KELİMÂT-I ALÎYAT

Oldsoil
Aristokrat Cemiyeti
9 min readAug 18, 2019

O’dur O!

Ey Rabbım! Pâk ve mukaddessin Sen!

Kalem nasıl kıpırdasın ve mürekkep nasıl aksın ki: merhamet yelleri kesildi, şefkat ışıkları söndü, zillet ve horluk güneşleri doğdu, belâ kılıcı kınından çıktı, hüzün seması yükseldi, kudret bulutlarından fitne ve intikam okları ve mızrakları yağdı;

Öyle ki gönüllerde neşe kalmadı, kalplerden sevinç silindi, ümit kapıları kapandı, vefa bahçesinden sabah yelinin inayeti durdu, faniliğin acı rüzgârları bâkilik ağacına esti.

Kalem inliyor, mürekkep haykırıyor ve çığlık koparıyor; Levih bu vaveyladan baygın; usun özü bu acıdan bitkin; Gayb bülbülü öteden yanık yanık ötüyor ve diyor;

(Bozulmaz yazının bu tecellisine eyvahlar olsun!)

Rabbım! Bu Senin gözlerden gizli merhametlerindendir.

XXXX

Ve Sen ey Rabbım! Merhamet mumunu yaktın, hidayet çıralarını inayet ve mekremet yerlerinde yandırdın, onu kendi ilim ve hikmet yağınla besledin;

Nihayet izzet odalarında Onun vasıtasıyla birçok hidayet çıraları parladı, Senin azamet ve hükümet misbahlarında birlik ışıkları göründü. Senin rahmetinin gölgesinde korunsun diye onu söndürücü sert rüzgârlardan korudun; sonra onu eskimez hilâtlerinle donattın, onu sıfatlar melekûtundan Senin kendi isimlerinden bir isim ile göründürdün;

Vakta ki onun yaradılışı bitti ve yaradılışı güzel oldu, ölüm muhalif rüzgârları onun üzerine esti, bekâ kapıları onun yüzüne kapandı;

Şöyle ki; onun ışığı söndü, şişesi kırıldı, yeri boş kaldı, nuru fâni oldu.

(Eyvahlar olsun, bozulmaz yazının bu tecellisine!)

Rabbim! Bu da Senin mübrim emrindendir.

XXXX

Ey Sevgilim! Ey Maksudum! Senin göz görmedik ve akıl ermedik hilkât bedialarından ve hikmet sırlarından hangi birini anayım, hangi birini sayayım?

Nimet cevherinden lâtif ve nurani bir su yarattın; onu nurani bellerde akıttın; onu bir belden bir bele, bir yerden bir yere naklettin; nihayet o kullarından bir kulun sırtına geldi dayandı; sonra onu cariyelerinden bir cariyenin sadefine indirdin; onu batıni ellerinle, bağış ve rahmetinin en güzelleriyle büyüttün;

Nihayet onu ana karnında en iyi ve en güzel şekil vererek, yaratıp süsledin; ona berrak pınarlardan süt verdin; onu tam kudretinle korudun;

O, Senin rahmetinin civarında büyüdü, ülkende yerleşip oturdu, Senin kerem şaraplarından tattı, lûtûf çeşmelerinden içti, irfan bahçesine gelip yâkin yerinde rahat buldu.

Yakınlık ve müşahade bahçelerinde dolaşır, vuslat ve mükâfese meydanlarında koşardı;

Nihayet mülâkat şerefine erdi, bekâ şarabından pay aldı, visâl ağacından yakınlık meyvesini kopardı, cemâl sularından tatlı sular içti, günlerine son bulunmayan eşsiz Talâtının türlü bilgilerine nail oldu, aşk memleketlerine yaptığı nice yolculuklar esnasında sabır ve araştırmanın birçok tehlikeli yollarından geçti;

Nihayet Sana geldi, yönüne döndü, yanına girdi, cemalin karşısında Yersizin yanı başında yerleşti;

Derken Senin yazgı denizin dalgalandı, belâ fezasında acı bir rüzgâr koptu;

Sonra onun üstündeki elbiseleri çıkarıp çıplak bıraktın, onun cesetini zelil ettin; onu yaygısız, ışıksız, yarsız yoldaşsız, bir evde oturttun;

Eyvahlar olsun! Sevinç söndü, bülbüller sustu, varlık özü elbisesini yırttı ve cennet kızları başlarına kara toprak saçtı, kudret pınarlarından zillet ırmakları aktı.

