Suç Mağdurları ve “Onur Savaşı/Jagten” Filmi

Hepimiz SANALIZ
Anlama Kılavuzu
Published in
10 min readOct 30, 2022

Filmin Künyesi: Filmin yönetmeni, Thomas Vinterberg’dir. Senaryosunu Thomas Vinterberg, Tobias Lindholm birlikte yazmıştır. Yapım yılı, 2012 olan film etkileyici bir dramdır. M. Mikkelsen’in oynadığı, “Onur Savaşı” olarak Türkçeye çevrilen bir Danimarka filmidir (orijinal adı: Jagten, ing; The Hunt). Bu filmde bir anaokulu öğretmeni rolünü oynayan baş karakter (Lucas) için her şey yoluna girecekken, ansısın/nedensizce beliren sosyal olarak çok yapılandırılmış bir “suç” isnadı ile her şey altüst olur. Hikayesi, manzaralı, küçük bir kasabada geçen filmde baş karakter Lucas’ın bir grup yakın arkadaşı var ve sık sık takılıyorlar. Kasabada herkes birbirini tanımaktadır.

Suç Teorileri ve Mağdurlar:

Filmde Lucas’a kasabalılar tarafından uygulanan ortalamanın faşizan tutumu Damgalama teorisi ile açıklayabiliriz. Tannenbaum’un açıklamaları ile gündeme gelen bu yaklaşım ile toplumun suçlu ile suçluyu birleştirirken suçluyu toplumdan ayırmaktadır. Tannenbaum; “bu yüzden suçlama usulü, bir tanımlama, kimliğin tespiti, ayrılma, tasvir, vurgulama, bilinçli yapma, kendine güvenli olma usulüdür.”[1] Sonradan Herbert Mead’ın çalışmalarıyla büyük sosyolojik yaklaşıma dönüşmüştür. Buna göre insanlar, öğretmenler, polis, komşuları, ebeveynleri ve arkadaşları tarafından bu şekilde damgalandıkları için suçludurlar.

Bu filmde de bir fikrin sosyal ortamda yayıldıkça nasıl kendiliğinden doğru olduğuna inanıldığı, bunun sorgulanmadığı üzerinde durulmuş. Şüphe ve sorgulama yeteneği gibi düşünsel yetiler fikir genele yayıldıkça azalıyor, nefret ve ötekileştirme gibi duygusal eğilimler depreşiyor. Film pedofili hakkında bir çıkarımda bulunma niyetinde değildir. Gerekli şartlar sağlandığı takdirde rasyonel varlıkların nasıl kör mahkumlara dönüştürebileceğini, damgalama histerisine müptela sürü haline gelebileceğine odaklanmıştır bu anlamda.

Damgalama teorisi hem kişileri damgalayan etiketleme sürecini hem de bu etiketleme sürecinin suç davranışına etkisini açıklamaya çalışmıştır. “Sosyal gruplar, ihlal edilmesi durumunda sapma teşkil eden kuralları bizzat kendileri koyarak ve bu kuralları bazı insanlar üzerinde uygulayıp onları “ötekiler” olarak etiketleyip sapmayı kendileri yaratırlar. Bu açıdan bakıldığında, “sapma” insanın işlediği davranışın bir özelliği değil; başkalarının kendi belirledikleri kural ve yaptırımları bir “suçluya” uygulamalarının sonucudur. Toplumda erkekler masumiyet karinesini kadınlara göre toplumda daha çok kuruma olanaklarına sahip olsa da Lucas küçük bir kızın suçlaması karşısında zorlanacaktır. Toplum kategorik/katolog suçlar ile çalışmakta ve hali hazırda bekar yalnız ve çocuklarla bir arada olan Lucas, damgalamaya müsait haldedir.

