CİCERO ve Avrupa Birliği PROJESİ
Giriş
Bu çalışmada Romalı bir devlet adamı ve filozof olarak Cicero’nun siyasal teorileri ile Avrupa Birliği’in bütünleşme süreci ele alınacaktır. Bu açıdan AB projesi ve ortak çıkarı savunan Cicero’nun fikirleri önemlidir. Cicero, Yunanlı filozofların görüşlerinden de faydalanarak Roma devlet yapısını inceledi ve doğal hukuk üzerinde durdu. Teorisini Roma üzerine kurarak Roma Cumhuriyeti’ne bir temel oluşturma çabasındaydı. Cicero’nun siyasal teori açısından temel ilgisi yasaya dayanan siyasal toplumun (res publica) inşasıdır. Cicero için bütün siyasal katmanların uyumlu birlikteliği ile işbirliğinin sağlanması ve cumhuriyete sadık olan yurttaşların cumhuriyeti desteklemek için bir araya gelmesi gerekiyordu[1].
Bir siyasal bütünleşme olarak AB bu anlamda incelenmeyi hak eden bir projedir. Siyasal bütünleşme; siyasal aktörlerin eylem ve beklentilerinin mevcut ulus devletleri de aşan bir merkeze yönlendirerek yeni siyasal mekanizmalar oluşturmasıdır[2]. Bu anlamda AB kökleri eskiye dayanan, yeni bir siyasal bütünleşme projesidir. Bu bütünleşme de ikinci dünya savaşının yaşattığı acıların tekrarlanmasını engelleyecek idealist bir proje olduğu kadar Avrupa’nın dışından gelen politik baskıları da göstermektedir.
Roma’nın Cicero’su
Cicero etkilendiği felsefi dönemden dolayı paradokslarla düşünüyordu. Ona göre cumhuriyette (Roma) bu zeminde ele alınabilirdi. Bir tarafta Curnhuriyet’in ortak çıkarlarını kollayıp gözeten iyi yurttaşlar diğer tarafta popülist yöntemlerle halkı peşine takan siyasetçiler. Cicero, bu anlamda iyi yurttaşlara hitap ediyordu: Amacı yurttaşların siyasal eylemlerde bulunurken Yunan felsefesinden ve Roma politik deneyimlerinden bir çıkar yol sunmaktı. Onun tüm çabasının özeti; res publica’nın politik düzene konulması ve cumhuriyet anayasasını popülist iktidardan kurtarmaktı.
Cicero’ya göre devlet, çıkarlarını korumak için halkın bir örgütlenmesidir[3]. Ortak çıkarları gözetecek bu karar verme otoritesi birilerinin elinde olmalıdır. Halk bu işi kendi başına üstlenebileceği gibi, Platoncu anlamda kendini başkalarına emanet edebilir. Bu emanetçiler de elbette aristokratlardan oluşmalıydı ona göre. Ancak o bu sınıf için sınırsız bir yetki öngörmüyor bunun anayasal bir zemininden beslenmesi gerektiğinden bahsediyordu. Bunların yanında devletin salt ortak çıkara ve ortak amaçlara dayandırmıyor. Devleti yasalar üzerine oturtmaya çalışıyordu. Kısaca Cicero için, yasa ve çıkarlarda eşitlik, hem bütün yurttaşların çıkarlarının birliğinin sağlanmasında hem de siyasal toplumun bir arada tutulmasında en önemli unsurdur[4]. Devlet halkın çıkarlarını savunan “yasal” bir örgüt olarak tasavvur edilmişti. Dolaysısıyla hiçbir rejim tek başına mutlak iyi olamaz. Bu rejimler bir araya getirilip karma rejim tesis edilebilir. Karma anayasanın sonucu uyumlu bir devlet ve barış içerisinde bir toplumsal düzen olacaktır; ancak böyle bir yönetim “bir eşitlik öğesiyle bir güçlülük öğesi” sağlar ve res publica’nın devamlılığını garanti altına alınabilir[5].
Ona göre devlet halkın birliği idi ancak halk rastgele bir seçimle değil aristokrat, iyi yetişmiş yurttaşlardan seçilmeliydi[6]. Evrensel adalet ilkesi rastgele değil ancak aristokrasi ile mümkün olabilirdi. Dolayısıyla karma rejimler öngörmekteydi[7]. Cicero için, her devletin karakteri yönetici iktidarın doğasına ve arzusuna tekabül etmektedir. Krallık kralın uyruklarına duyduğu sevgiden, aristokrasi akıl vermedeki bilgeliğinden ve demokrasi ise özgürlüğünden dolayı tercih edilir.
