Bir Kara Delik Daha: GORBAÇOV

Hepimiz SANALIZ
Anlama Kılavuzu
Published in
10 min readAug 31, 2022

Başındaki yanık lekesiyle tek kanallı TV’in seyredilebildiği çocukluk yıllarımın efsanelerinden idi… En son eşinin adıyla ülkemizde gündeme gelmişti. Kapitalizmin seri söylem üretim fabrikalarının kirlettiği zihinlerle anlayabilir miyiz bilemiyorum. Gorbaçov, içinde bulunduğu tarihi kırılma anıyla kendisinden büyüktü… Hatasıyla sevabıyla tarihe mal oldu olmasına da bize bir tartışma alanı açtı gitti. Bilemiyorum belki tarih böyle akıyor. Bunu nasıl bilebilirim ki?…

Glasnost’tan “açıklık” sonra başlatılan ve koşut olarak yürütülmesi gereken Perestroyka politikası başarısız olup da siyasi ve sosyal özgürlükler ekonomide üretim ile karşılık bulamayınca, Glasnost bu kez tersine dönen ve Gorbaçov’u 19 Ağustos — 21 Ağustos 1991 darbesinden medet ummaya itmiş ve SSCB’yi dağılmaktan kurtaramayan girişimler olmuştur. Darbe bastırıldı. Gorbaçov istifa etti. Ancak olanlar Sovyet düzenini altüst etmişti ve 6 ay Sovyetler Birliği yolun sonuna geldi. Rusya artık yeni ve belirsiz bir geleceğin kapısını aralamıştı. Mihail Gorbaçov, Sovyetler Birliği‘nin dağılmasından önce Sovyet Komünist Partisi’nin başındaki SSCB’nin son devlet başkanıydı, 6 yıllık görev süresi boyunca yıllardır süren Soğuk Savaş’ın sonlandırılması niyetiyle bir politika izlemişti. Ki bana göre bu yanlıştır: Çünkü içerisi değişimi dışarısı ile ilişkilerden anlayabiliyordu. İlk önce kendi halkına yapmak istediklerini anlatmaya kalsaydı başarabilir miydi? Zor çünkü komünist propagandanın doğurduğu paradokstan halkın bunu anlaması ve partiye güvenmesi zordu bana göre. (Kendini anlatabileceğin aydınlanmış bir halkın olması iyidir her zaman :))

Nihayetinde görevinin son yılında, 1990'da Başkan Bush (ABD) ile yaptığı olumlu! görüşmeler ona bir Nobel Barış Ödülü kazandırmış olsa da “sosyalist rejim” talebinde bulunanlar (solcular) ile kapitalizme göz yumanlar (sağcılar) arasındaki makas açıldıkça ona olan olumsuz tepkiler de büyüdü tabiki. Tepkiler artık kurumsal boyutlarda yükselmeye başladığında Gorbaçov görevinden istifa etti, 9 Aralık 1991'de gerçekleşen bu olaydan 16 gün sonra da SSCB resmen dağıldı.

İki sonuç çokça konuşulduğu için karşılaştırma yaparak ilerleyeceğim:

1- Gorbaçov tarihi sorumluluk ile yeni şeyler denedi… Olmayınca, siyasetten elini eteğini çekti, Kanada’da doktorasını yaparak akademik hayatını sürdürme kararı aldı. Devam edelim Gorbaçov ideolojik savrulma mı yaşadı? Pek zannetmiyorum. Başlangıçta Marksizm-Leninizm’e bağlıydı, ancak 1990'ların başında sosyal demokrasiye tarihsel şartlar gereği yöneldi. Aslında bu bir filozofik sorgulamanın neticesiydi de denilebilir. Tarihin içinde yaşarken doğru sorularla olan bitene yaklaşanlar değerlidir. Yanlış sonuçlar doğursa bile…

