Çizgili Pijamalı Çocuk
The Boy in the Striped Pyjamas (2008)
Nazi Almanyası Bruno’nun babasını görevli olarak Polonya’ya gönderir. Bruno, kasabadaki toplama kampının tel örgülerinin öbür yanındaki bir çocukla arkadaş olur. Ancak iki çocuk arasında gelişen bu dostluk, özellikle oğlunun bu kampla ilgili gerçeği öğreneceğinden kuşkulanan Alman annenin (Vera Farmiga) endişelerini artıracaktır. Bruno ve ailesinin yeni evleri bir buçuk milyon Yahudi’nin Nazilerce öldürüldüğü Auschwitz toplama ve yok etme kampı’nın bitişiğindedir. (Kaynak: Vikipedi)
Çizgili Pijamalı Çocuk
İrlandalı yazar Johne Boyne’un 2006 yılında yayınladığı Çizgili Pijamalı Çocuk, etkileyici hikayesiyle dikkat çekiyor. Bir çocuk kitabı olarak yazılan roman, işlediği konu itibarıyla yetişkinleri de etkisi altına almayı başarıyor. Nazi Almanyası’nın iç yüzünü dokuz yaşındaki bir çocuğun gözünden satırlara döken Boyne, savaşın tüm etkilerini gerçekçi bir ifade ile ele alıyor.
Savaşın ortasında kalan bir Alman ve bir Yahudi çocuğun masum arkadaşlıklarının anlatıldığı roman, sizin de kalbinize dokunacak. Yalnızca çocukların değil her yaştan insanın mutlaka okuması gereken Çizgili Pijamalı Çocuk, kitaplığınızda mutlaka bulunması gereken eserler arasında…
Berlin’den Savaşın Kalbine Uzanan Bir Hikaye
Bruno, henüz dokuz yaşındadır. Annesi, babası ve Gretel adındaki ablası ile birlikte Berlin’de büyük bir evde yaşar. İkinci Dünya Savaşı’nın sürdüğü o yıllarda Almanya’da Führer hüküm sürmektedir. Bruno’nun babası ise bir Nazi subayıdır. Bruno, bir gün akşam yemeğinde Führer’i evlerinde ağırlayacaklarını öğrenir. Bu, o ve ev ahalisi için oldukça heyecan vericidir; çünkü söylenilenlere göre Führer önemli bir kişidir. O akşam yemeğinde ise Bruno’nun babası terfi alır. Bu durum, oldukça sevindirici bir haber olsa da Bruno için değildir. Çünkü ailenin Auschwitz’e taşınması gerekmektedir. Bu da Bruno’nun çok sevdiği evinden ve arkadaşlarından ayrılması anlamına gelir.
Yeni ev, Bruno için oldukça sıkıcıdır. Evlerinin etrafında askerler dışında hiçbir ev yoktur. Bruno ise askerlerden nefret etmektedir. 12 yaşındaki ablasıyla birlikte Bruno, Berlin’e büyük bir özlem duyar. Bir gün Bruno, camdan bakarken tel örgülerin ardındaki çizgili pijamalı adamları ve çocukları fark eder. Babasına onların kim olduğunu sorduğunda Yahudi oldukları yanıtını alır. İçindeki meraka yenik düşen Bruno, bir öğle saatinde tel örgü boyunca bir gezintiye çıkar. Bu gezinti, daha sonraları çok seveceği arkadaşı Schmuel ile tanışmasına vesile olacaktır.
Bunları Biliyor muydunuz?
Johne Boyne, Çizgili Pijamalı Çocuk’un ilk taslağını hazırlarken oldukça az uyudu. Ve taslağı iki buçuk günde tamamlamayı başardı. Kitap 2006’da yayınlandığında 5 milyondan fazla satış rakamına ulaştı. Eser, 2008 yılında ise beyaz perdeye aktarıldı.
(Kaynak: DR Kitap)
Filmin yönetmeni Mark Herman Çizigili Pijamalı Çocuk romanından kitabı uyarlamasını yaparken romandan farklı bir bakış elbette gerekiyor. Eldeki sağlam bir edebiyat eseri olsa da sinemaya aktarılırken adeta yeniden yazılır.
Bu yazımda sonuçta yönetmenin ellerinden çıkan bir görsel metindir. Romanı okuyan kendi tecrübesinden hareketle hayalinde canlanan başka bir şeydir. Elbette genel çerçeve hepsini üç aşağı beş yukarı aynıdır. Sonuçta herkesin kullandığı malzeme aynı olsa da son kertede yemeği yapan şefin özel sosudur.
