Devamlı haklı olmak, haksızlık yaratır.

Ahmet Turan Köksal
Ayasofya
Published in
7 min readMay 22, 2023
İki kafadar…

Ali Koç (eğitimci olan) benim arkadaşımdır. Sinan Canan’ı ise kitaplarından ve yorumlarından tanırım. Ancak samimi olmak gerekirse Sinan Bey’in söylediği çoğu sözün karşısında, argümanlarım olduğu halde susmak durumunda kalıyorum. Zira karşımda o yok ama çoğu zaman “öhh yani o da öyle değil yahu” diyesim var bir türlü ulaşamayacak. Susuyorum. Hele hele dini konularda vardığı KESKİN sonuçlar beni çok şaşırtıyor. En son, felsefe kanalı olan Pelin Dilara Çolak’la ve yine Youtube’ta “Agnostiğim diye avazı çıktığı kadar ilan eden ve ettiği için de re’sen agnostik ol(a)mayan” Diamond Tema ile yaptığı söyleşide dini konularda söylediklerini duyunca tırnaklarımı yedim. Kültürel altyapının dini inanışı etkilediğinden filan… Şart mıdır? Değildir. Ayrı bir tartışma konusu.

Hele hele başka bir yerde ettiği “Boş zamanı olan, boş adamdır” aforizması beni derinden sarstı. Benin boş zamanım var. Yaratıyorum zira. Camigor.com ve merdivengor.com ve hatta mimarol.com en yenisi on yıldır yayında boş zaman yaratarak çıktı. Yani ben boş zaman yaratabilir ve onunla farklı işler yapabilirim. Yapıyorum da. Boş adam olup olmadığımı ben değil beni tanıyanların fikridir. Hatta bakın, boş zaman yarattım ki bu yazıyı yazabiliyorum. Yani boş zaman yaratırım bazen hiçbir şey yapmam. Düşünürüm. Kitap bile okumam. Sonra bir şey çıkar. Boş adamım galiba onlara göre. Neyse…

Kısaca hem Sinan Bey hem de beni engellemek için saniye düşünmeyen Dücane Cündioğlu’nda tam tanımı yapamadığım kıvamlı bir özgüvenle terbiyelenmiş oldukça “yavan” bir hal var. Olumlu olmadığına eminim. Çok da uğraştım olumlu olsun diye ama değil. Kısaca çok benzetiyorum ikisini.

Neyse Ali Koç ile Sinan Canan eğitim temelli programlar yapıyorlar. Sanırım ismi “Yeni köye eski adet.” Seçtikleri konularda vurucu detaylarla bilgi veriyorlar. Her türlü eleştiriyorlar hem de istisnasız her şeyi. Ortak yanları ise hep haklı çıkmaları. Şimdi haksız olsalar nasıl eleştirecekler diyebilirsiniz. Haklı eleştirileri var ki dinleniyor ve önem gösteriliyor diyeceksiniz.

Değil.

Bu kadar haklı olmak da anlamsız. Yapılanı değersiz kılıyor.

1- Demek ki seçtikleri konular oldukça bilindik ve herkesin kabul ettiği şeyler. Onu geçtim herkes hemfikir. Buna rağmen bu yanlışlar devamlı konu edilip, her bölümde suçluları yakalayıp kodese tıkan dizi kahramanları gibi oluyorlar.

2- Tabiri tabii ki caiz. Herkes yalandan eşek oluyor yani. Çocukları yarış atı gibi çoktan seçmeli sınavlara sokmayalım bazlı bir yaklaşıma herkes olumlu bakarken, bu rpgramın saniyesini kaçırmayan veliler, hala çocuklarını sınava hazırlamak için birbirlerini yiyor. Özel dersler, kurslar ve paralı olduğu halde parayla hazırlanılan okullara girmek için delirenler. En çok onlar bu ikiliyi dinliyor ve hak veriyorlar ama aynı haltı yiyorlar.

3- İki kafadarın önerdiklerini yapmak gerekecekse, çocuğun kesinlikle örgün eğitim sarmalına girmemesi gerek. Sistemin bozukluğu ortada. Hala çocuğun okula devam etmesi söylenenlere zıt davranmak. Erkin koray gibi yapmak gerek.

