Kaderin Doğurduğu Umut: KATİL mi KURBAN mı?

Hepimiz SANALIZ
Anlama Kılavuzu
Published in
4 min readFeb 3, 2023
“Bize ne başkasının ölümünden demeyiz
çünkü başka insanların ölümü
en gizli mesleğidir hepimizin
başka ölümler çeker bizi
ve bazen başkaları
ölümü çeker bizim için.” İSMET ÖZEL...

Neden kendi ölümümüz değil de başka insanların ölümünü rasyonalize etmeye çalışırız… “Yaşı kaçtı, ne sebepten öldü?”… Nasıl da çürümüş bir muzafferiyettir başkasının ölümünün gerekçesini öğrenmek… Buradaki zevk, haz aslında inançsızlığın askıya alınmasının var olmasının nedenidir. Hemen kendimizi inanmanın hazzına daldıracağımız bir hikaye olsun isteriz. Olmasını istediğimiz kurgusal beklenti, kişisel kaçış yada ütopyalarımız umudu hem katil hem de kurbana dönüştürüyor. Bazen de ün yüce romantik ideallere dönüşüyor. “İnançsızlığın askıya alınmasından” yeterince “insan ilgisi ve gerçeğe benzer bir görünüm” varsa, diğer daha fantastik olan kendi ölümümüz veya inanılmaz unsurların affedilebileceğini ön görürüz.

Ama bu zalimce…

Pürüzsüz hakikate ulaşma (ütopya) arzusu insanı günahkarlığın ve yüceliğin ipinin üzerine çıkartıyor… İnançsızlığın ertelenmesi diye bir kavram var. İnanmamayı, gerçekte olmayan bir duruma karşı inançsızlığı askıya almak, sanki o durum gerçekmiş gibi varsayarak davranmak anlamına geliyor. Bir film izlerken kurgudaki mantıksız yönleri yok sayıp, o evrenin kurallarını şüpheden arındırarak doğru olduğunu kabul etmek iyi bir örnek olabilir. Geçici süreyle konuyu ve hipotezleri anlamak için işe yarar bir durum bu. Bu hem umuda meyli hem de beynimizin çalışma prensibini ortaya koyuyor.

Bazen olayları istediğimiz gibi algılama eğilimindeyizdir ve çoğunlukla duygularımız bizi manipüle eder. Bir tür cımbızlama safsatası yaşarız ve gönüllüyüzdür. Eğer kişi akan olaylar zincirini her zaman doğruymuş gibi kabul eder ise gerçekliklerden bağını kopartabilir. Doğanın işleyişi üzerine teoriler de bu mantıkla olabilir. Kendi ölümümüzün peşinde değiliz çünkü mantıken, aşkın karşıtı nefrettir ve Eros’un karşıtı Phobos’tur (korku); ama korku psikolojik olarak güç istencine dönüşür. Bu yüzden ölüm bir korku olarak güçlü olma isteği doğuracaktır. Bunun için şüphenin kaldırıldığı bir hikayeye ihtiyaç duyarız; Aşk…

Bu kavramın çağrıştırdığı diğer bir olay ise “eş zamanlılık”: Günlük hayatta hepimiz karşılaşırız ve olayları istediği gibi şekillendiren bir tanrıya daha da yaklaştığımızı hissederiz. Eşzamanlılık C. Jung tarafından geliştirilmiştir. Kısacası, eşzamanlılık, olayların anlamlı bir şekilde neden ve sonuçla değil, başka bir ilkeyle ilişkili olduğu inancıdır. Bir filmin yaratısının senaryosunun zamanı ve evreni ile kendimizi eş zamanda görmek bu yüzden olasıdır. Jung’a göre dünyada gözlerimizle görebildiğimizden daha fazlasının olduğunun bir işaret sağlar. Eşzamanlılığın hayatınızı nasıl etkileyebileceğine dair ortaya çıkan pratik felsefesi, hayatın birçok karmaşıklığını anlamak ve yönlendirmek için güçlü bir araçtır.

Belki de bu eşzamanlılık duyguları ilahi olanın çağdaş, dünyevi bir versiyonudur — benliğin ötesinde bir güç ve bağlantı hissi ve rasyonalitenin ötesinde bir tür anlamla normal entelektüel direncimizi kesintiye uğratan bir şey. Olayların ‘açıklanamazlıkları’, nedeninin bilinmemesinden değil, bir nedenin entelektüel terimlerle düşünülemez bile olmasından kaynaklanıyor bir bakıma. İlahi olanı düşünmenin çağdaş, laik bir yolu gibi görünmesini sağlayan şey belki. Tam kontrol ve tam anlayış talebinin yarattığı modern fantezimizde mucizevi bir kesinti adeta.

