Savaşçı 1/2

Turgay Yurtsever
4 min readMar 20, 2023

--

Vasat geçen lise yıllarından sonra içimdeki öğrenme ateşini bastırabilmek için üniversitede önüme gelen her şeye adeta saldırıyorum. Farklı farklı bölümlerin derslerine giriyorum kaçak olarak. Sosyoloji, medya, karşılaştırmalı edebiyat, hukuk her şeyi öğrenmek istiyorum.

Konferanslar olmazsa olmazım, hiç kaçırmıyorum. Özel üniversite öğrenci snopluğundan olsa gerek katılım çok az oluyor, çoğu zaman koca salonda ayrıcalıklı bir kitle ile dolduruyorum heybemi. Yine bir konferans günü, konferans salonuna çıkan merdivenleri adımlıyorum, girişte bir kalabalık görüyorum, anlam veremiyorum. Biraz sonra salonun hiç olmadığı kadar dolu olduğunu insanların dışarı taştığını anlıyorum. Büyük bir şaşkınlık ve merak duyuyorum. Salon sahibi güveniyle kendime bir yer buluyorum ve sahnedekini dinlemeye başlıyorum.

Sahnedeki kişi Doğan Cüceloğlu. Amerikadan döndüğü ilk yıllar. Kırık bir Türkçe konuşuyor. O kadar samimi, içten anlatıyor ki etkilenmemek elde değil. Anlattıklarında farklı bir duygu var hissediyorum, yaşamış çünkü. Kitaptan değil hayatın içinden anlatıyor ne anlatacaksa. Peşini bırakmıyorum tabi ki Doğan Hoca’nın. Ne yazdıysa okuyorum, tv programlarını izliyorum mutlaka. Aileden biri oluyor adeta. Vefat haberini aldığımda aileden bir büyüğümü kaybetmiş gibi hissediyorum.

Psikoloji ile ilk tanışmam bu vesile ile oluyor. Yıllar içinde ne bulursam okuyorum psikoloji ile ilgili.

Bireysel psikolojinin tüm sorunları bireysel seviyeye indirgemesi ve sorunun çözümünü yine bireysel boyuta hapsetmesine temel bir itirazım var tabi ki. Tüm sorunları, değişemeyen değişmek istemeyen bireyin üzerine bir kabahat gibi boca ederek kenara çekilmesine karşı, patronun hiç mi suçu yok, müdürün kabahatini neden konuşmuyoruz, adaletsiz gelir dağılımın etkilerini neden tartışmıyoruz, kurumlarını etkisizliğinden ve kötü yönetilmesinden neden bahsetmiyoruz şerhlerini eklemeden geçemiyorum.

Doğan Cüceloğlunu okumaya “Savaşçı” kitabından başlamak gerekir bence. Belli dönemlerde tekrar okuduğum Savaşçı kitabından benim payıma düşenleri sizlerle paylaşmak istedim.

İyi okumlar…

Bölüm 1

Arayış

“Mutsuzum, kendimi kaybolmuş gibi hissediyorum. Aptal gibi hissediyorum. Hayat, yaşamak benim için anlamsız hale geldi, bir boşluk içinde kıvranıyorum. Coşkum, heyecanım kayboldu.” Bu ruh halinde olan birisinin iki seçeneği var. Birincisi hiçbir şey yapmamak ve bu ruh hali ile yaşamaya çalışmak, yaşamak denirse! İkincisi ise bu hislerin, duyguların kaynağını, nedenini anlamaya çalışarak hayatı anlamlı ve coşkulu bir yaşama çevirmektir.

Etrafımıza bakalım lütfen. Kendi hayatını anlamaya çalışan, hayatına değer katmaya çalışan, dönüp kendisini sorgulayan, değişmeye kendinden başlayan kaç kişi var. Çok az örnek bulacağınıza eminim. Kendimizi sorgulamak ve değiştirmek yerine ezici bir çoğunluğumuz çevremizdekileri nasıl değiştireceğimizin yollarını ararız. Enerjimizi başkalarını değiştirmek için harcarız. Çünkü bunun daha kolay olacağını düşünürüz, kendimizde bir sorun görmeyiz. Herkes kafamızdaki gibi olsa hiçbir sorunun olmayacağı yanılsamasına kapılırız. Çocuğumuzu kendi istediğimiz kriterlere uyan birisine dönüştürmek isteriz. Dönüşümün istediğimiz gibi olmazsa, çocukta bir bozukluk olduğunu düşünür ve baskımızı daha çok arttırırız. Hayat arkadaşımızı istediğimiz standartlara getirmek “adam etmek” için yapmadığımız baskı, kapris kalmaz…

