Fanatizm ve Rasyonalizm II

Yaz transferlerinin dayanılmaz çekiciliği

Alp
Ayaktopu

--

Süper Lig için 2019 Yaz Transfer Dönemi’nin yarısından fazlası geride kalmışken, ritüeller bozulmadı. Transferi yılan hikayesine dönenler, büyük takımları karşı karşıya getirenler, kampa yetişemeyenler, saf değiştirenler, o gelirse şampiyonluk gelirler ve asla ders almayan yöneticiler. Yine geleceğin değil de günün kurtarılacağı bir sezonun temelleri atılırken, bu durumun arkasındaki sorumluluk aslında oldukça geniş bir alana yayılıyor. Sürdürülebilir başarı ise yine yarınlara kalıyor.

Eksikler ve gedikler

Geçen sezona inişli çıkışlı başlamasına rağmen, ligin ikinci yarısında yakaladığı tempo ve istikrarlı grafikle şampiyonluk ipini göğüsleyen Galatasaray dahil olmak üzere; sezon sonu itibariyle önemli olan kadroyu korumak felsefesiyle transfere başlayacak bir kulüp bulunmuyordu. Her kulüp taşıdığı hayal kırıklıkları ve yenilenen hedefleriyle transfer sezonunu açarken, uzun vadeli hedeflerin göz önüne alındığını görmek şu ana kadar fazla mümkün olmadı. Ağustos başı itibariyle şampiyonluk adaylarına genel bir bakış atarsak:

Özellikle Belhanda, Feghouli ve bir şampiyonluk klasiği olarak Muslera’nın ekstra performanslarıyla birçok maçta fark yaratan Galatasaray’ın fazla kan kaybettiğinden bahsetmek doğru olmaz. Fakat Şampiyonlar Ligi’ndeki görece kolay son grubundan çıkmayı başaramayıp Avrupa Ligi’ne de ayak basar basmaz havlu atan Galatasaray için, omurgası zaten sağlam kurulmuş kadroya yapılacak doğru takviyelerin bir sonraki sezonun gidişatını şiddetli bir biçimde değiştirebileceğinden bahsetmek de yanlış olmayacaktır. Bu noktada Galatasaray’ın yapacağı hamlelerin, ligimizde iki sezon üst üste şampiyon olan takımların en azından bir sonraki sezon girdiği düşüş trendinden de kaçınmak için olması doğal olur. Zira Galatasaray’ın 90’ların sonunda damga vuran ve UEFA Kupası’yla taçlanan dört senelik serisinden beri herhangi bir kulüp üç senelik bir seri dahi yakalayamadı. Asıl önemli olan üst üste şampiyonluk sayıları olmasa da, başarılı dönemler yakalayan kulüplerin devam eden süreçte mutlaka sendeledikleri ve çözümü yeniden yapılanmalarda buluyor olmaları artık kırılması gereken bir döngü. Mali açıdan beterin beterini gören Türk kulüplerinin finansal olarak sil baştanları artık kaldırması çok zor. Büyük kulüplerin, sportif hedefleri uğruna altına girdiği yükler Bankalar Birliği’yle yapılan ve yapılacak anlaşmalar sebebiyle artık vergi mükelleflerinin de sırtına binecekken; neyin makul olup, neyin olmadığının iyi değerlendirilmesi gerekiyor.

Şampiyonluk yarışında büyük bir avantaj yakalamasına rağmen sezon sonunu geçirebileceği en zayıf şekilde geçiren Başakşehir, zirvenin paydaşı olduğu 3. sezonu da geride bırakırken hala en az baskıyla yönetilen kulüp. Buna rağmen Okan Buruk’un stressiz bir işe sahip olduğunu söylemek büyük bir tefrit olacaktır. Taraftar baskısını kendi taraftarlarından değil de neredeyse geri kalan bütün takım taraftarları tarafından hisseden Başakşehir’in, belediyedeki değişimden nasıl etkileneceği meçhul. Değişim rüzgarı bile önümüzdeki sezon daha zor bir mücadele vermelerine sebep olabilir mi, birlikte göreceğiz. Başakşehir’in şu ana kadar transfer sürecini sessiz ama efektif bir biçimde ilerletişiyse hedeflerinin hala şampiyonluk olduğunun en büyük göstergesi. Sezon biter bitmez gelecek planlarında yer almayan oyuncularla yolları ayıran kulüp, sansasyon yaratmadan yeni isimleri kadrosuna ekliyor ve son yıllardaki ekonomik transfer anlayışını sürdürüyor. Yenilenen kadro, veteranların buluşma noktası olmaktansa gençleşmeye ve yeni bir kimlik kazanmaya başlıyor. Başakşehir’in içinde bulunduğumuz transfer sezonuna kadar yürüttüğü politikadan daha farklı olan bu politika, başarısızlık ihtimalini artırsa da Başakşehir’i Süper Lig’de uzun vadeli planlara odaklanmış nadir kulüplerden biri haline getiriyor.