Sapma bir eylemin niteliği değildir. Sapma bir fiile “suçlu”luğa ilişkin kural ve cezaların uygulanmasıdır. Suçlu ise bu şekilde damgalanmış (etiketlenmiş ve toplum dışına itilmiş) olan kişidir. Filmde Lucas’ın “toplumsal kumpas”dan kaçması adeta olanaksızdır. Sosyal alanda (market, klise) benliğini istediği gibi sunmaya çalışsa da örselenmekten kurtulamayacaktır. Lucas sapkın öteki, harici olandır. Toplum sapkınlığı bir anlamda kendi doğasında taşımaktadır. Toplumun kendine örtük mesajı şudur; “biz sapkın değiliz!” Devamında toplum, müntesiplerine şunu ifade eder: “Müsterih olunuz; suçluyla ilgileniyoruz!”[2] Filmdeki kasabalı toplumun hâkim sınıfı temsil eden kadınlar, bu lekelemeyi kendi pozisyonunu sağlamlaştırmakta işine gelen bir araç olarak da kullanmaktadır adeta. Bundan sonra suçlu olarak damgalanan Lucas sürekli yeni suçlara itilmiş olacaktır. Zaten damgalama teorisine göre “suçluluk”, ceza hukukundan bağımsız, suç etiketi isnadını doğrulama süreci gibi çalışmaya devam edecek ve kumpas doğrulanacaktır.

Filmi politik bir söylem kırsal kasabayı da bir ülke sınırları olarak düşündüğümüzde şu tablo karşımıza çıkacaktır: Yönetmen Vinterberg’in filmindeki Danimarka’daki homojen bir kırsal topluluğu, haksız yere uygunsuz bir şekilde ifşa etmekle suçlanan masum bir adam olan Lucas’ın nasıl fiziksel şiddete ve dışlanmaya maruz kaldığı şiddet dolu bir alana dönüştüğünü anlatmaktadır. Film popülist milliyetçiliğe karşı bir uyarı olarakda düşünülebilir. Bunun için filmi, Danimarka filmi ve politik kültürü içinde bağlamsallaştırabiliriz. Köyün izole bir topluluk olarak kendine özgü yapısı, Danimarka ulusal tahayyülünde kırsalın işgal ettiği rolle karşılık gelmektedir. Köy topluluğunu hem Danimarka ulusal topluluğunun tarihi yapılarına hem de ulusun Yeni Milliyetçiliklerle eklemlenmesine bağlamak mümkündür.

Filmi çağdaş popülist milliyetçiliklerin savunduğu saflık ve homojenlik ideallerine karşı bir uyarı ve sorunlu bir ulusal alegori olarak okumayı öneriyorum. Filmde Lucas, neo-milliyetçi söylem tarafından dışlanan tüm öznelliklerin ‘öteki’nin alanını işgal eder. Bu durumda komşularının ve arkadaşlarının eliyle maruz kaldığı şiddet ve dışlanma, neo-milliyetçiliklerin fiziksel ve söylemsel şiddetine işaret eder. Damgalama süreci burada da işlemeye devam edecektir. Bir topluluğun kolektif korkularını ve önyargılarını ortaya çıkarması ve bunu “damgalama” ile çözmeye çalışan bir toplumun resmi mevcuttur filmde.

Suçu mağdurları açısından ele aldığımızda çoğu kez suçluya odaklanılır ve mağdur göz ardı edilmektedir. Her suçun bir mağduru vardır (dolayısıyla suçun faille birlikte iki tarafı bulunmaktadır) ve mağdursuz suçların mağduru ise çoğu kez failin kendisi olmaktadır. Kabul edilmeli ki suçun bir mağduru da suçlunun kendisidir. Lucas suçu işlemiş idiyse ki toplum bu şekilde düşünmektedir. Yardım edilmesi gereken mağdur bir kişi olarak Lucas toplumun desteğinden yararlanma imkanından uzak tutulmuştur. Başka açıdan düşünüldüğünde mağdurun suçta rolü var mı tartışmasına girmeden mağdurun rolü ve sorumluluğuyla yakından ilişkili ve hatta bazı durumların varlığı ortadadır sonucuna gidebiliriz. Klara’ın ailesi ve toplum “suç mağduru olabilme tehlikesi ile karşı karşıya olma”[3] özelliklerini taşımaktadır. Filmde çocuklarıyla ilgilenmeyen anne-babalar mağdur olarak suçlu üzerinde atılı suçlarda payı mevcuttur. Neticede suçlu çocuk yoktur suçlu aile vardır.

