ALBÜM

Ahmet Turan Köksal
Ayasofya
Published in
6 min readSep 30, 2020

Murat Kılıç ile uzaktan arkadaş olduk. Sevimli biri yetenekli bir aktör. İşini severek yapıyor ve istenen etkiyi verebilen bir oyuncu. Daha iyi tanıyıp daha iyi irdeleyeceğim onu. Ne zaman ki ne zaman direkt dramasını gösterebileceği bir rolü olur o zaman daha da yakından tanırım onu oyuncu olarak.

Onun başrolü Şebnem Bozoklu ile paylaştığı ödüllü filmi Albüm’ü seyrettim nihayet. Çok da kolay olmadı.

Yorumlarım beni bağlar. Yine de ön ayak olduğu için Murat Kılıç’a teşekkürlerimi sunayım.

Nötr bir mutsuzluk var bu filmde. Kötülükler bile nötr. Hiçbir işe yaramıyor yani.

Bundan sonrası sürprizbozan yani spoiler denen durum. Seyretmediyseniz devam etmeyiniz.

.

.

.

.

..

Cüneyt öğretmen ama hiç öğretmen gibi değil. Okulda futbol kumar kuponu doldurmak (tabii ki öğretmenler odasında o konuşulmuyor ama gel gör ki akıldakiler bu) ve karısı da en az onun kadar, nötre bencil ve kötü. Zehra isimli çocuğun Suriyeli, Kürt ve kara olması gibi sebeplerle kabul edilmemesi anında anlıyoruz. “Sosyal yakınlık olmadı” lafı belli ki çalışılmış, ilk kurum yetkilisi 3 kere çocuk bakma hakkınız var diyor. O da anlamış reddedilme sebebini.

İlk bakışa karpuz seçer gibi bebek seçmek düpedüz ırkçılık gibi gelse de aslında milleti kandırmaya niyetleri olduğu içindir ki, ten rengine dikkat etmeliler diyorsunuz. Eh o zaman erkek bebek isteme takıntısı nedir?

Sonra anlaşılıyor ki burada bebek sahibi olmak, bebeğe sahip olmak, hem de erkek bebeğe. Çocuğa sahip olmak değil.

Zaten damızlık hayvan, çiftleştirilirken tek bir hamlede işini bitiriyor. Üreme böyle bir şey işte. Olmazsa bunun laboratuvarı var. O da olmazsa başka yöntemleri de var. Sonra tabii hayvanın sütü kesilmesin diye buzağıyı anasından ayıracaklar.

Pınar ve Cüneyt üreyemiyorlar büyük bir tabuyu yıkmak evlatlık aldıklarını beyan etmek yerine gizli saklı davranıyorlar. Kendilerini kandırmaya istekliler.

Kurumdaysa kazlara ne kadar ilgi gösteriliyorsa, çocuklara da o kadar ilgi gösteriliyor. Monitörde iki kağıt oyunu arasında işler görülüyor.

Cüneyt ve Pınar oldukça eğitimsiz, kültürsüz ve işini bilen yaptıran şark kurnazı tipler. Kayseri’deki yeni edindikleri arkadaşları da öyle. Çok sigara içiyorlar. Çok. Hem de bebeğin odasında. Pınar’ın hamilelik yalanı ortaya çıkacakken, misafirlerinin düşük tehlikesi raporunu YALAN BEYANLA aldığı ortaya çıkıyor.

Herkes birbirini kandırıyor. Devleti, kamuyu kandırmak araya adam sokmak mubah. Eh Cüneyt ve Pınar da bu sefer milleti kandırıyorlar sözde ama asıl korktukları çocuk ile kuramadıkları aile bağlarını gizleyerek güçlendirmek. Kalorifer ısıtmıyor diye kendince kıyameti dahi kopartıyor. Bu enerjiyi çocuğu gerekten sevmeye ayırsa ya. Nedense, evlatlık çocuk almak büyük eksiklik sayılıyor ve belki de takıntı.

Taa Burdur’a gidiliyor ikinci sefer çocuğu beğeniyorlar. Doktor tanıdıkları ise bu durumu tasvip etmemiş gibi. Bir zamanlar Anadolu’daki savcılık kalemini oynayan adam.

Geyik muhabbetinin hele hele devlet dairelerindeki geyiğin ayrıca bir çıkar sağlayamadığı zaman ancak futbol kafalı Anadolu sosyalleşmesi ortaya çıkartıyor. Aynen Pınar ve Cüneyt’in hayatındaki nötr mutsuzluk gibi.Gerçekten de böyle Anadolu. Şahit oldum vallahi. Rapor almak, ev için kredi almak, kayınvalideyi öldürmek. Rakibi 8–2 “yenmek” değil de “sikmek”…

Ha bir de en büyük konu asfalt, yol. En büyük hizmet ve konu. Burdur yolunun iyi olmasını bir türlü kabul edemiyor kurum müdürü.

