Bahaullah

Oldsoil
Aristokrat Cemiyeti
8 min readAug 16, 2019

Bahaullah kimdir?

Gelelim Cemali Mübarek’e; İran zulmet ve cehalet içerisine batmış, cahilâne bir taassup içerisinde kıvranıyordu. Son asırlarda İran’lıların ahlâk, davranış ve düşüncelerini Avrupa tarihlerinde bütün tafsilâtıyla elbette okumuşsunuzdur. Tekrarına lüzum yoktur. Sözün kısası, İran inanılmaz bir inhitat içinde idi. Yabancı seyyahlar, ne yazık ki bu memleket ilk çağlarda azamet ve medeniyetin en yüksek zirvesine çıkmış iken şimdi bu derece düşkün ve viran bir hale gelmiş, temeli yıkılmış, ahalisi bu kadar süflî bir dereceye inmiş, diye esefleniyorlardı. İşte Cemal-i Mübarek İran’da böyle bir vakitte zâhir oldu. Babası vüzeradan idi, ulemadan değil idi. O’nun her hangi bir medresede tahsil görmediği, ulema ve fazıl sahipleri ile düşüp kalkmadığı bütün İran ahalisince kesin bilinmektedir. İlk gençliği sürur ve saadet içerisinde geçmiştir. Görüştüğü ve arkadaşlık ettiği kimseler İran büyükleri idi. Maarif erbabı değil idi. Cemal-i Mübarek, Bab’ın kendi emrini açıklaması üzerine, derhal; Bu büyük adam iyilerin iyisidir ve herkesin O’na inanıp bağlanması gerektir, diyerek Hazreti Alâ’nın nusretine kıyam eyledi ve O’nun doğruluğuna kesin deliller getirmeğe başladı. Hazreti Bahaullah ulemanın devleti Hazreti Bab’a karşı şiddetli tedbirler almağa tahrik ve icbar eylemelerine; din ulemasının idam, yağma, imha ve eziyet hususunda fetva vermelerine, memleketin her tarafında öldürmek, yakmak, yağmalamak ve hattâ kadın ve çocuklara el uzatmak gibi tecavüzlere bakmaksızın, Hazreti Bab’ın kelimesini büyük bir metanet ve istikâmet ile yüceltmeğe koyulmuştur. O hiç bir zaman bir an için bile gizlenmemiştir. Düşmanları arasında daima göz önünde bulunuyor, daima delil ve bürhan beyanı ile meşgul oluyordu. Tanrı kelimesini yüceltmek uğrundaki gayretleriyle maruf oldu. Bir çok zahmet ve belâlara uğradı. Her dakika ölüm tehlikesiyle karşı karşıya idi. Zincire vuruldu, yeraltı zindanlarına atıldı. Babadan kalma büyük serveti yağmaya gitti. Dört kere memleketten memlekete sürgün edildi. Nihayet Sicn-i-Azamda karar kıldı. Bununla beraber, sesini yükseltmekten bir lahza vazgeçmedi. Tanrı emrinin ünü cihanı kapladı. Bütün İran ahalisini hayretlere düşüren bir fazıl, ilim ve kemal ile zâhir oldu; öyle ki, Tahran’da, Bağdat’ta, Rumeli’nde ve Akkâ’da ilim ve irfan erbabından her kim, ister dost ister düşman, O’nun huzurunda bulunup da bir sual sorunca, tatmin edici bir cevap alırdı. Herkes O’nun her türlü kemalatta asrın ferid ve vehidi olduğunu ikrar ve itiraf ederdi. Bağdat’ta iken, çok kere İslâm, Yahudî, Hristiyan âlimleri ve Avrupa’lı maarif erbabı O’nun mübarek meclisinde bulunurlardı. O sıralarda her biri aklına gelen suali sorardı. Gidişleri ayrı ayrı olmakla beraber, cümlesi yeterli cevab alır, kanaat getirirlerdi. Bir defa, Kerbelâ ve Necef şehirlerinde mukim İran uleması aralarından çok bilgin birini kendilerine mümessil seçerler. Molla Hasan Amu adlı bu zat, mübarek huzura gelerek ulema namına bazı sualler sorar, cevap buyrulur. Mümessil: ``Ulema sizin fazıl ve irfanınızı ikrar ve itiraf edici, ilimlerde eşiniz ve benzeriniz bulunamadığı herkesçe kesin, ders almamış ve tahsil görmemiş olduğunuz da malum, ancak ulema: ``Biz bununla kanaat etmeyiz, sadece ilim ve fazıl üstünlüğüne bakarak O’nun hakkaniyetini ikrar ve itiraf eylemeyiz, kalbimize kanaat ve itminan verecek bir mucize göstersin diyorlar.'' diye maruzatta bulunur.

