BATLAMYUS’DAN KOPERNİK’E PARADİGMA DEĞİŞİMİ

Hepimiz SANALIZ
Anlama Kılavuzu
Published in
8 min readJun 20, 2023

Kuhn’un Yaklaşımı

Kuhn, bilimsel gelişimin düz bir çizgi izlemediğini, bilimsel çalışmaların sürekli artarak ilerlemediğini fark etmiştir. Bilimsel bilgiler, gittikçe şişen bir balon gibi genişlemekte fakat bu gelişim ancak bir noktaya kadar sürmektedir. Kritik bir noktadan sonra bilimde yeni bir dönem başlamaktadır. İşte bu yeni dönemi, konumuz açısından bakarsak, yeni bir bilimsel düşünüşün ortaya çıkması olarak kabul edebiliriz. Kuhn yapmış olduğu çalışmalarla, “bilim nedir?” sorusuna verilecek cevapta, sadece bilimin aksiyomatik yapısına bakmanın tek başına yeterli olamayacağını; çünkü bilimin değişen, gelişen bir özellik taşıdığını gösterdi. Her ne kadar Kuhn bir filozof veya bilim felsefecisi olmasa da onun çalışmaları “bilim nedir?” sorusuna hem yeni bir boyut kazandırdı hem de günümüzde çok farklı alanlarda kullanılan bir kavramı, paradigma kavramını, entelektüel hayata taşıdı. Paradigma kavramı, bize bilimin anlaşılabilmesi için, onun değişen ve gelişen bir özellikte olduğunun dikkate alınmasının gerekliliğini gösterdi. Fakat daha da önemlisi bu değişim ve gelişimin düz bir çizgi izlemediğini, bir tür dalgalanmaları içerdiğini, yani yukarıda da işaret edildiği gibi, âdeta sıçramalar şeklinde ilerlediğinin tespit edilmiş olmasıdır.

Kuhn The Structure of Scientific Revolutions adlı eseriyle yeni bir bilim felsefesinin müjdecisi olarak ortaya çıkmıştır. Kuhn’un temel hipotezi şu şekildeydi: “Tarih, yalnızca bir zaman dizimi ve anlatı deposu olarak görülmediği takdirde şu anda bize egemen olan bilim imgesinde esaslı bir dönüşüme yol açabilir”[1]. Temel hedefinin tarihin doğrudan doğruya araştırma faaliyetini kaydetmesinden doğabilecek oldukça farklı bir bilim kavramı kurgulamak olduğunu dile getirmiştir. Kuhn’a göre sorun, “ikna için ve pedagojik” olarak hazırlanmış ders kitapları ve bunlardan türetilen bilim anlayışından kaynaklanmaktadır. Bu kitaplarda sıralanan bilgiler, bilimle uğraşan insanları, özellikle de bilim tarihçilerini “bir çoğalma sürecinin vakanüvisleri” haline indirgemektedir. Aynı zamanda bilimin nasıl ilerlediği ile ilgili soruları gündeme getirmektedir: Bilim ya tek tek keşif ve icatların birikmesiyle gelişmiyorsa? Bu bağlamda artık bilim tarihini yazma yönteminde bir devrimin meydana geldiğini söylemek mümkündür. Zamanını doldurmuş kuramların sırf bir kenara atıldıkları için ilkece bilimsel olmadıkları söylenemeyeceğinden birikimci olmayan gelişme çizgileri de izlenmeli ve bilimin kendi zamanındaki tarihsel bütünlüğünü sergileme çabası öncelikli olmalıdır[2].

Kopernik’in Devrimselliği:

Normal bilim dönemlerinde, bilim adamlarının birincil görevi kabul edilen teori ile gerçek arasında mümkün senkronizasyonu hedeflerler. Sonuç olarak, bilim adamları mevcut paradigmayı tehdit edebilecek ve yeni ve rakip bir paradigmanın gelişimini tetikleyebilecek araştırma bulgularını göz ardı etme eğilimindedir. Örneğin, Batlamyus güneşin dünya etrafında döndüğü fikrini popülerleştirdi ve bu görüş çelişkili kanıtlar karşısında bile yüzyıllar boyunca savunuldu. Ancak tarihsel koşullar altında yenilik, anlamada zorluklar ortaya çıkınca baş gösterecektir. Beklentinin sağladığı konforlu arka plana rağmen yenilik kaçınılmaz hale gelir.