4- O kadar haklılar ki, karşı taraf sağırlaşıyor. O kadar haklılar ki dedikleri zaten ortada. Herkes hem fikir. Herkes sonu belli bir film gibi seyrediyor. Sonu belli olduğu halde seyredilmeye devam edilen şey nedir. Azıcık pornografi. (Umarım yanlış anlamazlar)

5- Peki eğitimdeki bozuk gidişatı düzeltmek, hale yola koymak. Her ikisini de Milli Eğitim Bakanı yapsak ya da danışmanı… Öyle haklı haklı konuşunca bir sonuca varılamıyor aslında. Kimsenin işine gelmiyor aslında düzeltmek.

6- Eğitimde düzelme çok uzun süreceği gibi başka temel meseleleri çözmeden de mümkün olamaz. Yani fırsat eşitliği yani sosyal dengeyi sağlamadan, sosyal eğitim de sağlanamaz, programlarda belirtilen yanlışlar da ortadan kalkamaz.

7- Kişisel gelişim kitapları okuyanlar nasıl otomatikman süper kişiler olamadığı gibi eğitim sarmalında hırsla geri kalmamak isteyenler ayrıca ileriye de gidemezler. Hem Ali hem de Sinan Canan bunu çok iyi biliyorlar. Veliler onların tespitlerine bayılırlar ve hatta her dediklerine katılırlar program kaçırmazlar ama yine bildiklerini okurlar.

Maddeleri daha da uzatırım ama Canan ve Koç kadar haklı olsam rahatsız olurdum. O yüzden mimari program da yapmam yapamam. Çocuğunun eğitimine takılmış (Finlandiya eğitim sistemine de hayran. Montesorri, Drama, STEM filan hepsini yalamış yurmuş) diyen ebeveynler “Dinlemesek de olmaz” diyor ve dinliyor ben de içimden şaşkınlık cümleleri kuruyorum.

Söz, bu eleştiri yazısını yazıp daha dinlemeyeceğim. Onlar devam ederlerse etsinler. Herkes mutlu olacaktır.

Eleştiri kelimesi burada “kritisizm” kapsamında anlaşılmalıdır. “Krit” kökü Yunanca “ayırt etme” demek. Ona göre.

Bir programda “…babanın çocukla ilişkisinin iyi olması gerektiği”nden filan bahsettiler. Kim titiraz edebilir. Ama iyi de dedikleri kadar da iyi olması gerekmiyor. Yani baba arada sırada eline sopayı alsın demiyorum haşa. Gereğinden iyi ve otoritesi zımparalanmış bir babanın, çocuğun (hele hele erkekse) Freudyen yönden ya da değil bir şekilde “babayı öldürmesi” gerekir. Öbür türlü hep şikâyet ettikleri helikopter ebeveyn yaklaştırırlar onları. Hiç buradan düşündünüz mü?

Eğitim kişiye özel bir meseledir. Doğruları yanlışları bir bir sıralanamaz. Programlarda söylenen şeyler %100 haklı olunsa bile her çocukta aynı olumlu etkiyi göstermez. Kısaca her ikisini de biraz itidale davet ediyorum. Biraz sakin. Sinan Canan bu uyarımı pek dinlemeyebilir (öyle bir hali var) ama Ali dikkate alabilir. Hoş birkaç kez dedim çok ciddiye almış gibi değildi. Neyse…

En son 10.000 saat kuralından bahsettiler. Gugıllayınca “Malcolm Gladwell’e göre; temel olarak bir konuda uzman olabilmek için toplamda 10 bin saat o konu üzerinde çalışılması gerekmektedir.” Özlü sözü karşımıza çıkıyor. Onlar da bu teorinin bir ufak araştırmada konu edildiği için kabul gördüğünü (satın alındığını) ve sonra millette kalıcı etki bıraktığını söylüyorlar. Aynen Beynimizin sadece %5’ini (bazı yerlerde %15) kullandığımız övgüsü gibi. Aslında hepimizin bir dahi olduğunu anlatan bu şehir efsanesi hoşumuza gidiyor ki yanlışlandığı halde çok popüler.