Bunun üzerine Cemal-i Mübareki, ``Gerçi hakları yoktur, çünkü halk Hakkı imtihan etmez, bilâkis Hak halkı imtihan eder, bununla beraber, bu teklif şimdi bana hoş ve makbuldür, ancak Tanrı emri bir tiyatro sahnesi değildir ki her saat yeni bir oyun oynansın ve her gün herkes bir şey istesin, bu takdirde Tanrı emri çocuk oyuncağına döner; binaenaleyh, ulema oturup ittifak ile bir mucize seçsinler ve seçilen mucize zuhura geldiği takdirde artık hiç bir şek ve şüpheleri kalmıyacağına ve bu Emrin doğruluğunu tasdik ve itiraf eyliyeceklerine dair bir vesika kaleme alarak mühürlesinler, siz bu yazılı vesikayı getiriniz, bunu bir mizan diye kabul etsinler; mucize vukua gelir ise, sizin için şüphe kalmaz, vukua gelmez ise bizim bütlânımız sabit olur’’ buyururlar. Bu mümessil âlim, mümin olmadığı halde, kalkıp Cemal-i Mübarek’in dizini öper. Bu zat gidip ulemayı toplar. Hazreti Bahaullah’ın mesajını bildirir. Ulema aralarında meşveret ederler, ``Bu adam sihirbazdır, ya bir sihir yapar da istediğimiz mucize zuhura gelir ise, o zaman bir diyeceğimiz kalmaz’’ diye düşünürler ve mucize tayini cesaretini kendilerinde bulmazlar. Mümessil olarak seçip gönderdikleri bu zat Kerbelâ’da bu meseleyi bir çok meclislerde anlattığı gibi Kerbelâ’dan Kirmanşah’a ve oradan da Tahran’a giderek herkese tafsilâtıyla hikâye etmiş, ulemanın korkusundan ve himmetsizliğinden dem vurmuştur. Şunu demek isterim ki: Bütün şarklı muarızlar Cemal-i Mübarek’in büyüklüğünü ilim ve fazlını muterif idiler, bütün o düşmanlıkları ile beraber, Cemal-i Mübarek’i meşhur Bahaullah diye anarlardı.

