Tanrı Bilinebilir mi?

silium
Anlama Kılavuzu
Published in
5 min readJun 5, 2020

Konuya giriş yapmadan önce; Türkiye’de tanrı/yaratıcı kavramının hala büyük bir tabu olması sebebiyle; bana, felsefe adına ilk ve en büyük itkiyi sağlayan hocamın (@hepimizsanaliz) mottosunu buraya bırakarak başlamak istiyorum;

Yazdıklarım; ben dahil, hiç kimseyi bağlamaz…

Cima da Conegliano — God the Father

Bu soru adına yazacağımız her şey, bir dizi ön kabul gerektiriyor. Yüzeysel olarak dahi bakacak olursak; evreni, varlığı, içindeki pek çok şeyin hakikiliğini kabul etmemiz gerekiyor. Bu kabulü yaptıktan sonra, bahsettiğimiz hakikatleri oluşturan bir yaratan motifini zihnimizde kurup, onu tanımak adına kolları sıvayabiliriz. Böyle bir sorumluluğun altına girmemek adına; zihnimizi maddi varlıktan ve maddi varlığın yaratıcısı bir tanrı düşüncesinden arındırıp, Descartes gibi bilincimizin farkındalığına varacağız. Bizden bağımsız bir nesneler evrenini düşünmek yerine, bize evreni ve varlığı kavratan zihnimizi esas alacağız. Dışarıda olan (olduğunu zannettiğimiz) her şeyi bilinç sayesinde algılıyorsak, temele de bilinci koymalıyız. Dolayısıyla kendimizi; bu bilincin, “ben” dediğimiz şeyin yaratıcısının, -var- olduğu imkanına bırakabiliriz. Var olduğunu da ön kabul olarak onayladıktan sonra, Tanrının “ne” olduğu sorusu duvar gibi karşımızda durmaktadır. Bu yazıda Tanrının neliğini değil, bilinmesinin imkanlı olup olmadığını düşüneceğiz.

Filozofların, insanların, neredeyse herkesin Tanrı hakkında çeşitli fikirleri vardır.

Yürüyen karıncadan uçan kuşa; Marst’an Andromeda’ya bütün evren tanrıdır. — Spinoza

Ve böylece şeylerin nihai sebebi, değişimlerdeki detayların en yüksek kaynağı olarak zorunlu bir varlıkta bulunsa gerekir; bunu da Tanrı diye adlandırıyoruz Bu cevher de tamamen birbirine bağlı olan bütün detayların yeter sebebidir; sadece tek bir Tanrı vardır ve bu Tanrı kafidir.— Leibniz

Hepimiz, kendi dışımızdaki bir iradeye bağlanma eğilimindeyizdir ve o bağlı olduğumuz şeye ‘Tanrı’ diyebiliyoruz.Wittgenstein

Tanrı bazen akıl, bazen evren, bazen doğanın ruhu, bazen de her şeyi kuşatıp saran yüksek bir sıcaklıktır. — Kleanthes

Tanrı üretme, çoğaltma ve azaltma gücü olan doğadır; biçimi ve duygusu yoktur. — Strato

Tanrı yuvarlaktır; görür, işitir, ama soluk almaz; insan yaradılışıyla hiçbir ortak yanı yoktur. — Xenophanes

Çoğu sefer ne yazık ki fikirlerin çok yüzeysel kaldığını görüyorum. İnsanlara, “Senin için Tanrı nedir?” diye sorarım. Dindarlar veya Tanrı inancı taşıyıp sevenler; “Merhametli”, “Şefkatli”, “Affedici” gibi -insansı- sıfatlar veriyor. İnanmayanlar veya Tanrının var olduğunu düşünüp onu sevmeyenler ise; “Egoist”, “Bencil”, “Merhametsiz” gibi yine aynı yüzeysellikte -insansı- sıfatlar veriyor. Yukarıdaki paragraf doğrultusunda bir Tanrı fikrini kabul edeceksek, onu insansılıktan ve algıladığımız evrenden arındırmamız gerek.

Bir düşünce deneyi ile düşünmeye çalışalım. Çok iyi bir yazılımcı olduğunuzu ve bir program oluşturduğunuzu düşünün. Programınıza belli nitelikler veriyorsunuz. Bu nitelikler; buton, seçim kutusu (checkbox), metin kutusu (textbox) gibi çeşitli şeyler olabilir.

Belki de Adem?

