İtiraf etmeliyim soru bana ait değil ve tam hali bu. Cevabı önce Evrim Ağacı isimli sayfada yayınlamıştım.

Konu elbette zor gibi dursa da altından kalkılamayacak bir konu değil. Darwin’de içgüdülere hayranlığını ifade ederek topa fazla girmemiş zaten. İçgüdüyü herkes anlar ve detaylı tanım yapmayacağını kitabında ifade etmiştir.[2] “İçgüdülerin birçoğu öylesine şaşırtıcıdır ki, onların gelişimi okura belki teorimi tümüyle yıkmaya yeter güçte görünecektir. Burada, zihnî yetiler konusunda elimden gelenin, yaşamım kendisinin kökeni konusundakinden çok olmadığını önceden söylemek isterim. Yalnızca içgüdülerin farklılıkları ve aynı sınıftan olan hayvanların öbür zihnî yetileri ile ilgilenmekteyiz. İçgüdüyü tanımlamaya kalkmak istemiyorum.” İfadeleri bizzat ona aittir.

İnsan içgüdüsü hayvanlarla temelde aynı olmakla birlikte insan iç güdülerinin ve reflexlerinin üzerinde diğer hayvanlara göre daha kontrol sahibidir.[1] “Ahlak tarafından baskılanmak” diye insan aşağılansa de iç güdülerini kontrol edebilir. Yaşamını sürdürmek için kaynaklarını en iyi kullanmayı hedefler. Örneğin annelik ertelenebilir ve baskılanabilirdir insan için. Mükemmel zaman yada daha rasyonel olan tercih edilebilir. Bu süreç tarihsel koşullardan ve gelişen sosyallikten etkilenmektedir elbette.

Birçok kadın 30'lu yaşlarına geldiklerinde “biyolojik saatlerinin” uğursuz bir tıkırtısını duyarken, diğerleri bunu hiç duymaz. Bazıları bebek doğurma zorunluluğunun biyolojik olarak yerleşik olduğuna inanıyor — hatta sözde evrimsel görevlerini reddeden kadınların bencil olduğunu öne sürüyorlar .

Diğerleri , “bebek ateşi” olarak da adlandırılan bu “annelik içgüdüsü”nün biyolojiyle hiçbir ilgisi olmadığı ve sosyal bir yapı olduğu görüşündedir . Bu tartışmayı tam anlamıyla ikiye bölünmüş bir “doğaya karşı yetiştirme” prizması üzerinden araştırmak yararsızdır. Hem biyoloji hem de kültür muhtemelen üreme davranışımıza katkıda bulunmaktadır.

Üreme, çocuk sahibi olmak için herhangi bir “kalıtsal” tercih gerektirmez, çünkü doğal seçilim, en belirgin şekilde cinsel dürtü yoluyla üremeyle sonuçlanan mekanizmaları zaten desteklemektedir. Ancak annelik içgüdüsünün, bir annenin çocuğunu besleme ve koruma yeteneği ve ihtiyacıyla ilgili versiyonu, bazı hormonların ve diğer gerekli biyolojik değişikliklerin salınmasıyla kolaylaştırılarak, gerçekten de donanımsal olabilir.

Ya cinsel içgüdülere ne demeli: Geçmiş ve şimdiki yaşam biçimlerinin mükemmel çeşitliliği, tek bir kritik özellikten gelir; üreme. Genetik olarak cinsiyete kayıtsız kalmaya yatkın bireyler, teorik olarak, daha büyük bir bağlılığı olanlar lehine popülasyondan seçilecektir. Bebek ateşi’ olarak da bilinen güçlü bir çocuk özleminin genlerimiz tarafından mı yoksa sosyal bir inşa mı olduğu belirsizliğini koruyor. Bu, evrimsel sürecin apaçık bir özelliğidir.

Seksten zevk alan ve bu keyfin genetik bir temeli olduğu bir insan veya hayvan popülasyonu hayal edin. Bu onların üreme başarısını belirleyecektir. Şimdi bu popülasyona, genetik olarak cinsel olarak inaktif olmaya yatkın olanları dahil edin. Bu cinsel olarak aktif olmayan bireyler yavru üretmeyecek, dolayısıyla gelecek nesilde cinsel olarak aktif olmayan bireyler olmayacak. Başka bir deyişle, cinsiyetten kaçınmaya yönelik genetik bir eğilim ne yerleşik hale gelecek ne de sürdürülecektir.

