Gezegene bıraktığımız ayak izlerinin ne kadar farkındayız?
Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz? Şu soruları kendinize sorarak işe başlayabilirsiniz: Kahvaltıda ne tüketiyorsunuz? İşe gitmek için hangi aracı kullanıyorsunuz? Dişlerinizi fırçalarken suyu açık bırakıyor musunuz? Günde kaç kere çamaşır yıkıyor ya da duş alıyorsunuz? Bu eylemlerin her birinin, maddiyatın ötesinde bir bedeli olduğunu hiç düşündünüz mü? Attığımız her adımda, bulunduğumuz her davranışta gezegenimizin ömründen çalarak doğal kaynaklarımıza zarar veriyoruz. Peki, nedir dünyaya bıraktığımız ayak izleri?
Ekolojik Ayak İzi: Bir bireyin veya topluluğun, üretim ve tüketim faaliyetleri sonucunda gezegenimizin üzerinde yarattığı etkiyi ifade eder. İnsan faaliyetleri sonucunda ortaya çıkan ekolojik ayak izi WWF’e göre, “aynı süre içerisinde üretebileceğimiz doğal kaynak miktarıyla (yani biyolojik kapasiteyle karşılaştırarak), doğal kaynakların kendini yenileme sınırları içerisinde yaşayıp yaşayamadığımızı gösteriyor.”
Ekonomik ve sosyal koşulların yarattığı ayak izlerindeki eşitsizliğe rağmen, nüfus arttıkça gezegen üzerindeki baskı da artıyor. İnsanlığın bıraktığı küresel ekolojik ayak izi; ormansızlaşma, toprak erozyonu, biyolojik çeşitlilik kaybı ve sera gazlarının (karbondioksit, metan, azot oksit, florlu gazlar) atmosfere salımı şeklinde giderek daha belirgin hale geliyor. Bunu takiben iklim değişikliğine, aşırı hava olaylarında artışa ve gıda üretiminde azalmaya yol açıyor. Gerçek şu ki; şu anda doğayı, ekosistemin kendini yenileyebileceğinden 1,7 kat daha hızlı tüketiyoruz ve mevcut hızda gidersek 2050 yılına kadar üç gezegene daha ihtiyacımız olacak.
WWF, dünyanın doğal kaynaklarını ne kadar kullandığımızın bir resmi olarak ekolojik ayak izini altı bileşene ayırıyor:
· Karbon: Okyanuslar tarafından emilen kısım hariç, karbondioksit gazının atmosfere salımını tutmak için gerekli olan orman arazisi miktarıyla temsil edilen bir karbon emisyonu ölçüsü.
· Tarım arazisi: Gıda, lif, hayvan yemi, yağ, soya ve kauçuk gibi ürünler üretebilmeyi sağlayan bitkileri/ekinleri yetiştirmek için kullanılan ekim alanı miktarı.
· Otlatma alanı: Et, süt ürünleri, deri ve yün için hayvan yetiştirmek amacıyla kullanılan otlatma alanı miktarı.
· Ormanlar: Kereste, kâğıt hamuru ve yakacak odun sağlamak için gereken ormanların kapsamı.
· Balıkçılık alanları: Tatlı su ve deniz ortamlarında yakalanan balık ve deniz ürünlerini desteklemek için gereken tahmini birincil üretim.
· Yapılaşmış arazi: Ulaşım, konut, sanayi yapıları ve barajlar tarafından oluşturulan rezervuarlar da dahil olmak üzere insan yapılarının kapladığı arazi miktarı.
Su Ayak İzi: Bir birey veya topluluk tarafından tüketilen toplam tatlı su hacmini ölçer. Dolayısıyla Su Ayak İzi, üretilen mal ve hizmetlerin tatlı su sistemleri üzerindeki etkilerini değerlendirmek ve bu etkileri azaltacak stratejiler oluşturmak için bir temel sağlar.
Mavi, yeşil ve gri olmak üzere üç çeşit su ayak izi var. Mavi su ayak izi, üretim süreci boyunca kullanılan yüzey ve yer altı su miktarını; yeşil su ayak izi, üretim süreci boyunca kullanılan yağmur suyuna karşılık gelen su miktarını; gri su ayak izi ise ürünün üretiminden ve tedarik zincirinden doğan kirli suyun temizlenmesi için gerekli su miktarını ifade ediyor.