Hasılı, bu Neyyir-i Azam ansızın İran ufkundan doğdu. Vezirlerden din ulularından ve diğer muhtelif halk tabakalarından büyük bir kitle büyük bir husumetle Ona karşı ayaklanıp O’nun, Mesih hakkında vaktiyle denildiği gibi, din ve şeriatı, millet ve saltanatı yok etmek istediğini ilân eylediler. Cemal-i Mübarek, tek başına, cümlesine göğüs gererek zerre kadar fütur etmedi. Nihayet, ``bu şahıs İran’da kaldıkça bizim için rahat ve huzur yok, İran’ın rahat ve huzura kavuşması için Bunu memleket dışına çıkarmalı’’ dediler. Bunun üzerine, çıkış müsaadesi talebinde bulunsun diye O’nun üzerinde baskı yaptılar. Bunun neticesinde, Kutlu Emrin ışığı söner sandılar. Fakat aksi netice hasıl oldu. Emir daha ziyade yükseldi, şulesi daha ziyade arttı, önce yalnız İran’da yayılmış iken, bu yüzden başka memleketlere de sirayet etti. Bir müddet sonra, ``Arap Irak’ı İran’a yakındır, bu şahsı daha uzak yerlere göndermek gerek’’ dediler. Bu mülâhaza iledir ki, İran hükümeti çalıştı ve Cemal-i Mübarek’i Irak’tan İstanbul’a aldırttı. Bundan da umulan netice alınamayınca, ``İstanbul muhtelif kavim ve milletlerin yol uğrağıdır, orada çok sayıda İran’lı var’’ dediler. Onun için, İran’lılar harekete geçerek Cemal-i Mübarek’i bu defa da Rumeli’ye gönderttiler. İran’lılar baktılar ki bu da olmadı. ``Bu yerlerden hiç biri onu küçük düşürecek bir yer değildi, O’nu öyle bir yere göndermeli ki küçük düşsün’’ diye düşündüler. Sürgün yeri olarak bu defa Akkâ’yı seçtiler. Burası asilere kaatillere, hırsızlara ve yol kesicilere mahsus bir hapishane idi. İşte Bahaullah ile ailesi efradını ve eshabını bu gibilerin arasına gönderdiler. Fakat ilâhî kudret kendini gösterdi, Tanrı kelimesi gittikçe yüceldi. Böyle bir hapishanede ve bu kadar zillet içerisinde bile İran'ı değişime uğratmak kudretini gösteren Bahaullah'ın azameti nazarlarda belirdi. O, bütün düşmanları kahretti ve bu emre karşı durulamayacağını herkese isbat eyledi. O'nun mukaddes öğretileri dünyanın her tarafına yayıldı, Emri kökleşti.

Hülâsa: İran’ın bütün vilâyetlerinde düşmanlar derin bir kin ile ayaklandılar, bağladılar, öldürdüler, dağladılar, dövdüler, yaktılar, yıktılar, bin bir hanuman söndürdüler. O’nun emrinin kökünü kazıyacak, ışığını söndürecek her çareye baş vurdular. Bütün bunlara ve hırsız ve kaatil hapishanesinde bulunmasına rağmen, Emrini yükseltti, öğretilerini yaydı, en yaman düşmanlarını mütenebbih eyleyip imana getirdi, bizzat İran hükümetini daldığı uykudan uyandırıp kötü ulemanın aracılığı ile vukua gelen şeylerden dolayı pişman etti.

Cemali Mübarek, Mukaddes topraklarda bu hapishaneye intikal buyurunca, işe aklı eren bazı kimseler Allahın iki üç bin yıl önce nebiler diliyle vermiş olduğu müjdelerin tahakkuk eylediğini ve Tanrının verdiği sözü tuttuğunu görerek ayıldılar. Hakikaten, Tanrı bazı nebilere vahiy buyurmuş, Ordular Rabbının Mukaddes toprakta zahir olacağını kendilerine müjdelemişti. Bütün bu vaadler şimdi yerine gelmişti. Düşmanların taaruzu olmasaydı, bu sürgünler ve uzaklaştımalar vukua gelmemiş bulunsaydı, Cemali Mübarek’in İran’dan kalkıp bu mukaddes topraklarda yerleşeceğini akıl kabul etmezdi. Düşmanların maksadı, bu kalebentlik sebebiyle kutlu Emrin büsbütün yok olması idi; halbuki, aksine, bu mübarek mahbusluk büyük bir teyid oldu, Emrin tervicine yaradı, Tanrı ünü şark ve garbe erişti, Hakikat Güneşi bütün ufuklara ışık saçtı. Sübhanallah! O, kalebent olduğu halde, Kermil Dağına çadır kurarak büyük bir iktidar ve ihtişam ile hareket buyurmakta idi; huzuruna çıkmak şerefine nail olan yar ve ağyar O’nun esir değil, emir olduğunu söylerdi.

