Çağdaş Yavşaklığın Komedyası: TRİANGLE OF SADNESS

Hepimiz SANALIZ
Anlama Kılavuzu
Published in
5 min readDec 6, 2022

Filmin Künyesi: Bir Ruben Östlund filmi olan Triangle of Sadness (2022), adını burun ile kaşlar arasındaki -genelde botoks ile dondurulmuş bölgeden alıyor. Türkçeye ne diye çevrilecek merak ediyorum doğrusu. Aha da buldum… Hüzün Üçgeni diye çevrilmiş ne alakaysa… “botokslanmış hüzün…” İşlediği tema ve sinematografisi The Square ile benzer bir zeminde olup, burjuva eleştirisini merkezine alır. Film, senaryosunun yanı sıra kozmopolit oyuncu tercihleri ve performanslarıyla da dikkat çekmektedir. Harris Dickinson, Charlbi Dean, Dolly de Lion, Zlatko Buric, Woody Harrelson ve daha fazlası… Bu durum aslında filmin diğer gizli sosyal mesajıdır. Aynı gemideyiz kardeşlerim aynı toprağa basıyor ve aynı göğün altındayız… felan filan işte…

Filme ilham veren bir öncül var mı? Elbette… İngiliz edebiyatı; bu, birçok kez ve birçok formatta anlatılan bir hikaye. En ünlü enkarnasyonu, İngiliz aristokratlarının uşağına güvenmek zorunda kaldığı bir gemi enkazı hakkında JM Barrie’nin The Admirable Crichton adlı 1902 oyunuydu.

Dediklerimiz havada kalmasın diye kısa bir özet geçelim önceden (previosly on); kara komedi (görgü komedisi) türündeki film, çift olarak üne kavuşan iki mankenin zenginlerin dünyasındaki yolculuğunu hicivli bir dille anlatıyor. Oldukça kolay hedeflere nişan alan film tabiki de hedefi tutturmada oldukça başarılı!… Moda ve sosyete dünyasının önde gelen isimlerinin katıldığı bir gemi seyahatine çıkan çift, kaptanın şımarık yolcularına bir ders vermek için fırtınanın ortasında bir etkinlik düzenlemesiyle kendilerini son derece rahatsız edici bir durumun içinde bulur. İlk gösterimi 2022 Cannes Film Festivali’nde gerçekleşmiş… Yönetmen çift Altın Palmiye ödülü alan üç kişinin dördüncüsü olmuş galiba…

Film Hakkında Bazı Notlar…

Elbette yazının devamında spoiler ve önceden ifşa var… İstemiyorsan git filmi seyret. Seyretmeden okuyayım diyorsan zaten spoiler verildi diye takılacak bi adam değilsindir. Bırakalım bu konuyu aptallar düşünsün.

Östlund filmi üç parça hâlinde kurgulamıştır. İlk parçada Carl ve Yaya’yı tanırız. İki meşhur foto-model ve sosyal medya fenomeni olan Carl ve Yaya, birbirlerinin görünürlüğüne ve şöhretine olumlu etki yapacağını düşündükleri bir mantık ilişkisi içindedirler. İkinci parça ise, kusursuz bir gemi alegorisine yer verir. Carl ve Yaya, lüks bir yat seyahatine çıkarlar ve Marksist bir yat kaptanı ve diğer burjuva iş insanlarıyla birlikte seyahat ederler. Üçüncü parçada ise bu insanlar ıssız bir adada mahsur kalırlar ve güç dengeleri altüst olur.

Carl ve göğüsleri tüysüz olan diğer donuk (ablak) suratlı genç erkekler, bize söylenene göre, kadınların erkeklerden büyük bir farkla daha fazla kazandığı birkaç sektörden biri olan bir sektörde rekabet ediyorlar. Gösteri dünyası… Bir model olan Carl ve bir sosyal medya fenomeni (influencer) Yaya, çıkıyorlar yola. Carl, ondan daha fazla kazanmasına rağmen yemek parasını ödemesini beklediği için Yaya’ya kızıyor; para ve cinsiyet rolleri hakkında tartışırlar. Sosyal medyada tanıtmaları karşılığında bir süperyatta lüks bir gemi yolculuğuna davet edilirler. Zengin konuklar arasında Rus oligark Dimitry ve eşi Vera; silah üreterek servet kazanan yaşlı çift Clementine ve Winston; felç geçirdikten sonra sadece bir cümle Almanca konuşabilen Therese; ve yalnız bir teknoloji milyoneri olan Jarmo. Konuklar, her türlü ihtiyaçlarını ve heveslerini karşılamak için çalışan mürettebattan habersiz yatta dinlenirler. Personel başkanı Paula, her mürettebat üyesinin havuzda yüzmesi de dahil olmak üzere konukların saçma isteklerine uymalarını ister. Bu sırada yatın kaptanı Thomas Smith kamarasında sarhoş olarak vakit geçirmektedir.

Paula, yatı bir fırtına vururken Thomas’ın ayılıp kaptanın yemeğine katılmasını sağlar. Birkaç misafir hastalanır, kusar ve dışkılar ve panik patlak verir. Sarhoş Thomas ve Dimitry sosyalizm ve kapitalizm hakkında tartışırlar ve gemi fırtınada boğuşurken ve elektrik kesilirken birkaç misafir yaralanır. Sabah olduğunda korsanlar saldırır, Clementine ve Winston’ı kendi el bombalarından biriyle öldürür ve yatı alabora eder.

