Altı üstü filtreme, ne kadar zor olabilir ki?

Tuğba Işık
Arabam Labs
Published in
4 min readDec 29, 2017
“Koskoca filtre duruyor orda nasıl görmez yaa?”

Tasarımcısı, yazılımcısı, testçisi hepimiz e-ticaret kullanıcılarıyız. Akşam eve gidince hepimiz o beğendiğimiz ayakkabıya, indirime giren markalara, bir sonraki tatilde gideceğimiz yere bakıyoruz.

Baktığımız şeyler farklı olsa da hepimiz “bakıyoruz” ve bir e-ticaret sitesinde filtrelemenin nasıl çalışması gerektiği hakkında fikir sahibiyiz. Kullanıcının ne istediğini biliyoruz. Biz yapabiliyorsak, onlar da yapabilmeli. Herkes filtreyi nasıl kullanması gerektiğini bilir!

“Buna bakan adam biliyordur yeaa” …

“Hı hı, evet. Kesin biliyordur.“

Ama bilmiyorlar. Onlar bizim neyi neden yaptığımızı bilmiyorlar, biz de onların neyi nasıl aradığını bilmiyoruz. “Bu işin bir standardı vardır, hey yerde nasılsa biz de öyle yaparız” herkesin işine geliyor ama maalesef o iş öyle olmuyor. Filtreleme yapısının nasıl olması gerektiği ürünlerin tabiatına, sektöre, kullanım amacına, alıcıların profiline, sitenin alt yapısına ve daha türlü türlü nedene göre değişebiliyor.

Kullanıcıların büyük bir kısmı sadece ihtiyaçlarını biliyor. Ancak bu ihtiyacını karşılamak için neyi nasıl nerede araması gerektiğini bilmiyor. Deniyor, yanılıyor. Yanıla yanıla öğreniyor. Tam da bu nedenle ara yüzümüzün kullanıcıyı deneme yapmaya ve keşfetmeye teşvik edici, hata yaptığında ise affedici olması gerekiyor.

Belki de gerçekten hayatında ilk kez arıyor…

Mezuniyet için elbise bakan genç kıza “mezuniyette giymelik elbiseler” diye tematik filtrelerle yol göstermek gerekiyor ki mezuniyetine kınaya giden görümce gibi gitmesin.

Belki de senin terimlerine henüz hakim değil…

Heves edip tüm parasıyla bir fotoğraf makinesi alan yeni gezgin kamerasına uygun bir lens arıyor, onu teknik terimlerle boğmadan, kamerasının modelinden “al sana uygun lensler bunlar” demek, her markanın kendine göre uydurduğu“branding” kasmalı terimleri, insan anlayacak şekilde tek düze hale getirmek gerekiyor.

Belki de senden ne istemesi gerektiğini bilmiyor…

Benim gibi Aspirin’den başka ilaç bilmeyen biri eczaneye gittiğinde, bana “Xylimixafonin ver” demiyor. “başım ağriee” diyor, “midem yaniee” diyor. Eğer sen de ilaç satıyorsan, “neyin var” diye soran bir filtren olması gerekiyor.

Belki de sadece başkası için bakıyor…

2 yaşındaki yeğeninin doğum gününde bir ayakkabı almak istiyor ama 2 yaşında bir çocuğun ayağının boyutu nedir bilmiyor. Sadece 2 yaşında olduğunu biliyor. Mağazada olsa görevliden yardım ister ancak senin sitende çaresiz kalıyor.

Belki henüz piyasaya hakim değil…

En çok satan, en beğenilen hangisidir, neyin ederi ne kadardır bilmiyor, onun gönlünden geçen fiyatla da gerçek hayat birbirini tutmuyor. 30.000 liraya VW Golf hayal ediyor. Sonuç bulamayınca da “site dandik, hiç ilan yok” diye seni beni suçluyor. Çünkü bilmediğini o kabul etmek istemiyor. Sen de ona ne beklemesi gerektiğini söylemiyorsun.