Gorbaçov iktidara gelince aşırı alkol tüketimine ve yolsuzluklara karşı kampanya açtı. Halk ve genç Sovyet yöneticilerinin temasını artırmaya çalıştı. Ekim Devrimi’nin 70. yıl dönümündeki konuşmasında, Stalin ve Troçki’yi eleştirmişti. Gorbaçov’un perestroika (yeniden yapılanma) ve glasnost (açıklık) adını verdiği reform çalışmalarını ben bu açıdan değerlendiriyorum. Bu kelimeleri, “ülkemizi daha da güçlü kılabilmemiz, Sovyet halkının maddi ve manevi yaşamını nitelik açısından yeni bir düzeye yükseltebilmemiz ve bir toplum düzeni olarak yaratıcı etkisini dünyadaki gelişme üzerinde artırabilmemiz, ancak bu yolla (glasnost ve perestroika) olanaklıdır” sözleriyle savunuyordu. Ancak halk ve bürokrasi sınıfında bu sözlerin niyetinin karşılığı zannımca yoktu. Kapitalist zihinlerin sosyalist bloktaki türevleri olan bürokrasi ve halk da felsefeden hazzetmez. Daha çok dışa dönük reformlar Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin ülkede politik üstünlüğünü psikolojik olarak kaybetmesine ve sonrasında da Sovyetler Birliği’nin dağılmasına neden oldu. Öyle ki gerçeğe götüren şüphe her zaman iyidir. Tabiki yeniyi deneme cesaretin varsa.

2- Aşırı sosyalistlerin dediği gibi “sosyalist beklentileri sattı”. Bu iddia çok şaşaalı gelse de ben şüpheyle bakıyorum. Sovyetler birliğini emperyalizme peşkeş çeken karsı-devrimci Sovyet lideri olarak görmüyorum. Kremlindeki hain, karsı devrimci, karizmatik devrimci gibi sıfatların hiç birini hak etmeyen insan. Sovyetler birliğini totaliter bir rejimden daha demokratik bir rejime geçirmeye çalışmış, insan hayatını hiçe sayan, devlet ve bürokrasi kapitalizmine dayalı bir model yerine daha hümanist ve sosyal bir devlet modelini tercih etmiş ve düşündüğü modele geçebilmek için çeşitli reformlar yapmaya çalışmıştır. Ne var ki içte ve dıştaki azgınlıklar onun iyimserliğinden daha güçlüydü.

Siyasetçi kimliğini bir kenara bırakarak taşımaya başladığı bilim insanı kimliğiyle konuşmalara, sempozyumlara katılan Gorbaçov’un ABD ile ilişkileri -bana göre onu doğrudan kapitalist ajan yapmaz ama- iyiydi, gerçekleştirdiği 1995-ODTÜ ziyaretinde pek de hoş karşılandı diyemeyiz. Reel sosyalizm denemesi yapmış adamlara sosyalizm öğretmeye kalkan aklı evvel yüzlerce gencimiz Lenin, Marx ve Stalin posterleriyle onu bekliyordu: ‘Gorbaçov Go Home’… Sosyalist Sovyet mirasını yerle bir etmekle suçlanıyordu Gorbaçov. OTDÜ’lü grup onun konuşma yaptığı spor salonunu yumurta yağmuruna tutmuştu. Gorbaçov’un “Rusya’da bile Türkiye’deki kadar komünist yoktu!” dediği rivayet edilir… ki bence bizim politik mizahın ürettiği bir şirinliktir bu. Dağılma sonrası Rusya'da yapılan seçimlerde %40 oy almıştır komünistler. Bizim toplum için bu bir rüya bile olamaz.

Talihsiz olaylar dizisi:

1- 1986 petrol krizi… 1980'lerde Sovyet ekonomisi, 1980'lerin başında sıfırın altına düşen verimlilik artışı, aşırı askeri harcamalar ve yolsuzluk nedeniyle artan durgunluktan mustaripti. 1970–80'ler boyunca Sovyetler Birliği, petrol ve doğal gaz gibi dünyanın en iyi enerji kaynakları üreticilerinden biri olarak yer aldı ve bu ürünlerin ihracatı, dünyanın en büyük komuta ekonomisini desteklemede hayati bir rol oynamıştı.

