Felsefede ‘Duygu mu Akıl mı?’ SORUNU
Felsefede küçük sorun yoktur. Küçük meseleler mesele edilir ise büyük meseleler için açıklık yakalanmış demektir. Sorununuz ister kişisel ister profesyonel, ister büyük ister küçük olsun, netlik ve ileriye dönük bir yol bulmanıza felsefe yardımcı olabilir. Sıkıştığınızda ve ne yapacağınızı bilemediğinizde düşünmeye vakti olanlar için tabiki. :) En kötü ihtimal meseleleri soyutlamak işinize yarayabilir.
İkinci ön uyarı şudur: Aklın ve duyguların tek bir çalışma şekli yoktur, çünkü akıl ve duygu tek bir şey değildir. Hatta birbirinin içine girmiştir. Ama makalede akıl ve duygu genel anlamda tekil bir şeylermiş gibi verilmesinin nedeni anlaşılır kılmak içindir.
Mantık, bir saçmalık denizinde gerçekleri belirlemek için düşünmeyi ve harcanan zamanı gerektirir. Bu (bazen) hatırı sayılır bir bilişsel çaba gerektirir. Duygulara dayalı karar çok az çaba gerektirir ve içinde sıcak bir tüy hissi ile ödüllendirilir. Seçim bittiğinde, insanlar en az çabayı maksimum ödül yolunu seçmişlerdir. Ne yazık ki, nesnel durumlarda, duygular konu dışıdır ve genellikle mantıklı karar vermenin önüne geçer. Bu nedenle, aptalca seçimler yapan insanlar olur ve daha sonra bunu denemek ve haklı çıkarmak için kendilerine bir alıştırma yaparlar. Gerçeği inkar etmek ya da sizi daha iyi hissettiren sıcak, bulanık alternatif bir gerçek inşa etmek, gerçeği ya da sonuçları değiştirmez. Duygular en iyi şekilde öznel veya ahlaki durumlarda kullanılır.
Duygular çoğu insan için mantıktan daha güçlüdür. İnsanların duyguları, harekete geçtikleri anda geçerli görünür. Davranışları düşünmezler. Sadece içgüdüsel olarak hareket ederler. Bir kişinin egosu sanrıların temel nedenidir, onlara yaptıklarının doğru olduğunu söyler ve diğer her görüş kişisel bir saldırı olarak algılanır. Örneğin bir kadın, kendisini seven bir erkeği reddeder. Duygusal hareket şu sonuçlara götürür: Ona bağırır, onun hakkında kötü konuşur, karamsardır ve değersiz olduğu hissini alkol veya saldırganlıkla boğar. Mantıklı hareket ise: Omuz silkeler ve yoluna devam ediyor ve bir sonraki kıza yaklaşıyor.
Görüldüğü gibi dışarıdan bakıldığında duygular insanların kişiliğine derinden işliyor ve bir savunma mekanizması olduğu için mantıklı hareket edemiyorlar. Duyguları dışa vurmadıklarında depresyona girerler. Duygular, insanların hayvanlar gibi davranmasına izin verir. Lütfen en azından duygularınızın kökenini düşünmeye çalışın ve mantıksız bir şekilde anında hareket etmek yerine, bununla başa çıkmanın en iyi yolunun ne olacağını mantıklı bir şekilde anlamaya çalışın.
Platon: Akıl duyguyu yönetir.
Antik Yunan filozofu Platon için duygu, zihnimizin temel bir parçasıydı. Ama çekirdek olmasına rağmen, duyguların pek yararlı olduğunu düşünmüyordu. Zihnimizi iki atlı bir araba gibi hayal etmemizi önerdi. Bir at asil ve işbirlikçi, diğeri vahşi ve kontrol edilemez.
Platon, araba sürücüsünün aklımız olduğunu ve iki atın farklı türden duygular olduğunu düşündü. Asil at, haklı öfke veya empati gibi ‘ahlaki duygularımızı’ temsil eder. Huysuz at, öfke, şehvet ve açlık gibi daha temel tutkuları temsil eder. Platon’un fikirleri, aklı duygularımızın üstüne koyma ve duygularımızın kontrolüne alma konusunda Batı felsefesi için emsal teşkil eder.
Aristoteles: Hissettiklerin senin hakkında bir şeyler söylüyor.
Aristoteles’in de benzer fikirleri vardı ve bilge, erdemli kişinin doğru zamanlarda doğru duyguları hissedeceğine inanıyordu. Üzücü şeylerden bunalır, adaletsizlikten öfkelenirlerdi. Ayrıca, bu uygun duygu türünün sizin iyi bir insan olup olmadığınızın önemli bir ölçüsü olduğuna da inanıyordu. Nasıl bir insan olduğunuzu, nasıl hissettiğinizden ayırabileceğinizi düşünmüyordu.