Bazıları, 30'lu yaşlarındaki çocuksuz kadınlarda üreme konusunda gelişmiş bir farkındalığı tetikleyen sözde “biyolojik saat”in doğal seçilim olduğunu iddia ediyor. Belki . Doğurganlık kararlarının genetik bir temeli olabileceğine dair bazı kanıtlar var. Örneğin, Fin toplumlarında ilk çocuk sahibi olma girişimi yaşını inceleyen araştırmalar, çocukların ebeveynlerininkine benzer örüntülere sahip olduğunu gösterdi.

Ancak bunlar, kadınların çocuk sahibi olmaya karar verip vermemelerinden ziyade, yalnızca ne zaman çocuk sahibi olmaya karar verdiklerinde genetik bir etki olduğunu kanıtladı. Başkalarının etkisine açık bir şekilde duyarlıyız. Bu nedenle, insan davranışının diğer birçok yönü gibi, bir çocuğa yönelik güçlü özlemin — “bebek ateşi” — genlerimiz tarafından mı yoksa sosyal bir inşa mı olduğu belirsizliğini koruyor.

Yakın zamana kadar, cinsiyet ve üreme tüm organizmalarda ayrılmaz bir şekilde iç içe geçmişti. Doğum kontrol teknolojisinin keşfi, bir tür için bu bağı kopardı. Değişen güvenilirlikle, insanlar artık bebek sahibi olmadan seks yapabilirler. Dolayısıyla biyolojik evrim açısından, cinsel aktivite için genetik bir tercih, artık bir annelik-babalık içgüdüsüne eşdeğer değildir.

Doğum kontrol hapı sayesinde insanlar biyolojiye meydan okudu. Toplumumuzda çocuk sahibi olmak istemeyen birçok kadın var. Örneğin, 34 ile 44 yaş arasındaki ve hiç çocuk sahibi olmayan ABD’li kadınların sayısı 1976'dan bu yana yaklaşık %10 arttı. Ve 22 ile 27 yaşları arasındaki 7.000'den fazla Avustralyalı kadınla yapılan bir ankette, yaklaşık %10'unun çocuk istemediği ortaya çıktı.

Benim tahminim, doğal seçilimin muhtemelen dikte ettiği gibi, çocuksuz kadınların mutlaka cinsel olarak aktif olmadıklarıdır. Ancak seçimin kişisel tercihlerine göre hareket etmesi için çok az fırsat olabilir. Biyolojik evrime meydan okuyan insan davranışının etkileyici bir örneği. Ancak kültür ve teknoloji, insanları birçok seçilim baskısından bağışık hale getirdi. Örneğin giyim, doğacılar için bile uygun olmayan soğuk ortamlarda yaşamamızı sağlar.

Ama seks onlardan biri değil. Gerçekten de, çoğu kültür, sekse geçici bir ilgiden fazlasını ifade eder — eski toplumlarda doğurganlık ayinlerinin yaygın olarak dahil edilmesinden, çağdaş televizyon reklam kampanyalarında sekse neredeyse hiç yakışıksız bir saplantıya kadar anlamlar yüklemiştir. Seksin kendisini çocuk yapmaktan ayırabilirmiyiz? muhtemelen seksin kendisinde doğrudan çocuk sahibi olma isteği doğrudan yoktur. Sonuçta; ergenlik, orta yaş krizi, içgüdü, evlilik, biyolojik saat, çocuk sahibi olmak gibi kavramlarda ideolojiktir, kültüreldir. Bu kavramlar komple insanlık yaşamını ifade etmeyebilir.

Çoğu durumda, başarılı üreme, gelişmekte olan yavruların bakımını gerektirir. Bu iş yalnızca anneye ait olmamakla birlikte; genellikle, anne tarafından yapılır. Yavruları beslemek, o zaman “bebek ateşinden” farklı olarak bir “annelik içgüdüsü” biçimidir. Ve doğa bunu sağlamak için biyolojik mekanizmalar kurmuştur. O zaman yavruları beslemek, ‘bebek ateşi’nden farklı olarak bir ‘annelik içgüdüsü’ biçimidir. Memeli anneler için, talepkar bir bebek oksitosin hormonunun salınımını uyarır ve bu da süt akışını tetikler.