2- Çernobil felaketi… Çernobil reaktörlerinin erimesiyle oluşan patlama ve ardından çıkan yangınlar, Hiroşima’ya atılan atom bombasının 400 katından daha fazla radyoaktif serpinti açığa çıkardı. Patlama üzerinde hiçbir kontrolü olmayan Gorbaçov, daha sonra onu rahatsız eden olgunlaşmamış kararlar verdi. Felaketin ciddiyeti hakkındaki bilgileri bastırmaya, “etkilenen bölgedeki 1 Mayıs yürüyüşlerinin ve kutlamalarının planlandığı gibi devam etmesini emretmeye” kadar varan girişimlerde bulunuldu. Buna rağmen, Batı, tehlikeli derecede yüksek seviyelerde rüzgarla taşınan radyoaktivite bildirmeye başlarken, kirlilik bölgesindekiler radyasyon zehirlenmesinin fiziksel etkileriyle uğraşıyordu. Felaketin ciddiyetini gören binlerce sıradan insan ve birçok hükümet yetkilisi Sovyet sistemine olan güveninin son zerresini de kaybetti.

3- Ve bence toplam sonuç: Sovyet vatandaşları demokratikleşme ve kapitalizmin vadettiklerini içten içe destekliyordu.
Gerçekten de Glasnost, yeni kavramlar, fikirler ve deneyimler telaşını başlatmıştı ve Sovyet vatandaşları bunları keşfetmeye hevesliydi. Bu durum Sovyet bürokrasisi içinde geçerliydi. Bürokrasiden (içerden birisi) yol arkadaşı Yakovlev, “açık bir alanda bir yetkilinin gelmesini bekliyorduk... “her şeyi tartıştık, birbirimizin sözünü kestik ve ‘o şey değişmeli ve bu dayanılmaz… her şey dayanılmaz’ demiştir. Glasnost, bir anlamda fikir ve ifade özgürlüklerinin bir bileşkesi olarak görülebilirdi. Bu politik manevrada amaç, özellikle Çernobil faciası sonrası yaşanan infialin ardından Sovyet toplumunda devlete ve yöneticilere karşı güven duyulmasına aracı olmaktı. Gorbaçov’un sosyalizm anlayışına göre, artık sosyalizmi kangren eden bir takım uygulamaların sona erdirilmesi şarttı ve bu ancak toplumun her düzeyinin katılabileceği, herkese söz hakkı tanınacak — ki günümüz şartlarında buna itiraz etmek mümkün gözükmemektedir olan bir tartışma ortamıyla mümkün olabilirdi. Gorbaçov, bu hamle ile hem toplumu kendi arkasına alarak Y. Andropov’dan sonra başa geçmesini engelleyen ve K. Çernenko’yu genel sekreterliğe getiren ortodoks komünist partisi üyelerinden kurtulabilmek, hem de gerçekten tıkanmış ve üçüncü endüstri devrimini nasıl karşılayacağını bilemeyen sosyalist bloğa bir çıkış yolu bulabilmekti.

Böylece, Gorbaçov, Batı dünyasından gelen fikirlere daha hoşgörülü davrandıkça, bazı fikirler ve yatırımlar gerçek oldu. Örneğin, 31 Ocak 1990'da McDonald’s ilk restoranını Moskova’da açtı. Puşkin Meydanı’ndaki Altın Kemerler’in görüntüsü Batı kapitalizminin bir zaferi gibi görünüyordu ve müşteriler ilk Big Mac tadı için bloğun etrafında sıraya girdiler. Metalica konser verdi: Moskava’da milyonlarca kişi geldi. Batılı filozofların düşüncelerini içeren sütunları olan liberal gazetelerin sabah baskıları için sıraya girdiler. Nitekim kapitalizmin, kapıdan kovsan bacadan girdiği delik deşik zihinlerin ve kültürlerin, sınır kapılarının dünyasında, para ve iktidarın birbiri için kullanıldığı demokrasilerin bu deliklerinden sızdığı bir çağdayız.