Şenol Güneş’in milli takımla anlaşmasının ardından fiilen şampiyonluk yarışında olsa da, zihnen yarıştan kopan Beşiktaş ve ligin büyük çoğunluğunu hiç alışık olmadığı yerlerde geçiren Fenerbahçe, hayal kırıklığı çatısında birleşiyor. Feda sezonunda oluşturmaya başladığı yeni yapılanma 2015–16 sezonunda optimali bulan Beşiktaş, hiç de uzakta olmayan güzel günleri hatırlardan çok fazla silinmeden tekrar geri getirmek isteyecektir. FFP sınırlamalarından bu sezon kurtulmasına rağmen, bir türlü azalamayan kulüp borcu kemer sıkma operasyonunun devam etmesine sebep oluyor. 4 sene sonra gelen hoca değişikliği, takıma yeni bir momentum kazandırabileceği gibi kısa vadede istenen sonuçları verebilir mi muamma. Abdullah Avcı gelmese kim gelirdi sorusunu kimse rahatlıkla cevaplayamıyorken, kimsenin Abdullah Avcı’dan da bütünüyle emin olamaması sık karşılaştığımız bir ikilem değil. Şu ana kadar aşağı yukarı her yaz izledikleri transfer dönemi sonu karambolünden faydalanmaya çalışma metodunu bu yaz da izliyor gibi gözüken Kara Kartallar, henüz kadro derinliğini pek de değiştirmediler. Ne geçtiğimiz yaz, ne de kış transfer sezonunda takıma eklediği oyunculardan beklediği verimi alabilen Fenerbahçe’nin ise, düşük risk-yüksek kazanç transferlerine yönelmeye çalışırken bu sefer takımı sağlam temeller üzerine oturttuğuna inanmaktan başka pek de çaresi yok. Transfer sezonunu hızlı açan Fenerbahçe, hücum hattına büyük ölçüde şekil vermiş olmasına rağmen Süper Lig’in tekrar başlamasına sayılı günler kala henüz defans transferini tamamlamayarak taraftarı diken üstünde tutuyor. Hem genç, hem de tecrübeli isimleri kadrosuna dahil eden Fenerbahçe, şu ana kadar önceki hatalarını tekrarlamıyor gibi gözüküyor. Ligin bir diğer şampiyonluk adayı Trabzonspor cephesinde, Yusuf Yazıcı hakkında soru işaretleri devam ederken yavaş ama sağlam bir transfer politikasından bahsetmek mümkün. Birçok genç ismin yanı sıra Obi Mikel takıma katılırken, forvet hattı için yıldız bir isim beklentiler arasında. İstikrarlı bir Trabzonspor, rahatlıkla Süper Lig’in en iyi takımına dönüşebilir. Başta mecbur kalınan gençlere yatırım takımın imzası haline gelirken, Ünal Karaman gençlerin kabuğunu kırmakta şu ana kadar çok başarılı.

