Aşkın Cinayeti ve Dini
Aşıklar neden eyvallahsızdır? Neden onun dini sorulmaz? Neden günahkardır?Neden? aşk bir hastalıktır… Neden beni sarmayan bir doğadan razı olamadım?
Son soru kişisel, evet kabul ediyorum bu yazıyı başkalarını anlamak için yazmıyorum. Acının, kutsallaştırılmış hüznün bende bağımlılık yaratıcı çok enteresan bir gücü var. Acıyı çekiyor olmak beraberinde acıyla edinilen kutsal statükoyu koruma içgüdüsünü de getiriyor. Bi nevi kutsal kurban (homo sacer) statüsündeki yasaklanmış kutsal kişi… Onun öznel yaşamı kutsal olmayan yaşamdan ayrılmıştır. Araf'tadır çünkü Tanrı ile insanların yaşamı arasındaki kişidir. Devleti yönetenler ve dini iktidarlar de bu kutsal insana benzer. Topluma, yaşama düşmanlıkları buradan gelmektedir.
Bence insanlar, mantıksız bir şeye gerçekten iyi bir şekilde inandıktan sonra kendinizi ne kadar muzaffer hissettiğinizi hafife alıyorlar. Dışardan hafife alınan acıya verilen kutsiyet katiliniz olabilir. Unutmamalıyız ki çile ile sızlatan süreç burada başlıyor. Kurbana duyulan arzunun baş şartı çiledir. Ancak, çileyi “kutsama” olarak tanımlama, acının ya da çilenin değerli olduğunu savunurken, bunun bir tür kutsal veya tapınaklaştırılmış beden olduğunu öne sürmemiz gerekecek. Arzuyu düşündüğünüzde her zaman bir çile bulacaksınız der Deluze. Arzu üretken bir “fabrika” modeline benzer. Arzu, eksikliğe dayalı hayali bir güç değil, gerçek, üretken bir güçtür. Maşuka duyulan arzunun mütemadiyen olması için asıl kritik nokta; katil ile kurbanın metodik olarak ayrıştırılmasın kaynaklanmaktadır. Tehlikenin (maşukun terki-ulaşamama) büyüklüğü oranında sıradan olanın, masumiyetin (aşıkın kendi) kurban edilmesi gerekecektir. Yada maşukun katli. Bu maşukun büyük olduğu sanrısıdır bi nevi. O ne kadar güzel ise o kadar yok edilmeyi hak etmektedir.
Eski kültürlerde olduğu gibi Tanrı’nın (maşukun) mükafatı için yani kutsal için kurban (sıradan beden) şart. Eski Yunanlılar gibi hayvan kurban etmeyi kutsayan ve insanları nadiren kurban eden başka toplumlarda bile ‘hayat’ kendi içinde kutsal bir şey değildi. Tersinden insan kutsanmıştı. Ama yaşamı/hayatı sıradandı. Bu yüzden ‘komedya’ ve ‘tragedya’ buradan anlaşılabilir. Cennet aleminden (maşuktan) atıldığı için insanlardan intikam almaya çalışan ölümcül melek (azazel) ile ilahi kıvılcıma (aşkın çilesi) maruz kalmış insanı (demigod) bir arada görürsünüz. Maşuku sıradan kalabalığın içinden çekip çıkarmak, çokluğun içinde tek kılma isteğiyle kutsanmış bedeni ortaya çıkaran teklik hissi aşktır işte.
Şu koskoca alemde insan neden yalnızlık alır. Kendi köşesinde yalnız ölmek isteği maşuku öldürecektir. Yalnızlık anlam arayışında son duraktır. Yer yüzü tarafından yenmesi gerekenler aşık tarafından yok edilmeli ki yalnızlık kutsal bir ideale dönüşsün. Öyleyse yakılmalı asal dişilik (materia prima) gerçekliğinin en derin ifadesi aldanmış mutluluğun şehri olarak Gomorra. Yanarken “ben şehri” özgür iradenin yanılsama olmasını ister. Bu ahlak ve hukuktan vicdan azabı ve suçluluk duygularına kadar hayatının hemen hemen her alanını kapsasın ister. En sonunda anlar ki aşık olunan maşuk değildir, idealize edilen kendi kafasında yarattığı uhrevi bir şeydi kendi hayatının ışık saçan ruhudur.