Bizim devlet ve toplum olarak yakından takip ettiğimiz bir Sovyet bloğu ülkesi olan Bulgaristan, Sovyetlerin Glasnost ve Perestroyka sistemini geç ve isteksiz bir şekilde benimsemiştir. Bu çerçevede, hayli geciktikten ve bu nedenle de Sovyetlerin memnuniyetsizliğine hedef olduktan sonra, 9 Mayıs 1989 tarihinde pasaport ve vatandaşlık kanunları değiştirilmiştir. Türklerin komünist Bulgaristan'ı terk edişi hızlandı: Bu durumda Türklere karşı izlenen politikanın çok hatalı olduğu Türklerin göçü ile kanıtlandığına göre bunun bazı siyasi sonuçları olması kaçınılmazdı. İlk sonuç Sovyetler Birliğinin, zaten hiç memnun olmadıkları Jivkov’dan kurtulmak için bazı tertipler almaya başlamaları olmuştur. İkinci sonuç ise Glasnost ilkesi gereği zorlukla da olsa kurulan hür sendikaların, Türklerin göçünden cesaret alarak sonbaharda devamlı gösteriler yapmaya başlamasıdır.

1989 yılı sonlarına gelindiğinde Bulgaristan’da BKP rejimi ve Jivkov için tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) lideri Mihail Gorbaçov’un başlattığı “Açıklık” (Glasnost) ve “Yeniden Yapılanma” (Perestroyka) politikalarına ve Doğu Avrupa’daki gelişmelere ayak uydurulamaması dışında iç gelişmeler de Jivkov’un konumunu sarsmıştı. Bulgar kimliğinde eritilmek istenen Türk insanların direnişi gittikçe yaygınlaştı. Bu durum dolaylı olarak Sovyetler Birliği’nde başlatılan açıklık politikasına (glasnost) da bağlıdır. M. Gorbaçov, Bulgaristan’ı eleştirmese de, destek vermemektedir. Görüşme tutanaklarından anlaşıldığına göre, Bulgaristan’a yaptığı ziyaret sırasında 24 Ekim 1985’te T. Jivkov’la görüşen M. Gorbaçov, Türklere karşı uygulanan asimilasyon konusunda bilgilendirilmiştir. Ancak Gorbaçov, Jivkov’un anlattıklarını yorumsuz bırakarak başka konularda fikirlerini beyan etmeyi tercih etmiştir. Bence burası Gorbaçov’un en karanlık noktasıdır. Buradan ajan kanıtı çıkar mı? Evet. Bence sessiz kalmamalıydı.

Bulgaristan gibi ülkelerde yaşanan durum karşısındaki tavrı ilginçtir. Her ne kadar Jivkov, Gorbaçov politikalarının Bulgaristan’da da uygulanacağı ve Parti ile devletin birbirinden ayrılacağı sözünü vermişse de, bu girişim Jivkov’u kurtarmaya yetmedi. Gerek Parti içerisinden, gerekse SSCB lideri Gorbaçov’dan gelen baskılar karşısında Jivkov, 9 Kasım 1989’daki BKP Merkez Komitesi toplantısının ardından 10 Kasım 1989’da 1954’ten beri sürdürdüğü BKP Genel Sekreterliği ile 1971’den itibaren yapmakta olduğu Devlet Konseyi Başkanlığı görevlerinden ayrılmak zorunda kaldı. Böylece Bulgaristan tarihinde yeni bir dönem başlamış oldu. Jivkov’un ardından BKP Genel Sekreterliği’ne 1971’den itibaren Dışişleri Bakanı olarak görev yapan ve Jivkov’a göre daha ılımlı siyasi görüşlere sahip olan P. Mladenov getirildi. Göreve geldikten sonra Mladenov yaptığı ilk açıklamada Bulgaristan’ı çağdaş ve demokratik bir hukuk ülkesi haline getirme sözü verdi. Bulgaristan Parlamentosu’nun 17 Kasım 1989 tarihli oturumunda Devlet Konseyi Başkanlığı’na seçilmesinin ardından yaptığı konuşmada da Mladenov, hür seçimlerin yapılacağından söz ederek, bundan sonra esas karar organının BKP değil, Parlamento’nun olacağını belirtti.

