmanından bahsediyorum.

Nokia telefonlara geçmemizle beraber benim en sevdiğim şeylerden biri melodi kitapçıkları olmuştu. Hatırlayanlar vardır; bu telefonların melodi ayarlarında özel bir girdi alanı bulunurdu. Çeşitli tuş kombinasyonlarıyla buraya notalar girer yani melodiyi tanımlardık. Bu melodi kodlarının bulunduğu kitapçıklar da telefoncularda satılırdı.

Aslında telefonun “ayarlar” bölümünde bu kadar fazla vakit geçirmemizin çok basit ve anlaşılır bir sebebi vardı: özelleştirme ihtiyacı. Telefonu varsayılan ayarları ile kullanmak istemiyorduk. Onun yapabileceklerini kavramak, yeteneklerinden faydalanarak bize özgü hale getirmek istiyorduk. Çünkü bu telefonu satın almıştık, artık bizim mülkümüzdü ve bizden bir şeyler taşısın istiyorduk. Bir başkasının tanımladığı varsayılan ayarları ve çalışma şeklini bu yüzden değiştirmek istiyorduk.

Şimdi bugüne dönelim; bilgisayarlarımız ve telefonlarımız varsayılan işletim sistemleri ve varsayılan uygulamalarla geliyor. Bu varsayılan yazılımların da varsayılan ayarları bulunuyor. Biz cihazları satın alırken bunları bir bütün olarak satın alıyoruz. Tabii ki fondaki görseli değiştirmek, çalma sesini değiştirmek gibi birkaç düzenleme yapıyoruz ama büyük bir fark var: ellerimizdeki telefonlar ataları gibi sadece birkaç temel işlem yapan basit aletler değil. Aslında her biri saniyede milyarlarca işlem yapabilen bilgisayarlar. (1GHz = saniyede 1.000.000.000 işlem) Bu ciddi bir güç demek. Parasını ödeyerek satın aldığımız bu gücün bizim için çalışmasını isteriz. Ya da en azından bize karşı çalışmamasını isteriz. Oysa bu cihazlarla gelen bazı sabit uygulamalar bizim bilgilerimizi kimi şirketlerle paylaşıyor ve bu uygulamaları telefondan kaldırmamız dahi mümkün olmuyor. Hemen deneyelim mi? Eğer Android işletim sistemli bir telefon kullanıyorsanız cihazınızdaki Google uygulamalarını silmeyi deneyebilir misiniz? Zaten en başında telefonu kullanabilmek için bir Google hesabınız olmasını istemişti hatırladınız mı? Bu durum Apple’ın iOS işletim sistemli telefonları için de farklı şartlarla geçerli. Microsoft Windows 10’da kurduğunuz programların ve kullanım verilerinizin “lisans denetimi” gerekçesiyle takip edildiğini ve şirketlere raporlandığını biliyor muydunuz? Ayrıca Apple mac OS işletim sistemli cihazlarda da kullanım verilerinin takip edilmesi yoluyla reklam pazarlama faaliyetlerine imkan tanınır hale gelindi. Hepsinden önemlisi; bu yazılımların çalışırken arka planda tam olarak ne iş yaptığını biliyor muyuz? Ortam dinlemesi ya da kamera ile gözetleme yapılmadığından emin olabiliyor muyuz? Hayır. Çünkü özgür yazılımlarla çalışmıyorlar.

Yani artık sahibi olduğumuz (!) cihazlar bize yardım etmekten ziyade bize neyi nasıl yapamayacağımız yönünde sınırlar koymak ve onların belirlediği sınırlar içinde neler yaptığımızı da şirketlere bildirmek üzere tanımlanmış varsayılan ayarlar ile geliyor.