İskenderiyeli Batlamyus dünya merkezli evren modeli Kopernik’e kadar astronomi ilmine ve dini düşüncelere hâkim olmuştur. Batlamyus uzun zaman geçerli olan; yeryüzünün sabit olduğu, güneş, gezegen ve yıldızların Yer etrafında dolandığını kabul eden Eudox astronomisini ortaya atmıştır. Batlamyus’un dünya merkezli evre modeli uzun yıllar kullanıldı. Felsefeden kutsal kitaplara kadar her alanda taraftar bulan bir düşünce idi. Temel hesaplamalar ve çıkış noktası dünyanın evrenin merkezinde olduğu paradigmasına dayanmaktaydı. Evren dünya ile başlıyordu ve sınırlı idi. Dünya ötesi yıldızlar ise tanrısal evrendi. Helenistik dönem, Roma ve sonrası dönemi entelektüel kültürü için temel kabul olmuştu. Tüm bu olanlar olağan bir araştırma sorununu sonuca bağlamak, tahmin edileni yepyeni bir şekilde başarmaktan ibaretti. Kuhn’un ifadesiyle “olağan bilim” devredeydi. Yapılandırılmış bulmaca çözme pratikleri işlerlikteydi, standart müfredatlar işe vuruktu. Özetle söylemek gerekirse; bilim insanları, doğrulama / yanlışlama sorununu ile motive olmazlar. Onlar teknisyen edasıyla olağan paradigma tarafından üretilmiş olan şablonları doğanın ve bilincin farklı alanlarına tatbik ederek çoğaltırlar. Çoğalma arttıkça paradigma tarihsel mükemmelliğe ulaşır.

Batlamyus’un yarattığı paradigmanın arkasında Aristoteles’in kozmolojisi ve mantığı yatmaktaydı. Kutsal metinlerinde desteğini almıştı. Kopernik’in güneş merkezli kuramıyla, dünyanın yuvarlak olduğu, ekseni etrafında her yirmi dört saatte döndüğü ve her yıl güneşin etrafında döndüğü fikri ortaya çıktı. Kopernikçi hipotezin Kutsal Kitap ve Aristoteles ile çeliştiği kabul edildi. Aristoteles’in kozmolojisi Kopernikçi görüş için neredeyse aşılamaz bir bariyerdi çünkü gökyüzündeki ve yeryüzünü yöneten yasalar arasındaki bölünmüşlük Hristiyan doktrini olan günaha düşüş ile bağdaştırılmıştı.

Modern döneme yaklaştıkça, A. Thomas, Dante ve Vincent de Beauvais gibi düşünürler tarafından dillendirilmeye başlanan; dünyanın küreselliği doktrinini benimsemeye başlamışlardı[3]. Rönesans’a gelindiğinde, Batlamyus’un stratejisi, Kopemik’in kendi ifadesiyle, tam bir “canavar” idi. Gelinen son tahlilde; ağır, kafa karıştırıcı bir kavrayışı formulasyonu sunmaktaydı. Batlamyusçu modelin orijinal kavramsal sadeliği artık mevcut değildi[4]. Kutsal metnin dünyanın bilgisini veremeyeceği algısı alttan alta yeşermeye başlamıştı. Bu tarz itirazlar Kuhn’un “bunalım” dönemlerine işaret etmektedir. Bilimsel bir devrim, bilim adamları içinde bilimsel ilerlemenin kaydedildiği evrensel olarak kabul edilen paradigma ile açıklanamayan anomalilerle karşılaştıklarında meydana gelir.