Oksitosin ayrıca hamilelik boyunca bir dizi anne davranışında rol oynar ve bir annenin fetüsüyle olan bağını güçlendirir ve bu da fetüsün gelişimini etkiler. Oksitosin salınımı yoluyla çocuğu beslemek için çok önemli, içgüdüsel, besleyici tepki, yalnızca hamilelik sırasında ve doğumdan sonra gerçekleşir; aksi takdirde hormonlar devreye girmez.

Örneğin, oksitosin enjeksiyonu yapılan bakire fareler, enjeksiyonlardan önce yapamadıkları bir şeyi, yavruların sıkıntılı çağrılarını duymayı ve yanıtlamayı öğrenebilirler. Bu nedenle, çocuk sahibi olma ve çocuk yetiştirme “dürtüsü”nün yalnızca biyolojik olarak seks yapma dürtüsü yoluyla sağlandığı, oysa besleme içgüdüsünün biyolojik olarak yerleşik olduğu iddia edilebilir.

Peki şöyle bir soruyla devam edelim insanlar neden kedi yada köpek besliyorlarsa aynı evrimsel gerekçelerle de ürüyor olamazlar mı? O halde, sözde “biyolojik saat” sosyal-tarihsel olan doğru ilerliyor diyebiliriz. Çünkü modern kentsel yaşamda üreme düşerken hayvan besleme artmaktadır. Moleküler genetikteki teknik ve bilimsel ilerlemeler durmak bilmemektedir. Bununla birlikte, üreme sürecine müdahale etmekte ne kadar çok beceri kazanırsak kazanalım, insanlar seks yapmaya devam edecektir. Tüp bebek ve öteki yapay teknikler temel içgüdülerimiz yüzünden muhtemelen hiçbir zaman yatakta ya da şöminenin önündeki kilimin üzerinde seks yapmanın yerini alamayacaktır. Eski moda bir beyne sahip olduğumuz için eski moda üreme yöntemini tercih edeceğiz muhtemelen.

Evrim üreme yeteneğini tüm öteki değerlendirmelerin üstünde tuttuğu için, seks, insan olmanın özünde, yapımızın tam merkezinde yer alır. Daha sonra göreceğimiz gibi, içgüdülerimizden pek çoğu, özellikle de sosyal davranışlarımızla (rekabet, işbirliği, çocuk yetiştirme, şiddet) ilgisi olanlar, birbirleriyle yarışan arzular tarafından kuşatılmıştır ve çoğu zaman bunlardan en güçlüsü üreme, seks yapma ve seks yapabilmesi için çocuk yetiştirme gereksinimidir.[8]

Kaynaklar

  1. R. M. L. Winston. (2010). İnsan Içgüdüsü. ISBN: 9789754689235.
  2. C. Darwin. (2009). Türlerin Kökeni. ISBN: 9786054156153. Yayınevi: Evrensel Basım Yayın.
  3. M. Elgar. Maternal Instinct And Biology: Evolution Ensures We Want Sex, Not Babies. (22 Ağustos 1970). Alındığı Yer: The Conversation | Arşiv Bağlantısı
  4. M. Elgar. Maternal Instinct And Biology: Evolution Ensures We Want Sex, Not Babies. (22 Ağustos 1970). Alındığı Yer: The Conversation | Arşiv Bağlantısı
  5. public.wsu.edu. Social Basis Of Human Sexual Behavior. Alındığı Yer: public.wsu.edu | Arşiv Bağlantısı
  6. B. J. Marlin, et al. (2015). Oxytocin Enables Maternal Behaviour By Balancing Cortical Inhibition. Nature, sf: 499–504. doi: 10.1038/nature14402. | Arşiv Bağlantısı
  7. A. Levine, et al. (2007). Oxytocin During Pregnancy And Early Postpartum: Individual Patterns And Maternal–Fetal Attachment. Peptides, sf: 1162–1169. doi: 10.1016/j.peptides.2007.04.016. | Arşiv Bağlantısı
  8. journals.sagepub.com. Motherhood Plans Among Young Australian Women: Who Wants Children These Days?. Alındığı Yer: journals.sagepub.com | Arşiv Bağlantısı

--

--

Hepimiz SANALIZ
Anlama Kılavuzu

Öğrenmek en doğal ama çaba gerektiren bir haktır.