Şimdi şöyle bir şey hayal edin: yeni bir araba aldınız, sabah kalkıp işe gitmek üzere arabaya bindiniz ve yola çıktınız. Sokağın başından sağa dönmek istediğinizde direksiyonun tepki vermediğini gördünüz. Sağa doğru zorlayıp gaza bastığınızda ise arabanın gaz pedalına tepki vermediğini ve konsolda “geçersiz yön” diye bir uyarı çıktığını gördünüz. Halbuki yönde bir sorun yok, işte sokağın başındasınız ve sağa dönülebilecek şekilde bir yol var. Arabanız ise soldan bir dönüş ile paralı yol üzerinden, daha uzun ve dolambaçlı bir güzergah ile işe gitmeniz konusunda ısrarcı. Çünkü varsayılan olarak öyle ayarlanmış ve “sizin güvenliğiniz için” gerekçesiyle de başka şekilde kullanmanız kısıtlanmış. Lafa gelirsek “araba sizin” ama uygulamada “araba, üreticilerinin size izin verdiği alan kadar sizin”. Parasını sizin ödemeniz bir şeyi değiştirmiyor. Üstelik bu araba örneği çok da uydurma bir örnek değil. Artık araba üreticilerinin aynı serideki birçok modelde aynı motoru kullandığı ve motorların beygir gücünün varsayılan yazılımlarla kısıtlandığı biliniyor. Örneğin X markasının 316 modeli ile 320 modeli aynı motoru taşıyorken “sürüş modları” adıyla araç üstündeki bilgisayarlara kurulan varsayılan yazılımlar, aynı motorun farklı modellerde farklı güçte çalışmasına sebep oluyor. Araç sahipleri yetkili olmayan servislerde araçlarına yapılan yazılımsal müdahalelerle, sahibi oldukları motorun tam gücünde çalışmasını sağlayabiliyor. Ama zaten parasını ödemiş olduğum bu motoru peşinen tam güçte kullanma yetkisini üretici firma bana neden vermiyor? Yoksa bu arabanın gerçek sahibi ben değil miyim?

Cihazlarınızın gerçek efendisi olun

Özgür yazılımlara göç ederek elinizdeki donanımların gerçek sahipleri olmanız mümkün. Hem cep telefonları hem bilgisayarlar için özgür işletim sistemleri ve bunlar üstünde günlük olarak kullandığımız programlar için de özgür lisanslı yazılımlar bulunuyor.

Pardus, özgür işletim sistemi dağıtımlarından bir tanesidir.

Ödediğiniz vergilerin bir kısmıyla TÜBİTAK çatısı altında geliştirilen Pardus işletim sisteminin de özgür lisanslı bir GNU/Linux dağıtımı olduğunu biliyor muydunuz? Logosunu Anadolu kaplanından alan Pardus dağıtımının kamudaki kullanımı her geçen gün artıyor. Bu işletim sistemini indirerek kendi bilgisayarlarınızda da kullanmanız mümkün. Üstelik diğer işletim sistemleri gibi sürekli rahatsız edici kutular çıkararak hadi satın al, hadi lisans kodu gir gibi şeyler demeyecek. Çünkü Pardus da bilgisayarınızda kullanabileceğiniz özgür işletim sistemi dağıtımlarından bir tanesi.

Bilgisayarınızda kullanabileceğiniz GNU/Linux dağıtımları olarak Pardus, Ubuntu, Fedora, Mint ve Elemantary OS’i incelemenizi önerebilirim.

Bu sistemlerin çoğunu denemek için bir USB belleğe kurabilirsiniz. Bilgisayarınızı formatlamaya gerek olmadan USB bellek üzerinden çalıştırarak işletim sistemini test edebilir, beğenirseniz kurulumunu yapabilirsiniz.

Cep telefonunuzda ise özgür dağıtımlar olarak Android üzerine inşa edilmiş LineageOS ve CopperheadOS’i incelmenizi öneririm. Bu dağıtımların kurulumlarıyla beraber Google uygulamalarından da kurtulmanızı ve Google Play Store yerine özgür mobil uygulamaların bulunduğu F-Droid üzerinden uygulama kurulumu yapmanızı da öneririm.

Cihazların üzerindeki işletim sistemini değiştirmek gibi bu köklü hamlelerden önce daha küçük göç işlemleri ile başlamak mümkün ve başarı şansı daha yüksek. Örneğin Microsoft Office ürünleri yerine özgür bir yazılım olan ve yine TÜBİTAK içinde de destek veren geliştiricileri bulunan Libre Office programlarını kullanmaya başlayabilirsiniz.