Paradigma, Kuhn’un görüşüne göre, sadece mevcut teori değil, içinde bulunduğu tüm dünya görüşü ve bununla birlikte gelen tüm sonuçlardır. Bunalım dönemlerinin ardından bilimsel “deha” devreye girecektir. Kopernik’in kozmolojik devri mi bu anlamda zor olmadı denilebilir. Kopernikçi gökbilim, fiziksel ya da mekanik açıdan eksikliği ne olursa olsun, yine de hepsine aynı dairesel devinimi yükleyerek, Yer’in fiziksel yapısı ile gök cisimlerinin yapısını özdeşleştirdi. Bu yolla da “ay altı” dünya ile “ay üstü” dünyayı bir birine bağladı; böylece, Evreni oluşturan maddelerin ya da varlıkların özdeşleştirilmesinin, Aristotelesçi dünyaya egemen olan bu sıradüzenli yapının yıkılışının ilk aşaması gerçekleşmiş oldu[5]. Aristoteles’in gökyüzündeki hareketin değişmediği ve dairesel olduğu görüşünü paylaşıyordu. Yeni kuramını tam izah edemese de Batlamyus’un karmaşık evren düzeninden çok daha basit. Tüm bu olanlar için Kuhn’un görüşü şu şekildedir: Bunalıma düşmüş paradigmayı terk etme isteği beraberinde devrimci paradigmaya geçişte istekliliği de göstermektedir.

Batlamyus evreninin savunucuları ile yeni devrimsel düşüncenin savaşımı yaklaşık iki yüzyıl sürmüş bir savaşımdır. Dünya’nın devindiği konusunda taraf olduğunu belirtmeyen Erasmus Reinhold (1511–1553), Kopernikçilere önemli yararı dokunan ilk astronomdu. Reinhold 1551’de, Kopernikin teorisinden kısa zaman sonra, Kopernik’in geliştirdiği matematiksel yöntemlerle hesaplanan eksiksiz yeni bir astronomik katalog yayınladı[6]. Hemen olmayacak elbette devrim. Örneğin, Kepler’in söylediklerine bakılırsa; Güneş ile Yer’e verdiği göreli yerlere bakılırsa, elbette Kopernikçidir. Matematik verilerle ve Kopernik teorisine olan sarsılmaz inancıyla kuşanan Kepler, gezegenler problemini çözebilecek basit matematik yasalarını keşfetme işine soyunacaktı. Kopernik ile aynı nedenden ötürü: Güneş, ona göre, Tanrıyı simgeler. Yaratılmış evrende kendini dile getiren yaratıcı Tanrının simgesi, Evrenin görülür Tanrısıdır; bunun içindir ki, Evrenin merkezinde bulunması gerekir[7]. Galileo ve Kepler gibi diğer astronomlar 1600’lü yılların başlarında Kopernikus sisteminin doğruluğunu kanıtlayacaktı. Bu aşama ise ortaya çıkan devrimci bilim paradigmasının yerleşemeye başlamasına tekabül etmektedir. Kuhn bu aşamaya “devrimci bilim” demektedir. Tarihsel birikimin yaratan yeni paradigma eskisinin yerini almaktaydı. Bu aşamada bilimsel dehaya önemli işlevler düşmektedir. Başlangıçta deha devrimci hareketi başlatır. Ancak bu dehalar, uğraşılarında doğayı ve bilimi paradigmaya uydurmaya çabalayacaktır. Burada zekâ, yeni bulmacaları kurama uydurma becerisidir. Kuhn’a göre paradigma yerleştiğinde; ortaya çıkan metodoloji ve dil, dolaysız deneyimin bile önüne geçecektir.

