Hindistan’ı anlamak -5-

Ahmet Turan Köksal
Ayasofya
Published in
5 min readAug 23, 2016

Önce -4- no’lu yazıyı buradan https://medium.com/ayasofya/hindistan%C4%B1-anlamak-4-37025f32cb7d okuyun öyle geliniz.

İşbu makale ilk Arkitera.com’da tefrika edilmiştir.

Çocuğa para verdik ama kolay taksi bulamadık. Taksici ortalıkta tek taksinin o olduğunu bildiğinden taksimetreyi kabul etmedi. Pazarlık ettik yine de taksimetreyi açtı (denetleyen görevliler içim olsa gerek) 62 Rupee tuttu ama 200 Rupee’ye anlaştığımızdan bayıldık tüm parayı ve böylece College Square’da indik. Her taraf kitap kitap kitap. Bir kitapsever olarak çok mutlu oldum. Kitapların %90'ı İngilizce. Bunların da %90'ı İngilizce gramer kitabı. Geri kalanı da İngiliz Edebiyatı. Mimari kitap var mı diye sordum. Yok dediler. Son gün New Market’in orada daha güzel kitapçılar bulacağız.
Mahatma Gandhi Caddesi’nde yürümeye başladık. Çok garip dükkânlar var. Kitapçılar yavaş yavaş alüminyumculara, demircilere döndü. Sonra yemekçiler. Ardından çay satanlar. Bir ara film satanlar. Dvd gibi şeyler. (Ahlaka mugayir film satanlar yoktu. Hindistan’da seks satılan bir şey değil gibi.) Arkasından fülüt yapanlar, sonra müzisyenler. Kalkuta Band var. Orada trombon deneyen bir sanatçıyı gördük. Güzel çalıyordu. Değişe değişe devam ediyor dükkanlar. Ama yanı işi yapanlar hep yanyana. Yolda ham Hindistan cevizi satan birini gördük. Tek sokakta beslenme tecrübemiz bu oldu. Elindeki pek temiz olmasa bile oldukça kesin palayla sadece birkaç kesikle hindistancevizinin üstünü uçuruyor. Ufacık delikten ufak bir pipet ile suyunu içiyoruz. Oldukça güzel. Sonra içindeki sıvı bitince, adama geri veriyoruz. Anında dörde bölüyor yine Hindistan cevizinin bir parçasını bıçak yapıp (eliyle meyveye hiç dokunmuyor çok becerikli ve hoş) meyveyi bize veriyor. Kıtır kıtır yiyorsun. Tayland’ta ya da böyle tropik yerlere gelmiş olanlar bilir.

Mahatma Gandhi Caddesi üzerinde bir binanın tadil edildiğini gördük. İskele beni benden aldı.

İskele bile sanatsal yahu.

Halkı bilinçlendirmek için örneğin motor kullanırken kask takın derken, kırılmış bir yumurta görseli kullananlar ve bazen de çocuk önde baba arkada motor kullanırken görsel koyup arkasından çocuğa da kask alın diyen afişler var. Bir motora üç kişinin binmesi normal ama kask takmamazlık olmazk. Garip yahu.

Diğer yandan en sevdiğim uyarı levhaları elektrik trafolarının altlarındakilerdi.

Trafolarla banyo yapmayın mı diyor, açık telleri kovaya sokmayın mı diyor bilmiyoruz bu afiş.

Artık kokulardan kokulara savrulmak, korkuluklara bağlı keçilerin boncuklarına basmadan atlamak filan derken, arkamdan biri İngilizce bir şeyler diyor. Anladım yapışan bir adam. Hiç duymuyorum keza duymayın işiniz varmış ve gideceğiniz yeri zaten çok iyi biliyormuş gibi davranın. Sultanahmet’te de turiste yapışırlar, biliriz. Hoş değil ama bizde de olabilir. Burada sefalet var, yapışan daha çok olacaktır, normaldir diyemiyorum. Çünkü arkadan yaklaşıp (keza yürüme yolu çok daralmıştı, ekip olarak tek sıra halinde arka arkaya yürüyorduk) elimi okşamaya başladı. Bir değil iki değil. Artık abartınca durdum, herifi bir korkuttum. Bazen kilolu olmanın faydaları da var. Anadolu tipi göbeğe sahip bana göre tüy sıklet ve cinsi eğilimi bir türlü anlaşılamayan, küpeli sırıtkan bir tip var karşımdaı. Tepkim sonrası elini uzattı, elimi sıkmak istemiş gibi. “Dokunma bana. Eğer dokunursan fena olur” deyince. Uzaklaştı. Yolu tıkadım 3–4 saniye. Bu tatsız olayı ekibe açık etmedim pek. İrite olmasınlar.

Artık gittikçe darlaşan kaldırım yürünmez hale geliyor ve mecburen Mahatma Gandhi caddesinde araçların geçmesi gereken yoldan yani caddenin üzerinden yürüyoruz. Herkes oradan yürüyor zaten. Arkamızdan önümüzden hamallar geçiyor. Korna sesleri artık tam kulağımızda. O anda yüzünde garip bir hal, sapsarı bir kadın ve bir adam görüyorum. Namaste diyerek ellerimi birleştirdim adamın önüne geçerek “Gördün mü buraları anladın mı” der gibi selam veriyorum. Gülüyor ve tabii biz de gülüyoruz.

