Bir Şeyin Kendisini (Tıpkısının Aynısını): DÜŞÜNMEK…

Hepimiz SANALIZ
Anlama Kılavuzu
Published in
3 min readOct 30, 2022

Hiçbir şeyin saf kendisi yani normali yoktur. Hatta kendilik/normal/olağan öze sahip bir şey yoktur. Kendinin kendine benzemesi olağan dışıdır. Başka açıdan kendinin normali; tıpkının aynısı yok normalize veya normalizasyon vardır. Normal kendisinin aynısı değildir: Yani yoktur. Özetle hiçbir şey kendisinin aynısı değildir tanrıdan yani düşünceden başka. :)

Ancak bu durumu düşünmenin kendisi ile karıştırmamalıyız. Düşünülen şeyin sahte olması düşüncenin kendisini sahte yapmaz. Düşünmek kendini de gösterebilen ayna gibidir. Bilinçli bir şekilde yani düşünerek düşünceyi aşmak yada delirmek yani düşünmemeye ulaşamayız. Kendisi haricinde gösterdikleri sahte olabilir ama kendisini sahte gösteremez. Yani sahte düşünce üretemezsiniz. Bilinçle bilinçsizliğe ulaşmak mümkün değil.

Ancak, özellikle sosyal gerçeklikte soyut anlamlar taşıyan kavramlar hepten bu şekilde, sahtedir. Bir ‘şey’, düşünülen bir şey ise bir şeye indirgenmiştir peşinen; bu indirgeme ile o şey arasında ayrışma kaçınılmazdır. Zaten doğada bire bir aynı yada aynılaşma mutlak değildi. O zaman o şey başkası yada kendi algı ve düşünme eyleminde oluşturulmuş olandır.

Örneğin; kadın ve erkek toplumsal olanla ilişkili şeyler olarak saf formlarıyla (kendilikleri ile) var değildir. Fakat bu kavramlar niçin vardırlar ve niçin normalleri varmış gibi davranılır? Erkek/kadın olarak insan davranışının açıklanmasını sağlayan kavramsal özün temelini sağladıkları için bu kavramlar kendilerine ait saf özleri varmış gibi zannederiz. Aile ve kültür etkilerinden bağımsız, bir boşlukta oluşan “gerçek benlik” olanaksızdır. Bu durum kadınlar için daha da karmaşıktır. Bağımlı bir topluluk olduğumuzdan, “gerçek doğamız” ve “uygun yerimiz” hep erkeklerin ortak (genetik) dilekleri ve korkularına göre tanımlandığından özgün ve açık-seçik bir kadının benliği nasıl yontulacak?

Üzerinde düşünmeye değer, karmaşık bir sonuca evrileceğimiz aşikar gibi. Düşüncenin ve duygunun sahtesi nedir? Sahte düşünce üretemezsiniz ama sahte duygu üretebilirsiniz. Bunu şöyle de örneklendirebiliriz. Duygular sanat eserlerine düşünce matematiğe benzer. Bu durumda duygular sizi yanıltabilir. Çünkü sanat eserleri gibi olduğu için sahteleri çok daha mümkündür. Bir şeyi düşünüyorken o şeyi kesin düşünüyorsunuzdur. Elinizde sabit olan düşünmektir. Bir hissi yaşamak hissi doğrulamaz yaşadığınızı doğrular. Bu bi açıdan sabitleme meselesidir. Sabit olan duyguyu tatmanız ise iş tamam. Ancak bir duyguyu gerçekten yaşamak gerçek bir düşüncesizliğe, etik tavra insanı çeker. Bu durumda sonuç anlamsızdır. Çünkü duygular üzerinde düşünülecek değil yaşanılacak şeylerdir. Eş deyişle bir duyguyu yaşıyor olmak duygunun içinde olduğumuz için kesinlik vermez. Ama düşünce kendinden bağımsız bir kesinliktir.

Dil her zaman varlık ile ilişkide paradoxaldır. Dilin olduğu yerde ikilik vardır ve doygun anlam değil etik vardır. Konuksever olmak konuğu zor durumda bırakabilir örneğin. Balık severken balığı değil onu yemeyi seviyoruzdur. Varlık hiçlikte de durum aynı… Bu durumda öznel olanı korumak için dile ihtiyaç yoktur ancak öznellik zaman ve düşüncenin ifşası ile (anlam) sınırlıdır. Hiçbir şey kendi başına var olmaz. Tanrı bile saf halde var olmadığı için varlığı yarattı. Bu durumda ben o şey olamam; çünkü o şey olan değil söylenen (işaret) edilendir.

Söz konusu duygular olunca “gerçek”miş “hissi” nereden gelmektedir? Hislerden (duygularımız) … O halde nihai ve “öznel simülasyon” his yani duygularımız tarafından yaratılmaktadır. Hislerin yarattığı gerçeklik hissi yeni keşfedilmiş bir şey değil. İhtiyacınız olan bir “nesne” değil hislerinizdir. İhtiyacın arzudur. Arzun sensin… Hımm… Al sana simülasyon… Klasik bir tartışmadır bilirsiniz. Yaşamı yada aklı mı öncelemeliyiz. Hatta bunun felsefe tarihinde karşılıkları da mevcuttur: Duygu, düşüncesi olmayan, sadece yaşamaktan, deneyimlemekten ibaret bir histir. Etik yaratan bir varlık olarak insan duyuları aklın emrine vermelidir diyenler ile dünyaya gerçek tavır alışın ancak duygu (yaşam) ile mümkün görenlerde olduğu gibi… Duygularla mı yoksa mantıkla mı hareket etmek gerektiğinin elbette net bir yanıtı olmayacaktır.

Bunları kendi kendini-düşünen düşüncede var edebiliyoruz. Ancak düşündüğümüz şeylerin olgusal evrendeki karşılıkları asla düşüncedeki özü/formu aynen taşıyamazlar. Bir diğer durumda ise doğada var olan hiçbir şey diğer benzerinin hiçbir zaman tıpkısının aynısı değildir. Dolayısıyla ne doğada ne de düşünülen ile düşüncenin ürünü arasında zorunlu bir tıpkılık söz konusu değildir.

--

--

Hepimiz SANALIZ
Anlama Kılavuzu

Öğrenmek en doğal ama çaba gerektiren bir haktır.