Carl, Yaya, Dimitry, Therese, Paula, Jarmo, gemi tamircisi Nelson ve temizlikçi Abigail’den oluşan küçük bir kurtulan grubu bir adaya kaçmayı başarır. Abigail, hayatta kalma becerilerine sahip tek kişi olduğunu kanıtlıyor ve hızla komutayı ele alıyor, düşük seviyedeki mürettebat statüsünden sıyrılıyor ve kaptan olarak anılmayı talep ediyor. Hayatta kalanlar yeni durumlarıyla bağ kurup kabullendikçe, Abigail daha fazla güç kazanır ve cankurtaran sandalında kendi özel yatağına sahip olur. O ve Carl, Carl’ın özel ayrıcalıklar ve yiyecek alması karşılığında cinsel bir ilişkiye başlar. Yaya kıskanır ve Carl, Abigail için onu terk etmeyi düşünür.

Yaya, adanın diğer tarafına yürüyüş yapmaya karar verir ve Abigail, Carl’ın endişelerine rağmen onunla gitmeye gönüllü olur. Bir asansör keşfederler ve lüks bir tesisin yakınında mahsur kaldıklarını fark ederler. Therese, kamplarına döndüklerinde bir sahil satıcısıyla karşılaşır, ancak durumu hakkında onunla iletişim kuramaz. Yaya asansörü bulmayı kutlar ama Abigail asansöre binmekte tereddüt eder. Abigail ona bir taşla saldırmaya hazırlanırken, habersiz Yaya, Abigail’e asistanı olarak çalışmasını teklif ettiğinde tereddüt eder. Carl daha sonra çılgınca ormanda koşarken görülür.

Sonuç niyetine…

Geminin kaptanı; Marksist felsefede çok bilgili, tuhaf bir münzevi ve o sözde Kapitalist gübre kralı, uzun, sarhoş ve iyi huylu bir düelloya giriyor ki kanınımca insanın iki gerçek boyutunu yakalayanları temsil etiyorlar. (Diğer herkes kusarken olan budur.) Östlund bunu zekice düzenlenmiş bir çılgınlık parçasının, güverte altı ve üstü kaosun ayrıntılı bir tablosunun giriş kısmı olarak kullansa da fikir tartışmalarının yeniliği hızla etkisini yitirir, olanlar olur. Geminin “tuvalet yöneticisi” Abigail’e dikkat edin; filmin ücra bir adada geçen ve ayrıntıları bozulmaması gereken üçüncü bölümünde çok önemli bir rol oynayacak. O kadar ileri gidersen, en azından şaşırmayı hak ediyorsundur ey seyirci...

Ostlund’un diğer şaşırtıcı ifşaatından bir diğeri ise şudur: Su ıslaktır ve dışkı kokar. Bu iki madde, modellerin, oligarkın ve diğer karakterlerin sallanıp duran lüks bir yata çarpan denizdeki bir fırtına sırasında bolca bulunur. Akşam yemeği sırasında çok fazla kusma olur ve sonra tuvaletler geri geldiğinde daha da fazlası olur. Ortaya çıkan karmaşa, karışık bir mecaz ya da belki sadece gereksiz bir mecaz diyebileceğimiz türden.

Östlund yeni filminde, dış görünüşleri sayesinde toplumda yükselmeyi başaran bu mankenlerin hikâyesi üzerinden insanların sosyal statülerine göre nasıl farklı davranmaya başladıklarına ışık tutacak. Marksist kaptanın planı yolcuları hiç beklemedikleri bir duruma sokunca, gemideki çalışanlar ve konuklar arasındaki dinamikler hızla değişecek. Sıradan bir temizlik görevlisi, yemek bulma konusundaki yeteneği sayesinde bir anda bu topluluğun en değerli üyelerinden biri hâline gelecek.

Yönetmen Ostlund, ideolojik aşırılıklardan büyülenir ve izini çocukluğuna kadar götüren eğilimin izini sürmeyi reddeder. Çünkü orası bataklıktır. “Annem hâlâ kendini komünist sayan bir insan. Benim yetiştirilme tarzım, kapitalizm ve sosyalizmin iki futbol takımını temsil ettiği ve piyasa ekonomisinin iyi taraflarından veya sosyalizmin iyi taraflarından konuşamazsınız. ABD’de sosyalizm kelimesini bile kullanamıyorsunuz çünkü bunun çok tartışmalı olduğunu düşünüyorlar ve İsveç’te sol için kapitalizm kelimesini bile kullanamıyorsunuz. Tabiri caizse her iki ideolojiyi de kullanarak toplumu mümkün olan en iyi şekilde nasıl geliştirebileceğimize bakmaya çalışmak yerine, bu iki futbol takımına takılıp kaldığımız şey bu, saçmalık.”

Keskin sirke küpüne zarar:

Özünde, insanların işbirliği yapma konusunda yatkınlığı gerçekten harika. Ben de buna yönetmen gibi tarafım. Birlikte çalışmakta harika olduğumuza inanıyorum ve bu bizi çok başarılı bir tür haline getirdi. İnsanları aşırı zorlayan durumlarda geminin beklenmedik bir anda enkaza dönüşmesi gibi…, insanlar birlikte çalışıyor, çok az çatışma oluyor. Yeni hiyerarşileri kabul ediyoruz. Yönetmen filminde insanlığın yardım eli uzatmamasına, egonun şefkatine ve kendimize güvenmek pahasına teyakkuz halinde olmamıza hayret etmeye zorluyor.

Tamam kardeşim Ostlund; şu dünyanın “güzeli” ve “zengini” gerçekten cezalandıracağı günler ne zaman gelecek. İyimserlikle de bir yere kadar diyelim ve yorumu bitirelim.

https://www.youtube.com/watch?v=1dkYPrhBT3I

https://www.youtube.com/watch?v=1dkYPrhBT3I

--

--

Hepimiz SANALIZ
Anlama Kılavuzu

Öğrenmek en doğal ama çaba gerektiren bir haktır.