Hazreti Bahaullah, Sicn-i Azama vurud eyler eylemez Napolyon’a (1) hitaben bir nâme yazıp gönderdi. Fransız elçisi vasıtasıyla gönderilen bu nâmede: ``Sorunuz; suçumuz ne idi ki bu zindana atıldık’’ buyuruyorlardı. Napolyon cevap vermedi. Bunun üzerine ikinci bir tevki sadır oldu. Heykel Sûresine dahil olan bu ikinci nâmede özet olarak, ``Ey Napolyon! Nidayı işitmedin ve cevap vermedin, onun için yakında saltanatın yele gidecek ve tamamiyle yıkılacaksın’’ deniliyordu. Bu tevki Cesar Ketfakou (2) vasıtasıyla postaya verilerek yollanmıştır. Bu nâmenin sureti bütün muhacirlerin bildiği üzere, İran’ın her tarafına gönderilmiştir. Bu nâmeyi de ihtiva eyliyen Heykel Kitabı o sırada bütün İranda elden ele dolaşıyordu. Bu nâmenin kaleme alınıp gönderildiği tarih, milâdın 1869 senesidir. Heykel Sûresi bütün İran ve Hindistan’da neşredilmiş olduğundan Bahailerin elinde bulunuyordu. Şimdi herkes bu kitabın neticelerini bekliyordu. Derken milâdın 1870 senesi geldi çattı. Almanya ile Fransa arasında harp ateşi alevlendi. Hiç kimse Almanya’nın galip geleceğine ihtimal vermiyordu; fakat beklenenin tersine, Napolyon dehşetli bir mağlûbiyete uğradı, düşmana teslim olarak izzeti zillete döndü.

  1. lll.Napolyon
  2. 2) Cesar Ketfakou,Fransız konsolosunun oğlu olup Cemali Mübarek’in onunla aşinalığı vardı.

Hz. Bahaullah zamanın diğer hükümdarlarına da elvah gönderdi. Nasıriddin Şah hazretlerine yollanan levih bunlardan biridir. Bu tevkide: ``Beni huzuruna çağır, bütün din ulularını da hazır eyle, hak ve bâtılın meydana çıkması için hüccet ve bürhan iste’’ buyruluyordu. Nasırıddin Şah hazretleri bu tevkii ulemaya göndererek isteğin yerine getirilmesini teklif etti. Ulema kendilerinde bu cesareti bulamadılar. Bunun üzerine, Şah bu tevkiye bir cevap yazılmasını ileri gelen yedi din ulusundan mürekkep bir heyete havale eyledi. Heyet, bir müddet sonra tevkii iade eyliyerek bunu yazan kimsenin dine muarız ve padişaha düşman olduğunu bildirdi. Bunun üzerine, haşmetli İran padişahı: ``Bu bir hüccet ve bürhan, bir hakkiyet ve bütlân meselesidir, bunun hükûmet düşmanlığı ile ne alâkası var? Yazık ki biz bu ulemayı bu kadar muhterem tuttuğumuz halde bu hitabın cevabından âcizdirler’’ diye çok kızmıştır.

Her ne hal ise, hükümdarlara gönderilen bu elvahta yazılı şeyler tamamiyle vukubulmuştur. Milâdî bin sekiz yüz yetmiş tarihinden başlıyarak vukuatı tatbik edilince, cümlesinin zuhur sahasında göründüğü ve ileride zuhur eyliyecek olan pek azı kaldığı görülür. Keza, Emrin çerçevesi dışındaki taifeler ve mümin olmamış milletler dahi Cemali Mübarek’e büyük büyük işler nisbet eylemişlerdir. Bazıları O’nun vilâyetine itikad ederlerdi; hattâ bazıları bu konuda risaleler kaleme almışlardır. Bu cümleden olmak üzere, Bağdat’tan ehli Sünnet ulemasından Seyyid Davudî yazdığı muhtasar bir risalede Cemali Mübarek’ten muhtelif münasebetlerle bir takım harikulâde hallerin sadır olduğunu rivayet eylemiştir. Hâlâ bir çok şark memleketlerinde Cemali Mübarek’in mazhariyetine iman eylemedikleri halde O’nun veliliğine inanan ve hakkında mucizeler rivayet edenler bulunur.