Filmin Yorumlanması:

Klara’nın evindeki sürekli kavgalar, onun ihmal edilmesine neden olur. Lucas, Klara’nın bir baba figürü yerine geçme çağrısını reddedince, Klara onu uygunsuz ifşa etmekle suçlar. Lucas’a asla kendini savunma, hatta neyle suçlandığını açıkça öğrenme şansı verilmez. Sınıftaki diğer çocuklar da onun ellerinde aynı kaderi yaşadıklarını iddia ederler. Komşular tarafından kınanıp tehdit edilen Lucas, yerel dükkan sahipleri tarafından bile dışlanır. Yardımına yalnızca bir süredir görüşmediği oğlu ve bir avuç arkadaşı gelir.

Herkesin kafasına takılan bariz bir soru var. Final sahnesindeki o tetikçi kimdi, Lucas’a neden ateş etti ve ikinci atışı neden yapmadı? Ünlü pop star Michael Jackson örneğini düşünelim: İnsanlar onu dünya çapında tanıyor, ancak onu “gerçekte” tanıyan bir avuç insan var. Bugün dünyanın büyük bir çoğunluğu onu dans eden ve şarkı söyleyen bir sübyancı olarak görüyor. Davayla ilgili gerçekler hakkında hiçbir fikirleri yok, muhtemelen bu konuyu okumaya bile tenezzül etmemişler, ancak suç isnadı ve suçlu konusuyla ilgili önyargılılar hazır kıtadır. Sadece insanların belirli varsayımlara dayanarak sert bir adalet duruşu sergileme eğiliminde olduklarını söylenebilir.

Film tam da bunu gösteriyor. Siz inanamayarak izlerken, tamamen normal, iyi bir adam, korkunç bir nefret ve önyargı dünyasına konur. Filmde Klara’nın erkek kardeşi, küçük bir kıza porno klipler gösteren gerçek bir kötülük nesnesidir. Klara genç bir kızdır, ne yapacağını bilemez. Lucas onun gizli hediyesini reddeder, bu yüzden iki şeyi birleştirir ve Lucas hakkında bir açıklama yapar. Herkes basitçe, körü körüne kızın doğru olduğunu söylediğini kabul eder. Görünüşe göre çocukların bu şeyler hakkında yalan söylemesi için hiçbir sebep yok. Film size bunun olabileceğini gösteriyor. Mahkeme Lucas’ı beraat ettirse bile, insanlar iç dünyalarında umursamıyor, yine de onu suçlu olarak etiketlediler.

Sonunda, sosyal/normalin faşizminin yaşandığı paradoksun ardından bir yıl geçmiş. Lucas ve arkadaşları arasında bariz bir barış var gibi görünüyor. Oğlu avcılar topluluğuna kabul ediliyor. Her şey normale döndüğünde genç bir çocuğa benzeyen biri Lucas’a ateş eder. Ama mesele ateş edenin kim olduğu değil. Olumlu sonuç Theo’nun (Klara’nın babası) şimdi iyi olması, Lucas’la arkadaş olmaya geri dönmesi, ona güvenmesi ve arkadaşlıklarını yeniden kurmaya çalışması. Toplum, Lucas’ı her zaman bir sübyancı olarak görecek ve onu asla tam olarak kabul etmeyecektir. Ayrıca, kişi ikinci bir atış yapmıyor çünkü niyeti öldürmekmiş gibi görünmüyor. Klara’ya yapıldığı düşündürülen kötülüğü yapan (Klara’nın erkek kardeşi yada onun arkadaşı olabilir. Onların Lucas’ı uyarmak için bu son sahne planlanmış olabilir. Psikanalitik kurama göre suç, insanların zihni çatışmalar, bastırılmış arzular ve diğer eğilimlerin toplamından ortaya çıkmaktadır. Psikanalitik yaklaşımın bakış açısıyla düşünüldüğünde insan benliğindeki bu komplexler suçu ve suçluyu ortaya çıkarmaktadır. Filmin sonunda Lucas’ı öldürmeye teşebbüs eden genç benim anladığı kadarıyla çocuğa porno görüntülerini izletenlerden birisidir. Bu gençlerden birisi suçu bu şekilde bastırmaya gitmiş olabilir.

