“Hegel’in Mantığı”na Giriş

Hepimiz SANALIZ
Anlama Kılavuzu
Published in
4 min readJun 25, 2020

Hegel her şeyde her felsefede ve görgül olanda olduğu gibi mantık içinde düşüncenin/düşünmenin yasa ve formlarını içermesi gerektiğini düşünmektedir. Modern çağımızın kendisini kavrayacak bir felsefeye büyük bir gereksinimi vardır ve kendi Mantık’ı tam da budur. Düşünce ile görgül olan varlığın, mantığın işleyişi ile metafizik olanın işleyişini tek olan gerçekliğin iki boyutu olduğunu söylemiştir. Hegel, Aydınlanmayla birlikte diğer bilimlerdeki ilerlemenin aksine Metafizik ya da kurgul felsefenin temeli olan Mantık Biliminin çokça göz ardı edildiğini düşünmektedir.

Felsefe diğer bilimlerin diğer bilme alanlarının sahip olduğu dolaysız tasarım üstünlüğünden yoksundur. Bu haliyle din ile ortaklığa sahiptir. İlk önce tasarımlama yapmak zorundadır. Bu tasarım ise varsayımlıdır. Düşünme süreci ile bu varsayımlı tasarımların görünen nesnelerin ya da olayın gerçekliğinin deney alanına çekilmesi gerekecektir. İşte Hegel’e göre felsefe ilk olarak nesnelerin düşünce süzgecinden geçirilmesidir. Mantık’a yargıdan değil, kendi deyişiyle “saf bilme” edimiyle başlar. Ona göre düşünme ve varlığın birlikteliği temel düşünme edimi ile ortaya çıkmaktadır.

Felsefenin insana ait bir alan olmasının nedeni de burada yatmaktadır. Düşünmek bu aşamada bilgiye dönüşmektedir. Ancak “düşünme” düşünme biçiminden ayrılmalıdır. Bir kalıp yargı olarak insanı hayvandan ayıran düşünme bir ön yargı olduğu kadar bir gerekliliktir aynı zamanda.

Bu gereklilik duygu ile düşünceyi ayırt eder. Bu noktada dinin düşünceden ayrıştırılması “üzerine düşünce” olarak belirtilebilir. Hegel’e göre salt insan duygu olarak dine yetenekli olsada yalnızca insanın dini, yasası ve törel bir yaşamı vardır. Düşünce hiçbir zaman bunlardan uzak bir yerde değildir. Bu bilinç tasarımlarının hepsinde düşünme yoluyla yapılan üretimler felsefenin kapsadığı düşüncelerdir. Örneğin Tanrı’ya ait eskiden beri söylenip gelen kanıtlamalar sanki kanıymış gibi gösterilmeye çalışılması onları düşünme ediminin dışına çıkarmaz.

Hegel’e göre bilincimizi dolduran meşgul eden içerik ne olursa olsun bir biçimsel zorunluluktur. Düşünmenin biçimi ile içerik ayrıştırılamaz. Bilincimizde düşünceler ile düşünce olmayanları karıştırırız. “Yaprak yeşildir” derken yaprak ve yeşil kavramlarında bu kavramların kendisinden başka düşünecek bir şey yoktur. Bir şeyin “üzerine düşünmek” düşünme olmayan tasarım ve duyguları düşünceye dönüştürmektir.

Felsefenin kendi işinin kendine özgü biçimi olarak sahip olduğu şey düşüncedir. İnsan ne iş yaparsa yapsın ister doğanın işleyişini isterse kişisel başarının kurallarını saptamaya çalışsın salt soyutlama amacıyla değil görünen dünyanın yasalarına ulaşmak iste. Tamda bu noktada felsefe devreye girer. Düşünme için, felsefe yapmak için daha önce felsefe yapmaya ve düşünmeye gerek yoktur. Bunu herkes yapabilir. Diğer bilimler için bir deneyime ihtiyaç varken felsefe ve düşünme için gerek yoktur. Düşünme ve onun içeriği görüngü olarak edimsellikten ibarettir. Bu anlamda bilimin hedefi ideadır. Nesneler kurumlar ve olaylar bu ideallerin yüzeysel dışlarıdır.

Bilinçte bulunan her şeyin deneyimlenmesi bir zorunluluktur. Ussal olan deneyimsel, deneyimsel olan da ussaldır. Özgürlük, Tin, Tanrı gibi kavramlar bilince hangi düzeyde ele alınırsa alınsın kendi sonsuzluklarında içerikleri deneyimlenmiş demektir.