(Eyvahlar olsun, bozulmaz yazının bu tecellisine!)

Rabbim! Bu Senin en büyük musibetlerindendir.

XXXX

Pâk ve münezzehsin Sen, ey Maksudum!

İlkin Sen onu yücelttin, yücelttin cennetin en üst katlarına kadar çıkarttın onu ölüm heyulasının ayak basmadığı ölümsüzlük bahçelerine girdirdin; o bu ulvi çevrede gelişti, büyüdü, serpilip olgunlaştı ve nihayet fani benliğini unutarak Senin bâkiliğince bâki kalmak derecesine vardı; bununla da kalmadı: vuslat bahçesine girerek cemal çeşmesinden içti, ilim ve hikmet hazinelerine yol bularak en kıymetli hazineleri avuçladı, süslü hidayet libaslarıyla süslendi, takva kadehlerini elden düşürmedi, Samedâni sazlardan semavi güvercininin nağmelerini dinledi, her bağı koparıp Sana bağlandı, tam bir teslimiyet içerisinde Senin yakınlarında dolaşır oldu ve nihayet araştırma sahralarında can verecek dereceye vardı.

Derken ne oldu bilmem, ona verdiğini geri aldın; ayakları yürümekten kaldı, elleri tutmaz oldu, gözleri Senin güzelliğini görmekten aciz oldu, kulakları Senin sözlerini işitmemeye başladı; ona giydirdiğin merhamet hilâtlerini çektin aldın; o çırılçıplak toprağa düştü, muallâ izzet köşklerinden çıkıp muhakkar zillet kulubesinde yurt tuttu, zenginlik semasından fakirlik zeminine düştü; kimsesiz, garip, fakir, tek başına ortalıklarda kaldı.

(Eyvahlar olsun, bozulmaz yazının bu tecellisine)

Rabbım! bu Senin en büyük belâlarındandır.

(Şuna şaşılır ki; bekâ bahçesine girdikten, bekâ kâsesini içtikten, bekâ semasına uçtuktan, bekâ mekmenelerine geldikten, bekâdan başka bir şeyin mevcut olmadığı bir mertebeye erdikten sonra ölüm askerleri onu her yandan sarıp yakaladı. Ey Beyaniler! Tanrı bilgisinde rüsuhunuz varsa bunun hakkında ellibin sene düşününüz. Rabbıma yemin olsun ki; sonu gelmeyen bir sona kadar düşünseniz de bu sırra akıl erdiremeyeceksiniz.)

XXXX

Ve Sen, Rabbım, kutlu toprağa güzel bir fidan diktin, onu şefkat elleriyle büyüttün, her gücü yenen gücünle onu kendi yakınında korudun;

Büyüdü, yükseldi, dallandı, yemiş verdi; kökü irfan toprağına gömüldü, tepesi Senin ilim ve hikmet göğüne değdi, yaprakları Senin inayetine mesken, dalları Senin nuruna vatan oldu, iştiyak ve incizab kuşları budaklarında barınak buldu; bütün mukaddes ve mukarreblerin ruhları onun dallarında öten aşk bülbüllerinin ilahi nağmeleri ve yanık ezgileriyle kendilerinden geçtiler ve varlık çerçevesinden kurtuldular.

Onun müddeti bitince, bilmem ne oldu, onun üzerine kahır yıldırımları yağdı; dalları kırıldı, yaprakları sarardı, meyvaları dağıldı, yuvaları bozuldu, kuşları kaçıp toprağa düştü; sanki hiç yaratılmamış, varlık alanında görülmemiş, yemiş vermemiş gibi oldu.

(Eyvahlar olsun, bozulmaz yazının tecellisine!)

Rabbım! Bu Senin saltanatının tezahürlerindendir.

XXXX

Ve Sen, ey Malikim ve Ümidim! İzzet melekûtundan inen bozulmaz yazgın ve kudret otaklarından çıkan mübrim emrin bir ev yapılmasına taâlluk etti. Mustarip ruhlar ve mücerret akıllar onda oturup dinlensin dedin. Tek bir zerresiyle mukaddeslerin ruhlarını ve Yücelerin hakikatlerini yarattığın tertemiz topraklarla o evi inşa ettin; onun direklerini Rabbani bir temel üzerine oturttun; güzellik ufkunda parlayan güneşlerle onu parıldattın; onu halis altınla süsledin; kapılarını hüviyet cevherinden yarattığın güzel yakutlarla ziynetledin; birlik denizinden çıkan kıymetli incilerle onun duvarlarını inciledin.

