Siyaset Felsefesi Üzerine Bir Sorgulama: Eichmann Davası

Yahudi Soykırımı’nın gerçekleşmesinde etkin rol oynayan Nazi subaylarından Adolf Eichmann, 11 Nisan 1961’de başlayan tarihi bir dava ile yargılanmıştır. Eichmann Davası, tüm dünyayı Yahudi Soykırımı hakkında bilgilendirmenin yanı sıra, siyaset felsefesinin bazı kavramları üzerine de önemli sorgulamalara yol açmıştır.

Bu yazıda öncesi, gerçekleşme şekli ve sonuçları ile dikkatli bir şekilde değerlendirilmesi gereken Eichmann Davası, siyaset felsefesine etkisiyle ele alınacaktır.

Adolf Eichmann, “Yahudi Sorununun Nihai Çözümü” önerisiyle tanınan ve Heinrich Himmler’den sonraki en büyük “Yahudi soykırım uzmanı” olarak anılan Nazi liderleriydi. Nihai Çözüm’ün fikir babası olmasının yanı sıra bu planın uygulanmasında da aktif rol oynamış, yaklaşık iki milyon Yahudi’nin ölmesine sebep olmuştu. II. Dünya Savaşı’nın sonuna gelindiğinde Almanya’nın yenilişi ile pek çok Nazi lideri ülkeden kaçmıştı. Eichmann da diğer Nazi liderleri gibi ülkeden kaçtı ve kimliğini değiştirerek 1960’lara kadar Arjantin’de saklanmayı başardı. 1960 yılının mayıs ayında ise İsrail’in Gizli Servis’leri Mossad ve Lakam ajanları tarafından yakalanarak İsrail’e getirildi ve 11 Nisan 1961’de Eichmann Davası resmi olarak başladı.

Eichmann Davası süresince Eichmann, bütün savunmasını aslında anti-semitist olmamasının, sadece kurallara ve verilen emirlere uyan iyi bir bürokrat olmasının üzerine kurmuştu. Eylemlerini iyi bir vatandaş olma arzusu, üstlerini memnun etme isteği ve görev bilinci gibi basit amaçlarla gerçekleştirmiş olması, Hannah Arendt’i oldukça şaşırtmıştı. Karşısında oldukça sıradan bir kişi gördüğünü belirten Arendt, Eichmann’ı kötülük yapma amacıyla şeytani planlar yapan birinden ziyade sadece otoriteye itaat eden, içinde bulunduğu düzende yükselmeye çalışan, bu uğurda da eylemleri üzerine oturup düşünmeyen bir kişi olarak nitelemiş, bu ‘düşüncesizlik’ halini düşünememe halinden keskin bir şekilde ayırmış ve ayıplamış, tüm bu durumu da ‘kötülüğün sıradanlığı’ olarak nitelemiştir (Arendt, 1964).

Eichmann Davası’nın devlet, meşruiyet, hak, uluslararası hukuk gibi siyaset felsefesine ait pek çok kavramı sorgulatan yönleri vardır. Öncelikle İsrail Devleti, Eichmann’ı Kudüs’e getirmek ve yargılamak için Arjantin’le görüşüp suçlunun iadesini talep etmek yerine Gizli Servis ajanlarını kullanarak suçluyu kaçırmayı tercih etmiştir. Bu hareketi ile de uluslararası hukuk kurallarının çiğnemiştir. Fakat İsrail’in Arjantin’e Eichmann için suçlu iadesi talebi yaptığı alternatif bir senaryoda Eichmann’ın kaçma ihtimali veya Arjantin’in iade talebini kabul etmeme ihtimali gibi sorunlar oluşabileceğinden İsrail Devleti’nin Eichmann’ı Gizli Servis ajanlarına kaçırtmayı tercih ettiği anlaşılır. Eichmann’ın kaçması demek işlediği korkunç suçlarının yanına kalması demektir ve bu alınamayacak kadar büyük bir risktir. Böylece devletlerin bazı durumlarda legal olmayan fakat koşullardan ötürü meşru sayılabilecek eylemlerde bulunma eğilimi olduğu görülür (Shapiro, 2019).

Bunun etik olup olmadığı ise siyaset felsefesinin meşruiyet ve uluslararası hukuk kavramları açısından tartışılan konulardandır. Bu davayla ilgili dikkate değer bir başka nokta ise İsrail’in Eichmann’ın yargılandığı suçların işlendiği tarihte var olmayan bir devlet olması ve Eichmann Davası’nda uygulanan kanunların dahi yargılama süreci esnasında çıkarılan kanunlar olmasıdır (Shapiro, 2019). Bunun sonucunda da siyaset felsefesinin devlet ve hak kavramlarına odaklanan yeni bir tartışma konusu oluşur.

Sonuç olarak Eichmann Davası, gerçekleştiği günden itibaren siyaset felsefesine dair ciddi tartışmalara yol açmıştır. Bu yönüyle de hakkında bilgi sahibi olunması ve üzerine düşünülmesi gereken önemli tarihi olaylardan biridir.

Göksel Kavran

--

--