Ahmet Altan da aşk için “ezeli yalnızlığa bir çare arayışı” demişti. Maşukun “sizi hep sevmek, sizi kendinizden kurtarmak istiyorum” yaklaşımı kurtarmaz kimseyi. Kendi kendimizle olan paradoksal hesaplaşmayı, o gordion düğümünü ancak bir aşk çözebilir gözükse de aşık yalnızlığa çekilmek isteyecektir. Başka türlü bu dünya katlanılmaz bir yerdir. O yalnızlığın bir çaresi yok maalesef.
Avcı-toplayıcılardaki adak geleneği aşkın cinayetini açıklayıcı değildir. Daha çok yerleşik yaşam kurban ritüelleri düşünüldüğünde aşkı anlayabiliriz. Bu anlamda aşk kentli trajediye yakın durmaktadır. Kurban’sız kutsal düzen (kent yada doğa) neredeyse hiçbir gelişmiş kültürde olmadığı gibi hiç bir ilişkide de yok gibi. Tüm bu olanlar negatif dinler (yozlaşmış) ya da insanlar için bir soyut hakikat olduğunu varsayalım… Bu sonuç insanlığın yarattığı kültür ve bilinçte bir kurban kurgusunun olduğu gerçeğini ortaya koyacaktır.
Elbette kendilik bilincinin en üst noktası olan kentli soylu aşıkla özdeştir bu durumda. Trajik sanattın yaptığı gibi cinayeti yada kutsal düzen için kurban edilişi ile ile aşık duygu ve eylemleri ile akla(n)ma değil ama kesin onurlandırılma talep etmektedir. Mesela Oidipus bir kraldır ya o düzeni kurban edecek yada düzen onu kurban edecektir. Demem o ki yüce ruh yani aşık kentli soylunun cinayeti yada kurbanlığı söz konusudur. İsa budur işte… Friedrich Schlegel’in yaklaşımıyla; kurban etmenin yada edilmenin gizli anlamı, sonlu olanın sonlu olduğu için yok edilmesidir… en soylu ve en güzel olanın kurban edilmek üzere seçilmesi gerekir; ama özellikle yeryüzünün çiçeği olan insan seçilmelidir…
Belki modern bilinci de kapsayan Hristiyanlar bu açıdan bir bakıma haklıdır, çünkü insan günahkardır, insan kurban edilmelidir. İnsan kendi günahları için daha yüce olanı kurban vermeye hazır olmuş olduğundan günahkardır doğası gereği. Bu insanın negatif karşı çıkış, aşılması gereken insanın hikayesidir. Nietzsche’nin de karşı olduğu şey bu sanırım. Evet aşılmalı ama böyle değil. Böylece insanlar yada toplumlar için tanrısal yaratının anlamı çoğu kez yok etmenin coşkusu içinde idrak edilir. Ebedi bir yaşamın şimşekleri, yalnızca ölümün orta yerinde çakar.
Aşık'ın, iktidar sahibinin yaşamı negatif bir şekilde ‘takdis’ edilmiştir, kutsaldır sonuçta. Aşk ilişkileri aklımıza gelir burada. Aşıkta — gösteriye dökülmüş metodik romantizmin dışındaki yasaklanmış kişidir. Bu yüzden maşukuna düşmanlığı mevcuttur. Aşk bağlamında tanrısı ile sevişmek isteyen kutsal insanın (varolma) cinayetini (eyleme gücü) buradan anlayabiliriz diye düşündüm. Tüm kokladıklarında kokusunu (olması gereken) arzuladığın maşukunun acı çekiş sonrası (buluşma) kokusunu almayı bile kendine yasaklarsın. Orada kalmak istiyorsun çünkü kurban konumunda kalırken beslendiğin bazı duygular var. Muhtemelen çilenin büyüttüğünü düşündüğün aşk budur. Çok fedakar (çileci) gözüküyor olmak, belki acıyı çekerek güçlü olduğunu düşünmek, insanların gözündeki imajın ya da bununla birlikte kontrol altında tutmak istediğin insanları kaybetmek istememek gibi pek çok ihtiyaca karşılık gelişiyor olabilir. Kendini kutsal kurban gibi hissetinizde birine bağımlı bedensiz bağımlılığın dibindesiniz demektir. Hem kurtarıcı/Mesih hem de kurban olursunuz bu ilişkide. Daha çok çile daha çok kurtarıcı…
Aşıkların aslında bir noktada herkesin başına gelen şey olan aşkı, dünyanın en kötü felaketiymiş gibi size anlatması bundandır. Onda Mecnûn’dan füzûn âşıklık isti’dâdı var âşık-ı sâdık odur ki mecnûn’un ancak adı vardır. Aşka veya acıya yüklenen kutsiyeti taşımak kişinin içinde büyüklük sanrısını besleyecektir. Öyle ki bu ruh hali içinde olduğunu bilmek bile bu ruh halini artırmaya veya derinleştirmeye yarıyor. Zihin bir kere kendine acımaya görsün sonra yaşadığı, gördüğü, bildiği ve çözdüğü her şey o acıyı katmerlendiriyor.