Vakta ki onun yapısı bitti, güzelliği cihana ün saldı, şaşaası dillere destan oldu; kudret göklerinde dönen ve izzet havalarında devinen her ne var ise onun çevresinde dönmelerini, kapılarına yönelmelerini emir buyurdun, duraklayan merdud ve baş egen makbul oldu.

Derken, zamanı gelip işi bitince, bilmem ne oldu, ansızın belâ bulutları satvet ve gazap doğusundan yükseldi, kahır meleklerinin ağzından evin direklerini sarsan bir söz çıktı; şöyle ki direkleri yıkıldı, damları çöktü, nakışları yok oldu; sanki hiç yapılmamış, hiç yeryüzünde yükselmemiş gibi oldu; o derece ki adı unutuldu, toprağı dağılıp dört yana savruldu, ismi gibi cismi de hiç oldu.

(Eyvahlar olsun, bozulmaz yazının tecellisine!)

Ey Efendim! Bu Senin görülmemiş yüce takdirlerindendir. Rabbım! Senin güzel yazgının iyiliğinden ötürü Sana hamd ederim.

XXXX

Ey Mevlâm! Ey Muktedam! Ey Sevgilim!

Senin izzet ve azametine yemin olsun ki, Senden gelene sızlanmıyorum: âşıkların başları Senin sağlam kemendini arıyor. Senin yüzünü görmek iştiyakiyle yananların boyunları keskin kılıç bekliyor, hasret ve incizap içerisinde kıvranan göğüsler zehirli okları gözlüyor. Âşıklar yanında öldürücü zehir yaşatıcı şaraptan daha iyi ve mühlik yara güzel şerbetten daha temiz. Sevgin yolunda can vermeyen yok olsun; Seninle buluşmak uğrunda serden geçmeyen hiç olsun; Senin zikrinle canlanmayan yürek ölsün; Senin yakınlığını candan aramayan ve aşk çölünün zorluklarına katlanmayan vücut uzak olsun.

Velâkin, ey Efendim, yakınlık ve vuslat mertebelerine gafil bulunmamdan ileri gelen bu sözleri Senin mukaddes huzurunda ağza aldığımdan dolayı tövbe ve istiğfar ederim; çünkü Sana eren özgenle uğraşmaz, Seni bırakan özgenle uğraşır. Vay o kimseye ki Senden kesilip başkasına bağlanır, benlik çöllerinde dolaşa dolaşa helak olur ve ebedi hayat ve sonsuz dirilikten mahrum kalır.

Senin izzet ve celâline yemin olsun, ey Rabbım! Görüyorsun ki Senin dostların vuslat kâbenin mahremleri ve cemalin şarabıyla sarhoş olanlar, Senin yeni yeni kazalarını ve Senden gelen her belayı, kahır ve gazap şeklinde de tecelli etse, hoş gönülle ve sevinçle karşılıyorlar; çünkü onlarca bu kahır lütufların şahı, bu gazap şefkatlerin sultanı, bu zehir canların dirilticisidir; izzet ceberutu bu zilleti tavaf eder, zenginlik melekûtu bu fakirliği özler.

Ey Efendim! Bu kuşu zulmanî cesetten maani lâhutuna döndürdün ve o ruhani gıdalarla rızıklandı, Samedanî nimetlerle mün’am oldu. Sana döndü, Sana geldi, mukaddes çadırlara yükseldi, rahmet civarında dinlendi, iftihar kürsüsüne oturdu; ruhun yüce havalarında uçuyor, vuslat badelerinden içiyor, samedi lika şaraplarından pay alıyor.

Bu mertebeleri kendi derin hikmetlerin icabı olarak kudret perdeleri arkasında nazarlardan gizlediğin içindir ki ayrılık hükmü insanlara ağır gelmiştir; ruhları inliyor, akılları feryat ediyor. Bu yeni musibet ve bela, o mukadder belalar ve o açık gizli musibetler cümlesindendir. Bu yeni bela ve musibet yüzünden yürekler kan ağladı, ciğerler kavruldu, yeryüzü sakinleri ıstırapla kıvrandı. Kanlı yaş dökmeyen bir göz ve elem kâsesini tatmayan bir yürek kalmadı; Yüceler baş açık figan etti, razılar gam ve kederle inledi, gönüller yasla doldu, ışıklar karardı, ruhlar yurtlarını bıraktı, sevinç görünen yerlerde sevinç görünmez oldu.