Sovyetlerin dağılma süreçlerinde ilginç tarihi bir olay da: 1991 Sovyetler Birliği referandumu olarak kayda geçmelidir. NeŞeA’da Sosyalizme devam referandumu gibi algılansa da değildi; zaten perestroyka ile başlayan süreç hızla akıyordu. Sovyetler Birliği'nin egemen devletlerden oluşacak daha gevşek bir birlikteliği şeklinde yeniden organize edilmesini oylatan bir referandumdu kanımca. “‘Sosyalizmle devam’ denilen referandumdur” hükmü yanlış. Referandum öncesi bizdeki, “Türkler zulüm görüyordu” argümanı burada sorgulanabilir. Çünkü Türki cumhuriyetlerde hem katılım, hem de ‘evet ‘ oyu, SSCB'nin kalanından daha yüksektir. Referandum tartışılsa da Sovyet halklarının beraber ve sosyalizmde yaşama istekleri Yeltsin’in 1993'de parlamentoyu tanklarla basarak hard kapitalizmle yok edildi asıl.

SSCB'de kayıtlı seçmen sayısına göre referanduma katılım oranı % 80 gibi yüksek bir oranda gerçekleşti. Bunlardan 113 milyon küsur oy, yani % 76,4 yukarıdaki soruya evet dedi, % 21,7 hayır oyu verdi, % 1,9'un oyu da geçersiz sayıldı. Referandumun kısmen yapılabildiği cumhuriyetleri hariç tutarsak katılım % 75,2 ve evet oyları da % 71,3 oranında idi. yani kayıtlı seçmenin % 53.6'sı evet oyu vermişti. Böylece her halükarda geçerli oyların üçte ikisinden fazlası ve kayıtlı seçmenin de mutlak çoğunluğu birlikten yana oy kullanmış oldu.

Oyların cumhuriyetlere göre dağılımı ise şöyleydi: En yüksek oranda evet oyu Türki halkların çoğunlukta olduğu cumhuriyetler ve özerk cumhuriyetlerde verildi. Evet oyları Kazakistan'da % 94, Özbekistan ve Azerbaycan'da % 93, Kırgızistan'da % 96, Türkmenistan'da % 97 oranında idi. Rusya federasyonu içindeki özerk cumhuriyetlerden Tataristan'da bu oran % 87, Başkurdistan'da % 85 oldu. yine nüfusu önemli miktarda Türki halk içeren Dağıstan'da evet oyları % 82 oranında idi. evet oylarının tüm Rusya ortalamasının % 71 olduğu dikkate alınırsa Türki halkların ortalamanın çok üstünde evet oyu verdikleri görülmektedir.

Kanaatim şudur: Mihail Gorbaçov, Sovyetler Birliği’nin bir sonraki lideri olacağını öğrendiği 1985 yılında karısına “böyle yaşamaya devam edemeyiz” demişti. Ülkenin olması gerektiği gibi çalışmadığını gördü ve şüphelerinin bilinmesine izin verdi. Oysa halk ve taraftarların şüpheye tahammülü yoktur. Gorbaçov’dan çok önce de, birçok Komünist Parti yetkilisinin Komünist doktrine mutlak gerçek olarak inanmayı bıraktığını kolayca hayal edebiliriz. Yine de Komünist Partinin üstünlüğüne inanmaya devam ettiler ya da en azından öyleymiş gibi davranmaya devam ettiler. Kurallara ve ritüellere uydular. Kişisel çıkarları onları buna teşvik etti. Öyle olsa bile, kendi liderlerinin şüpheleri tarafından biraz daha bağımsız düşünme ve davranma izni verildikten sonra, baştan çıkarma sarhoş ediciydi. Sonuç: Karışıklığı kaos izledi SSCB halklarında.