“Bizim milletimiz okumaz” diyorsun ama okuyor…

Yani şimdi, tamam, her zaman okuyor diyemeyiz. Ama “komut vereceği zaman” mutlaka okuyor. Ve orada yazan şeyi gerçekten ciddiye alıyor. Sen oraya “uygula” diye buton koyduğunda, gerçekten uygulayacağını düşünüyor.

Reklam hedeflerin onun umrunda değil…

Kullanıcılar web sitelerinin reklamla hayatta kaldıklarını biliyor, ve çoğu zaman da hoş görüyorlar. Ta ki sen onlar aradıkları şeyleri bulmaya çalışırken zırt pırt karşılarına çıkana kadar. O zaman o reklamı oraya koyanın da, o reklamı verenin de… arkasından çok kötü konuşuyorlar.

Senin “minör bug” dediğin…

Onların çilesi olabiliyor. Scroll’un altında kalıp görünmeyen filtreler, açıldığında açıldığı belli olmayan akordeonlar, sayfa yeniden yüklendiğinde yanlış yere odakladığı için kaybolan içerikler, scroll etmeye çalışırken kapanan sayfalar…

Keza bilmek zorunda değil…

Sadece tahmin ediyor, aldığı aksiyonun nasıl bir sonuç doğuracağını “umuyor” ve umduğu gibi çalışmayan her şeyde tedirgin oluyor ve siteye olan güveni azalıyor.

Kullanıcıyı ürküten, tedirgin eden şeyler neler?

“Bunu seçince ya önceki filtrelerimi de silerse!? Seçmesem mi acaba?”

Kısaca kontrolün onda olmadığını hissettiren hey şey! Kontrolün onda olduğunu hissedebilmesi için de, filtrelemenin onun tahmin ettiği gibi çalışması gerekiyor.

Bir filtreye tıkladığında sayfanın tamamen yenilenmesi, sayfadaki ani değişimler, az önce seçtiği filtreye geri dönememiş olmak, filtre uyguladığında uygulayıp uygulamadığını anlamamak, listelemenin aniden değişmesi, eksilen ya da eklenen ürünleri kestirememek, aynı sayfada bir sürü aksiyon olması (kapat, uygula, ara, tamam, geri…), “seçimi temizle” dediğinde filtrelerin yarısını temizleyip yarısını temizlememesi ama neden temizlemediğini söylememesi, seçtiği filtreyi kaldıramaması, kaybolmuş hissettiğinde tüm aramaya sil baştan başlayamamak, sonuç bulamadığında bir yol gösterenin olmaması… Daha neler neler.

Kısaca kullanıcının aldığı aksiyondan sonra “ee n’oldu / ne yapacağım şimdi” dememesi gerekiyor. Böyle anlarda kendisini sıkışmış hissediyor ve bundan sonra ara yüzde hiçbir şeye güvenmiyor. Ürkekleşiyor. Öyle bir an geliyor ki “Ara” butonuna tıklamaya bile çekinir hale geliyor. En sonunda kapana kısılmış hissediyor ve “Eaaah! Sizin yapacağınız işi…” deyip kaçıyor.

Bazen de kullanıcı kendi çözümünü kendisi üretiyor

Kullanıcı yeterince deneyimliyse, kendi çözümlerini üretiyor. Sizin koymayı akıl edemediğiniz filtreleri o başka yollardan çözüyor.

Misal siz 2. el ilanlarda, hasarı var / yok diye bir filtre koymazsanız, o kendi kafasından “şu kadarın altında Golf olmaz, kesin hasarlıdır” diyor. Ya da senin hor gördüğün sıralama fonksiyonunu tam bir MacGyver gibi kullanıp, bir iki ilan bakındıktan sonra fiyatın ne zaman neye göre değiştiğini kendisi çözüyor.

Velhasıl…

Kullanıcı bir şekilde yolunu buluyor. En olmadı çekip gidiyor. Bize ise ona elimizden geldiğince öğretici, keşfetmeye teşvik eden ve hata yaptığında yol gösteren arayüzler sunmak düşüyor.

Kaynak:

--

--