İnsan çektiği acıda her şeye gücü yeten (omnipotent) bir canavar yaratıyor maalesef. Fizikçilerin doğayı basit prensiplerle açıklamaya çalışması, istatistikler, anketler vs aşıkları üzmüştür hep. Bu prensiplerin sonuçların varlığı önemli değildir. Acı (ben) ve öteki (maşuk) simetrisi tek gerçektir diye düşüneceklerdir. Cellat kurban, kurban cellat doğuruyor. Bu psikoloji Aşık’ın hem gücüm hem de azabı oluveriyor iki keskin uçta. Ama azap yada güç arasında yaşamak istiyorsanız bu diyalektiğin tahmin edilemezliği başlıyor işte.
Aşkın gerçeklik, insan zihnindeki varoluşsal gerçeklikten farklıdır ve insana (bilinci ve duygularına) doğrudan erişilemeyen bir gerçeklik dayatır. Bu nedenle, aşkın gerçekliğe ulaşmak, insanın iç dünyasında acılı bir süreç gerektirecektir. Aşkın bu diyalektik yapısı, aşkın gerçekliğin insanın hayatındaki varoluşsal deneyimleriyle etkileşime girdiği bir süreçtir. Bu süreç, insanın içsel dünyasında başlar ve dış dünyayla etkileşim halinde olarak gelişir. Bu süreç, çatışmalar ve çelişkilerle doludur. Aşkın diyalektik yapısı, insanın iç dünyası ve aşkın gerçeklik arasındaki çatışmaların ve çelişkilerin üstesinden gelerek ilerleme sürecidir bi nevi. Varlığın sesini (metafiziğini) dinleyenlerin, neler konuştuğuna kulak kesilenlerin, kuşların, otların ve olgun başakların dilini, içerdeki benin dilini öğrenenlerin hayata/yaşama verdiği en doğrudan karşılık. İnsan, b(s)en ilişkisinde o arasındaki ayrıştırıcı grameri (dili) aşmaya, anlamaya çabalayarak küstahça bir yola girer. Bu anlamda aşk gündelik hayat içinde kalıplanmış “ben bilinci”nden taşarak kutsal deneyime dönüştüğünde, olup bitenler, yaşanacak olan her neyse artık ne aşkın bir alana ait olur ne de bu dünya vatanına…
Aşk hakkında yapılagelen bedensel, beşeri (insan-dil) ve metafizik uçları köpürten, imkânsız diyalektiği yücelten, edebiyatla (entelektüelleştirme), asillleştirilmeye çalışılmış; düşünmemin, sözcük kalelerinin ölümcül uçurumlarındaki tanımlardan da gitseniz en basitiyle en estetize edilmişiyle de yaşasanız: Aşk; insanın yenildiği yer, yanıldığı yer… Her aşkın başlangıcı böyle bir ‘başka dünyanın, bedenin kutsiyeti’ yanılgısından, diyalektiğinden kanamaktadır. Bu temalara, gündelik hayatımızdaki aşk hikayelerinde kendi deneyimlerimizde halen tanışığız yeterince…