Hasılı, mukaddes huzura çıkan muvafık veya muhalif hiç bir kimse yoktur ki O’nun ululuğunu ikrar ve itiraf etmemiş olsun. Olsa olsa iman etmemişlerdir, yoksa Cemali Müraberek’in büyüklüğüne şehadette bulunmuşlardır. Bu gibiler, mukaddes huzura girer girmez, öyle bir tesir altında kalırlardı ki ağız açıp da tek bir söz söylemeğe muktedir olmazlardı. Düşmanlar içerisinde, huzura girince şöyle söyleyeyim böyle mücadele ve münakaşada bulunayım diye niyetlenen niceleri görülmüştür ki, O mukaddes huzura girince dilleri tutulmuş, sus olup oturmaktan başka çare bulamamışlardır. Cemali Mübarek Arapça okumamışlar, muallim ve müderris edinmemişler, herhangi bir mektebe girmemişlerdir, bununla beraber, sözlü ve yazılı Arapçasındaki fesahat ve belâgat, fesahat ve belâgatle meşhur öz Arapları hayrete düşürecek derecede idi. Herkes O’na bir eş veya benzer bulunmadığında müttefik idi. Tevrat ayetlerini gözden geçirir isek, hiç bir Tanrı mazharının kendi kavmini her ne mucize isterseniz ben hazırım ve her neyi mizan tutar iseniz kabulümdür, diye muhayyer bıraktığına rastlamayız. Cemali Mübarek ise, Şah’a hitaben yazdığı nâmede açık açık: Ulemayı topla ve beni iste ki hakikat meydana çıksın, buyurmuşlardır. Umumiyetle O’nun mahvına yürünmüş, O’na hücum edilmiştir. Cemali Mübarek elli sene müddet düşmanların karşısında dağ gibi durmuştur. Düşmanları, bin bir fırsatla, O’nu asmağı ve idam eylemeği tasarlamışlardır. Bu bütün elli sene zarfında hayatı daima muhataraya maruz idi. Dahil ve hariçte işin iç yüzüne vakıf akıllılar, İran’ın bugünkü sefalet ve haraplığına bakarak, bu memleketin kalkınması için bu büyük adam tarafından ileri sürülen fikir ve prensiplerin tamimine ihtiyaç bulunduğu noktasında müttefiktirler. Hazreti Mesih, mübarek zamanlarında, gerçekte on bir kişi yetiştirmiştir. Bunların içerisinde en büyüğü Petrus idi; bununla beraber, bu zat, imtihana uğrayınca Hazret-i Mesih’i üç kere inkâr etmiştir. Bu hale rağmen, sonraları Hazretin Emri’nin dünyada ne derece büyük bir nüfuz kazandığını bilirsiniz. Beri yandan Cemali Mübarek ise kılıç altında Ya Baha’ul Ebha nâresini göklerin tepesine çıkaran ve imtihan ateşinde altın gibi yüz ağartan binlerce kişiyi yetiştirmiştir. İleride neler olacağını artık siz kendiniz tahmin ediniz. Şimdi insan, bu büyük adamın nasıl bir insanlık mürebbisi olduğunu, O’ndan ne gibi parlak eserlerin zuhura geldiğini, varlık aleminde O’ndan ne büyük bir kudret belirdiğini göz önüne getirerek insafa gelmelidir.

--

--

Oldsoil
Aristokrat Cemiyeti

Ölüm en gerçek esintisiyle ensenizde. Oysa siz hala elinizi kolunuzu sallıyorsunuz. Ne var avuçlarınızda ?