Satın aldığımız her ürünün, kullandığımız her eşyanın, yediğimiz her gıdanın yapımı için su gerekiyor. Evsel kullanımın yanı sıra tükettiğimiz mal ve hizmetlerin üretimi için kullanılan su miktarı da bir o kadar önemli. Küresel su ayak izinin yıllık 9 trilyon ton olduğu tahmin ediliyor. Bu, saniyede neredeyse 300 bin ton suya karşılık geliyor. Yıl başından Ağustos ayına kadar oluşan global su ayak izi ise 5 trilyon tonu geçiyor.
Bir tüketicinin küresel ortalama su ayak izi günde 3,8 tonu buluyor. ABD; günde 6,8 tonla kişi başına en yüksek ayak izine sahip ülke olurken Yunanistan, İtalya ve İspanya gibi birçok Avrupa ülkesi, kişi başına günlük yaklaşık 6,5 tonluk su ayak iziyle ikinci sırada geliyor. Öte yandan Çin’de bir kişinin ortalama su ayak izi 1,9 ton; bu, ortalama ABD vatandaşının yüzde 30’undan az. Türkiye’de ise kişi başı ortalama su ayak izi 1,5 ton civarında.
Karbon Ayak İzi: Ekolojik ayak iziyle doğrudan ilişiği bulunan karbon ayak izi, insan faaliyetleri sonucu doğrudan ve dolaylı olarak ortaya çıkan sera gazının toplam miktarıdır.
ABD’de bir kişinin ortalama karbon ayak izi 16 ton olup bu, dünyadaki en yüksek oranlardan biridir. Küresel karbon ayak izi ise ortalama 4 tona yaklaşıyor. Küresel sıcaklıklarda 2°C’lık artışı önlemek için yıllık ortalama küresel karbon ayak izinin 2050 yılına kadar 2 tonun altına düşmesi gerekiyor.
Plastik Ayak İzi: Bir bireyin kullandığı toplam plastik miktarını ifade ediyor. UN verilerine göre, her yıl yaklaşık 400 milyon ton plastik atık üretiyoruz. Günümüzde, küresel plastik üretiminin yarısı tek kullanımlık olup, plastiğin yalnızca %9’u geri dönüştürülüyor. Araştırmalar, plastik ürünlerin yaklaşık %10–20’sinin yeniden kullanılmasının, okyanuslara ulaşan plastik atık miktarını yüzde 50 oranında azaltmaya yeteceğini gösteriyor.
Orman Ayak İzi: Bir bireyin veya topluluğun ormanlık alanları kullanımının çevresel etkilerini ortaya koyan bir göstergedir. Bu araç, sivil toplum kuruluşu Envol Vert tarafından 2013 yılında insanları, tüketici tercihlerinin dünya çapındaki ormanlar üzerindeki etkisi konusunda bilinçlendirme amacıyla geliştirdiği bir kampanyayla başladı. Amaç, insanlığın ekosistem ve özellikle orman ekosistemi üzerindeki etkisi konusunda farkındalık yaratmaktır. Orman ayak izi, ormansızlaşma riski yüksek olan sekiz temel ürüne odaklanarak, bazı ürünlerin tüketimi nedeniyle potansiyel olarak yok edilen orman alanını ölçer: palmiye yağı, soya fasulyesi, kahve, kakao, kauçuk, kereste, et, kâğıt ve karton.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) verilerine göre ormanlar dünyadaki kara yüzeyinin yüzde 31’ini kaplıyor, tahmini 296 gigaton karbon depoluyor ve dünyanın karasal biyolojik çeşitliliğinin büyük bir kısmına ev sahipliği yapıyor. Buna karşılık dünya çapında dakikada yaklaşık 2400 ağaç kesiliyor. Bu, her 60 saniyede bir futbol sahası büyüklüğünde ormanın yok olması anlamına geliyor. Ormansızlaşmanın riskleri oldukça büyük. Kuraklık ve sel gibi aşırı hava olaylarının giderek daha sık görülmesine yol açmakla birlikte milyonlarca yerli halkın da geçim kaynaklarının yok olmasına neden oluyor. Bu nedenle insanlığın, ormansızlaşmadaki etkisinin farkına varması büyük önem taşıyor.