Çanakkalenin acil anlaşılma ihtiyacı…

Ahmet Turan Köksal
Ayasofya
Published in
5 min readMar 19, 2017

ÇANAKKALE’Yİ TÜKETMEK

Yıllar önce bir 18 Mart’ta okulun bahçesine çıkartılan ve öğretmenler sayesinde sıraya sokulan yüzlerce öğrenci… Hava zaten kapalı ve bir anda yağmur boşalıveriyor, çocuklar apar topar içeri alınsalar da ıslanıyorlar. Okulun içinde daha da sıkışık bir mekânda sıradalar. Önce müdür, çok eskiden yapılmış bir savaştan bahseden elindeki kâğıda yazılı metni aynen, hiçbir duygu katmandan, bir şey öğretmeye çalışmadan dümdüz okuyor. Sonra ezberlenmiş şiirler, uzun uzun konuşmalar, ödül almış sıkıcı kompozisyonlar sıralanıyor. Çocuklar az çok anlıyorlar ki birileri bu vatan için ölmüş ama niye ölüme gitmişler, neden bu kadar fedakârlık yapmışlar, anlamıyorlar. Ezberi unutmak ve rezil olmak korkusu sarmış ufacık bünyeleriyle çocuklar, boyunlarındaki damarlar fırlar şekilde bağırarak şiir okuyor. Tüm bu seremoniyi ayakta, ıslak kafayla izleyen çocukların olayı kavrayamamaları ise önemsiz bir detay.

Anma töreni yapıldı mı?

Yapıldı efendim hem de programa uygun olarak. Bir yılı daha atlattık böylece…

Çanakkale efsanesi ya da zaferinin çoğu zaman böyle anıldığı bilinir. Bilinir de “anma” eylemi bir işe yarar mı bilinmiyor. Keza bir olguyu “anabilmek” için önce onu “anlamak” gerekir. Zorla sıraya sokulduğu için dikilen ilkokul çocuğu, önce Çanakkale’yi anlamalıdır, onu sıraya sokan öğretmen de.

Çanakkale Savaşı hakkında yazılmış tüm kitapları, kütüphanesinde bulundurma ve okuyup hatmetme konusunda takıntısı olan yazar, yine yıllar önce Çanakkale Çarşısı’ndaki “birmilyoncu”daki tüm kitapları toplamıştır. Savaş’taki tüm kahramanlıklar arka arkaya dizilmiş, ucuz kâğıt, ucuz basım ve daha fenası, oldukça kötü anlatımı olan kitaplar diğer nadir kitapların yanına girerler bir şekilde.

Ağır yaralıyken, şehit olmadan İstanbul’daki anasının bakkal borcunu kapatmasını, yakın arkadaşına vasiyet eden askerin zaten borcunun “kanla” ödendiğini aktaran metin, öyle ruhsuz, öyle normalmiş gibi geçiyor ki, bahsedilen kitaplarda… Kızmamak imkânsız.

Tamam, o kitaplar ucuz ve özensiz. İyileri okunuyor mu peki? İnternette Çanakkale’de mermilerin birbirine çarpıp çarpmadığı tartışılıyor. Hesaplar kitaplar, santimetrekare bazında tahminler, makineli tüfeğin doğrultuları hakkında ahkâm kesenler… Tartışma sonunda olayın nasıl oluyorsa Kürt sorununa gelmesi, sonra her şeyin cemaat bağlantısı ve “Siaey” (ABD haber alma örgütü CIA ve daha damardan İllüminatiye kadar…) gelmesi herkesin kafasının ne denli karışık olduğunu gösteriyor. Herkes kutuplaşmış ve gerilmiş vaziyette. İşte böyle böyle Çanakkale tüketiliyor.

İzmir Valisi, Çanakkale anma töreninde Mustafa Kemal Atatürk’ün adını anmadı diye vatandaştan tepki görüyor. Kore malı, eski model ve bakımsızlıktan dökülen bir otomobilin arkasında Atatürk’ün imzası var. Üç-beş liraya, otomobil süsleri satan bir aksesuarcıdan alınıp, yapıştırılan çıkartma, aracın sahibinin siyasi görüşünü temsil ediyor gibi.

Kore’den ithal edilmiş ve artık araba mezarlığını boylaması gereken bir arabanın arkasına yapıştırılacak şey midir, bu imza. Saat, kalem, çorap, çakmak, sigaralık, hatta kemer tokası görmek, bulmak mümkün aynı imza ile üretilmiş. Che’nin siluetini artık her yere koyarak, yapıştırarak kapitalizmin bas bas bağırdığı bir öğe olduğunu söylüyoruz, kimse üzerine alınmıyor. Asıl Atatürk’e değer verdiğini ya da onun yolunda ilerlediğini söyleyenlerin, onun adını ve imzasını bu şekilde kolayca “harcamaları” şaşırtıcı? Atatürk imzasını, siz bu objelere yapıştırın diye attı herhalde.

Kısaca Atatürk’ü anlamak konusunda zorluk çekerken, Çanakkale gibi karmaşık bir savunmayı öylesine anmamız pek normal. Mehmet Akif’in “Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? ‘Gömelim gel seni tarihe’ desem, sığmazsın” satırlarıyla ne kadar haklı olduğunu görüyoruz. Tarihi bırakın dimağlarımıza bile sokamıyoruz şühedayı.