Gorbaçov kalabalığa rağmen cesur bi adammış meğer: Zülfü Livaneli’nin, Yaşar Kemal ile birlikte Gobaçov’u ziyaretleri ilginçtir bu açıdan. 1986 yılında, aralarında Yaşar Kemal, Arthur Miller, Alvin Toffler, Peter Ustunov gibi dünya çapında tanınmış bir grup aydın Cengiz Aytmatov’un daveti ile Kırgızistan’ın Issık Gölü kıyısında bir araya gelirler. Aytmatov daha sonra, grubu Kremlin Sarayına götürerek arkadaşı Gorbaçov ile tanıştırır. Grup ile genel sekreter arasında iki buçuk saat süren bir sohbet gerçekleşir. Gorbaçov bu deve dişi gibi dünya çapındaki sanat ve entelektüel dünyanın seçkinlerinden etkilenir. Hayat kendi akışınca devem eder, bildiğimiz gelişmeler yaşanır ve 1991 yılında SSCB dağılır. Şöyle demiştir: “Arkadaşım Aytmatov Issık Gölü forumcuları ile buluşmamı istedi. Çok meşguldüm, ama onu kırmadım, ‘tamam’ dedim. Derken geldiler. Kremlin’deki ofisimde onlarla birlikte birkaç saat geçirdik. O toplantıda aynı şeyleri düşündüğümüzü gördüm. Hepimiz yeni bir dünyaya adım attığımızı belirttik; bunun nükleer tehdit ve çevresel felaketlerle yüklü bir dünya olduğunu, artık hep birlikte idrak etmeliydik. Bu yüzden evrensel değerler son derece önemli bir hale gelmiş ve bu değerler ulusal çıkarların önüne geçmişti. En azından benim ve bizim için bu böyleydi. O zaman bunları söylemek hiç alışılmadık ve geleneği sarsan düşüncelerdi. Bunları belirtilmek kurulu düzeni sarsmak anlamına geliyordu. Nitekim bunlar yayınlandığında Marksistler ‘Genel Sekreterin söyledikleri ihanet anlamına gelir’ demeye başladılar.”

Sovyet yetkilileri arasında yaygın olan büyük, alkollü partiler yerine, toplananların sanat ve felsefe gibi konuları tartıştığı küçük toplantıları tercih ettiği söyleniyor. Naif ve filozof tavırlı bir çocuksuluğu taşıyormuş üstünde adamcağız: O döneme dair pişmanlığını da ifade eden Gorbaçov SSCB dağılınca dünyanın patronu olduklarını düşündüler. Rusya’ya istikrarlı ve güçlü bir demokrasi olması konusunda yardım etmeye ilgi göstermediler ve Rusya’yı aşağıya çekeceklerini sandılar’ demiş ama bu çok naif bir düşünce. 1987’de G. G. Marquez ile yaptığı söyleşisinde, ‘demokrasi ve açıklık anlayışıyla yapmaları gerekir’ şeklindeki düşüncelerini aktarırken bize göstermektedir ki hem kendi konumundan hem de düşmanlarından açıklık beklemektedir. Ama nafile, halk kurtlar sofrasına düşmüş… bide ABD, Irakta yaptığı gibi demokrasi getirmek için Rusya'yı işgal mi etseydi?

Karl Marx’a göre; tarihin tekerleği hep ileriye ve iyiye doğru dönermiş. Bu iyi… ama Gorbaçov çok güçlü mekanizmalarla işbirliği yaptığı için mi olanlar böyle oldu yoksa tarih olağan Marksist akışta mıydı emin olamayacağız. Bütün bu olan bitene bakarak Komünizmden korkmalı mıyız? Bence hayır. Tamam kötü bir deneme olsa da Komünizmin tarihi SSCB ile başlamaz (ne SSCB, ne de İkinci Dünya Savaşı veya Soğuk Savaş ile biter). Tüm insanlık tarihinde, güçlü ve sömürülen insanlar arasında bölünmüş birçok toplum örneği vardır. Bu nedenle her zaman birçok “sınıf mücadelesi” örneği olmuştur. Ve komünizm, günümüzde anlamı muğlaklaşsa da “sınıf mücadelesine” doğrudan bir cevap olarak içten içe umuttur.

KAYNAKLAR

Ersoy-Hacısalihoğlu, N., Hacısalihoğlu, M., Dayıoğlu, A., Elçinova, M., Hacıoğlu, S., Kaya, A., … & Zafer, Z. (2012). 89 göçü: Bulgaristan’da 1984–1989 azınlık politikaları ve Türkiye’ye zorunlu göç. Yıldız Teknik Üniversitesi.

--

--

Hepimiz SANALIZ
Anlama Kılavuzu

Öğrenmek en doğal ama çaba gerektiren bir haktır.