Belki de bazı insanlar kasabada onun (Lucas) yanında güvensiz hissetmeye devam ediyor ve onun uzaklaşmasını tercih ediyor da olabilir. Ama benim şahsi kanaatim yönetmen geyikleri “suç” değilmiş gibi “avlayan” insana filmin sonunda geyiğin pozisyonunu vermiştir. Bana bu yapılan neden…?

Film, kendini beğenmiş ahlaki kesinlik ve duygusal kısıtlama da dahil olmak üzere kesinlikle daha geleneksel duygular dünyasına dayanan bir “suç” kavramına dayanmaktadır. Filmde silah ve avla sembolize edilen ataerkil değerlerin aktarımı ve baştaki boşanma olayında olduğu gibi “prosedürler” üzerinden hayat bulan kadın hakları yan yanadır. Skandaldan kaçınmaya ve Klara’nın şikayetlerinin dinlenmesini sağlamaya hevesli olan Lucas’ın kadın meslektaşı, Klara’nın kafasına sadece iğrenç fikirleri yerleştirmeye yarayan bir dizi inanılmaz yönlendirici soru kullanarak Klara’yı sorgular ve kinci bir yalanı ortaya çıkaran zehirli bir fantezi türüne dönüştürür. Ebeveynler ve yetkililer zaten bunlara inanmaya teşnedir. İşlerin kontrolden çıktığını hisseden Klara, ağzından çıkan sözlerden geri adım atmaya çalışır ama yetişkinler dinlemeyi bırakırlar; Klara annesine yaklaşıp her şeyi kendisinin uydurduğunu itiraf ettiğinde, annenin tepkisi çocuğun endişelerini bastırılmış anılardan söz ederek reddetmek olur. Lucas’ın aksine, Klara’nın annesi ne onun söyleyeceklerini dinler ne de muhtemelen anlayabileceği şekilde konuşur.

Başka açıdan bakıldığında filmin kadınlardan nefreti ortadadır. İndirgemeci yaklaşım ortaya koyan filmde, insanlar Lucas’ın masumiyetini tartıştıklarında, tartışanların erkek olduğu halde, dedikodu yayan ya da çirkin planlar yapan herkes kaçınılmaz olarak kadındır. Bu geniş ahlaki ikilem daha sonra Klara’nın ebeveynlerinin özel durumuna ve Klara annesine her şeyi itiraf ettiğinde annesinin Lucas’a zulmetmeye devam ettiği durumda da devam eder. Tersine, Klara daha sonra babasına bu itirafı tekrarladığında, babası hemen ona inanır ve karısını Lucas’tan özür dilemesini ve arkadaşlıklarını kurtarmaya çalışmasını engellemeye çalıştığında şiddetle tehdit etmek zorundadır. Bu olumsuz kadın tavrı, yabancı kadının anlaşılmaz bir coşkuyla Lucas’a dönüp kendisini etkili bir şekilde ona yaklaştırmasıyla kendini gösterir. Bu tür cinsiyetçi ahlak kuşkusuz suçlansa da kadınlara gerçek düşmanlıktan ziyade entelektüel tembellik eleştirisi yapıyor sonucuna da varılabilir.

Filmin yönetmeninin eleştiri oklarının yönü sadece kadınlara değildir elbette. Adından da anlaşılacağı üzere filme konu olan toplulukta, erkekler arasındaki birincil bağın “geyik avı” olmasından hareket edilirse: Başlangıçtaki erkek ve alt katlarda yaşanan homososyal ilişkiler yönetmence alkollü şarkı ortamları üzerinden ince bir eleştiriye tabi kılınmıştır. Erkeksi bağlanma ritüellerine getirilen nazik eleştiri filmin sonunda Lukas’ın oğlunun sığındığı evdeki hiyerarşide devam etmektedir. Gürültü yapmaması gereken kadınlar üst katta erkekler ise alt kattadır. Filmde Lucas’ın içki ve avcılık arkadaşı olmaktan şiddetli saldırganlara dönüşebilen erkek arkadaşlarına dönüş mekanizmasının nasıl işlediği gösterilmektedir. Filmin orijinal adı açıkça Lucas’a karşı cadı avını çağrıştırırken, aynı zamanda filmin geçtiği küçük kasabanın değerlerini de yakalıyor; burada adam olmak, avlanma ruhsatı alacak ve bir silaha emanet edilecek kadar yaşlı olmakla tanımlanıyor. Bu erkeksi ve yırtıcı bir ortam ve kasabanın erkeklerinin Lucas’ta en kötüsünü varsayma kolaylığı, masumlara karşı korkunç suçlar işleme potansiyelinin karanlık bir şekilde kabul edildiğini gösteriyor. Lucas’a karşı şiddet, sorun Lucas olmasa da toplumu kötülük potansiyelinden kurtarmak için muhtemelen sembolik bir eylemdir.