Maymun iştahlılık

Henüz sezon tamamlanmadan medyanın pompalamaya başladığı isimler, taraftar kitlelerini arkasına topluyor. Gerçek olsun ya da olmasın, transfer söylentileriyle çok kolay savrulan taraftarlar sabretmeyi asla kabullenmiyor. Bir isimden, başka bir isme geçiş çok kolayken; elde edilen oyuncular değerini hızla kaybediyor. Ekonomik gerçekler ve riskler göz önünden kayboluyor, odak transferin ne pahasına olursa olsun gerçekleşmesine kayıyor. Taraftar bakış açısıyla bu duruma tepeden bakmak mantıklı olmaz; çünkü sevinmek için sevmedik romantizmini ve takım tutmanın bir türlü bitirilemeyen uzun ilişki alışkanlıklarına benzer halini göz ardı edersek, futbol keyif içindir. Taraftarın daha keyif alacağı yöne yönelmesi normal olandır. Çok kalabalık taraftar kitlelerinin zorunda kalmadıkları sürece ekonomik takımlara fit olması ütopik bir istek olur, zira ülkemizde taraftar alışkanlıkları bunun tam aksi yönünde. Bundan dolayı da iletişimin her zamankinden daha da önemli olduğu transfer dönemlerinde aslan payı yönetimlerde olacaktır. Her transfer dönemi karşılaştığımız rutinler, kulüplerin elinde bir noktada mutlaka patladı. Patlamaya da devam edecek. Kısa vadede başarı ve güzel günler gelebilse de, bu başarı uzun vadeye hiçbir zaman taşınamadı. Aynı yanlışları yapıp, farklı sonuçlar beklemek; başka kulüplerin benzer vakalarından ders çıkarmamak artık affı olmayan suçlar. Yönetimlerin zor transferler için olağanüstü çözüm arayışlarına harcadıkları eforu; aydınlık bir gelecek için neler yapılabileceği, finansal enkazların nasıl temizlenip yerine yeni temellerin atılabileceğine aktarması gerekir. Zira bu toplumun hafızası felaket derecede kısadır ve işler iyi gitmemeye başladığı anda, o gelmesi için çok uğraşılan isimler unutulacaktır. Doğru görülenler, hızla yanlışa dönecek; son pişmanlık fayda etmeyecektir. Yerini sağlamlaştırmak için taraftar baskısına boyun eğen yöneticiler, maymun iştahlı taraftarlar, tiraj uğruna yalan söylemeyi kendine ilke edinmiş medya mensupları, finansal düzenlemeler getirmek için 2019 yılına kadar bekleyen TFF, neden EURO 2024’ün ülkemize gelmediği bal gibi ortadayken hala antrenman tesisi değil de stadyum inşa ederek göz boyayan siyaset ve adeta Heraklitos’un “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” sözünü yalanlamak için ayakta duran, diyalektik felsefenin anti-tezi Türk futbolu. Aktörler değişse de, sonuçlar asla değişmiyor.