Çevremizdeki mutsuz, umutsuz, yaşama anlamını kaybetmiş, pes etmiş insanlar bizim de yaşama sevincimizi, mutluluğumuzu, umudumuzu olumsuz etkilerler. Düştükleri kuyuya bizleri de çekmek isterler. Üstelik bunu çok güçlü bir şekilde yaparlar. Her fırsatta umudumuzu kırmak, moralimizi bozmak, hayallerimiz ile dalga geçmeye çalışırlar. Yaşama sevincimize çıkamayacakları için bizi kendi seviyelerine çekip eşitlik sağlamaya çalışırlar. Ancak o zaman, rahatlarlar. Herkes mutsuzlukta eşitlenmiş olur.

Başımıza gelenlerin, duygularımızın, yapıp ettiklerimizin, kararlarımızın altında yatan nedenleri yorumlarken referans aldığımız değerlerimiz yorumumuzu önemli ölçüde etkileyecektir. Diğer bir ifade ile, hayatımıza dair çizdiğimiz büyük çerçeve anlamın boyutunu belirleyecektir.

Yaşama ilişkin değerlerimiz, yaşam felsefemiz yok ise duygu ve düşüncelerimizi belli bir çerçeve içinde konumlandıramayız. Dolayısıyla neden böyle hissettiğimizi neden bu şekilde düşündüğümüzü anlayamayız. Hayatımızı başkasının değerleri felsefesi üzerinden yorumlamaya, anlamlandırmaya çalışırız. Başkasının değerlerini emanet aldığımızda onları içselleştiremeyiz. Bu değerleri içimiz hiçbir zaman kabul etmeyeceği için yaşadığımız hayatı bir türlü kabullenemeyiz, yaşadığımız hayatın aslında başkalarının hayatı olduğunu göremeyiz. İkinci el bir hayat yaşarız ama farkında olmayız.

Klasikleşmiş bir deneydir. Hastanede temizlik görevinde bulunan çalışanlar üzerinde yapılan bir araştırmada bir gruba yaptıkları temizlikle virüslerin yayılmasını önlediklerini ve böylece hastaların hayatlarını kurtardıkları bilgisi verilir. Diğer gruba (kontrol grubuna) herhangi bir bilgi verilmez, yönlendirme yapılmaz. Her iki grubun çalışma öncesi, stres seviyeleri ölçülür. Yaptığı işi belli bir anlam yükleyen ilk grubun stres seviyesi daha düşük çıkar, genel olarak daha mutlu oldukları gözlemlenir. Çok mekanik bir işe bile bir değer katmak o işi yapmamızı anlamlı bir bağlama oturtuyor.

Kontrol grubundakilerin yerine koyalım kendimizi bir an. Sadece yaptığımız iş değil, tüm yaşamımızda neyi neden yaptığımızı bilmediğimizi düşünün. Tüm hayatımızın böyle geçtiğini düşünün. Ne kadar büyük bir boşluk değil mi? Sizde zaman zaman hissetmiyor musunuz bu boşluğu?

Bir amaç uğruna yaşadığımız duygusu hayatımıza anlam katar. Ama, her farklılığı yok eden, hepimizi standart bir vatandaşa dönüştürmeye çalışan ve bunu sistematik, çoğu zaman yasaklar ve baskılarla gerçekleştirmeyi hedefleyen bir dünyada kendi olarak kalabilmek, kendi yaşam anlamını bulabilmek çok kolay bir şey değil. Mücadele ederek, savaşarak bu anlama ulaşılabilir diyor Cüceloğlu ve bu mücadeleyi vereni “Savaşçı” olarak tanımlıyor.

Peki nasıl bulacağız bu anlamı? Yaşadıklarımızı gözlemleyerek, sorgulayarak, neden böyle hissettiğimizi neden böyle düşündüğümüzün izini sürerek yapacağız. Çocukların sorduğu gibi temel ve saf sorular soracağız ve bu sorulara samimi cevaplar arayacağız. Ben kimim, amacım ne, neden bu hayatı yaşıyorum, bu hayatı anlamlı hale getirmek için ne yapıyorum….

Bu soru ve cevaplar bizi bir sonraki adıma Uyanış’a taşıyacak. Uyanış’ı merak edenleri bir hafta merakta bırakacağım. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere…

--

--