İnsan Neden Eksiktir?

silium
Anlama Kılavuzu
Published in
7 min readJun 16, 2020

Geçenlerde, sevdiğim bir insanı düşünürken şunu fark ettim; o kişiyi hayatımda tutarak, onlarca acıya kucak açmış oluyorum. Özellikle o kişi, hayatımızı birleştirmek istediğimiz biriyse eğer, çekeceğimiz potansiyel acı miktarı artıyor. Acıdan kastım; o kişinin yaşayacağı olumsuzluklar olarak düşünülebilir. Onun başına gelecek her türlü kaza, hastalık, stres gibi şeyler; sizi de fazlasıyla üzecektir. Anlam yüklediğiniz, sevdiğiniz canlı/cansız herhangi bir varlığın başına gelecek her tür olumsuzluk, size acı olarak geri dönecektir. Basitçe, bir trafik kazası geçirdiğinizde annelerinizin ne kadar çok üzülüp kendini harap edeceğini düşünerek durumu kavrayabilirsiniz. Yüklenen yoğun anlam sebebiyle, o kişinin acısıyla acı çekiyoruz. Sevdiğinizi, hayatınız boyunca korusanız bile, ölümden kaçıramazsınız. Bir gün ölüm gelip sevdiğiniz kişiyi götürecek. İşte bu aşamada en katlanılmaz acıyı çekeceksiniz. Bütün hayatınızı ve ruhunuzu doldurduğunuz kişi, artık olmayacak. Bu çift taraflı acıları engellemek için elinizden hiçbir şey gelmeyecek. Ölümlü bir varlıkla duygusal bağ kurmak; sonucu bakımından sadece mutsuzluktur.

Bir kapı önündeyim; girsem suç, gitsem ayaz. — Şükrü Erbaş (Kan Ter İçinde)

Aynı zamanda öznemizi, insan yerine evcil bir hayvan olarak da seçebiliriz. Çürüyen, ölen her türlü varlığı özne yapabiliriz. Zira bazılarımız mutluluğu; insanlardan ziyade, diğer canlı dostlarımızda bulmaktadır.

Bir sonlu varlığa daha bağladık mutluluğumuzu... (Venüs)

Yukarıdaki gibi bir düşünce sürecine girdikten sonra, kendime şunu sormaya başladım; madem birliktelik dediğimiz şey; kaçınılmaz bir acı kabulüdür, neden bunu yapıyoruz? Yapmakla kalmayıp, sevdiğimiz insanla/canlıyla birlikte olabilmek adına çeşitli şekillerde çabalıyoruz. Demek ki insanın, başka bir canlıyla doldurması gereken bir eksikliği var ki, potansiyel acılar bile kabul ediliyor ve neredeyse arzulanıyor. Bu eksikliğin ne olduğunu bulmak için, insanın taleplerinin ne olduğunu düşünmeli ve onları analiz etmeliyiz. Bu sayede, o canlıyla hangi eksikliği gidermeye çalıştığımızı daha rahat görebiliriz.

İnsan, temel olarak neleri talep eder?

1) Algılanmak

Dil, sanat veya matematik gibi çeşitli yollarla iletişim kurmaya çalışmamız, kendimizi ifade etme çabamız; tamamen algılanmak talebiyle ilgilidir. Düşüncelerimizi, fikirlerimizi ve hislerimizi -birilerine- aktarmak isteriz. Algılanarak varlığımızı göstermek, kabul ettirmek isteriz. Yani varlık iddiasında bulunuruz. Nesne olarak varlığımızı değil, birey olduğumuzu kanıtlamak isteriz. Bu sebeple genelde duygusal bağ kurduğumuz şey de; canlı bir varlıktır. Bizi algılayabilecek, bu sayede bize insani yaşamın kendisini verecek bir varlık. Varlık iddiasında bulunmak için; başkaları tarafından algılanmak kadar, kendi kendimizi algılamak da önemlidir. İnsan, bizatihi varlığını acı sayesinde kavrar. Mutluluk bir hayaldir, gerçek olan şey ise acıdır. Ölümlü bir varlığa yoğun sevgiler beslememizin bir sebebi de; onun sonluluğunun ve kırılganlığının farkında olmamızdır. Acı çekerek kendimizi kavramak, dolayısıyla varlığımızı hissetmek isteriz. Bunu da en yoğun şekilde, o canlının ölüm günü yaşarız.