(Eyvahlar olsun, bozulmaz yazının tecellisine! )

Rabbım! Bu Senin zuhur ağacında değişmez yazgılardandır.

XXXX

Ve cidden ey Sevgilim, görüyorsun ki bela ve musibet yazgı yönünden art arda geliyor, kahır dolusu her yandan yağıyor, keder rüzgârı esip duruyor.

Dostun yolunda nice canlar kurban oldu; nice ünlü başlar darağacına çıktı. Ne bir an rahat yüzü, ne kaygısız bir gece. Aşk kemendi ariflerin başını bağladı ve sevgi oku sevenlerin sinelerini deldi. Ondört yıldır asude bir gün geçmedi, bir an için olsun rahat bir nefes alınmadı; ne bu dünyanın nimetlerinden bir nimet gördüler ve ne ruhun rahmetinden bir esinti duydular. Kâh mahpusluk zilletine uğradılar, kâh hicran çöllerinde gizlendiler. Her yurttan kovuldular, her ilden sürüldüler, her rahattan mahrum oldular. Nice sağlam ipler koptu, nice muhkem kalpler kırıldı. Her paydan paysız, her kısmetten kısmetsiz kaldılar. Nimet nikmete çevrildi, Ulûhiyet maşrıklarının güneşi ihtifa mağriplerinde gizlendi, Rububiyet Çırağı sine şişesine saklandı, ezel ateşi sır ağacında mestur kaldı, samediyet incisi gayb sadefine çekildi, Ulûhiyet matlâı kudsiyet perdesinin arkasına girdi. Artık kalem nasıl yazsın ve beyan nasıl harekete gelsin?

Ey Efendim! Bu kuluna gelen belalara vakıfsın. Güvenli bir yerde bir an dinlenmedi, izzet kürsüsünde bir saat oturmadı, içtiği yüreğinin kanı, yediği ciğerinin parçası. Kimi vakit cahiller elinde şehir şehir dolaştı, kimi vakit zincir ve lâlelerle düştü kalktı.

Hele her iki fırkanın oklarına amaç ve intikamına maruz kaldığım şu günler! Dostlarım zilletimden izzet duyuyor, kederimle seviniyor; varlığım düşmanların yüreğini kin ve husumetle dolduruyor. İçte gizlenen nice kinler kalplerde taşınan nice husumet var! Zahiri zindandan çıkıp müşriklerin zindanında mahbus oldum. Zan ve şüphe okları her taraftan dökülüyor, kıskançlık kılıçları her yandan yağmur gibi yağıyor.

Bütün bu mihnetlere, bela ve meşakkatlere rağmen hizmetten geri kalmayacağımı, ayağımın sürçmeyeceğini, gözlerimin ayak yerine hizmetinde duracağını kuvvetle ümit ediyorum.

Yanaklarımın gözyaşlarıyla ıslandığı ve yüreğimden kızıl kan aktığı şu sırada Benim mahzun kalbimi yalnız ve yalnız Seninle meşgul buyurmanı yalvararak Senden dilerim. Evet, isterim ki gönlüm her şeyden kesilip Sana bağlansın, çünkü Senin bağladığın hiç çözülmez, Sana makbul olan asla merdud olmaz, böyle bir kimse insanların mahkûmu da olsa sultandır, kimseden yardım görmese de muzafferdir, herkes onu reddetsede sevgilidir.

Şu anda tevhid meşalesi parlıyor, tefrid aynası tecrid heykelini aksettiriyor, Irak neyi, Hicaz makamı ile, “Onun yüzünden başka her şey fanidir” ayetini çalıyor, çünkü ariflerin elleri kısa: Sen ise erişilmez izzet tahtına oturmuşsun; âşıkların gönülleri müstarib: Sen ise tam bir istiklal içerisinde Kendi yüceliğinde durmuşsun. Hayal o uçsuz bucaksız gökte nasıl uçsun? İnsanların tevehhümleri toza benzer; simsiyah toz o eteğe hiç erişir mi? Mahdut görüş Senin o nurlu yüzünü hiç görür mü? Her açıktan daha açık isen de dün, bugün, yarın ve ilelebed tanınamazsın; her şeyin içerisinde o şeyin kendisinden daha meşhur isen de ilelebed gözlerden gizlisin. Senin görünülürlükte görünmezliğin ve içlerdeki görünürlüğün işte budur.