O turistler de bizim gibi hiç kimseye sormadan, kendilerini Kalküta’nın tam ortasına atarlarsa olacağı budur. Aslında organizasyonu yapan enstitü istesek bizi klimalı araçlarla gezdirir. Buralara da sokmaz. Aynı konferansa gelenleri Dalhuis Meydanı, oradaki kırmızı binayı (Yazarlar evi), Botanik bahçesi ve Tac Mahal’den kopya Victoria Anıtı’na götürdü. Oraları rahat rahat dolaşıp “İyi gezdik valla” diyebilirdik. Biz azıcık kaybolmayı ve kimse müdahil olmadan gerçek mekânları görmeye çalıştık. Bundan dolayı da ayrıca pişman değiliz.

Bir ara caddenin kenarında kızgın kum içinde mısır patlatan satıcıları gördük. Aslında yiyebilirdik de. Kızgın kumda pislik de olmaz. Olsa ne olur ayrıca. Tam arkadaşıma “Aaa yiyelim mi” derken 40 santim yanında mermi satan bir dükkan gördük. Yılbaşı süsü mü diye baktım. Ya da oyuncak mı? Yok bayağı mermi. Kuru-sıkı olabilir ama mermi yahu. İçeride daha patlayıcı şeyler daha var. Hemen yakınında tüp var, kum ısıtılıyor. Hızlıca uzaklaştık.
Sonunda ünlü Howrah köprüsüne geldik. 1937 yılında yapılmış. Pek bir övüyorlar. Yaya yolu da var. Estetikten yoksun ama o zamanda neredeyse Boğaziçi kadar bir açıklığı geçmek oldukça önemli. Soba boyası derler ya öyle yaldızlı boyayla boyanmış. Yaya girişinde kocaman bir yazı var. “Köprüde tükürmek yasaktır” diyor birkaç dilde ve lehçede. Bu konuda çok katılar ki gerçekten tüküren yok. Hindistan’da herkes devamlı tükürüyor. Niye bu kadar çok tükürüyorlar bilmiyorum. Aralık başında gittiğimiz halde 28 derece sıcakta köprüdeki esinti güzel geldi.

Yeme içmeden bahsettik. Acı sevmeyen ben için sabah erkenden kahvaltı salonunda kesif bir baharat kokusuyla karşılaşmak üzücü oldu. Büskivi almam iyi olmuş. Çaylar sallama, kahvede iş yok. Pilav yanına körili tavuk yenebilir ama pilav ne kadar tatsız tutsuzsa, öyle bilmeden üzerine koyduğunuz sos da onu yenmez kılacak kadar güçlü olabiliyor.

Herkes eliyle yiyor. Tamam. Yadırgamıyoruz da elle yerken ne kadar çok mıncıklarlarsa o kadar iyi diye bir durum var herhalde. Pilavı 7–8 kere elleri ile top top yapmadan ağza atmıyorlar. Eh pilav sulu olmuş sostan top bile yapamazlar ki. Sanırım sosu pirince iyice yedirme gayretindeler. Sadece sokakta, ayakta değil masada da elle yiyorlar. Artık yadırgamıyoruz normal karşılıyoruz da, normal olmayan o elle su bardağını da tutmaları. İşte bu olmadı.

Balık çıkınca sevindik ama balığın üstünü Kaleterasit ile sıvamış gibiler. O da olmadı, yenemedi. Dış cephe sıvası olmazsa balığın hacminden çok hardalla sıvıyorlar balık etini. Şöyle adam gibi “soslanmamış” bir balık yiyemedik. Sütlü tatlı ve yoğurt türevlerini denemedik bile. Tehlikeli olabilir. Suyu kapalı içmeye özen gösterdik ama bazen mümkün olmadı tabii. Bardaktaki suyu bitirince dipte kum tanelerini görmek üzücü tabii. Ne yapalım çok kurcalamamak lazım.

Tatlı derken Kemalpaşa tatlısı gibi bir tatlı var. Çok benziyor. Fakat daha katı ve sert ve şerbeti ayrıca temiz olsun diye deterjan katılmış gibi garip bir tada sahip. İsmini “Indra Gandhi tatlısı” olarak değiştirdik ama sırrımızı kimseye demedik.

Hindistan’da UFO gördük dersek, “Bir o kalmıştı görmediğiniz” diye dalga geçersiniz. UFO görmedik ama isimlendirdik. “Undefined Food Object” olarak açılımını yapabiliriz. Bazı yemekleri görüntüsünden tanımlayamayabiliyoruz bile. O kadar yabancıyız.

Sonuçta, akademik bir bildiri vereceğimiz için ve bize söylenen zamanda kürsüde olmak gerektiğinden, motoru bozmayı bırak, teklemesi durumunda bile rezil olacağımız için yediklerimizde çok çok çok dikkat ettik.

Her şey baharatlı. Yani markette süt gördüm o bile baharatlı (Ayran değil süt)
Korktum ki adına bakarak, benzin ve mazotu da mı baharatlı seviyorlar.

Bu arada herhangi bir lokanta ya da dükkânda şöyle yazabiliyor. “Rights of admission reserved” yani istediğim adamı dükkânıma alırım, istediğimi almam. Alt sınıftan biri geldi mi içeri almama hakları var yani. Burada alt sınıf üst sınıf hala ciddi bir şekilde etkisini gösteriyor. Gördüğüm bir mağazada çaktırmadan çektim resmini.

Cep telefonuyla gizli gizli çekilmiş hoş olmayan bir uyarı.

(Devamı şurada https://medium.com/ayasofya/hindistan%C4%B1-anlamak-6-53f45bcd9cff Takip ediniz, istirham ederim)

--

--

Ahmet Turan Köksal
Ayasofya

İstanbul. Dr. Mimar. YTÜ. Yarışmalarda ödül alır-almaz. Ustura, Tuhafiyedeki Hafiye, İnternet Sizden Korksun, Kimkorkar intenernetten kitap yazarı. ayasofya.com