Mutlak iktidar (ereksiyon) durumunda despotluğundan utanan hiç bir iktidar sahibi yoktur. Tam bu noktada kurbanı da cellada bağlayan suç ortaklığından bahsedebiliriz. Çift yönlü bir takdis hali. Bu kabulleniş maşukun bedenine, can ve anlam veren dışsallığın kazınmasını temsil eden bir şeydir. “Seni incitiyorum çünkü başkaları da beni … ” zihniyeti, etrafındaki kişileri hatalı bir döngüye dahil eder. Aynı zamanda bu bireylerin kurban psikolojisine daha da saplanmasına sebep olan yıkıcı davranışlarının artmasına sebep olur. Mağdur olmaya fazlasıyla odaklandıklarından ve kendilerini başkalarının yerine koymakta zorlanırlar. Bu komplikasyon aşk ilişkisinin altında yatan temel faktörlerdendir. Özellikle kurtarıcı merkezli devlet/halk ilişkisinin yaşandığı Doğu toplumlarındaki birey devlet psikolojisi de buna benzer. Türk politikacılarının ortak derdine bakın göreceksiniz. Siyasi liderlerimiz, kendilerini biz sürüleri için feda eden yüce varlıklar olarak görmektedir. Bu durumda patolojik birey devlet ilişkisi çıkacaktır.
Kurbanı kutsal kılmak için “onu yaşayanların dünyasından ayırmak” gerekecektir. Aşık'ın ki hem de kendini kurban konumuna sokmuştur bu ilişkide, iki dünyayı birbirinden ayıran eşikten atlamasını sağlamak gerekecektir. Kendini yada maşukunu (ki bu kendini öldürmekle eşdeğerdir) öldürmekteki maksat da budur. Ama burada bi durum vardır: Tersinden takdis edilmiş “Kutsal insan”, suçundan dolayı kendisini yargılamış(aşk ilişkisi) kişidir. Bu kişinin kurban edilmesine izin verilemez. Ancak kutsal beden (maşuk) öldürülebilir. Kutsal bedenin ihlal ve günah sayılmaksızın öldürebileceği fikri Aşık’ın Tanrı’ya borcun ödenmesi için en kısa zamanda cennete gönderiliyor, gönderilmesi gerekiyor. Kutsal aşkın çiğnenmesi yasaktır, ancak kutsal insanı öldürmek meşrudur. Kendisini adayan ama ölemeyecek olan kişi için maşukun yok edilmesi gerekecektir. Yani günah yaratılacaktır. Aşk ilişkisinde kişinin kendini yüce varlık olarak görme hali. Ayrılma eyleminde edilgen kişi iseniz, derbeder olma etabından sonra geçireceğiniz dönem.
Aşk sürekli olarak aşıl-a-maz diyalektik mesafeden doğuyor. Bu mesafenin grameri belki bizim aşk dediğimiz şey. Aşk; sevgi(arzu) ve nesnesi arasındaki mesafe… Cinayet bu mesafeyi reddeden anarşist bir tutum işte. Kendini isteyerek yada Aşık’da olduğu gibi için kutsala vakfedilen, terkedilen kurbanlarda da benzer durum vardır. Kutsala, hayatı kurban edilmiştir. Bu yüzden kendi günlük tekrarlarında mekanikleşen/katılaşan insanların sıradan yaşamlarına öfkelidirler. Dinin öfkesi budur. Sinirlenen aşık tutkuyu cehennem ile yaratmak isteyecektir. Hep kalabalıkların onu teselli etmesini, kalabalığın terk ettiği mabede geri dönmesini bekler. Aşık hem kendine hem de onu takdis edene ruhbanda olduğu gibi kinlidir. Tanrıya (maşuk) kendine (aşkını yaşadığı bedene) / topluma kinlidir. Ben seni çok seviyorsam sende çok ver… Burada ilginç bir paradox vardır. Aşık/ruhban olan bir şey zaten tanrıların (maşukun) malıdır.