Filme getirebileceğim eleştiri şu olabilir: Filmin sonlarına doğru barış ve izleyicinin teskini sağlama yöntemidir. Bu gerçek dünya değil; yaratılmış, ideolojize edilmiş bir dünyadır. Kaba bir bakışla düşünüldüğünde; nahoş suçlar karşısında kendilerini duygusal sorunlardan uzaklaştırmış ve akıllarını, adalete bağlılıklarını kaybetmemiş entelektüel bir grup insanı filmin sonuna yerleştirmesi makul gözükebilir. Ancak, yerel toplulukta bir “ataerkil av kardeşliği” ile bir arada olan “sakallı erkeklerin” varlığı ile bunun mümkün kılınması sorunludur. Yönetmen Vinterberg, filminde polisin ve yargının insanları gece boyunca hücrelere kilitleme yeteneğinin ötesinde gerçek bir yetkiye sahip olmadığı sağcı fanteziye yerleştirmeyi seçmiştir.

Lucas’ın suçlamalarına ilişkin yasal işlemler hiçbir zaman ekranda gösterilmez ve yalnızca dedikodu olarak sosyal alanda gayet sakin bir şekilde sistemin zalimce çalıştığını ileri sürer. Lucas’a yönelik tehdit, topluluğun kendi kendini atamış suçlayıcıları ile işlemektedir. Rasyonel bir yasanın yetkisi olmadan hareket eden filmdeki kasaba halkı, sosyal düzen ve istikrar için gerçek tehdittir aslında. Gerçek dünyadaki yargı ve polis kuvvetlerinin sadece suçları soruşturmakla kalmayıp aynı zamanda isimleri açıklığa kavuşturma ve masumları kanunsuz saldırılardan koruma yetkisine sahip olduğu göz önüne alındığında polisin fazla ortalıkta gözükmemesi eleştirebilir. Filmin sonundaki sükunetin yalnızca “sakallı orta yaşlı erkeklerin” karar vermesiyle mümkün olması sınıfsal imgelemi izleyiciye dayatmaktadır.

Sonuç:

Yönetmenin şiddete dönüşen küçük bir topluluk tasviri ne kadar etkili olursa olsun, aslında daha önce görmediğimiz bir şey değil. İnsan uygarlığının, dipsiz bir vahşet okyanusunun üzerinde kolayca kırılan ince bir buz tabakası vardır. Diğer canlıları “umursamadan” avlayabilen insan türü, hayal edebileceğimizden daha eski suç kaynaklarına sahiptir. Film bu anlamda yeni bir konuyu tartışmıyor. Çünkü tipik alfa erkeğini somutlaştırmak için sosyal olarak dayatılan çeşitli baskılara tepki olarak erkek ruhunda iltihaplanan çözülmemiş gerilimlerin üzerine tekrar gidiyor. Film bir insanın toplumla olan sözleşmesinin ne kadar kolay feshedilebileceğine dair ürkütücü derecede inandırıcı bir anlatıma sahiptir.

