Kutum

Ahmet Turan Köksal
Ayasofya
Published in
7 min readApr 27, 2020

Kutumun içinde,

Bir ustura ama Şam çeliğinden yani farklı karbon değerlerine sahip, farklı sertlikteki çelik parçalarını üst üste koyuyorlar ve ocakta kor haline getiriyorlar, sonra onu dövüyorlar. Dövülen parçalar ısınınca birbirine kaynıyor ve daha da dövülünce uzun bir çubuk (lama) haline geliyor. Sonra
onu yeniden ufak parçalar halinde kesip, yeniden üst üste getirip yeniden ocağa sokup kızdırıp, aynı şekilde yeniden uzun bir lama haline getirmek için dövüyorlar. Bu işlemler biteviye tekrarlanıyor. Tahin ile pekmezi karıştırıp ortaya çıkan farklı renkteki karışımları bir daha karıştırmak gibi.

Basitçe Şam Çeliği yapım aşamaları

Şam çeliğinden söz konusu usturamın sapı inek boynuzudan yapılma olduğu için kutuda çok durursa kokar, bu yüzden arada bir havalandırılmalı ve diğer objelerin de gerektirdiği hatırayı yad etmek gerekir, sanki onu hatırlatır bu kokutmama sorumluluğu,

Usturamın sapı süslü.

ki ustura dışında birkaç değerli saatim; örneğin, kadranındaki sayılarından kolaylıkla anlaşılacağı üzere yani “5” sayısı bildiğin “0” olarak yazılmış, kim bilir hangi Osmanlı Beyinin, zamanı anlayıp, onu idareli kullanmasına hizmet etmiş, minesinin kenarında, meçhul bir zamanda yere düştüğünde, rastlantıyla oluşmuş ve bir ressamın dikkatlice sanatını konuşturduğu fırça darbesi gibi, kılcal olduğu kadar tek parça ve yıllar geçtikçe koyulaşan çatlağı mevcut, arkadaki kapağının açılmasıyla ortaya çıkan deliğeyse saatin zincirine zapt edilmiş kurma kolu takılmalı ve onun dişisine kavuşmuş bir centilmen gibi gizli marifetle kurması gereken, el emeği göz nuru ile yontulmuş kösteği dikkate şayan, tombul denecek kadar yuvarlak kesitli gövdeye sahip, altın kaplama olduğu ne kadar barizse yorgunluğu da o kadar tescilli cep saatim,

yanında 1970’lerin başında on altı yaşına girdiği için Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği tabiyesindeki, Elena isimli küçükhanıma alındığı belli olsun diye, arkasına bu kibar saati hediye eden babasının da ismi kazınmış “yaprak” cep saatim,

Ebay’den sabahın üçünde biten heyecanlı bir açık arttırmayla kazandığım, saf gümüş ve mağrur Omega marka saatim ki bu saat oldukça nadirdir ve çil kondisyondadır,

bunlardan gayrı, kurulduğunda ortalığı yıkan tiktaklarla, tam üç gün boyunca geri kalmadan çalışan ve bulunduğu odada çıkardığı ritmik olduğu kadar sinir bozucu sesle kimseyi uyutmayan, büyük gövdeli, tek aynalı makineye sahip, fotoğrafçıların küçük bulduğu, yaklaşık Canon EF 50mm f/1.4 USM portre lensinin büyüklüğünde, silindirik formda, alüminyum kasaya sahip, Ukrayna’dan gelmiş ve bir Sovyet tankından çıkartıldığı iddiasına, yan cenahında kazınmış seri numarası ve ait olduğu tankın bölüğünün flamasını gördüğüm andan itibaren, tüm gönlümle kani olduğum, siyah kadranlı “Mübarek” bir saat

ve saatlerden başka Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelerinin, antensiz olanının terasına, yıkılmadan sadece doksan bir gün önce çıktığımı belgeleyen, on altı dolarlık turist bileti,