Değerlendirme

Bilindiği üzere esas Rönesans döneminde Kopernik, Kepler ve Galileo tarafından geliştirilmiş olan modern bilim belli bir kozmolojinin, bir bilimsel materyalizmin doğuşuna yol açmıştır. Dünyayı evrenin merkezden alıp, yerine güneşi koyan Kopernik’in devrimi gibi bir devrime felsefenin de ihtiyacı vardı. Descartes’ten, Kant’tan beklenende buydu. Sonuçta, Descartes, farkında olmaksızın teolojik bir Kopemik devrimi başlatmıştı; çünkü onun akıl yürütme içimi, insanın ve aklının mevcudiyetinin Tanrı tarafından değil de Tanrinın mevcudiyetinin insan aklı tarafından var kılındığını öne sürecekti[8]. Kopernik’in göz duyumuz için yaptığını, Kant’ın Kopernik devrimini aklımız için yapması olağan bir beklentiydi. Kant, kendi yeni felsefi yol haritasını Kopemik’in hesaplaması basit astronomi teorisiyle açıkça karşılaştırmıştır. Bu karşılaştırma paradigma değişimin gücünü göstermesi açısından anlamlıdır. Modern insan yaşamı Kopernik ve devamındaki bilim insanlarını yaratıcı ve biriktirici dehasına borçludur. Şöylesi bir tespit yapmış Schrödinger; “… bilim yaygın dini inançları tehlikeye atmak için yeterlidir, fakat onların yerine yeni bir şey koymakta yetersiz kalır. Bu durum bilimsel olarak eğitilmiş ve yetkin kafalarda inanılmaz derecede çocukça, -gelişmemiş veya körelmiş- bir felsefi görüşle birlikte grotesk olgusunu meydana getirir”[9]. Çok açıktır ki bir paradigmanın diğerine tercih edilmesinde objektif kriterlere sahip değiliz. Kuhn’a göre paradigma seçimi asla mantık ve deneyle tek başına çözülemeyecektir. Bu bir inanç eylemidir.

Bilim tarihi incelendiğinde tüm bilimsel devrimler aynı radikallikte değildir. Ancak Kopernik’in hipotezi günümüze kadar etkisini sürdüren radikal bir devrimdi. Örneğin; Antik bilim, Helenistik hurafeler ve İncil’in aksine “yıldız” sözcüğü, bu yeni görüngünün astronomik ve kozmolojik açıdan önemini anlamak açısından çok önemlidir. Bu dünya gibi gökcismi bir yıldız idiyse, değişmez olan gökler değişmişti ve kutsal “ay üstü” bölge ile bozulabilir Dünya arasındaki temel karşıtlık kuşkulu bir duruma düşmüştü[10].

Batı düşüncesi bir nevi modern yaşamın/bireyin yaratılmasıdır. Batı düşüncesi, Kopernik’in kozmolojik devrimiyle birlikte kozmosun ve insanın izafileştirildiği; modernlikle, Descartes’in metafizik devrimiyle birlikte, kozmosun, madde ve zihin olarak parçalandığını, Kant’ın epistemolojik devrimiyle birlikte ise insanın ve anlamın algılanan nesneden kapanıldığını, bütün bu süreçlerin Postmodern Aralık’ta, ontolojik evsizlik ve manevî yabancılaşmayla sonuçlandığı yolun tarihidir bu. Bu yol ne kadar sekülerleşme sürecidir tartışmaya açıktır. Ama şu açıktır: İlâhî Akl’dan südûr eden bir sırrı ifşa edebileceğini savunan Pisagorcu matematik teorisinin nüfuzu, Kopernik’e, onun takipçilerine ve oradan da Galileo ve Newton’a, tabiatın sırlarına nüfuz etme çabalarında doğrudan ilham verecekti. Birazda İslam felsefesinin etkisiyle Geç Skolastiklerin akılcılıklarının, ampirisizmlerinin doğurduğu Yenieflatuncu matematik, Bilimsel Devrim’in ortaya çıkışı için gerekli olan son oluşturucu öğelerden birini sunmuştu. Onları, karmaşık ve artık büsbütün işlerliğini yitirdiği gözlenen Batlamyusçu yer merkezli astronomi sistemini yıkmaya zorlayan basit, kesin ve enfes matematik formlarla aydınlanan ve işlemeye başlayan görünür evren fikrinin doğmasına neden olan şey, Kopernik ve Kepler’in inatçı, yılmak bilmeyen Yeni Eflatuncu inançlarıydı[11].