Yani, birinin su birikintisinde kaymasını komik bulursanız, Aristoteles bunun sizin hakkınızda bir şeyler söylediğini iddia eder. Onlara bir havlu vermeniz veya iyi olup olmadıklarını sormanız fark etmez. Onların ıstırabına tepki olarak hissettiğin eğlence senin karakterini yansıtıyor. İşinizin çok çalışmak olduğunu düşündünüz, bu yüzden bu tür durumlara gülmek yerine empati ve endişe duyuyorsunuz.
Hume: Duygu mantığı yönetir.
İskoç filozof David Hume bu görüşün naif olduğunu düşündü. Aklın “tutkuların kölesi” olduğunu ünlü bir şekilde söyledi. Bununla, duygularımızın aklımıza yol gösterdiğini kastediyordu — hiçbir zaman aklımız bize öyle yapmamızı söylediği için bir şey yapmayı seçmeyiz. Bunu yaparız çünkü bir duygu bizi harekete geçmeye iter. Hume’a göre akıl, duygularımızı yönlendiren arabacı değil, daha çok nereye gittiği üzerinde hiçbir kontrol olmaksızın çekilen vagon gibidir. Atlar — duygularımız — kararları veriyor.
Hume ve arkadaşı Adam Smith , duyguyu etik teorilerinin temeli olarak kullanan bir ahlaki duygular teorisi geliştirdiler. Onlar için erdemli davranırız çünkü mantığımız bize bunun yapılacak doğru şey olduğunu söylediği için değil, doğru şeyi yapmak iyi hissettirdiği için. İyi oynamaktan bir tür ‘ahlaki zevk’ alıyoruz.
Kant: Duygu failliğimizi ortadan kaldırır.
Immanuel Kant , tüm bu yaklaşımın tamamen yanlış olduğunu düşündü. Etik düşüncemizde duyguların yeri olmadığına inanıyordu. Kant’a göre duygular patolojikti -düşüncelerimiz üzerindeki bir hastalık. Kant, duygularımız üzerinde hiçbir kontrole sahip olmadığımız için onların düşüncemizi ve eylemimizi yönetmesine izin vermenin bizi ‘otomatik’ yaptığını ve bizi özerk ve gerçekten özgür kararlar verme yeteneğine sahip kılan tek nedenin bu olduğunu düşündü.
Freud: Bilinçaltımız bizi yönlendirir.
Daha yeni fikirler, “saf akıl” (Kant’ın kitaplarından birine adını verdiği bir kavram) diye bir şeyin olup olmadığını sorguladı. Sigmund Freud gibi psikanalistler, motivasyonlarımızın bilinçsiz dürtü ve eğilimler tarafından yönlendirildiğini görmemiz için bizi teşvik ettiler. Nöro-bilimdeki daha yeni çalışmalar, inançlarımızda, düşüncemizde ve kararlarımızda bilinçsiz önyargı ve buluşsal yöntemlerin oynadığı rolü ortaya çıkardı.
Bu, akıl ve duygunun iki ayrı, rakip güç olduğu fikrinin doğru olup olmadığını merak etmemize neden olabilir. Başka bir düşünce tarzı, duygularımızın aklımızın bir parçası olduğunu öne sürer. Dünyanın nasıl olduğu ve nasıl olmasını istediğimiz hakkındaki yargılarımızı ifade ederler. Duygularımızın pasif kurbanları mıyız? Öfkeyle kendiliğinden ‘patlıyor’ muyuz? Yoksa bizim seçtiğimiz bir şey mi? Cevabımız, ‘tutku cinayetleri’, fevri kararlar gibi şeyler hakkında ne hissettiğimizi ve diğer insanların duygularından ne kadar sorumlu olduğumuzu belirlememize yardımcı olacaktır.
Carol Gilligan: Nedir bu cinsiyetçi saçmalık?
Şimdiye kadar bu listedeki tüm isimlerin erkek olduğunu fark etmişsinizdir. Psikolog Carol Gilligan için bu bir tesadüf değil. Gilligan, In a Different Voice: Psychological Theory and Women’s Development adlı etkili çalışmasında duygu, diğer insanlarla ilgilenme ve ilişkileri sürdürme arzusu temelinde alınan etik kararlara ilişkin yaygın şüphenin cinsiyetçi olduğunu savundu. Çoğu teorisyen, kararlarımızı duyguların değil mantığın yönlendirmesi gerektiğini savunmuştu. Gilligan, karar vermenin ‘kötü’ yollarının çoğunun (belirli insanlara özen göstermek veya duyguları rehber olarak kullanmak gibi) kadınların ahlaki sorunlar hakkında akıl yürütme biçimleri olma eğiliminde olduğuna dikkat çekti. Bunun yerine, duygulara önem verme, ilgiye ve bağlantıya değer verme ve ilişkilere öncelik verme eğiliminin farklı olduğunu savundu. ahlaki akıl yürütme biçimleri; optimal olmayanlar değil.