Atatürk’ü siyasal bir öge olarak kullanan elit bir güruhun olduğunu kabullenmek ne kadar zorsa, Çanakkale Efsanesi de her yıl mart ayında garip yöntemlerle anmak da o kadar üzücü. Hep bir şekilcilik, hep bir “ben bu sene daha farklı andım” yarışı sürüyor. Çanakkale’de siperde dağıtılan kısıtlı erzağın aynısı üniversitelerde anma törenlerinde veriliyor. (o erzak bile tartışmalı) Amaç: onların çektiği açlığı anlamak… İyi de, katılanlar sabah kahvaltısını etmiş, akşam da yemeklerini yiyecekler. Askerleri anlamak için günlerce aç kalınmalı demiyoruz ama askerin ruh halini anlamak için yüzeysel kaldığı kesin.

Ayrıca “Askerimizin aç kaldığı” gibi bir iddia çok can acıtıcı değil mi? Osmanlı Ordusu tecrübesiz bir ordu değildir. Askerini böyle perişan etmez. Bu şekilde anmayı da reddetmek kabul etmemek gerekir.

Bazen iyi olduğu sanılan şeyler ecdadı incitmeye başlıyor. Arka planda pervaneli uçakların görüldüğü, üstleri başları perişan iki kişinin fotoğrafı çoğaltılmış, her yere asılıyor. Bir Alman fotoğrafçının belgelediği iki kişi bir rivayete göre Cumhuriyet’ten sonra Çiğli Havalimanı inşaatında çalıştırılan, taşerondan hak ettikleri yevmiyelerini alamadıkları için üstü başı perişan Bolulu işçiler. Başka rivayetler de var.

Ancak kesin olan şudur ki; Çanakkale’de savaşan askerler değil, hele hele Türk Pilotu hiç değillerdir.

Fotoğraf ilk kez ODTÜ Tarih Bölümü Öğretim Üyesi (Okutman) Bülent Yılmazer tarafından Çanakkale Zaferi’nin 90. Yılı etkinliklerinde yaptığı sunumla kamuoyuna sunuldu. Fotoğrafı Çanakkale’de Osmanlı ordusu adına pilot olarak görev yapan Emil Meinecke’ye ait bir fotoğraf albümünden aldığını belirten Yılmazer albümde fotoğrafın altında da “Türk askerlerinin gururu 1915” yazdığını kaydetti. Büyük ilgi gören fotoğraf poster yapılarak çoğaltıldı ve “Çanakkale Hava Savaşları” isimli bir kitapta kullanıldı.

Bir kere, bu saygısızlık karşısında dişlerimizi sıkıp belirtmeliyiz ki; Her an şehit olması muhtemel Türk askeri, kefen olmadığından ya da buna zaman olmadığından kanlı üniformasıyla defnedilme ihtimalinin olduğunu bilir. Her muharebe öncesi abdestini alır. Almanya’dan gelen siperde kurşun tutsun diye verilen kum çuvalını kullanarak yeri gelir üstündeki yamar. Siper ortamında olabildiğince temiz kalmaya çabalar. Bu iki garibanı, Çanakkale Savaşçısı olarak göstermek hangi hakla hizmettir. Neyi anlatır, ne sağlar? Sanıldığının aksine şüheda canlıdır efendim. Bilmeden de olsa Şühedanın hatırasını incitmekse büyük günahtır.

Çanakkale bir zaferdir ve her ne pahasına olursa olsun kazanılmıştır ama Osmanlı eğitimli ve yetişmiş genç neslini de bu savaşta kaybetmiştir. Hem de daha yeni bir sürü yenilgiden sonra.

İstanbul Lisesi öğrencileri sadece 19 Mayıs 1915 taarruzunda 50 öğrencisini kaybettiği, O yıl mezun veremeyen lisenin sarı renginin yanındaki siyahın anlamının bu olduğu söylenir. Vefa Lisesi ve Çapa Erkek Öğretmen Okulu da mezun veremediği söylenir.

Ancak Osmanlı’nın çocuk asker kullandığı iddiası da oldukça tehlikelidir.

Kayıtlara göre Galatasaray Lisesi yılda 60 mezun verirken, 1915,16 ve 17’de sadece 27 öğrenci mezun edebildi. Bazı liseler mezun verememiştir. Savaş var nasıl eğitim olsun bunu anlayabiliriz ama çocuk asker var mıdır bunu iddia etmek çok kolay olmamalı.

Çocuklar cephede olmasalar dahi, onları okutacak öğretim kadrosunun yok olduğunu tahmin edebiliriz. Yani Osmanlı çocuk savaşçılar kullandı demek de onu yüceltemek yerine aynı yukarıdaki fotoğraf gibi ecdada saygısızlık olabilir.

Kabul edebiliriz, okuması ve geleceği inşa etmesi gereken nesil kaybedildi. Kaynakları kısıtlı olan Anadolu, ne gerekli sanayi hamlesini yapabildi ne de çok ileri bir eğitim atılımı gösterebildi.

Bizim için bu savaşın ne kadar büyük kayıp olduğunu düşünün. Yetişmiş neslin, yetişmiş nesiller çıkaracağını ve ülkemizin şimdi olduğundan daha iyi kültür, sanat, ticaret ve teknoloji altyapısına sahip olacağını biliniz. İşte çocuklarımızın şiir ezberlemesi değil bu gerçeği öğrenmesi gerekiyor. Çanakkale’yi, çocukların seviyesine inerek anlatmaya muktedir kaç öğretmenimiz var sorgulama zamanıdır.

Çanakkale’yi tüketmek yerine çoğaltmak ve bunun için genç neslin anlaması sağlamak belki de farklı yollara başvurmak gerekir. Sinema, belgesel ve hatta sosyal medya…

Çanakkale’nin ACİLEN anlaşılmaya ihtiyacı var.

--

--

Ahmet Turan Köksal
Ayasofya

İstanbul. Dr. Mimar. YTÜ. Yarışmalarda ödül alır-almaz. Ustura, Tuhafiyedeki Hafiye, İnternet Sizden Korksun, Kimkorkar intenernetten kitap yazarı. ayasofya.com