Öznel us biçim açısından doyum istemektedir; öznel usun hedeflediği biçim genel olarak Zorunluktur. Bu anlamda felsefi düşüncenin evrensel zorunlulukları kavramlardır. “X üzerine düşünce”, zorunlulukları doyurmaya çalıştığı sürece felsefi düşünce kurgul düşünceye dönüşür. İnsan düşüncesinde her zaman gizli ya da açık “mutlak ide” aramaktadır. “X” ait iç görüler düşünme sürecinden kaçamazlar ve felsefe olarak mutlak ideye yaklaşmaya çalışır. Bu anlamda düşüncenin doğası akıl yürütme yani mantıktır. Bu “Tin”in duyumsayan ve sezen tin olarak duyusal şeyleri, imgeleri, erekleri nesneleştirme sürecidir. Hegel’e göre Tin düşünceyi nesnesi olarak kazanmalıdır. Tin böylece kendine gelir, çünkü onun ilkesi, en katıksız “kendiliği,” düşüncedir.

Felsefe yukarıda bahsedilen gereksinimi yakalamak için uslamlama sürecini kendine dayanak alır. Felsefe öznel bir varsayımla işe koyularak tıpkı diğer bilimlerin nesnelerinin olduğu gibi düşünceyi düşünme nesnesi yapması gerekir. Burada düşünce kendini başlangıçta düşürdüğü çelişkiden yine uslamlamayla çıkar. Bu yol ile düşünce, görüngülerin evrensel özlerinin İdealarına ulaşır. Çünkü düşüncenin kendisinin kendi içine yansıyan dolaysızlığı (a priori) evrenselliktir. Ancak Hegel’e göre düşünce ideanın evrenselliğinde kalamaz.

Düşünce ve felsefe gelişimini diyalektik deneyime borçludur. Diğer bilimlerde görüngünün tekilliğinde kalamazlar; düşünce ile birleşerek evrensel olanı, türleri, yasaları bularak felsefeye yaklaşırlar. Felsefe varlığını görgül bilimlere burçluyken onların ürettiği bilgiyle a periori olanın gerçekleşme olanağını yaratır. Felsefi İdea tikel bir belirlilik ya da öğe içinde oradadır çünkü. Tikel, tek tek bilimlerin kendi içlerindeki bütünlükleri ideanın kendi belirlenimleridir. Çokluk denizinde gözükseler de sergilenen yalnızca İdeadır. Bu anlamda Hegel’e göre bilimler üç bölümde sistematize edilebilir:

I. Mantık, kendinde ve kendi için İdeanın bilimi,

II. Doğa Felsefesi, başkalığı içindeki İdeanın bilimi,

III. Tin Felsefesi, başkalığından kendi içine geri dönen İdeanın bilimi.

Tartışmasız büyük bir sistem kuran Hegel, Kant’ın çok yaklaşmasına rağmen ona zor gözüken “metafizik” için rasyonel bir sistem kurmuştur. Hegel insani olan felsefeye, Tanrı’ya yönelik bakış kazandırmaya çalışmıştır. “Burada,” “şimdi” ile meşgul olan insan adeta çamurla (toprak-su) beslenen böcekler gibidir. İnsan başını yerden kaldırmalı ve soyuta bakmalı. Hegel’e göre “mantık” yaygın/sıradan anlamında bir kavram değildir. Hem araç hem de varılacak yerdir. Ona göre mantık tas tamam bir ontolojidir. Fizikte de metafizikte de hep aynı varlığın kendini düşünceye açma çabasından ibarettir. Görüngüler anlam taşıyan tutarlı söyleme doğru açığa çıkan Varlığın kendisidir. Bu anlamda ona göre mantıksal olanın, formu bakımından, üç yanı vardır:

I. Soyut ya da anlayış gücünce kavranabilir yan;

II. Diyalektik ya da olumsuz olarak akılsal yan;

III. Spekülatif ya da olumlu olarak akılsal yan.

Yaşadığı zamanda bile felsefe profesörü unvanını taşıdığı halde felsefe tarihinin en anlaşılması güç filozofu derecesini elinde bulundurmaktadır bana göre. Bu yazı Hegel’in mantık kavramını nasıl konumlandırdığına bir giriş denemesiydi. Umarım işe yarar anlaşılır bir şey ortaya çıkmıştır.

Literatür

1. Alexandre KOJÈVE, Hegel Felsefesine Giriş, YKY, 2001.

2. Tülin BUMİN, Hegel; Bilinç Problemi, Köle-Efendi Diyalektiği, Praksis Felsefesi, YKY, 2013.

3. G. W. F. HEGEL, Mantık Bilimi, İdea, 2014.

4. G. W. F. HEGEL, Felsefi Bilimler Ansiklopedisi I; Mantık Bilimi, İdea, 2004.

5. Terry PİNKARD, Hegel, İş Bankası, 2012.

--

--

Hepimiz SANALIZ
Anlama Kılavuzu

Öğrenmek en doğal ama çaba gerektiren bir haktır.