Ahlaki motivasyonlarımız açısından değerlendirildiğinde aslında meselenin diğer yönü de ahlak (etik) sorunudur. Ahlaki motivasyonlarımızın insan için bir kötülük olduğu tartışmasını saklı tutatarak; ahlaklı (şimdilik etik olan ile aynı anlamda kullanalım) olan hangisidir? Sorusu yerinde bir sorudur. Sahte düşünce üretemezsiniz ama sahte duygu üretebilirsiniz. Bunu şöyle de örneklendirebiliriz. Duygular sanat eserlerine düşünce matematiğe benzer. Bu durumda duygular sizi yanıltabilir. Çünkü sanat eserleri gibi olduğu için sahteleri pekala mümkündür. Bir şeyi düşünüyorken o şeyi kesin düşünüyorsunuzdur.
Söz konusu duygular olunca “gerçek”miş “hissi” nereden gelmektedir? hislerden (duygularımız) … Ohalde nihai ve “öznel simülasyon” his yani duygularımız tarafından yaratılmaktadır. Hislerin yarattığı gerçeklik hissi yeni keşfedilmiş bir şey değil. Çok eskilere dayansa da modern tartışma Hume ile başlatılabilir. Kant, hume’un içsel bir ahlaki duygumuz olduğunu söyleyerek ne demek istediğini anladı ve Kant’a göre de içsel ahlaki yasamız içimizde yani metafizik aklımızda. Ahlak, on emir gibi bir kural kitabını veya görgü kurallarının yapılması ve yapılmaması gerekenleri takip etme meselesi değildir. Hissettiğimiz bir ahlaki yasa vardır, ancak duygu yoluyla değil akıl yoluyla. Ahlak yasası, gerçekliğin aşkın, evrensel, nesnel bir parçasıdır. Birisi ahlaki yasayı ihlal ederse, bu yasayı etkilemez. Evrensellik yasanın kendisindedir ve tüm insanların her zaman ona göre hareket etmesi anlamında değildir. Böylece kant, tıpkı bilim ve algı için saf bir pratik rasyonalite olduğu gibi, bir ahlak bilimi için de saf bir pratik rasyonalite olduğuna inandı. İnsanlar ahlaki yasayı hissedebilir ve saf rasyonel ahlaki yargılarda bulunabilirler. Sonrasında ise ihtiyacınız olan bir “nesne” değil hislerinizdir. İhtiyacın arzudur. arzun sensin… Hımm… al sana simülasyon…
Duyguların rasyonel düşünceye müdahale ettiğini düşünmek yaygındır. Platon duygu ve mantığı bizi zıt yönlere çeken iki at olarak tanımlamıştır. Modern ikili sistem yargı ve karar verme modelleri, akıl ve duygu arasındaki karşıtlığı desteklemeleri anlamında Platoniktir. Bir sistemin faaliyetleri otomatiktir ve genellikle duygusaldır, oysa diğerinin faaliyetleri kontrollüdür ve asla duygusal değildir. Otomatik sistem, işleri hızlı bir şekilde halleder, ancak hataya eğilimlidir. Kontrollü sistemin görevi, dikkatli bir göz tutmak ve gerektiğinde düzeltmeler yapmaktır. Dikkatli bir ebeveyn gibi, bu sistem dürtülerimizi dizginler ve ani kararlarımızı geçersiz kılar.
Pekala, toparlayalım.
1- Akıl mı duygu mu? Hume’un peşinden gidersek ister acıdan kaçalım ister hazza yaklaşalım öznel simülasyon kaçınılmazdır. Bu durumda kazanan Kant olduğuna göre biz de seçimde bir eminlik arıyor isek çözüm akıldadır. Akla uygun olanı seçmeliyiz.
2- Duyguları göz ardı etmememizin son nedeni, bizi hızlı ve kararlı davranmaya zorlamamızdır. Yavaşlayıp deneyimi uzatma şansınız var ise duygularla devam edebilirsiniz.
3- Duyguların ve mantığın ayrı şeyler olduğuna inancımızı sorgulayabiliriz. Duygularımız dünya hakkındaki yargılarımızdır . Muhakememiz ruh halimiz, çevremiz ve bir dizi başka faktör tarafından bilgilendirilir . Belki de soru “duygularımıza kulak vermeli miyiz?” olmamalı. bunun yerine “doğru zamanda doğru duygusal tepkileri nasıl geliştiririz?” Bu şekilde, daha iyi kararlar almak için kullanabileceğimiz birçok bilgi parçasından biri olarak duygularımıza güvenebiliriz.
Kaynakça:
https://www.politikyol.com/spinozada-beden-duygular-ve-bilincdisi/