İstatistiksel olarak kavranamayacak kadar önemsiz olmayan tüm yönleri hiçbir şekilde gözden kaçıran, psikolojik olarak önyargılı kısmi bir görüşten başka bir şey olamaz. Dünyayı tüm olumsallıkları ve tamamen açıklanabilir olmasa da derin anlamı ile açıklamak için bir veya daha fazla başka faktörün varlığının gerekli olduğuna inanırız. Böylece evrende anlam aramak, tüm kaos, acı ve anlamsızlıkta bir model görmek insani bir içgüdüdür. Birbirine bağlılık ve düzen arama eğilimi, eşzamanlılıkla karşılaştığımızda neden hepimizin kendimizi kutsanmış hissettiğimizi açıklamaya yardımcı olur; bunun önemi apaçık ortadadır.

Bu tarz deneyimler, gerçekliğin rasyonalizminde istenen deliği deler ve entelektüel direncimizin buzunu kırar. Aşkta böyledir. Kendinizi sürreal bir evrene sokarsınız ve hayali bir eş zamanlılık yaratırsınız. İki olay ve özne “aynı anda” gerçekleştiğinde/var olduğunda örneğin bir bakış yada dokunuş, bunun aralarındaki psişik bağlantıdan kaynaklanabileceğini ve bunu anlamlı olarak algılama deneyimimizin bir tür “öznelerarasılık”tan kaynaklandığını savunmak olasıdır. Yani olanlarla ilgili aynı anlayışı paylaşıyoruz. Hayatımızdaki anlamlı tesadüflerin, gerçek benliğimizle uyumlu kararlar almamız için bize yol gösteren iyi bir yol gösterici olabileceğini düşünürüz ve aşkımıza koşarız. Bu eş zamanlılık kırılması güç bağlar kurar insanlara… Bu yüzden anne-babamızı yada aşkımızı değiştirmek güçtür.

Kendi dünyalarının olasılık dışılığına inanan, kendi dünyalarının gerçek olmadığından şüphelenmeyen kişiler inanacakları bir hikayenin peşindedirler. Romantizmle ilgili olarak, eşzamanlılıklar sizi potansiyel bir romantik partnere götürebilir, örneğin bir spor karşılaşmasında yan yana oturup aynı takım için tezahürat yaptığınız için ya da indirim standında uzun bir sırada sohbet ederken bir sevgili potansiyeli ile tanışmak gibi.

Bu tür bir idealleştirme, ‘ kader ‘ olayları olduğunda, onunla tesadüfen karşılaştığımızda veya bunlarla ilgili başka eşzamanlılıklar meydana geldiğinde daha da karşı konulamaz hale gelir. Onlarla tanıştığımızda, örneğin uzun bir sohbetten sonra, bunca zamandır elimizde siyah kalp şeklinde bir taş tuttuğumuzu anlıyoruz ve elini açıyor ve yine bize beyaz bir taş gösteriyor. Gerçekten sıra dışı, anlamlı bir tesadüf gerçekleştiğinde, hemen ve mutlulukla “ bunun kader olduğu” — bu kişinin “ Tek “ olduğu varsayımına düşeriz . Ürettiğimiz (umduğumuz) hikayede karşımızdakini olduğu gibi görmeyip onu tanrılaştırmak, sonra da sanki böyle bir tanrı olabilirmiş de olmayınca umudunun tanrısıyla savaşmak. Bunlar eşzamanlılık için tanıdığımız bol cömertlikten kaynaklanıyor. Yeni bir ilişkinin kader ve kutsanmış olduğu varsayımına kapılmamak çok zor. Ancak trajik bir şekilde, her eşzamanlılık tanrının bir lütfu değildir.

Tutkularımızı haklı çıkarmak amacıyla aklımızı küçültme çabası yerine tutkularımıza bile bile boyun eğmek daha kestirme bir yoldur. Bence insanlar, mantıksız bir şeye gerçekten iyi bir şekilde inandıktan sonra kendinizi ne kadar muzaffer hissettiğinizi hafife alıyorlar. Ancak unutmamalıyız ki çile burada başlıyor. Çünkü arzunun baş şartı çiledir. Arzuyu düşündüğünüzde her zaman bir çile bulacaksınız der Deluze. Bu yazıda asıl kritik nokta. Katil ile kurbanın metodik olarak ayrıştırılmasın kaynaklanmaktadır. Ya katil ile kurban aynı kişiyse.

--

--

Hepimiz SANALIZ
Anlama Kılavuzu

Öğrenmek en doğal ama çaba gerektiren bir haktır.