…O korkunç gün geldi çattı. Hayal dahi etmeye korktuğum o gün…Hayat arkadaşımı kaybettiğim gün. İşte bu ellerle hazırlardım ona en güzel sofraları, şimdiyse sonsuz karanlığa indirmeme yardım ediyorlar. Kürek kürek hüzün atmama yardım ediyor bu eller. Kesip atsam bile affedemem bu iki yüzlülüklerini. Cenaze törenimize, hayatın kendisi katılıyor en önde. Hayat, her zamankinden daha yavaş akıyor. Rüzgar isteksizce giriyor ciğerlerime. Yapraklar dahi cenazemiz karşısında; usulca süzülüyor, sessizce bırakıyorlar kendilerini. Var olmak, artık çok daha ağır bir yük. Kaybın acısı, iliklerime kadar hissettiriyor kendini. Her bir hücremle hissediyorum eksikliğini…

Kendinizi, her zaman olduğundan daha fazla hisseder, var olmanın ağırlığını tüm bedeninizde, keskin bir biçimde hissedersiniz. Görece de olsa hayatı daha fazla yaşamaya başlar, daha fazla insan olursunuz. En başından beri tüm oyun bunun içindir. Hayatı biraz daha yaşamak, deneyimlemek, içinde daha fazla yer etmek, akışa dâhil olmak için. Yukarıda en yoğun ve en uç örneği vermiş olsam da, karşıdaki canlının çekeceği her tür acıda oynanır bu oyun. Onun her acısında da siz, algılanma/varlık iddiası talebinizi daha fazla yerine getirirsiniz. Bencillik ile bezenmiştir her ilişki.

Herhangi bir insan hayatının mutluluğu, onun neşesi ve zevkleriyle değil; fakat onun için müspet(olumlu) şeyler olarak keder ve ıstırabın yokluğuyla ölçülür. — Schopenhauer

2) Mutlu Olmak

Her birimiz, oradan oraya anlamsızca koşarak kovalıyoruz mutluluğu. Bir su perisini yakalamak kadar imkânlıdır, mutluluğu yakalamak. (Kavram olarak çok derin ve geniş içerikli olsa da, yazımız gereği biraz kırpma işlemi yapmalıyız.) Bir canlıyla bağ kurarken en temel amaçlarımızdan biri mutlu olmaktır. Bu, gayet açık ve herkesçe bilinen bir taleptir. Peki, karşımızdaki canlıdan ne tür bir haz almayı bekleriz? O canlı, hangi eksikliği giderir?

a) Fiziksel Haz: Biyolojik ihtiyaçların karşılanması aşamasıdır. Biyolojimiz, hormonlar ile düşüncelerimizi dahi kontrol edebilmektedir. Vücutta yoğun halde salgılanan bir hormon, tamamıyla, o anki davranışlarımızı ve fikirlerimizi etkileyecektir. Kararın doğru veya yanlış olması önemli değildir, her halükarda akıl ve mantık kullanılmadan alınacaktır o kararlar. Daha akılcı (insansı) düşünüp davranabilmek için de; kontrol altında tutulması gerekir. Çoğu durumda bu haz; en temel benliğimize, hayvani tarafımıza; id’e tatmin sağlar. Fiziksel tatmin ile, hormonların ve id’in etkisinden kurtulan zihin daha huzurlu ve akılcı bir moda geçer. Biyolojinin esiri bir varlık olarak; insan, bu kuvvetli baskıdan/talepten kurtularak daha tutarlı (rasyonel) bir hayat yaşayabilir. Fiziksel haz, tamamen cinsel eylem olarak da düşünülmemelidir; sevdiğiniz bir insana veya hayvana sarılmak, kaşımak, omuz omuza oturmak gibi en küçük fiziksel etkileşimler de buna dâhildir.

b) Duygusal Haz: Bir insana/canlıya beslediğimiz tutku, arzu, heyecan gibi çeşitli yoğun hislerdir. Diğer iki talebe oranla, öneminin daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Çünkü karşımızdakine duyduğumuz duygusal hazlar arttıkça ve yoğunlaştıkça, mutluluk/tatmin seviyemiz de artacaktır. Onu düşlemek bile bizi mutlu eder hale gelecektir. Birlikte etkinlikler yapmak, vakit geçirmek ise çok daha büyük mutluluk getirecektir. Öyle ki kişi; onun mutluluğundan mutluluk duyar hale gelecektir. Buna örnek olarak, bir annenin çocuğu doyduğu zaman kendisinin de tokluk hissetmesi verilebilir. Ebeveynlerimizin duygusal hazzına hitap ettiğimiz için; “Yemedim yedirdim”, “Giymedim giydirdim” gibi kalıplar vardır. Aslında fedakarlıklarıyla büyüklük taslamıyor, sevgi gösterisinde bulunuyorlar. (Şahsen ben bunu en hafif düzeyde kedimle yaşıyorum. Onu yemek yerken izlemek, benim de karnımı doyuruyor adeta. Vücudum açlık değil, tokluk sinyali gönderiyor beynime. Üstünü örttüğümde, görünmez bir el de benim üstümü örtüyor sanki.) Karşımızdaki canlının bilinç düzeyi arttıkça (insana doğru geçiş) da, bu duygusal hazların boyutu ve yoğunluğu geometrik olarak artmaktadır.