Ardından, neredeyse insan zekasıyla yarışacak, gelişmiş bir yapay zeka algoritması yükleyip çalıştırıyorsunuz. Zaman geçtikçe (sonsuza kadar bekleyebiliriz), algoritması gereği; yapay düşünme işlemini gerçekleştirdikçe, kaçınılmaz olarak bizim gibi bir yaratıcısı olduğunu düşünecektir. Sonsuza kadar daktiloda tuşlara vuran bir maymun, Suç ve Ceza romanını hatasız/birebir yazabiliyorsa; yapay zekamızın da belirsiz bir zamanda Tanrı kavramına gelmesi saçma olmayacaktır. O gün geldiğinde, onu yaratan olarak bizi düşlemeye başlayacak. Bunu da -doğal olarak- kendi zihninin aletlerini kullanarak yapmaya çalışacak. İlk başta, kendisi için iyi ve kötü özellikleri sıralamaya çalışacaktır. Örneğin, sahip olduğu butonu iyi atfedip, metin kutusunu kötü bir nitelik olarak atfedebilir. Devamında; eğer bizi seviyorsa, bizim de butona sahip olduğumuzu; sevmiyorsa, metin kutusuna sahip olduğumuzu düşünecektir. O sırada yazılımcı (bir anlamda yaratıcı) olarak programın gerçekleştirdiği tüm işlemleri görebildiğimiz için, düşüncelerini görüp; muhtemelen, ne kadar sığ olduğuyla ilgili dalga geçeceğiz. Buton veya metin kutusu sahibi olduğumuz düşüncesi, epeyce saçma ve gerçeklikten çok uzak. Bana göre, bizim de kendi yaratıcımız hakkında söylediğimiz pek çok tanım, bu kadar saçmadır. Öyle ki; yazılım ile biz; aynı evrende, aynı fizik kurallarına tabi, aynı matematiğin, aynı kapalı kutunun içindeyiz. Aynı uzay-zamanda bile, yazılım ile yaratıcısı (insan) arasında bu kadar büyük fark varken; uzay-zamanımızın, tüm boyutların veya bilincimizin oluşturucusu bir Tanrı fikriyle aramızda ne kadar çok fark vardır? Yukarıda bahsettiğim gibi maddi dünyadan kendimizi arındırabiliriz. Sadece bilincimizin oluşturucusu bir Tanrı fikriyle dahi aramızdaki fark, düşünce deneyimizdeki kadar yüksek olacaktır.

Peki, hakkında hiç mi bir şey söyleyemeyiz? Emin olmamakla birlikte, sanırım aşkın olan iki kavram var; iyi ve kötü. Programımız bir şekilde iyi ve kötü kavramlarını keşfederse, bizi sevmesine/sevmemesine bağlı olarak; kendisi için iyi veya kötü atfettiği özellikler ile bizi düşleyecektir. Bu özelliklerin, bizatihi varlığı bizde bulunmasa da, o özelliklerin yazılımın zihninde uyandırdığı “iyi” kavramına sahip olabiliriz. Yani onun iyi veya kötü niyetle bize atfettiği özelliklerin, onun anlam dünyasındaki yerini bilerek, bize söylemek istediği şeyi anlayabiliriz. O zaman Tanrı ya iyidir ya da kötü diyebilir miyiz? Sanmıyorum. İyi ve kötü kavramları benim için Tanrıyı dahi kapsayacak aşkınlıkta olsa bile, Tanrı için anlamsız olabilir. İki kavrama aynı anda sahip olabilir. Kavram yaratıcısı olarak, kendisi kavramsız da olabilir. Belki de hatayı, işin en başında, Tanrıyı sürekli bir özne olarak düşünerek yaptık. Ondan bahsederken, her zaman -kendi- diye bahsederek kelimelerimle bir yere işaret ediyorum. O, işaretlerin de gidemeyeceği bir yerde olabilir. Bizim matematiğimizde/evrenimizde her şey değiliyle birlikte var oluyor[S(E) = S(A)+S(A)’]. Tanrı hakkında söylediğim her şey onu bir kümeye dahil etmeye çalışıyor. Zaman ve mekandan bağımsız dediğimizde bile, zaman ve mekandan bağımsızlık kümesine dahil ediyorum. Bir kümeye almak ne kadar zorsa, o kümeden kovmak da o kadar zor çünkü; bahsettiğim kümenin dışında başka bir kümeye çıkartıyorum. Dolayısıyla, elimdeki sınırlı zihinsel aletleri kullanarak, onun hakkında doğruluğu olan bir şeyler söyleyemem. Sahip olduğum tek şey bu sınırlı bilinçken, bilinci oluşturan -dış- etkeni tahayyül edebileceğimi veya tanımlayabileceğimi zannetmiyorum.

Herhangi bir olgunun, şeylerin gerçekten ne olduğunu anlamak istiyorsak, fenomenolojik olarak bir paranteze alma işlemi yapmalıyız. İncelediğimiz şeyi sağduyudan, ön yargılardan, somut özelliklerden arındırarak sorgulamalıyız ki, zaten imkansız olan hakikate ulaşma sürecinde, yolculuğumuza da hatalı şekilde çıkmayalım. Felsefede tabu sahibi olmak, tüfeksiz ve eli kolu zincirle bağlanmış şekilde savaşa girmeye benzer. İlk önce zincirlerinizden kurtulmanız gerekiyor. Samimi ve ön yargısız bir -bilme- isteği olmadıkça, felsefi bilgi yerine, ezberlenmiş yalanlar üretmeniz daha muhtemel. Sonuç olarak; Tanrı kavramıyla ilgili yapabileceğimiz tek şey, iyi niyetli varsayımlarda bulunmak olmalı. Hem de tüm bu varsayma işinin anlamsız olduğunu bildiğimiz halde…

Not: Benim için yazının beğenilmesinden çok, eleştirilmesi önemlidir. Aklınıza yatmayan kısımları veya yanlış olduğunu düşündüğünüz kısımları yorum yaparak bildirin ki, birbirimiz sayesinde yeni şeyler öğrenelim. Felsefenin kendini en güzel gösterdiği yerlerden biri; diyalogdur.

Kaynaklar

--

--