Tayland’ın Phuket sahiline 55 deniz mili uzaklıkta, üzerinde baraka dahi olmayan, nispeten ıssız bir adaya, her biri 250 beygirlik çift motoru olan bir sürat teknesi ile vardıktan sonra, bembeyaz ve toz kumla kaplı sahilde Modacı Zeki Triko’nun mayo defilesine rastlasam da gözlerim bayram etse diye yersiz umutlarla doluyken, tesadüfen, gözleri alacak kadar mavi ve berrak okyanusta gördüğüm ve hemen sahiplendiğim, sanki Times New Roman fontuna bakarak yontulmuş gibi şaşılacak kadar düzgün ve oranlı ismimin baş harfi “A” şeklindeki doğal mercan parça,

yine internetten başka bir artırmadan aldığım ve acıtacak kadar bir
meblağ vererek sahip olduğum, Çanakkale Savaşı gazi madalyası hem de subaylara ihsan edilenlerden,

bir arkadaşımın dayısının ki kendisinin kıskanılacak kadar yüksek zekâsıyla Türkiye’nin en iyi mühendislerinden biri sayıldığını belirteyim, yengeyi kaybettikten sonra ilerlemiş yaşın da getirdiği etkiler yüzünden akli melekelerinde eksilme olduğunu ve Florya’daki milyon dolarlık deniz manzaralı evini çer çöple doldurduğunu ve ancak onun vefatından sonra eve girebildiğimizde attığımız dolu dolu üç kamyon eşya arasındaki, dört adet, artık çalıştırılması neredeyse imkânsız, siyah beyaz televizyonun bir tanesinin getirttiğim ve kasası çerçöp eşya ile tamamen dolan üçüncü AS250 kamyonetin arkasına atılmak üzere taşınırken, arka kapamasının, yalama olan vidalarının kendiliğinden çıkmasıyla yere düşen sert siyah plastik dış kapağın iç tarafına, ince naylon iple bağlanmak suretiyle raptedilerek ustaca gizlenmiş eski bir metronomun, ritmik salınımlar yaparak ses çıkartan çubuğunun, oksitlenmiş pirinç alt parçası,

Londra’dan gelme değersiz taşlı ama el işçiliği övülmeye değer, kim bilir hangi hanımefendinin güzel göğsünün dekoltesini kapatırken, çok ustaca konumlandırılıp iğnelendiği için yine de etrafta merak uyandırmaya yaramış
ve bu yüzden kenarları az biraz kararmış gümüş ayna önünde fazlaca zaman geçirmesine sebep, bana göre gösterişli ama zevceme göre “çok eski tarz canım” sayıldığından ve yarım ağız “kullanırım” dediği halde hiçbir
zaman kullanmayı düşünmediği bir broş,

tedavülde çok fazla kaldığından aşınmış ve kararmış, diş macunu ile silinmiş yine kararmış, sonra yine silinmiş, sonra yine kararmış, sonra üşenildiğinden daha silinmemiş böylece doğal haliyle bırakılan, Hicri 1293’te hem de 1293/1 emisyonu ve RRRR nadirliğinde olduğundanederi 1600 Dolarlara kadar çıkan, Kostantiniye’de darp edildiği bilinen, II. Abdülhamit tuğralı gümüş on
kuruşun, sadece hatıra parası olarak kalmasın, ayrıca mektup açacağı olarak kullanımı imkân dâhilinde olsun diye üzerindeki damgadan 925 ayar saflıkta gümüş olduğu anlaşılan sivri ve yassı bir ek parçayla gümüş
kaynakla kaynatılması ile meydana getirilerek artık fonksiyon değiştirmiş kibar gümgümüş obje,

rahmetli babamdan kalan iğnesi kırılmış ama koyu kan kırmızısı renkli, işlemeli ayı ve minesi temiz kalmış, Sivas Kızılay Binası’nın yapımındaki fedakarlıkları dikkate alınacak verilmiş Kızılay daimi onursal üyesi rozeti, babamın profesyonel futbol hakemi olduğuna dair belge,