Albüm bildiğiniz plastik kasalı ve filmli makinede çekilen fotoğraflarla oluşturuluyor. Yastığın Pınar’ı kaşındırması sadece Pınar’ı güldüren bir detay.

Hırsız belli ki 10.kattan ya da 12. kattan girmiş ve belli ki kapıyı açan Cüneyt’ten kaçarken artık nereden geldiyse aynı yöne gidecekken düşüyor. Fakat hırsız hanımın altınlarını çalamasa bile, onların sırrını çalıyor. İşgüzar polis memuru onların çocuğu evlat edindiğini bilse ne olur bilmese ne olur. Fakat Afrika’ya gitmeye kadar devam ediyor bu paronaya.

Nötr kötülük, bencilce yemek yeme (biraz abartı değil miydi yahu) fosur fosru her yerde sigara içme, yeni nesil TOKİ konutları tipi yerleşim, kötü öğretmenlik, kötü okullar, kötü çocuk esirgeme kurumları, sırtını devlete dayama meselesi, siyasal İslam’ın izin verdiği tek kötü alışkanlığın yani sigaranın dibine kadar göze sokulması…

Film devlet dairesi içindeki geyik muhabbetini biraz abartıyor gibi. Pınar ve Cüneyt de çocuğu evlat edindiklerinin gizlemeyi abartıyorlar. Albümü oluşturacak filmli makinede çekilmiş mutlu fotoğraflar yerine neden sosyal medya ve cep telefonu kamerası kullanılmadığı da bir muamma.

Erkek futbol kafalıyken, kadın da dışkılama ve tenya konusunda konuşurken bir garip basitlik ve nötr saçmalamanın örneklerini gösteriyor. Karakolda çocuk altına etmiş onu değiştirmeye üşenen annenin diziyi kaçırdığı için hayıflanması ve tabii bir de bunu dile getirmesi.

Neler iyi:

1- Pınar’ın çocuğuyla teleferikteki gergin hali

2- Delicesine yemek yeme halleri

3- Kayseri’deki misafirin getirdiği çikolatadan bir tane alıp çöpe tükürme sahnesi

4- Sınıfta ve vergi dairesindeki zamanın durması

5- Pınar’ın televizyon seyrederken çocuğun emeklemesi ve ona olan garip gülümsemeli tavrı.

6- Çocuğun ailesinin ölmesinin hoşlarına gitmesi. İyi ki ölmüşlermişmiş.

7- Bir gece nezarethanede kalacağını öğrendiğinde tartışmanın oradaki ak sakallı dede ile kızın suratına yakın plan bakarken geçmesi. Diyor ki bir gece karakolda kalmayı dert ediyorsunuz ne dertler var.

8- Filmin sonu.

Ekşi sözlüktekiler filmin sonunu anlamamışlar. Anlamaya ne gerek var.

Bu aile sırf çocuğun evlatlık olduğu anlaşılmasın diye şehirden çoooooooooooooook uzaktaki şelaleye gider, bir de üstüne tehlikeli bir biçinde şelalenin arkasına saklanırlar, kucakta bebekle hem de. Afrika’ya gitmek ne demek, Mars’a bile giderler. Yani Afrika’ya da gitmişler belki de bundan sonra başka yere de. Yeter ki çocuğun evlatlık olduğunu kimse bilmesin.

Bu sonuç, toplumsal baskından öte, bir ÇIKARIN UĞRUNA HER TÜRLÜ ETİK DEĞERİ YOK SAYMANIN SIRADANLIĞINI göstermede başarılı bir final. Bu nötr mutsuzluk yapılan kötülüklerin ve hak yemenin de normalleşmesi, sonra daha da nötrleşmesine ve sessiz+huzursuz duygusuzlaşmaya sebep olması da cabası.

Hırsızın 11. kattan düşmesi ve bunun sadece evlatlık aldıklarını afişe ettiği için felaket olması, bebeğin ana babasının ölmesi ki böylece sorun çıkmaması, bebeklere kaz muamelesi yapan kurum müdürünün bebekten kurtulmayı istemesine kadar, hatta outletteki kıravat geyiğine dakikalar ayıran müdürün kapıyı çalan öğrenciyi anında kovalamasına kadar giden kötülüğün ve avamlığın basitleştirilmesi durumu.

Yani sen sistemin arkasından dolanıp, araya adam sokarsan, işgüzar devlet memuru da senin her türlü gizline saklına bakar.

NELER KÖTÜ

Herkes Ray Andersson öykünmesi çıkarmış ama bence filmdeki asıl problem onu çağrıştırması değil.