Bitmeyen gerginlik

Yıldız için yıldız, halk için yıldız

Transfer gündemimizin son işgalcisi Radamel Falcao, bizlere alışık olduğumuz bir süreç sunuyor. Yerli ve yabancı medya kaynaklarından sürekli haberler gelirken, Twitter duyumcuları bol etkileşimli günler geçiriyor. Farklı etmenlerin de dahil olduğu Premier League dönemini göz ardı edersek Falcao, formasını giydiği takımları sırtlayan bir golcü. Yüksek kariyer istatistikleri, göze hoş gelen golleri ve yıllar içinde kazandığı şöhretle kimse Falcao’nun takımında yer almasına burun kıvıramaz. Galatasaray’la anıldığı ilk transfer dönemi bu olmasa da, işlerin ciddi olduğu bu transfer döneminde Galatasaray taraftarı kendisine kesinlikle burun kıvırmıyor. Kendi sorumluluklarında olmayan finansal kısımları düşünmeyi yönetime bırakıp, Falcao’nun dahil olduğu 11’leri düşünmeye başlıyorlar. Onlara göre Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final hesapları orta sahaya gelecek takviyelere de bağlıyken, Süper Lig zaten cepte. Gerçekten böyle de olabilir. Şu ana kadar ayrılan oyuncuların yerini belki de daha güçlü isimlerle doldurmakta zorlanmamış Galatasaray, Falcao’nun da eklendiği bir takımla ligin tozunu attırabilir. Yapılan varsayımlar gerçeklikten uzak değiller ve taraftarların rüyalarını süslemekte oldukça haklılar. Fakat bu noktada kısa vadede gelecek başarının uğrundan giderken uzun vadede kaybedilebilecekleri hatırlamak gerekiyor. Galatasaray’a Falcao’dan çok daha kariyerli oyuncular geldi, Falcao’yla birlikte arzulanan başarılar pek çok kez elde edildi. Zaman geçerken bunların hangisi devamında gelenlere uygun bir ortam hazırlayabildi? Galatasaray’ın şampiyon olmak, keyifli futbol oynamak, Avrupa’da özlenen günlere geri dönmek için tek reçetesi Falcao mu? Soruyu biraz değiştirirsek, tek başına senelik maaş bütçesinden 7–8 milyon euro kullanarak dengeleri bozacak çok iyi bir oyuncu hangi durumda bir gereklilik haline gelir? Mali açıdan ibra edilmeyerek kongreyle gemileri yakan yönetim, bu transferde ısrar ederek gerçekten geleceği mi düşünüyordur, yoksa kendi isimlerini ve sonraki seçimi mi? Geçen sezonun Şampiyonlar Ligi yarı finalisti ve ekonomik olarak altın günlerini yaşayan Ajax neden Falcao’yu transfer politikasına yaklaştırmıyorken, ekonomik olarak çok kötü günler geçiren Galatasaray tek bir oyuncuya böyle bir yatırımı gerekçeli bulabiliyor? Bu sorular arttıkça artabilir ve birçoğu aslında olumsuz taraflara da gitmeyebilir. Form tutmuş bir Falcao, zaten bu soruların akla gelmesine mahal vermeyecektir. Galatasaraylıların zihinlerinde henüz Wesley Sneijder ve Didier Drogba gibi güzel örnekler yer tuttuğu için, onların bu transfer konusunda son derece hevesli olmaları çok doğal. Enine boyuna iyi düşünülmüş, yedek planlarla desteklenen ve geleceğin unutulmadığı bir Falcao transferine muhalefet etmeye gerek yok; fakat tam dengi olmasa da, ligimizi henüz 1,5 sezon önce terk eden Robin van Persie örneği unutulmamalı. Evdeki hesap, futbolda çarşıya uymayı pek sevmiyor.

Ölçek olarak Falcao transferiyle kıyas tutmasa da, uzun zamandır Fenerbahçelilerin aklını meşgul eden bir isim var: Aleksandar Kolarov. Hala formdan düşmemiş, üst seviye bir sol bek olan Kolarov’un adı da ilk kez bu transfer döneminde gündeme gelmese de, Falcao’ya benzer bir şekilde hiç bu sefer olduğu kadar ciddi olmamıştı. Bu çıkarımı sadece Türk medyasında yer alan bazı haberlerden -Kolarov’un Fenerbahçe’yi çok istediği için alacaklarına karşılık bonservisini istemesi ve daha nicesi- dolayı yaptığım için çok güvenemesem de, Fenerbahçe taraftarında Kolarov’a karşı yoğun bir açlık oluşmuş durumda. Sol bek rotasyonu şu an Hasan Ali Kaldırım ve Abdülcebrail Akbulut üzerine kurulu Fenerbahçe’de sol bek stoper kadar aciliyet taşıyan bir transfer mevkisi olmadığı için, medya Kolarov’un sol stoper oynamak istediğini de servis ederek bu sorunu çözüyor. Ersun Yanal’ın oluşturmak istediği takım ruhu için Kolarov’un karakter özelliklerinden faydalanmak istediği başka bir iddia. Eğer Kolarov gerçekten sol stoper oynamak istiyor ve Fenerbahçe onu başka bir stoperle birlikte takıma katarak hem kaliteyi, hem derinliği artırmak istiyorsa; uygun bir bütçe ayrılmış Kolarov doğru bir hamle olacaktır. Fakat Kolarov direk sol bek olarak düşünülüyor ve Abdülcebrail’in kariyerini bitirmeye geliyorsa, hem Elif’in satışından gelecek bonservisten, hem de maaş bütçesinden ciddi şekilde yiyecekse; yazının başında Fenerbahçe için kullandığım önceki hatalarından ders alıyor gibi gözüküyor ifadesini geri almam gerekecektir. Bunu sol bek Kolarov’a Fenebahçe’nin ihtiyacı olduğunu kabul etmediğim için değil, yazı boyu ısrarla sürdürdüğüm geleceği düşünmenin öneminden dolayı söylüyorum. Fenerbahçe’nin ve diğer bütün kulüplerimizin ara sıra yapmayı başardığı doğruları tekrarlamaya çalışmak yerine, ısrarla aynı çember içinde dönmesi çok üzücü. Kulüplerimiz, aynı ülkemiz gibi çok yanlış tüketim alışkanlıklarına sahip ve bunu değiştirmemeye çok kararlı. Bundan 10 sene önce henüz Avrupa kulüpleriyle Türk kulüpleri arasındaki makas bu kadar açılmamıştı. Milli Takımımız Dünya üçüncülüğünü altı sene sonrasında gelen Avrupa üçüncülüğüyle taçlandırıyordu. Türk ekonomisi Dünya’nın en hızlı büyüyen ekonomileri arasında Çin’le rekabet halindeydi, döviz kurları bugüne kıyasla trajikomik derecede düşüktü ve bu sayede kulüplerimizin de ekonomik gücü bugüne kıyasla trajikomik derecede yüksekti. Takip eden yıllarda sürekli zayıflayan ve kan kaybeden ekonomimiz/futbolumuz -futbol ekonomimiz?- artık bunların hiçbirine sahip değil. Bunun kanıksanması ihtiyacımız olan ilk şey, zira sorunu belirleyemeden çözüm üretemezsiniz. Sorun bal gibi açık olmasına rağmen onun üstüne yatıyor olmaksa çözüm üretmenin henüz gerçekten istenmediğin bir göstergesi. Ne zaman istenir, kim bilir.

