Dört: Sevginin Erdemi

Utku Kaynar
Kızlarıma Mektuplar
4 min readJan 17, 2019
Photo by Roman Kraft on Unsplash

16 Ocak 2018, Bursa / Türkiye

Ada,

Bugün itibariyle tam 3 aydır bizimlesin. Giderek daha sevimli oluyor ve bizimle giderek daha anlayarak iletişim kuruyorsun. Sana olan sevgimiz her geçen gün katlanarak artıyor. Evlat sevgisi için, insanın evladı oluncaya dek anlaşılmaz derlerdi, doğruymuş.

Bugün yaşamında çok önemli yer tutacak olan ve yaşın ilerledikçe daha farklı bir kavrayışla yorumlayacağın bir olgudan söz edeceğiz: Sevgi.

Hayatı algılama biçimin veya merak ettiklerin gibi, neyi sevdiğine dair seçimlerin de yaşamının akışını belirleyecek. Sevdiğimiz şeyleri biz seçebiliyor muyuz, yoksa onlar da diğer şeyler gibi genlerimizin ve biyokimyamızın büyük rol oynadığı bir akışın sonunda mı belirleniyorlar, doğrusu bilmiyoruz.

Ancak baban olarak ben şunu biliyorum, yaşamını sürdürülebilir şekilde sevdiğin şeylerle doldurabildiğin ölçüde mutlu bir insan olacaksın. Önceki mektuplarda yaşamak, sevmek, öğrenmek ve bir miras bırakmak demiştim ya hani; sevgi bu dört yaşam sütununun en kuvvetlisidir.

Sevgi biz insanlara özgü bir duygu değil. Tersine, içine benliğin karışmadığı karşılıksız sevgileri hayvanlarda daha sık gözlemleyeceksin. Yine de insan, sevebildiği ve umut edebildiği sürece yaşayan bir varlık.

Sevmek, içine bir düşünce girmeksizin sevginin nesnesine (sevilene) dair hissedilen bir yakınlık, takdir, umut, tutku, sıcaklık hissi. Sevilene bakınca, onun sesini duyunca içinde hissettiğin iyilik, hafiflik, adeta gün ışığı. Tanımlaması zor. Zor olduğu için, farkedeceksin ki yüzlerce yıldır insanlık edebiyatının, müziğin ve sanatın en nadide eserleri hep bu duyguyu ve onun etrafında olup bitenleri anlatmaya çalışıyor. Sevgi duygusu her sevilene karşı aynı değil, annene ya da arkadaşlarına duyduğun sevgi, evcil hayvanına duyduğun sevgi, doğaya duyduğun sevgi ile ileride yaşamını paylaşacağın insana duyabileceğin sevgi birbirinden dramatik şekilde farklı duygular.. Ancak yine de bileşenleri değişmiyor; yakınlık, tutku, takdir, umut. Bunların farklı düzeylerde bileşimi, farklı tür sevgileri ortaya çıkarıyor içimizde.

Konu bu kadar basit ve aynı zamanda böylesine karmaşık olduğu için işte, işin içinden öyle kolay çıkamıyoruz. Hem her gün hissettiğimiz, hem kolaylıkla başka şeylerle karıştırabildiğimiz bir duygu sevgi. Beşer şaşar. Bazen sevdiğini unutup, veya başka duygularının etkisi altına girip sevdiğin insanları kırmak ta insan olmanın yan etkilerinden biri.

Böylesine karmaşık bir duyguyu kolay tanımlayıp ayrımına varmak için bir kısayol vereyim sana: sevgi emektir. Birşeye duyduğun sevgiyi, ona verdiğin emekle ölçebilirsin. Bunu yaşamının ileri aşamalarında geriye baktığında farkedeceksin. Sevdiğin, gerçekten sevdiğin şeyler için de kalıcı, sürdürülebilir bir emek veriyor olacaksın. Birşeyi veya birisini sevmek, onun için, veya onunla olan ilişkin için çaba sarfetmek demektir. Gerçek sevgiler, geçici heveslerden böyle ayrılır. Geçici heveslerde emek azdır, veya yoktur.