Kendini kutsal kurban gören kişinin durumuna gerçekçi olarak bakma, kendi hata payını görme ve en önemlisi de aksiyon alma gibi düşünceler geliştirmesi zorlaşacaktır. “Şunu yapayım ve bu durumu değiştireyim artık bu canımı sıkmaya başladı” gibi bir bakış açısı geliştiremez. Hatta bu bakış açısında olmadığı gibi, kendini hangi durumun ya da kimin kurbanı ilan etmişse o kişiyi cezalandırmak için çeşitli yöntemler bulur. Mesela ilişkisi varsa sevgilisinin ya da eşinin bir davranışına sinirlenip onu aldatıyor, içki içiyor, bir şeylere bağımlılık geliştiriyor vs. Bu tip insanların zihni çok çarpık çalışıyor. Durumdan çıkmak yerine o durumun içinde debelenip dururlar. Buradan ikincil bir kazanç sağladıkları kesin ama muhataplarını toplumu maşuku aşırı derece yorarlar.
Ya katil ile kurban aynı kişiyse. Haklarını arayan ideolojik zihinsel süreçlerden olan feministlerin geldiği noktaya bakınız. 20. yüzyılın ikinci yarısından beri yükselişte olan bir toplu hezeyan hali: kişinin, artık etken olduğu hallerde bile kendisini toplumsal doku tarafından bir şekilde o hale getirilmiş ve o kararı almış bir bilgisayar yazılımı gibi gördüğü psikoloji…
Sınıf mücadelesinin yerini kimlik siyasetine bırakmasının da tetikleyicilerinden olan bir kanı. Sonunda ideolojiler bile bu sarmala saplanıyorlar ve bu kurbanlık hikayesinde ısrarcı olanlar da sağda solda pek sevilmiyorlar. Özetle ideolojilerin, dinin taşıyıcıları aynı zamanda kurbandır.
Gizlediğimiz ve aşkla kutsanmış benliğimizden başkalarına, Tanrının (maşukun) üzerine düşen gölgelere aşık oluruz. Aynıyızdır… İsa'nın bedeni bu yüzden ortadan kaldırılmalı idi. Göğün ekmeği değil bedenin ekmeği yenmek istetendi de diyemeyiz. Ancak kutsanmış benlik, kutsanmışlığını en dip noktaya taşımak için cinayeti kutsal bir haz ile isteyecekti. İsa'nın bedeni Aşık’ın ortadan kaldırmak istediği bedene dönüşür adeta. Tüm aşklar insanın bir nesne olmayıp, bir şahıs olduğunu ifade edilebilme imkânları aranmasına dayanacaktır. Özgür iradesini alan maşukun taşıdığı yüklendiği nefret onu yok oluşa, Aşık’ı ise mutlak tekilliğe taşıyacaktır.
Kendinin (bedeninin) varlığını bu yansımada değersiz gördükçe aşık öbür bedeni ortadan kaldırarak bi nevi kendi bedenini yüceltmeyi deneyecektir. Bunu topluma rağmen deneyecektir. Her şeyi aritmetiğe indirgeme ve herhangi bir ilahi kavramın ihmal etme girişimi, yani her şeyi aritmetiğe dayandıran için cinayettir aşk cinayeti. Tanrının ölümü nedeniyle aşkın “şeysel” temeline de saldırma vardır. Bu durum Tanrı’yı gasp etme arzusunun getirdiği dehşeti ifade eder. “İyi” ve “kötü” kutuplu kavramlardır, günah olmadan iyiyi ve kötüyü bilemeyiz. Adem için elma yemek bilincin kaynağını temsil eder. Zarar verme olasılığı olmadan insanlar neyin iyi olduğunun bilincinde olamaz, başka bir şey olurdu. Aşık bunu (bu bilinci) isteyecektir. İnsanlar (aşık) sadece maddi nesneler değildir ve öyle olmadıklarını kanıtlamak için kendilerine ne kadar zarar verirlerse versinler her şeyi yapmayı göz önüne alacaktır.