Örneğin sen öğleden sonra dörtte geleceksen, ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. Mutluluğum her dakika artar. Saat dörtte artık sevinçten ve meraktan deli gibi olurum. Ne kadar mutlu olduğumu görmüş olursun. Ama herhangi bir zamanda gelirsen yüreğim saat kaçta senin için çarpacağını bilemez. — Küçük Prens

c) Psikolojik Destek: Her insan hayatında çeşitli zorluklar yaşıyor. Bu zorluklar karşısında yıkılmadan, dimdik durabilmek için de; güce, dirence ihtiyacımız var. Dertlerimizi anlatmak, rahatlamak, endişeli veya stresli ruh halimizi bitirmek isteriz. Hayatımıza daha sağlam ve mutlu bir şekilde devam edebilmemiz gerekir. Bu yüzden bağlandığımız canlıdan, psikolojik destek de talep ederiz. Pek çok insan; en yakın arkadaşıyla, annesiyle veya sevgilisiyle dertleşip; rahatlamanın, biraz daha iyi bir ruh haline geçmenin ne demek olduğunu iyi bilir. Bu rahatlamayı elde edebilmek, daha güçlü bir birey olabilmek adına, karşımızdakinden psikolojik destek de talep ederiz.

Bahsettiğimiz bu 3 haz, birbirinden ayrık kümeler olarak anlaşılmamalıdır. Her biri, birbirinin içine geçmiş, adeta birbirinde kaybolmuştur. Dolayısıyla keskin çizgilerle ayıramayız. Kişiden kişiye hazların önemi, sıralaması, birbirlerine karışma oranları değişkenlik gösterir. Aynı zamanda bu hazlar, birbirini destekleyip etkilerini güçlendirir. Duygusal haz aldığınız bir kişiyle girdiğiniz her tür fiziksel etkileşim, iki hazzı da kuvvetlendirecektir. Size psikolojik destek sağlayan bir kişiye, duygusal hisler de beslemeye başlarsanız; verdiği destek de, size hissettirdikleri de çok daha değerli ve yoğun olacaktır. Bu hazların ve desteğin tatmin edilmesi de sizi mutlu edecektir. Bu sebeple, mutlu olmak (bir pencereye göre) adına da, bize bu hazları sağlayacak bir canlıya ihtiyacımız vardır.

3) Anlamak

Tabloyu oluştururken bu maddeyi es geçmem mümkün değildi. Anlamak talebi, hayatın başından sonuna her yerde varlığını sürdürüyor. Öyle ki; din, kişisel gelişim, spiritüalizm vs. gibi tonla şey üretilmiştir. Kimi saçma, kimi daha da saçma bir sürü ticari sektör oluşmuştur. Bu sektörler tamamen, varlığın anlamının bulanıklığından faydalanmaktadır. Hakiki olarak anlam diye bir şey olmadığı, olsa da kanıtlanamayacağı için; herkes uydurmuştur bir şeyler. İnsanlar da, anlamak için çaresizce tutunurlar bu dolandırıcılara (hepsi olmasa da); belki paralarını belki de zamanlarını harcayarak... Ancak konumuzla ilişkisini düşünürsek; bu benim için de gizemini koruyor hâlâ. Karşımızdaki canlı, anlam bakımından bize bir fayda sağlıyor mu? Anlamak talebimize bir şekilde cevap veriyor mu? Şimdilik bilmiyorum. Zamanla bir şeyler bulursam bu yazıyı güncellerim. Aynı zamanda bu sorularla ilgili kendi fikirlerinizi de mutlaka yorum olarak yazın. Güzel fikir, sahiplerini yazı sonunda zikretmeyi ihmal etmem.

Kendi başına hayatın gerçek ve hakiki bir değeri yoktur, fakat ihtiyaçlar ve yanılsamalar aracılığıyla sadece devinim halinde tutulur. İhtiyaçlar ve yanılsamalar kaybolur kaybolmaz hayatın mutlak yavanlığının ve boşluğunun farkına varırız. — Schopenhauer

Bu arada ben hayatın anlamını keşfettim: Hayatın anlamı, aslında hiçbir anlamı olmadığı. — Schopenhauer

Sonuç

Tüm bu düşünce sürecini toparlamak gerekirse, birkaç cümle ile özetleyebiliriz. İnsan kendisini acı çekerek kavrar ve karşıdakinin kırılganlığı, bu acının anahtarıdır. Hepimizin içinde ölümsüz olma, hayatı daha fazla yaşama arzusu vardır. Acıyla zamanı yavaşlatır, hayata daha fazla tutunur ve daha fazla yaşam elde etmiş oluruz. Aynı zamanda algılanmak ve varlığımızı iddia etmek için, bizi algılayacak bir canlıya ihtiyaç duyarız. Yaşarken de çeşitli haz taleplerimiz vardır. Bu taleplerin de yerine getirilmesi için yine bir canlıya ihtiyaç duyarız.

Sonuç olarak insan, doğası gereği bencillikle donatılmıştır. Başka bir ‘şeye’ duyduğu sevgi bağı, yine kendi amaçlarına yönelik, tatmin olma arzusundandır. O halde insan, tamamıyla bencilliğinden dolayı başka bir canlıyı hayatına alıp, ona inanılmaz sevgiler yükler…

Guernica — Picasso

*Not: Yazının dil kusurlarını giderip, anlaşılmasını kolaylaştıran Melek Büber’e teşekkürler…

**Not: Alıntılardan da görülebileceği gibi; düşünce sürecinde Schopenhauer’dan etkilenilmiştir. Kitaplarını herkese tavsiye ederim.

--

--