Beden dili mi, sezgi dili mi?
Bir konuşmada duydum (bu arada söyleyen Ela Kulunyar’dı), “Önemli olan geri bildirimin usulü değil, samimi olmasıdır”.
‘İşte bu’ dediğim anlardandı.
Yazının konusu o.
Yıllarca beden dili eğitimleri eziyeti çektik. Bize mealen şu söylendi: İyi oynarsanız istediğinize inandırırsınız. Bu bilginin neden yanlış ya da en azından yetersiz olduğunu anlatayım.
Davranış psikologları hep şu gerçeği arar; nereye kadar davranışlarla tutumlarımız arasında bağıntı (korelasyon) vardır?
Bu amaçla kuramlar yaratmışlar.
Kimisi, ortama uyum adına yarı inanarak etraftan seçtiğimiz bir davranışı yansıtırız der. Kimisi, önce niyet süzgecinden geçiririz, nasıl işimize geliyorsa öyle davranırız der. Kimisi, bu kadar iyi oyuncu olmak herkesin yapabileceği bir şey değildir, az ya da çok davranışların içinde tutumun ipuçları bulunabilir der.
İnsan Kaynakları alanı için hangi görüşün seçileceği o kadar önemlidir ki, ona göre bir fonksiyonun bütün işleyişi inşa edilir. Mesela meşhur “beklenen davranışlar” yaklaşımının arkasında şu varsayım yatar: Ne düşünürsen düşün, iş icabı bunları yapmak zorundasın. “Davranış göstergeleri” de şunu demiş olur: Böyle yapıyorsan arzu edilen yoldasın.
Arkasında bu kadar tartışmalı ve bulanık bilgi varken, nasıl kitlelere mutlak denklemler gibi beden dilinin anlam karşılıkları öğretilebilir? Herkes geri bildirimi bu kadar iyi oynamayı nasıl başaracak? Geri bildirim şeklen mükemmel bile yapılsa gerçek tutumu gösteren küçük belirtiler aradan kaçmaz mı? Ve en önemli soru: Sakın insanlarda -varsayılan olarak- o davranışların arkasını hissedebilen bir yetenek olmasın?
Yazıyı sadece bir geri bildirim tekniği olarak değil, bir ilişki prensibi olarak başka gözle bir daha okuyabilirsiniz.
Çünkü samimiyetin inandırıcılığı her yerde.