Özgür bir yazılım olan LibreOffice ile ofis programı ihtiyaçlarınızı karşılayabilirsiniz.

LibreOffice: tr.libreoffice.org

Mesajlaşmak için WhatsApp yerine Telegram ve Signal kullanmaya başlayabilirsiniz. Tarayıcı olarak Mozilla Firefox, e-postalarınızı okumak için Thunderbird kullanabilirsiniz. Profesyonel sanatçıların kullandığı 3 boyutlu çizim ve animasyon programı olan Blender ile yeni bir yetenek edinebilirsiniz. E-kitaplarınızı Calibre ile düzenleyebilir ve okuyabilirsiniz. Audacity ile ses düzenleme işlemleri yapabilirsiniz. Tahmin edebileceğiniz gibi liste böyle uzayıp gider. Günlük kullanım ya da profesyonel ihtiyaçlar için birçok özgür yazılım bulunmakta. Bir yerden başlayınca devamı gelecektir. Zaten kullanmakta olduğunuz bir yazılımın özgür alternatiflerini aramak için alternativeto.net sitesine girip kullandığınız uygulamayı aratabilirsiniz, çıkan sonuçlardaki lisans bölümünden “Free, Open Source” (özgür, açık kaynak) filtresini uyguladığınızda o yazılımın özgür lisanslı alternatiflerini görebilirsiniz. Örneğin Google Chrome tarayıcısının özgür alternatiflerini görmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Ben sende tutuklu kaldım…

İnsanların alıştıkları cihazlar ve kullanım şekillerini değiştirmeye çalışmanın güç olduğunu biliyorum. Çünkü belki de en başında öyle çalıştıkları için satın almıştık zaten. Ancak bu durumun gün geçtikçe aleyhimize döndüğünü görüyoruz. Gömülü gelen onca uygulama yetmiyormuş gibi geçtiğimiz haftalarda telefona gömülü gelen ve silmenin mümkün olmadığı uygulamalar arasına Facebook da eklendi. Önceki yazıda da bahsettiğimiz Cambridge Analytica skandalıyla birçok kullanıcı kaybeden Facebook, çareyi telefon üreticileriyle anlaşarak Facebook uygulamasını silinemez şekilde, varsayılan olarak kurmakta görmüş.

Eğer bir şeyler yapmaya başlamazsak parasını denkleştirebilmek için kendi hayatımızdan çalarak satın aldığımız cihazlarımızda tutuklu kalmaya devam edeceğiz. Ve şartlar her gün ağırlaşacak gibi görünüyor. Ama enseyi karartmaya gerek yok, alternatiflerimiz ve devasa bir özgür yazılım topluluğumuz var. Sadece biraz bilgilenmek ve uğraşmak gerekiyor. Ancak bu şekilde varsayılan ayarlar ve var sanılan mülkiyet algısından kurtulabilir ve dijital araçlarımızın, yani bir anlamda hayatımızın gerçek efendisi olabiliriz.

Bir sonraki yazımıza kadar tüm sahipli yazılım tutuklularına, Sezen Aksu’nun Ben Sende Tutuklu Kaldım şarkısının Nokia melodi kodları ile veda ediyorum.

Sezen Aksu — Ben Sende Tutuklu Kaldım (Nokia Melodi Kodları, besteleyici notaları)

4b1 4c2 4d2 4b1 4a1 4g1 8f1 8e1 4a1 4a1 4a1 8a1 8b1 8c2 8b1 8a1 8b1 4a1 4a1 4a1 4g1 4a1 4d1 4a1 4g1 4f1 4e1 4g1 4g1 4g1 8g1 8a1 8b1 8a1 8g1 8a1

Özgürleşmeye başlayın, sağlıcakla kalın!

--

--

Uğur Arıcı

Dijital Ürün Yöneticisi, Danışman - 10 yılı aşan web geliştirme tecrübemi isteyen herkes için faydalı kılmaya çalışıyorum.