Avrupa Bütünleşmesi Tarihi
Homojen bir yapı mı yoksa heterojen bir yapı mı olarak bütünleşme sağlanacağı ayrıca tartışma konusu olarak durmaktadır. Paradoksal bir durum olarak AB, küreselleşme saikleriyle mikro milliyetçilik ve bölgesel, etnik, dinsel düzeyde bütünleşme eğilimlerini içinde barındırmaktadır. Yeni süreçte birey ile devlet ilişkileri de şekillenmiştir. Aslında Avrupa bütünleşmesi devletler üstü ve bireyi muhatap alan bir projedir. Bireyler ve sivil toplum kuruluşları kendi sorunlarını bir üst yapı olarak AB içerisinde uluşturulmuş kurumlara yansıtabilmektedir.
Avrupa bütünleşmesi fikri köken olarak çok eskilere hatta Roma’ya kadar indirmek mümkün. Avrupa siyasal birliği Roma imparatorluğunda karşılığını bulmaktadır. Sonra Hıristiyanlaşmış Avrupa ve dünya fikri ortaya çıkmıştır. Modern devlet fikriyle birleşince Napolyon ve Hitler’ce tersinden denenmiş bir projedir[8]. Çokça eski olan bu fikirler Hitler tecrübesinden dolayı daha insan hakları gibi evrensel temeller üzerine oturtulmaya çalışılmıştır. Başlangıçta soğuk savaşın etkisiyle Avrupa ikiye bölünerek bütünleşmiş idi. Ancak soğuk savaşın sonuyla birlikte evrensel temeller daha da kuvvetlenmiştir.
İki kutuplu Avrupa’nın bir kutbunun çöküşüyle 1992’de Maastricht Birlik Antlaşması imzalanmıştır: Bu anlaşmanın perspektifi “Avrupa Birleşik Devletleri” idealidir. Küresel süreçte fikri ve siyasi hedeflerini yaymak isteyen bir Avrupa vazediliyordu. Bu çerçevede 1997 Amsterdam Antlaşması, 2001 Nice Antlaşması imzalanmıştı. En sonunda 2004 Avrupa Anayasa Antlaşması ortaya sürülmüştü. Mevzuu Avrupa Anayasa’sı 2005’de Fransa ve Hollanda’daki referandumlarıyla kabul edilmemiş; 2007’de özellikle tek çatı devlet izlenimi veren anayasa revize edilerek “Lizbon Reform Antlaşması” yürürlüğe sokulmuştur. İngiltere’nin AB’den ayrılmayı referanduma götürmüş ve 2016 yılında birlikten ayrılmıştır. Özellikle birliğe sonradan katılan toplumlarda bu durum AB hakkında şüpheleri artırmıştır[9].
Değerlendirme
Yunan filozofların görüşlerinden faydalanarak Roma devlet yapısından hareket eden Cicero ile AB projesi bir analize konu edilebilir. AB, bugün itibariyle ulaştığı evrensel idealleriyle, bölgeselde olsa sağladığı barış ve huzur ortamı ile başarılı bir ekonomik, siyasi ve sosyal bütünleşme örneği olarak durmaktadır.
AB özellikle iki dünya savaşından sonra ortak çıkara yönelik uygulama ve eylemleri görünür kılmıştır. Zaten Cicero’nun kozmopolis fikirleri savunduğunu, onun da mensubu olduğu Roma İmparatorluğunda görülen Pax Romana (MÖ 27- MS 180) deneyimleri Avrupa için zaten var olan bir fikir. AB’nin devamı için olası çözüm yollarından biri AB anayasasıdır. Ancak bu anayasa yukarıda da ifade edildiği gibi birliğin ulus devletlerinin vatandaşları tarafından reddedilmektedir. Küresel ölçekli politik baskılar, Suriyelilerin küresel etkiye sahip göçleri hem AB’de var olan insancıl değerlerle artmakta hem de bu göçler AB ülkelerini daha ulusalcı yönetimlere yönlendirmektedir.
Bu anlamda AB anayasasının reddeden referandumlar, İngiltere’nin referandumla birlikten ayrılması daha evrensel ilkeler, insan hakları, adalet gibi ilkeleri gözeten sert bir ana yasaya ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Macaristan ve Polonya, hatta birliğe üye olmak isteyen ülke olarak Türkiye’de yükselen popülist, ulusalcı siyasal eğilimler birliği anlamsız kılmaktadır. Süreci anlamamız açısından yükselen popülist eğilimler önemlidir. İngiltere’deki Brexit, AB anayasa referandumları, doğrudan demokrasi deneyimleri ulusal çaplarda popülist siyasi figürler tarafından rahatlıkla manipüle edilmektedir[10].
Tüm dünyada artan popülist tek adamcı eğilimler revaçta. Özellikle Avrupa için artan mülteci baskısı toplumları popülist liderlere kaydırmaktadır. Ulusal yaklaşımların varlığı emperyalist emellere başkaldırıda, Fransa örneğinde olduğu gibi demokrasinin kurumsallaşmasında itici bir güç idi. Ama günümüz şartlarında dünyanın geri kalanında (Venezüella, Rusya, Türkiye gibi) ve özellikle Avrupa için demokrasilerin kurumsal anlamda altını oymaktadır.