Evet, Sevgilim, her gönül Senin sevgine müstaid ve her kalp Senin dostluğuna layık değil. Senin sevgin bir yanar ateş, insanoğlu vücudu ise bir kuru odun; ateşe yaklaşan odunun hali ne olur? Meğerki kâdim inayetin harekete gelerek “serinlik ve selamet olsun” bayrağını kaldıra ve kudret kalemi gönlün aydın sahifesine Senin sevgini bozulmaz bir yazı ile yaza: bu hakikaten Senin kullarından istediğine gösterdiğin bir ihsandır.

Rabbım! İzzetine yemin olsun ki: bütün bu belalar hep baldan daha tatlı ve her neşeden daha iyi; çünkü visal kâbesini tavaf etmek isteyenler celal sınırlarından geçmeyince Cemalin zuhuru ile mesrur olamazlar, fanilik kâsesinden içmeyince bâkilik caddesine çıkamazlar, Senin hoşnutluğun uğrunda fakirlik gömleğini giymedikçe ulvi zenginlik hilâtiyle müftehir olamazlar, aşk derdiyle hastalanmadıkça şifa sermenziline yol bulamazlar, toprak yurdundan vazgeçmedikçe sermedi hayata kavuşamazlar, zillet arzında oturmadıkça izzet samedine çıkamazlar, ayrılık zehrini tatmadıkça beka balından pay alamazlar, uzaklık sahralarını boylamadıkça yakınlık ve visal şehirlerine varamazlar.

Rabbım! Her ne kadar bela bütün dostları sarmış ise de bugünlerde Havva ve Meryem adlı iki cariyene özgülendi. Onlar büyük musibete uğradıkları sırada yanlarında elbisesini yırtacak başına kara toprak savuracak, dertlerine ağlayacak bir ana; yüzlerindeki gözyaşlarını silecek, saçlarını siyah tozlarla örtecek bir müşvik el; hüzünlerinden dolayı teselli verecek, yüreklerine bir parça sevinç getirecek bir ağız; can yoldaşlığı edecek, musibetten sonra ellerini kınalıyacak, saçlarını tarayacak bir arkadaş bulunmuyordu. İçtikleri kan şerbeti ve yedikleri gam ekmeği idi.

Rabbım! Mademki istediğin gibi hükmünü yürüttün ve bozulmaz yazgıyı yerine getirdin, onları, sabır ve rahmet elbiselerinle donat; donat ki Senin yeni merhametlerinle süslensinler, ölçüsüz lütuflarınla sükûnet bulsunlar. Onları yakınlık neyyirlerine ve vuslat şehirlerine ulaştır, yurtsuzlara Kendi civarında ve mağfiretinin serin gölgesinde yurt ver, mukaddes mahfillerinde bu mustariplere asayiş bağışla, bu susamışlara gizli kevser sularından ve saklı hayat şarabından içir, kutlu sevgi nesimlerini onlara estir, onları ebedi ünsiyet şehirlerine girdir.

Ta ki özgenden uzaklaşıp Sana yaklaşalar, Senin zikrinle meşgul olalar, Seni anmakla sevineler, Senin sevgi ağacını gönlün nurlu topraklarına dikeler, aşkının sularıyla onu sulayalar; ta ki boy sürsün, dalları yemişlensin; ta ki Senin muhabbetinde sarsılmaz bir hale gelsinler; ta ki Senin hoşnutluğun arzında yürüyeler, Senin yakınlık beşiklerinde uyuyalar; Senin vuslatın sahralarında dolaşalar, Senin likan göklerinde uçalar, mahdut şeyleri bırakıp tevhid mahfilleriyle müşerref olalar, tecrit âleminde tefrit kokularıyla müftehir olalar; ta ki gözlerini her şeye kapayıp Sana açalar, her şeyden kaçıp Sana geleler.

Mevlam! Söylenenlerden ve söylenmeyenlerden ve bunların her ikisinden de münezzeh olan şeyden bu iki cariyene ve Sana gelmiş olan bu yeni misafire inayet buyur. Senden istenileni Sen yakında muhakkak verirsin.

Rabbım! Bu Senin hep varlıklara takaddüm eden tam inayetindendir.

Hz. Bahaullah

Onaysız Tercüme : Mecdi İnan

--

--

Oldsoil
Aristokrat Cemiyeti

Ölüm en gerçek esintisiyle ensenizde. Oysa siz hala elinizi kolunuzu sallıyorsunuz. Ne var avuçlarınızda ?