Tokyo II Japonya

zeynep şahbaz
5 min readJul 24, 2017

--

asakusa culture tourism center

eğer yüzyıllar önce sandıkları gibi dünya tepsi gibi dümdüz olsaydı, tepsinin kenarına denk gelecek, bildiğimiz anlamda dünyanın bittiği yer, japonya’yı oluşturan adalar topluluğunun dışa doğru kavislendiği noktanın doğu kenarı, bugünkü tokyo’nun olduğu körfez olabilirdi pekala. hoş, dünyanın yuvarlak olması çok bir şey de değiştirmiyor, tokyo’ya gidince bildiğimiz anlamda dünya bitiyor, başka bir alem başlıyor. japonya’yı biraz bilen herkes ısrarla tokyo’nun gerçek japonya olmadığından dem vuruyor, ama kendi adıma bu bilgiyi doğrulayacak veya çürütecek deneyime haiz değilim, benim baktığım yerden tokyo bayağı japonya gibi görünüyor. tren istasyonlarındaki mahşeri kalabalığın istanbul trafiğini utandıracak düzeninden tutun da, metroda yanınıza oturup makyajını tazeleyen animeden fırlamış harajuku kızına, gecenin bir vakti kimonosuyla trene koşuşturan geyşa topuzlu genç bayana, new york’u minik bir maket gibi bırakan gökdelen ormanına kadar filmlerden, kitaplardan tanıyıp sevdiğimiz, bir gün yolum düşer mi acaba diye merak ettiğimiz japonya işte!

tokyo station

japonlar, çalışkan millet vesselam, o sebeptendir ki jetlagden arta kalan zamanda koştura koştura gezip görebildiklerim ve yiyip içebildiklerim okyanusta bir damla adeta. mesela biz, bu kadar uzağa gelmişken bir şinto tapınağı görelim dedik, şehrin göbeğine konuşlanmış meiji tapınağına uğradık. şehrin belki de en hareketli noktalarından birinde olmasına rağmen kapısından geçip ağaçların içinde yürümeye başlayınca tropik bir ormanın içine doğru ilerliyormuşsunuz gibi hissettiren meiji tapınağının girişinde, islam’daki abdeste denk düşen bir arınma pratiği dahilinde, pek estetik bir çeşmeden akan suda eller ve ağız kötülüklerden arındırılıyor. el çırpıp eğilerek şinto tanrılarına dua edenleri izlerken bir düğün törenine denk geldik. öte yandan kalan vaktimizde de asakusa’daki devasa buda tapınağına uğradık.

meiji shrine (düğün töreni)
asakusa temple

tıpkı batılı ülkelerdeki kardeşleri gibi, tokyo da beni park ve bahçeler müdürlüğündeki arkadaşların işlerini iyi yapıyor olmalarıyla kıskançlık krizlerine sürükledi. tokyo dünyanın en pahalı şehirlerinden biri malumunuz, özellikle sanat meraklısı gençlerin stüdyo kiralayacak paraları pek olmuyormuş, bu sebepten yoyogi park gibi şehir parkları, özellikle hafta sonları açık hava stüdyosu gibi, pratik yapmak için bir araya gelmiş aikidoculardan, davulculardan ve diğer envaiçeşit performans heveslisinden geçilmiyor. yoyogi parkına kadar gelmişken hemen karşısında bulunan tange’nin geleneksel mimarlıkla çağdaş tasarım ilkelerini kaynaştırdığı tasarımı 1st gymnasium’a da uğradık. kenzo tange bu iki zıt kavramı kaynaştırmakla kalmamış, yeni düşünce ve yöntemleri de deneyerek çağdaş mimarlığın genişlemesine katkı sağlamış.

1st gymnasium

bir deneyim olarak alışveriş atlanmamalı tokyo’da. bizdeki japon pazarı konseptinin atası, her şeyin 100 yen + kdv’ye satıldığı dükkanlar bulunuyor. ama benim favorim tokyu hands oldu. yüzyıllardır “japonlar yapıyor abicim” dememize sebep olan her şeyin tek bir çatının altında toplandığı, ilgi alanına göre ayrılmış katlarında kaybolmak ve bir daha bulunmamak isteyeceğiniz , sadece tokyo’da eşine rastlayabileceğiniz bir hobi dükkanı kendisi.