Gelelim kurala. Sinan Bey’in kitaplarında da geçiyordu (ülke değiştirirken çoğu kitabımı hibe ettim bende yok artık) ama asıl şu videoda bahsediyor.

https://www.youtube.com/watch?v=62o5OCJ7Iqc

Çok önemli olmasa bile videoda haftada bir saat örneği veriyor. Yılda 52 hafta var. Bin saat için 20 yıl ve 10.000 saat için 200 yıl gerek. Haftada 10 saat ile 20 yıl gerekiyor. Haftada 45 saat (işçi çalışma süresi) 4.5 yıl gerekiyor. Aslında olay saat sayısı değil. Bunu diyorlar eleştirilerinde. Hatta Sinan Canan çok daha keskin şekilde yeteneği toplam başarıda yüzdeye vuruyor. Yüzdeyi çok düşürüyor. Haydaaa vur beynine kazmayı…

Ha bir de sanatçı ve usta meselesinden dem vuruyor. Sanat ve zanaat ayrımını Nurullah Ataç filan 1950’lerde yapardı. Aynı şey yine moda oldu haberimiz yok.

Sanat denen şey tariflenebilir mi ben ondan bile şüpheliyen. Bir şeyi çok yapmanın (tekrarlamanın) motor bölge güçlenmesini sağladığından bahsediyor. Ben Nörolog değilim. Binlerce saat hat çalışan birinin bir hat çekmesiyle benimkisi bir olacak değil. Ancak ben biri işi binlerce saat yapmaktan SIKILIRIM. (Bir programları da sıkılmak iyidir diyordu aslında. Aynı şey değil ama program sayısı arttıkça görüyoruz ki tutarlılık da elden gidiyor. Yani bu ikilinin kafası da karışıyor bazen)

Bir şeyi devamlı yapmanın ciddi bir zararı olduğunu düşünüyorum. Bu usta olmakla alakasız bir mesele.

Bir iş çıkması için

Tutku/sevgi

imkan,

yetenek,

sabır(zaman yani 10.000 saat)

ve ar-ge özelliğin (Kaizen de dahil buna)

içeren bir bütün sağlanmalı bana göre. “Tutku” meselesinde aslında Sinan Bey’in çok hoş bir anekdotu var.

Neyse 34. Bölüm şurada https://www.youtube.com/watch?v=z2LPxab5VAI&list=PLvVa7OTF7eMc7CW3Zf-LSh2cJJ66WBh8-&index=33

Program Einstein’in Dünyanın en zeki insanı olup olmadığı konusunda bir araştırma olmadığından bahisle başlıyor. Öyle bir araştırma Einstein değil aslında kimse için yok. Einstein dünyanın en zeki kişisi de değil zaten ama Dünyanın belki de en özel beyni diyebiliriz. 1905’te uzay zaman modelini çıkartabilmek ve bir de bunu makalelerle kanıtlayabilmek zeki birinin işi değil. Özel bir düşünebilme yeteneği olsan birinin işi. Zekilik demeyelim de yetenek diyelim.

Yetenek denen kavramı ayaklar altına almak da moda oldu. Yapmayın. Doğuştan görmediği ve tıbbi olarak beyindeki görsel korteksin çalışmadığı kanıtlandığı halde bir Türk, Eşref Armağan var mesela. Yetenek timsalidir kendisi. Bu kişide de yeteneğin var olmadığını söylemek (yeteneği sayesinde gözle değil elle görebildiğini kabul etmemek) hem yanlış hem de haksızlık olur.

Vikipedi: Eşref Armağan (d. 1953, İstanbul) doğuştan görme engelli Türk ressamdır. Yaşamı boyunca görmediği nesnelerin maket modellerine parmak uçlarıyla dokunarak onları başarıyla resmedebilmiştir. ‘The Colors of Darkness’ isimli ödüllü belgesele konu olmuştur. Ayrıca Real Super Humans isimli belgeselde de aynı şekilde kendisinden ayrıntılı bir biçimde bahsedilmektedir. Hiç görmediği nesneleri dokunduktan sonra resmedebilme yeteneği nedeniyle Harvard Üniversitesi nöroloji bilim dalından profesörler kendisinin beyin fonksiyonlarını incelemiş, bunun sonucunda Eşref Armağan’ın bir nesneye dokunduğunda beynindeki görülen cisimlerin algılanması ile ilgili bölümün harekete geçtiğine şahit olmuşlardır. Hakkında ünlü İngiliz bilim dergisi ‘New Scientist’te makale yayınlanan Armağan yaşamını Ankara’da kendisi gibi görme engelli eşiyle beraber sürdürmektedir.