Ancak paradigma dönüşüm mantığına şu eleştiri kaçınılmazdır: Kopernik’in astronomiyi, ilâhî bir bilim kabul etmesi tesadüf değildir. Güneşin altında çok da değişen bir şey yok. Pisagordan tevarüs eden sayılarla düşünme becerisi Platon’a gelince soyutlaştı. Öklit’i yaratan da buydu. Bu evrimsel süreç Hristiyan felsefeye ve Kopernik’ten önce de Yeniplatonculuğa tevarüs etmişti. Onun devriminin altını besleyen bu evrimsel süreçti. Kopernik ile başlayan süreç antikitenin ve ruhani matematiğinin bir nevi doğrulanmasıdır.

Sonuç:

Batlamyus’un düzenli ve yermerkezli evren tablosu ve ardındaki paradigma 16. yüzyıla dek benimsenmeyi sürdürdü. Ancak 16. yüzyılda Rönesans’la gelen dini, politik ve entelektüel devrimle birlikte, günümüzün evren anlayışını şekillendirecek olan kültür paradigma yaratıldı. Kopernik, teorisiyle Yunan ve Hıristiyan kozmolojisinin belli bir bölümünü değil onun Platon ve Aristoteles’ten çıkan bütün temellerini yerle bir eder. Çünkü eski kozmolojide, evren kendisini meydana getiren öğeler arasındaki niteliksel farklılıklara karşın, içindeki her şeyin, tek tek her varlığın belli bir yerinin ve işlevinin bulunduğu tek bir canlı organizma şeklinde tasarlanmıştı. Oysa Kopernik ve Galileo tarafından kurulan modern bilimin öngördüğü kozmolojinin en büyük yeniliği, onun doğayı, insan varlığıyla Tanrının dışında olan bir varlık alanı olarak sunmuş olmasıdır[12]. Kopernik’in yarattığı devrimsel süreç sonraları bilimde, felsefede hümanist bilinçte giderek birikimini artıracaktı. Aristo’dan beridir geçerli olan ereksel düşünce dünyayı anlamamızda işe yaramayacaktı. Galileo’nun vurgusuyla “nasıl” sorusu insan anlağına hükmünü koymuştu. Evrenin merkezinde yaşayan bir insan yoktu artık. Dünyanın uzağındaki cisimler de dünya gibiydi. Koskoca sınırsız evrende, küçük soluk mavi noktada yaşayan insan vicdanı kutsalın yerini almıştı.

[1] Kuhn, T. (1995), ss 46.

[2] Özsoy, S. (2018)

[3] Pikkert, P. (2008)

[4] Tarnas, R. (2011) 2 Cilt, Ss46

[5] Koyré, A., (2000), ss59.

[6] Kuhn, T, (2007), ss307.

[7] Koyré, A., (2000), ss121.

[8] Tarnas, R. (2011) 2 Cilt, ss86

[9] Schrödinger, E., (2020)

[10] Kuhn, T, (2007) ss337.

[11] Tarnas, R. (2011) 1 Cilt, ss353.

[12] Cevizci, A. (2009)

Magic and the Origins of the Modern World in the Renaissance

KAYNAKÇA

Cevizci, A. (2009). Felsefe tarihi. Say Yayınları.

Çakır, N. (2012). Bir Yöntemsel Ortodoksi Eleştirisi. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, (6).

Koyré, A., (2000). Bilim tarihi yazıları. TÜBİTAK

Kuhn, T, (2007). Kopernik devrimi: batı düşüncesinin gelişiminde gezegen astronomisi. İmge.

Kuhn, T. (1995). Bilimsel Devrimlerin Yapısı, İstanbul: Alan Yayıncılık

Özsoy, S. (2018). Popper ve Kuhn arasında: Imre Lakatos ve bilimsel metodoloji için yeni bir öneri. Kaygı. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, (30), 209–223.

Pikkert, P. (2008). “ Hristiyan Batı” Efsanesi: Batı’da Din, Bilim ve Felsefe Tartışmaları. GDK.

Schrödinger, E., (2020) Doğa ve Yunanlar- Bilim ve Hümanizm, Babil Kitap, İstanbul

Tarnas, R. (2011). Batı Düşüncesi Tarihi: Antik Yunan’dan Modern Döneme, İstanbul: Külliyat Yayınları

--

--