http://www.daimaru.co.jp.t.md.hp.transer.com/tokyo/fl/s/t/best/index.html

japonya ile ilgili alışveriş anlamında en farklı şeylerden biri avm veya departman store ne derseniz deyin, bu tanımı kafanızda alt üst etmesi. 1 saat kaldığında fenalaştığın lacoste, starbucks’tan başka bir şey görmediğimiz yerler değil de; yerel tasarımcıların, cool markaların da var olduğu yerler.

alışverişi keyifle birleştiren bir mekan da t-site daikanyama; müzik ve kitap alışverişleriniz için emrinizde. çok yakınına dizili restoranlarda karnınızı doyurup, etrafında sıralanmış butikleri ziyaret edebilirsiniz. ingilizce kitap seçenekleri sınırlı ama özellikle anime kültürüne adanmış reyonları görülmeye değer.

geçerken uğrama fırsatı bulduğumuz harajuku, özellikle animelerden çıkmış gibi giyinmiş karakterleriyle meşhur. londra’nın camden town’una tekabül edebilecek bir mekan kendisi.

harajuku

şehrin bir diğer nev-i şahsına münhasır semti akihabara. japonya’nın geek ve nerd’lerinin takıldığı semti, elektroniğin de cenneti. metrodan çıkıp tam karşınızda şunu görünce bir bilgisayar oyununun tam ortasına düşmüş gibi zıp zıp dolanıyorsunuz etrafta. acayip kafa karıştırıcı ve delilikle dolu bir yer. her katında başka oyun oynanan 12–13 katlı oyun salonları, içeride her yaştan insan, bir kolu sağa sola kaydırıp oyuncak kapmaya çalışıyor.

akihabara

harajuku’nun hemen yanındaki shibuya ise şehrin kalbi. şehirdeki bütün yollar shibuya’ya çıkıyor, tokyo deyince kafamızda oluşan belki de ilk görüntü shibuya oluyor. tokyo’da geçen hemen her filmde gördüğümüz meşhur yaya geçidi de shibuya’da. yaya geçidine en hakim nokta ise shibuya starbucks’ın yaya geçidine bakan penceresi.

shibuya crossing

japonya’da en çok ilgimi çeken konulardan biri bardak kadar bu boydaki çocukların (6–7 yaş) nasıl metroya tek başına binip sağa sola gidip geldikleriydi. o kadar şirinler ki, bir yandan da insana ürkütücü geliyor. bayağı küçükler çünkü.

suehirocho station

neyse ki bunun hakkında bir vice belgeseli varmış. japonlar, çocuklarını küçük yaştan hayatı öğrenebilmesi, problem çözebilmesi, her şeyin üstesinden gelebilmesi için her gün okula tek başına gönderiyormuş. sabahları da banyoyu kendileri yapar, kendileri giyinir ve saçlarını kendileri yaparlarmış. 7'den 70'e incele incele bitmeyen toplum.

tokyo station (chiyoda-ku)

tokyo’da klasik bir gece metrosu. öncelikle japonya’da toplu taşımada tanımadığın birinin omzuna başını dayayıp uyuman çok normal karşılanıyor. japonya’da iş hayatının çok zor geçmesinden, çok fazla çalışıyor olmalarından ve en basitinden kendi üstü işten çıkmadan işi olmadığı halde işten çıkmama kültüründen çok geç saatlere kadar çalıştıklarından akşam ve geceleri bütün japon’lar metroda uyuyor. bir yandan da yine toplumsal olarak baskı altında olmalarından dolayı içlerine kapalılar ve akşamları bu yüzden çok içiyorlar, o sebeple de yine metrolar sarhoş ve uyuyan insanla dolu.

shin-osaka station

metroda ayakta uyuyarak giden de çok. japonluk ve metro kesişimindeki bir diğer bilgi de; bu yazılı kural değil ama burada toplu taşımada konuşmak yasak gibi bir şey. tıka basa dolu bir metroda bile çıt çıkmıyor, yüzde ellisi telefonla oynuyor, yüzde ellisi kitap okuyor. konuşan birilerini görürseniz, turisstirler.

roppongi station

benim tokyo’dayken lost in translation’ın charlotte’u gibi varoluş krizlerine girecek pek vaktim olmadı. ama son günün hiç uyku görmemiş sabahında, günün ilk ışıkları altında, 5. kattaki odamdan şehre şöyle bir baktım. bir tarafım kalıp içinde kaybolmak, diğer tarafım ilk uçakla evime, aklımın erdiği bir işleyişe dönmek istedi, içimde bir lastik gerildi sanki. bir dahaki sefere kadar, “sayonara” dedim içimden, koskoca şehir, belinden bükülüp teşekkür etti.

--

--