Aristoteles’e göre popülist yaklaşımlardan devleti koruyacak olan fikir oligarşidir. Onun oligarşiye yaklaşımına göre kişiler devlete katkısı oranında devlete dahil olmalılar[11]. Urbinati, Aristoteles’den hareketle demokratik kazanımların ileri olduğu toplumlar için popülist siyasetçiler demokrasiyi geriye götürürler. Buna makabil demokratik gelişmişliğin az olduğu toplumlarda popülist figürler toplumlarını ileri seviyelere taşıyabildiğini söylemiştir[12]. Aristonun cumhuriyetinde halk, yoksul çoğunluktur popülizmden kurtulabilmesi için zenginlerin çıkarıyla dengede tutulmalıdır. Kısaca AB’nin ideallerini gerçekleştirebilmesi için oligarşik anlayışa da ihtiyacı ortadadır.
Türk toplumu ve siyasal yaşamı için AB tarihsel bir dönemeci ifade etmektedir. Avrupa tarihine Kavimler Göçü’yle dinamizm katmış toplum için AB bi tür kızıl elma gibi düşünülebilir. Şuan itibariyle bu topraklara göçebe geldiğinden hareketle hem kendi dinamizmini koruması için hem de AB için kaçınılmaz bir noktada olduğu ifade edilebilir. Avrupa çoğulculuğun önünü tıkayan her siyasal düşünce eylem önce kendi kendisini yıkar. Bu anlamda AB meselesine sadece toplumumuzun maddi arzusu olarak görmemeliyiz. AB ye girmek tarihsel dinamizmimizin güncel kaynağıdır. AB’nin dağılması Türk toplumu için iyi sonuçlar doğurmaz. Muhtemel AB projesinin akamete uğraması Türk toplumu ve siyasal yaşamı için “kaotik” bunalım doğurma potansiyelindedir.
KAYNAKÇA
Ağaoğulları, Mehmet Ali. “Sokrates’ ten jakobenlere Batı’da siyasal düşünceler, İletişim Yayınları, 6.” Baskı, İstanbul (2015)
Aristoteles. Politika, (2010). İstanbul: Dergâh Yayınları
Cicero. (2014). Devlet Üzerine. İstanbul: İthaki Yayınları.
Ernst B. Haas, The Uniting of Europe: Political, Social and Economic Forces 1950–1957, Stanford, Stanford University Press, 1;.58
Hasan, Mor. “Avrupa (Birliği) bütünleşme süreci ve sorunları.” Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 14.2 (2010): 499–541.
Hekimler, Oktay. “Brexıt Sonrasında Merkezi ve Doğu Avrupa’yı Yeniden Düşünmek.” Marmara Üniversitesi Avrupa Topluluğu Enstitüsü Avrupa Araştırmaları Dergisi 25.1 (2017): 1–33.
Pipiou, George. “Are populism and democracy incompatible?.” LSE Undergraduate Political Review (2019).
Tuncay, Mete (2006), Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi (Eski ve Ortaçağlar), (I. Baskı), İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
Urbinati N (1998). Democracy And Populism. Constellations. 5(1)
[1] Ağaoğulları, Mehmet Ali. “Sokrates’ ten jakobenlere Batı’da siyasal düşünceler, İletişim Yayınları, 6.” Baskı, İstanbul (2015), s. 165.
[2] Ernst B. Haas, The Uniting of Europe: Political, Social and Economic Forces 1950–1957, Stanford, Stanford University Press, 1;.58, s. 16.
[3] Tuncay, Mete (2006), Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi (Eski ve Ortaçağlar), (I. Baskı), İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, s. 331
[4] Ağaoğulları, s. 183.
[5] Ağaoğulları, s. 186.
[6] Cicero. (2014). Devlet Üzerine. İstanbul: İthaki Yayınları. s. 137
[7] Tuncay, s. 317
[8] Hasan, Mor. “Avrupa (Birliği) bütünleşme süreci ve sorunları.” Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 14.2 (2010): 499–541.
[9] Hekimler, Oktay. “Brexıt Sonrasında Merkezi ve Doğu Avrupa’yı Yeniden Düşünmek.” Marmara Üniversitesi Avrupa Topluluğu Enstitüsü Avrupa Araştırmaları Dergisi 25.1 (2017): 1–33.
[10] Pipiou, George. “Are populism and democracy incompatible?.” LSE Undergraduate Political Review (2019).
[11] Aristoteles. Politika, (2010). İstanbul: Dergâh Yayınları, s. 95
[12] Urbinati N (1998). Democracy And Populism. Constellations. 5(1), 110–124.