Mark Herman her şeyi yerli yerinde dozunda kullanmış. Diyalogları öylesine öz yapmış ki sesleri keselim, sadece görüntü olarak izleyelim yine film anlamından çok şey kaybetmez. Bir görüntü yönetmenin sözüydü: “Sinemanın asıl gücü görüntü, çerçeveleme, kurgu, gibi unsurlar olduğu için bir filmi sesi kapatıp izlediğim zaman kalitesi daha iyi anlarım.”
Filmin başrol oyuncusu Asa Butterfield, Bruno karakterini canlandırıyor. Dokuz, on yaşlarında bir çocuğun tüm saflığı ile olaylara kendince mana verip, o pencereden dünyaya nasıl baktığına şahit oluyoruz. Bruno genel anlamda çocuğu; içimizdeki yaratıcı, keşif yapan olayları farklı bakan yanımızı temsil ediyor.
Toplumun, iktidarın, kimliklerin bize taktığı gözlüklerden farklı olarak kendimiz doğrudan hayata bakışımız Bruno.
İki de bir Nihan Kaya’nın “İyi Toplum Yoktur” kitabı ve devamı olan “İyi Toplum Yoktur” ve “Bütün Çocuklar İyidir” kitaplarını paylaşıyorum.
Bruno’dan saklanan gerçekler, utanmadan sıkılmadan anlatabilinse ne olurdu? Burada durum çocuklara anlatılabilir mi?/izah edilebilir mi?Çocuk aklıyla, daha doğrusu, o saf ve temiz akılla, böylesi bir vahşeti kim kime anlatabilir?
Bu vurguladığım şey çocukların bilgisizliği, anlayışının kıtlığı değil. Çocuklarda olan o bozulmamış temiz vicdan, o temiz akıl. Kötü çocuklar var mıdır? Kesinlikle hiçbir çocuk kötü değildir. Çocukların kötülüğü bir taklit, sonuçlarını düşünmeden yaptıkları bir oyun gibidir. Ama büyükler kötülüğü bile bile yaparlar. Bu yüzden çocukların ve içimizdeki yaratıcı çocuğun sesini kısmayalım.
Shmuel kampdaki Bruno’nun arkadaşı. Bruno
En önemli karakterlerden birisi Bruno’nun annesi Elsa.
Baba her şeyi ile kendini ülkesine adamış bir aile babası. Vatanı ile ailesi arasında seçim yapıp yapmadığının farkında değil. İyi toplum yoktur ya da aile yoktur diyebilseydi ne olurdu? Kendi aklı ve kalbiyle birşeyin iyiliğini kötülüğünü kavramaya çalışsaydı bu büyük yanlışın içinde olmazdı.
Bruno’nun ablası Gretel her şeyin farkında olarak ailenin iyi kızı rolünü oynuyor. Her şekilde kendisinden istenenleri yerine getiren, ona ideal olarak gösterilen hedefe doğru yürüyor. SS Subayı babasının izinden gidiyor. Bir yerde babasını aynalıyor. Onun gibi olmak için elinden geleni yapıyor.
Nazi Projesi Belgeseli “Anne kızındaki değişimi görüyor. Ama asıl kocasının acımasız kaddar biri olduğunu anlamaması olacak şey değil.” Bu sorunun cevabını veriyor. Koca bir Alman toplumu 15–20 yıl süreç içinde ağır ağır Nazi Partisinin isteklerine kabul etmiş. Bu değişim I.Dünya savaşı sonrasınndan başlıyor. Hitler böyle ortamda ağır ağır yükseliyor. Toplumun o zaman ki zaaflarını kullanarak ilerliyor.
Holokost (Yunanca: ὁλόκαυστος, romanize: holókaustos), Yahudi Soykırımı veya Ha Şoa (İbranice: השואה, lit. “felaket”), Adolf Hitler liderliğindeki Nazi Almanyası döneminde, Heinrich Himmler’in liderliğindeki SS güçleri tarafından işgal edilen sınırlar içerisinde yaklaşık 6 milyon Yahudi’nin — kaynaklara göre ölü sayısı değişir — sistemli bir şekilde öldürüldükleri soykırım.
(Kaynak: Holokost vikipedi)