Süper Lig’de oynamanın ilk kuralı, daha önce Süper Lig’de oynamış olmaktır

Transfer edilen bir oyuncunun Süper Lig’i tanıyor olmasının önemi her geçen transfer döneminde artan bir fenomene dönüştü. Son 11 sezondur yabancı teknik direktörlerin çalıştırdıkları takımları şampiyon yapamıyor oluşları ligi tanımadıklarına bağlanıyor ve “Yerli hocaların Süper Lig’de/büyük kulüplerde teknik direktör olarak ilk sezon performansları nasıl?” sorusu asla sorulmuyorken, bu şaşırtıcı bir durum değil. Sabırsızlık seviyesinin çok yüksek olduğu Süper Lig, bir kariyer öğütücüye dönüşmemeli. Eğer bir futbolcu Süper Lig’i tanımıyorsa, yapılması gereken tanımasına fırsat vermektir. Keza aynısı bir teknik direktör için de geçerlidir. Süper Lig’i sadece bir takım şampiyon tamamlayabiliyorken, şampiyon olamamanın faturası fazla ağır. Sonuç şampiyonluk olmadığı sürece kalan kazanımların bir önemi olmaması ise bizi her seferinde geriye atıyor. Ardı ardına Bruma, Rodrigues ve Onyekuru gibi genç isimlerden faydalanmayı başarmış, hatta para da kazanmış Galatasaray’ın bir sonraki sol açık tercihini kariyer sonuna yaklaşmış, fakat daha önce Süper Lig’de skor üretmiş bir isimden yana yapması tartışmalı bir tercih. Ryan Babel’in skor üreteceğinden ve tam olarak Galatasaray’ın ona senelik 3 milyon euro bağlama sebebini karşılayacağından şüphem yok; fakat son üç seferin başarılı olması gençlere yönelmeyi kalıcı hale getiremiyorsa, neyin getireceği konusunda en ufak bir fikrim yok. Bu yaşlardaki futbolcularla yapılan yüksek maaşlı uzun sözleşmelerin takımların başına ne kadar kolay bela olduğunu istisnasız her seferinde görüyorken, Ryan Babel’in son derece profesyonel bir oyuncu olarak üç senenin üçünü de istendiği gibi geçirmesi için biraz fazla optimist kalabilir.