Benliğin sana, sevdiğin şeylere sahip olman gerektiğini söyleyecek. Bu insanoğlunun en çetin sınavlarından biridir Ada. Gerçek sevginin sahip olmakla veya kontrol etmekle ilgisi yoktur. Nazım Hikmet’in dediği gibi, sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart değil. Gerçek sevgi, kontrol etmeye veya sahip olmaya çalışmadan sevileni yüceltmekle, büyütmekle, yeşertmekle ilgilidir.

Sana dünya ve insanlık tarihi ile ilgili bazı sayılar vermiştim, hatırlıyor musun? Milyarlarca yıl süren bir yolculukta epi topu -o da belki- yüz sene yaşayan insanın, yaşamı boyunca edindiği tüm sahiplenme, kontrol dürtüsü veya paylaşamamak sevginin tam tersi olan bir duygudan kaynaklanır: Korku. Kaybetme korkusu, ölüm korkusu, incinme korkusu. Bu da insan olmanın bir parçasıdır. Oysa kısa süreliğine misafir olduğumuz bu yaşanası macerada yaşamdan, sevmekten, paylaşmaktan korkmak, insanın yapabileceği en aptalca -ve dahi insani- şey olmalı. Gerçekte kalıcı olarak hiçbir şeye sahip değiliz, herşeyi evrendeki diğer varlıklarla paylaşıyoruz. Mal, mülkten başlayıp çiçeklere ve doğaya kadar.

Bu ortaklığa dair sana biraz bilgi vereyim: DNA insanın yapıtaşıdır ve hepimizin bir planını, göz rengimizden boyumuzun uzunluğuna kadar içimizde taşır.

İnsan DNA’sının 46%’sı muz ile aynıdır. Yeterince yakından bakarsan, şeker özütleme mekanizmasında DNA’mızın 60%’ının akçaağaç ile aynı olduğunu göreceksin. Kendi inançlarını tutkuyla savunan evrim karşıtlarına rağmen, DNA’mızın 96%’sı bir şempanze ile birebir aynı. Etrafında görebileceğin, insan uygarlığının içindeki tüm renkler, milletler, dinler, mezhepler, deri renkleri, çekik veya yuvarlak gözler.. hepsi birbiriyle DNA’larının 99.9%’unu paylaşıyor.

Böylesi bir ortaklığa rağmen, türdeşlerinin önemli bir kısmı kendisini doğuştan ayrıcalıklı ve üstün görüyor. Komik, değil mi?

Hepimiz, dünyamız dahil yıldız tozlarından yapıldık ve hepimizin bir yaşam döngüsü var. İşte bu yaşamı anlamlı kılmanın en önemli yolu, sevmek ve sevdiğin şeyler için emek vermektir kızım. Sevebilme kapasiteni ne kadar büyütürsen büyüt, yaşamında seni şaşırtacak ölçüde nefretle, öfkeyle, bencillikle karşılacaksın. Uygarlığımızın tüm mensupları aynı oranda gelişmiyor. Zamanı geldiğinde, bunlarla nasıl başa çıkman gerektiğini de konuşacağız.

Kendini de seveceksin tabii, sonuçta bu senin hayatın ve onu layıkıyla yaşamayı öncelikle kendine borçlusun. Hatalarınla ve doğrularınla kendini seveceksin. ve kendine de çok emek vereceksin, çünkü insan ancak emekle yoğrulur.

Çok sevdiğim bir şairin, benim şimdi yaptığım gibi kızına yazdığı satırlarla bitireyim bu mektubu:

Bütün insanları dostun bil, kardeşin bil kızım
Sevincin ürünüdür insan, nefretin değil kızım
Zulmün önünde dimdik tut onurunu
Sevginin önünde eğil kızım

Sevgiyle,
Baban.

--

--