Suçun nesnel bir tanımı zordur. Suç kavramına pozitif bilimler açısından bakıldığında suç kavramına giydirilmiş bir nesneye ihtiyaç olacaktır. Suçun üzerindekileri çıkarmak, perdeleri kaldırmak bu anlamda zor olacaktır. Doğrudan suçun ilişiğinde kavramlar olan “adalet” ve “iktidar” kavramlarıyla ilişkili olan filmin finali de bunu göstermektedir: İster küçük bir kasabada ister küresel ölçekte olsun, belirli önyargıların bir insanın hayatını nasıl etkileyebileceği, neyin adil olduğunu, neyin adil olmadığını merak ederek sona erer. Kim suçlanabilir ve kim suçlanamaz. Suçlayanlar ile suçlananların kendilerince haklılık payı vardır.

İster demokratik olsun ister totaliter veyahut herhangi bir ayrıcalıklı çerçeveye sahip iktidar; o, yasa koyan ve uygulayan gücün manevraları adaleti yada yokluğunu yaratır. Her şey “iktidar” dairesinde tecelliği ettiği için suçu da suçluyu da oradan çıkarmak mütekabil değildir. İster tekil dünyalarımızda isterse bir kasaba halkı arasında olsun hukuk, kendi kendini var edebilen ya da gücü kendinde olan bir şey değildir. “Suçlu”da ısrar etmek başka suçlar ve mağdurlar yaratacaktır. Filmin yönetmeni de iktidar nesnesi olarak izleyicinin konumlanışını zorlaştırmaktadır. Her bir izleyici sırf kendisi izlemek için filmi yaratsa bile buradan çıkamayacaktır.

Normatif suçun tanımının neye göre yapılacağı sorunu ortayken bir davranış örneğin “cinsel taciz”in sınırları nasıl çizilecektir? Suç ile suçu doğuran davranışın “nesneleştirme” güçlüğü de iktidar dairesinde paradoksal olarak betimlenecektir. Bir suç teorisi yada toplumsal inşa kendi kanunları ile ifşa olan suç; tanım ve nesneleştirmesini mutlaklaştıramayacaktır. Filmde yaşandığı gibi küçük bir kız çocuğunun yetişkinin rızası olmadan dudaklarından öpmesinin sınırlarını çizme zor olacaktır. Yönetmen “öldürme-av” gibi suçlarda, bu yönde tereddütsüz bir algının mümkün olamayacağını göstermek istemiştir. Görülen şeyin tahakkümü; çocuklarla sarmaş dolaş oynayan anaokulu öğretmeni bizde bilme ve tekniğin varlığını (varlık-yokluk) sabitler. Ancak eksik olan duygularımızdır. Yoksa “episteme” ve “techne” alanında kalınmış olur, suç ve suçluyu tanımlamada kasıt yerine gelmemiş demektir. O nedenledir ki hukuksal ilişkinin tarafı olarak peşin suçlu ve davranışı değil, insan davranışı, duyguları ile merkeze alınmalıdır.

[1] Tannenbaum, F. (1938). Crime and the Community. In Crime and the Community. Columbia University Press.

[2] Becker, Howard S. (2013) Hariciler (Outsiders) Bir Sapkınlık Sosyolojisi Çalışması, Heretik Yayınları.

[3] Dursun, S. Mağdurun Suça Yol Açması. Journal of Istanbul University Law Faculty, 61(1–2), 3–33.

Kaynakça

Becker, Howard S. (2013) Hariciler (Outsiders) Bir Sapkınlık Sosyolojisi Çalışması, Heretik Yayınları.

Demirbaş, A.T, (2020). Kriminoloji, Seçkin Yay.

Dursun, S. Mağdurun Suça Yol Açması. Journal of Istanbul University Law Faculty, 61(1–2), 3–33.

Goffman, E. (2014). Damga: Örselenmiş Kimliğin İdare Edilişi. Heretik Yayınları.

http://filmslie.com/thomas-vinterbergs-the-hunt-analysis/

https://locusmag.com/2014/03/cory-doctorow-cold-equations-and-moral-hazard/

İşsevenler, O. V. (2011). Suç Kavram ve Teorisine Dair Bir Deneme. Journal of Istanbul University Law Faculty, 70(2).

Tannenbaum, F. (1938). Crime and the Community. In Crime and the Community. Columbia University Press.

--

--

Hepimiz SANALIZ
Anlama Kılavuzu

Öğrenmek en doğal ama çaba gerektiren bir haktır.