Gidenlerin yerini doldurmaya çalışan Fenerbahçe de kanat tercihini aynı düşünce sistemiyle belirliyor: “Daha önce Süper Lig’de gol atmış mı, asist yapmış mı?”. Cevap evet olduğuna göre, hoş geldin Garry Rodrigues. Daha önce Galatasaray’da oynamış olması da cabası. Yine hedefe yönelik yapılmış bu transferin çok olağanüstü şartlar gerçekleşmediği sürece beklentileri karşılamakta çok zorlanmayacağı düşünülebilir; özellikle Max Kruse ve Vedat Muriqi ile uyum yakalaması halinde, 2017–18 sezonundan esintiler de sunabilir. Fakat bu kadro planlaması yapılırken biraz tembel kalındığının ve Comolli’nin Fenerbahçe’ye o olmasa gelmeyecek bir futbol aklı getirmediğinin göstergesidir. Normal şartlar altında bu transferi daha fazla eleştirmek isterdim, lakin Fenerbahçe’nin son sezonundan sonra macera aramaktan kaçınması Galatasaray ve Ryan Babel ilişkisinden farklı dinamikler taşıyor. Rodrigues transferinde oluşan soru işaretleri “Neden başkası değil de Rodrigues?”’ten öte “Ya bu da tutmazsa?” tarafında oluşacaktır.

Transfer çalımı?

Büyük kulüplerimiz bu transfer döneminde de kendilerine yakışanı yapıp, bir Anadolu takımı futbolcusu için mücadele etmeyi ihmal etmiyor. Türkiye’deki altıncı senesini tamamlayan ve geçtiğimiz sezonun gol krallığı yarışını ikinci sırada bitirmiş Vedat Muriqi, henüz sezon bitmeden Fenerbahçe’nin radarına girmişti. Öyle ki, menajeri Ersun Yanal’ın kendisine olan ilgisinden bahsediyor ve transfer haberlerinin fitilini yakıyordu. Sezonun tamamlanmasıyla birlikte transfere dahil olan Galatasaray ise süreci bir yarışa çeviriyordu. Medyaya göre her gün farklı tarafa kayan Vedat konusunda taraftarlar da farklı taraflara çekiliyor ve hatta futbolcunun sonrasında asparagas olduğu anlaşılan bazı ithamlarına karşılık olarak bir taraftar grubu kendisini sahipleniyordu. Takip eden süreçte Muriqi kendisini Fenerbahçe’ye bağlayan sözleşmeye imzayı attı ve bu transferin hikayesi de sona erdi. Transferi lehine bitiren Fenerbahçe böylece ezeli rakibine bir transfer çalımı atmış oldu. Beynelmilel futbol literatüründe kendine yer edinememiş transfer çalımı kavramı, Türk futbolunda düzenli aralıklarla kulüplerimizin birbirine attığı ve eften püften şeyler yarışında öne geçtiği bir konsept. Daha iyi koşulları sağlayanın kazandığı ve zaman zaman futbolcuların kalplerinin de dahil olduğu transfer yarışlarında, gerçek kazananın çalımı atan mı yiyen mi olduğu ise kanaatimce irdelenmesi gereken asıl konu. Son dönemde Üç Büyükler’in almak için kavgaya tutuştuğu bir futbolcunun, gittiği takımda bekleneni verebildiğini görmedik. Belli başlı örneklerde bu durum hiçbir şey verememeye kadar düşerken, ortaya saçılan paraların haddi hesabı olmadı. Özellikle genç ve yüksek potansiyelli gözüken isimlerin kulüplerin transfer listelerinde kesişmesi engellenemeyecek olsa da, kesiştikleri zaman sürecin bu kadar magazinel ilerlemesi pekala engellenebilir. Rakip kulübe psikolojik üstünlük kurma motivasyonuyla altı yakıldıkça yakılan transfer kazanı, mevzubahis futbolcunun da içinde yanmasına sebep oluyor. Kulüplerimizin ne harcadığı paralar, ne de yaptığı transferler biterken; gün sonunda en büyük çalımı futbolcular yiyor.

Allah kurtarsın

Transfer sezonunun geri kalanında ve önümüzdeki yeni futbol sezonunda fanatizmin rasyonalizmi gölgelememesi dileğiyle.

--

--