Yeni Türkiye’nin işini bilen bencil, kültürsüz ve cahil garip bir devlete yük orta sınıf örneğinin, futbol kafalı muhabbetlerini biraz göze sokmak için çabalaması. Çok fazla çabalıyor. Anladık tamam. Buna rağmen karı koca hiç konuşmuyorlar. Konuşmaları lazım. Bu tür bir kişilikte olanların kıskançlığı ve dedikoduyu abartması lazım. O kadar sessiz bir bencillik garip. Bu tür programları izleyen tv bağımlısı olan kadının daha cazgır olması gerekir. Vergi dairesinde sorunlar çıkmalı filan o evde konuşulmalı, öğretmenin de okulda dertleri olmalı. Bencil ve araya torpil sokma meselesini başka konular içinde de irdeleseler geyik muhabbetini daha az verebilirlerdi.

Nuri Bilge Ceylan Anadolu’daki devlet memuru çekişmesini daha iyi anlatır. Murat Kılıç Bir Zamanlar Anadolu’da bunun güzel örneğini verir. Geyik muhabbetini biraz yersiz buldum. “Maden” ve açık çay getiren çaycının kayınvaldesinin ölümünü beklemesi ve bunun orada açık edilmesi çok aceleye getirilmiş, çok yavan kalmış. Hatta çaycının cevabı (ki belli ki figuran) dağılıp gidiyor. Gerekli miydi?

SİGARA

Sigara içmek yavaş yavaş duman salmak. Bir kültür meselesi. Ancak filmde sigara içildiği anda ortamdakilerin VASIFSIZLIĞI gösterilmek isteniyor gibi. Sigara bir işaret görevi görmüş. (Bilinçli mi bilemedim) Bu yüzden her yerde gani gani sigara içildiği gibi küllükte izmaritlerden ağır tiryaki ipucunun verilmesi biraz kör göze parmak oluveriyor.

Oyunculardan rol icabı sigara içen de yok. Belli hepsi tiryaki. Zaten değillerse bile bu filmn sonunda olmuşlardır. Devlet dairesinde sigara içilir mi geyiğine girmiyorum. 11. kata camdan hırsız giriyorsa…

ÖDÜLLER

Bir de ödüller alan bu filmin biraz ödül endüstrisi üzerine oynaması. Yönetmenin bir röportajını okudum. Röportaj yapan çok kötü sorular sormuş. Diğer taraftan Sundance için senaryo danışmanı meselesi beni irite etti. Yapma, yaptıysan da söyleme. Filmde istediği zaman istediği yere tayinini aldıran adamdan farkın kalmamış yönetmencim.

Bu ödül toplamak için biraz da KURALINA GÖRE OYNAMAK beni biraz şaşırttı aslında.

Hah öyle değil mi? Orasını bilmem o röportajda bana aktarılan bu. Eğer yanlış bir intibam varsa yönetmen o röportajı düzelttirebilir.

Ben filmde yeni akım Romanya esintisi alamadım. Alan varsa eyvallah.

Ben Kiyarüstemi severim. Neden mi? Yazdım işte.

Albüm aldığı ödülleri hak eden bence güzel film ama gerçekliğin öne çıkması gereken bazı tarafları eksik. Örneğin Pınar’ın endişeli teleferik yolculuğu çok iyi. Filmin sonunda dağ yolunda tozu dumana katarak uzaklaşmak…

Evlatlık aldıklarını komiserin görmesini haber verirken ki kavgalarını Cüneyt uyurken yapmak da güzel.

İşte karakolda sabahlamışken işgüzar polis memurunun kendisine gerekmeyen bilgileri deşmesi sırasında Cüneyt’in tepkisi bu denli soğukkanlı olmamalıydı.

Hırsızın 11. kattan düşmesi meselesi daha bir gizemli hale getirilmeliydi. Yani gerçekten hırsız ile muhatap olup olmadığı konusunda gel gitler yaşamalıydık.

Pınar’ın çocuğa iyi annelik edip etmediği seyirciye biraz da endişe ve korkuyla gösterilmeliydi. Örneğin TV seyrederken çocuğun başına bir şey gelecek korkusu yaşamalıydı seyirci. Son sahnede ellerinde bebekle o azgın şelalenin aktığı suda yürürken duyduğumuz endişe gibi.

SEN KİMSİN Kİ?

Bu arada diyebilirsiniz ki sen kimsin? Yönetmenin, senaryonun oyuncuların işine karışıyorsun.

Açıklayayım efendim kim olduğumu.

Ben filmi dikkatli seyreden ve blogunda eleştirisini yapan biriyim.

O kadar.

--

--

Ahmet Turan Köksal
Ayasofya

İstanbul. Dr. Mimar. YTÜ. Yarışmalarda ödül alır-almaz. Ustura, Tuhafiyedeki Hafiye, İnternet Sizden Korksun, Kimkorkar intenernetten kitap yazarı. ayasofya.com