Kısaca yetenek denklemdeki en önemli husus sayılabilir. Zira yetenek “tutku ve sevgi”yi ortaya çıkardır. Sabrı ve zamanı ayırmayı sağlar. İmkân yoksa belki verilmesini sağlar. Ar-ge de mantıkla beraber ortaya çıkar. Kısacası yetenek bir motorun yağlanmasını ve yakıtla çalışmasını sağlayan bir bileşendir. O motor yağ ve yakıt olmadan bir işe yaramaz. Milyonlarca dolarlık çelik üretim tesisi bu özelliğiyle benzinsiz elektriksiz ve yağsız motor üretemez.

10.000 saat kuralında denklemde ve eksikse, kişide o işe karşı obsesyon olmadığı sürece iş çıkmaz. Ekipmansız bilmem kaç metreye dalan okyanustaki ada yerlilerinden yeteneksiz olanları (vücut yapısı da bir yetenek sağlayıcıdır) doğal seleksiyonla elenmiş olabilir.

Evrimin mantıklı bir yapısı olduğunu düşünen nadir cesur Müslümanlardan olan Sinan Bey de buna katılacaktır.

Neyse son sözüm şudur. E=mc2 formülünde (ayakkabı bağlayabildiği tartışmalı Einsten’in basit çözümü) “c” sabit. “E” artınca “m” de artmalı. Ya da tam tersi.

İŞ = Tutku x yetenek x imkân x sabır x ar-ge özelliği x 10.000 saat

Formül bu. İş sabitse (istenen neyse artık) diğerlerini arttırırsınız 10.000 saat düşer. Şimdi iki kafadar da bunu diyor zaten diyenleriniz olacaktır.

Öyle ama bunu 10.000 saat yapayım çalışayım, 8.000 bitti şimdi 2.000 daha zorlarsam bu işi kotarırım diye işe girişenler zaten hiçbir zaman istediklerine ulaşamazlar ki. Yani Simyaya ömrünü vermiş olanlar vardır ama kimya bilimini geliştirmişlerdir. Sonuç altın olamamıştır. Yani 10.000 saat bir işe yaramamış. Saatleti tek tek sayanlar da diğer konulardan bihaber olacaklardır, işi ortaya koyamazlar.

Yani tavuk da yumurtadan değil, yumurta da tavuktan değil.

Sözün özü şu. Birileri 10.000 saat sayıyor diye eleştirmek kolay yol. Ben işte bu şekilde iki kafadarın KOLAYCA HAKLI olmalarından rahatsızım. Ne yazık her programı da bunun için dinleyemedim.

Haklı olmak yana bir de çok keskin tabirlerden geri durmuyorlar. Çok çok çok tehlikeli. Ben endişe duyarım biraz. Örneğin Sanattan ve ustalıktan filan ayırmaktan bahsediliyor.

Bu bir fotoğraf değil

Bakın bu bir ressamın elinde çıkmış bir tablo. Buna hipergerçeklik deniyor. Doğadaki doğal ışıkla dahi elde edilemeyecek kadar gerçek ve DOĞRU. Fotoğraftan daha doğru yani. Şimdi bunu yapan ressamın iki kafadarın yaklaşımı ile 10.000 saat kuralını da dikkate alıp almasa bile “yetenek” için denklemde yüksek bir değere sahip olması lazım. Yetenek faktörüne düşük yüzde vermeleri anlamlı mı? Değil.

Zira bu sanat eserinde gösteren ve gösterilen doğayı kopyalamak değil tam tersi doğayı, fotoğrafı alt etmek.

O yüzden yetenek önemsizdir diyenin muhakemede bulunması, yorumlaması ve sonra devamlı haklı çıkmasını men etmek gerekir.

Biraz sakin olsalar keşke diyeceğim de bana ne oluyor.

Alan memnun satan memnun…

--

--

Ahmet Turan Köksal
Ayasofya

İstanbul. Dr. Mimar. YTÜ. Yarışmalarda ödül alır-almaz. Ustura, Tuhafiyedeki Hafiye, İnternet Sizden Korksun, Kimkorkar intenernetten kitap yazarı. ayasofya.com