Üstelik insan, her şartta kendisine haksızlık edildiği, iyi şeyler başına geldiğinde nasıl olsa bir şekilde tersine döneceği varsayımı içerisindedir. Toplumlar da bu psikolojiyi benimsediklerinde, yani sadece kendilerine yapılan adaletsizliği görüp, buna verdikleri tepkinin başka insanları nasıl mağdur ettiğine aldırmadıkları zaman sonuçları daha da vahim olacaktır. Aşk bireysel olanı yüceltirken toplumsal olana saldıracaktır. Cinayetin nedeni budur. Beden ve insanın zaaflarına göre tavır alan maşuk ortadan kaldırılmalıdır bu yüzden. Maşukun bedeni (cinsel deneyim olanağı) ortadan kaldırılmalıdır. Hem kendi hem de ötekinin bedeni mağaradır. ve kutsanmalı. Tanrısal kata yani soyutlamaya çıkartılmalı. Çünkü onun bedeni ölüm (aşıkın yok oluşu) doğuracaktır. Bir tür cinayet sarmalı…
İnsanlar yalnızca ekmekle ya da filozofların “iyi”si gibi en üst düzeyde bir şeyle yaşamazlar. Tüm ütopik ideolojiler, insan doğasının temelde iyi ve basit olduğunu varsayar: Kötü ve görünüşteki karmaşıklık, yozlaşmış bir toplumsal düzenden kaynaklanır. İsteği ortadan kaldırın ve suçu ortadan kaldırın. Pek çok entelektüel için bilimin kendisi bu iddiaları kanıtlamış ve olası dünyaların en iyisine giden yolu göstermişti.
Sıradan bilinçsiz, zeminsiz, ontolojisiz yaratık oluştan “Varlık” oluşumu için bu dünyada mümkün yaşam yürüyüşünü aşma deneyimi... Aşık “razı değil aşkını tanımayan tarihten, onu sinesine sarmayan tabiattan (varoluştan) rıza dilenmeyecektir”. Ama aşkta insan insandan bir cinayet için kendini gizlemeyi pekala denedi. Yeryüzünü ve işin özünüyse tarih gizlemeyi deniyor... Aşık bir ölümlü olarak ölümsüzlüğü talep etti… İşte gördüğünüz gibi; Aşk analitik düzleme başkaldırmaya, kontrol edilebilir romantizmin sınırlarını zorlamaya, kutsal cinayetlere devam devam edecek… Şairin dediği gibi:
“Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar / ben yaşarken koptu tufan
ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kainat / her şeyi gördüm içim rahat
gök yarıldı, çamura can verildi / linç edilmem için artık bütün deliller elde” İ.ÖZEL
Bunu konuşmaktan yazmaktan ve yaşamaktan korkmayacağım… Kendime söz veriyorum… Sözden kaleleri/mn/e aldırmadan korkumu tatmak istiyorum. Kendime bu saygısızlığı yaptığım yeter artık. Ve bunu kendimi üzmemek hatta korumak için yaptığımı sanmam ne acı. Oysa yaşamak istediğim hayatı yaşayamıyor, “yola” güvenemiyor oluşumun faili bu korku.
Freud, zalim bir diyalektikle kutsanmış/saplantılı aşkın yedeğindeki bilinçsiz bir nefret duygusundan bahsetti. Buradan narsisime de gidebilir… Ama ben içsel benliğin başka bir kişiye yansıtılmasında aşkın kök salmış olacağını var saydım. Bu duruma çare aramalı mıyız…? Ben peşinen aramalıyız yada aramamalıyız demeyeceğim ama bir çaresi varsa şu olabilir. Birçok kolektif toplum bilincinin içinde bulunan bu durum aslında bir tehlikeli hastalıklı illüzyondan ibarettir. Olay bunun farkına varmaktır, ve gözleri mutlak gerçeklik olan sevgi, barış, neşe, yaratıcı çözümlere yöneltmektir. Mesela, saat 12’de randevunuz vardı ve kaçırdınız. Bu durumu açıklamanız gerekiyor. “Kusura bakmayın, otobüs gelmesi gereken saatte gelmedi.” değil “taksi çağırmaya vaktim olmadı bundan sonra, 15 dakika daha erken evden çıkacağıma söz veriyorum.” Gibi gibi …
Tuğrul, S. (2010). Ebedi kutsal, ezeli kurban: çok tanrılılıktan tek tanrılılığa kutsal ve kurbanlık mekanizmaları. İletişim.
KRAL OİDİPUS”: MİT VE TRAGEDYA İLİŞKİSİ DÜZLEMİNDE BİR İNCELEME