Birinci Dünya Savaşı’nın bittiğini haber veren, kan portakalı renkli yani şaşırtıcı derecede koyu kâğıda basılmış Bulgarca gazete,

koleksiyonumun en değerli mekanik parçası, ismi Kurt olan Linçestayn Yahudisi ama seküler cemaatine mensup mekanik ustasının, esaret altında yapacağı ar-ge çalışmalarının meyvesi, mastırpiiz sayılacak bir prototipinin, Führer’e Nazi Ordularının fırtına gibi Moskova’ya girdiğinde hediye edilmesi için, toplu Yahudi tutuklanmalarında yakalanıp, çalışma kamplarına gönderilecekken, mekanik hesap makineleri hakkında derin bilgisi ve karşı konulmaz bir merakı olan bir Alman subayının dikkatiyle, hususi olarak topluluktan ve ailesinden ayrı bir garnizonda günlerce tutulup, Enigma ile kriptolanmış şifrelerle, SS yönetimiyle defalarca yapılan yazışmalar sonucu, toplama kampı yerine özel bir atölyeye kapatılması kararının, kayıtlara geçtiği zamandan, İkinci Dünya Savaşı’nın bittiğine delalet en önemli gösterge sayılan, Magda Goebbels’in, Hitler’in vasiyeti üzerine sadece bir günlüğüne Üçüncü Reich’ın Şansölyeliğini yapan kocası ile karar verip, sapsarı saçlı, ari ırkın tüm özelliklerini taşıyan altı tane yavrusuna, kendi elleriyle siyanür
karıştırıp içirdiği, iyi geceler sütü sayesinde, “Dünyanın en soğukkanlı evlat katili anne” unvanını kazanması sonrası aynı ruhsuz ifadeyle intihar ettiğinin, sığınağı ele geçiren Rus Askerlerinin teyit etmesine kadar olan sürede, hapis tutulup çalıştırıldığı, dört metrekarelik atölyemsi hücresinde prototipini yaptığı, hayattaki tüm akrabalarını toplama kamplarında yitirdiğinden habersiz, işkence gibi geçen dört buçuk yıllık esaretten kurtulduktan sonra ülkesinde kurduğu imalathanesinde, elindeki bu prototipten sadece iki parti seri üretime geçirdiği, dünyanın en küçük ama Ukrayna’dan gelme tanktan sökülme kurmalı silindirik saatimden az biraz büyük ve çivisi çıkmış bu dünyanın belki de evrenin en başarılı mekanik hesap makinesi olan Curta II,

yine velinimetim yani babamın masif meşeden yani bir ahşap kütükten oyarak yaptığı zincir ve yine ondan kalan Graphos marka aydıngere teknik resim çinilemeye yarayan kalem, bir adet çil halde Aristo marka sürgülü hesap cetveli,

eski tip çevirmeli kadran telefonların ahizelerinin kıçına takıldığında, ahize ile telefon makinesi arasındaki kıvrımlı kablonun dönerek dolaşmasını engelleyen pirinç zımbırtı,

özenle kullanılmış 1888 yapımı Thales marka, US.patent numarası üzerine kazınmış halde, pinwhell denilen kollu hesap makinesinin, elle yapılmış fasit
daire yedek parçası,

Kenya’dan ithal ve 1999’da bizzat New York’ta Downtown’da, hayatımda girdiğim ilk beş katlı kırtasiyeden aldığım cildi kalın kösele, sayfalarında işbu kutunun içerdiği eşyanın tafsilatlı listesi, özenle ve tabii pompalı haznesine ruby kırmızısı renkli Pelikan marka mürekkep konulmuş, iridyumdan
yapılma Alman malı ucu olan, gövdesiyse mavi, yeşil, kırmızı alacalı siyah renkli mine kaplı, Amerikan malı Monteverde marka bir dolmakalemle yazılmış, ufak boy, el yapımı not defteri, içine lavanta doldurulmuş fakat
artık kokusu kalmamış, annemin elcağızleriyle diktiği keseye bağlı nikâh şekerimiz,

Heybeliada’da 1907 yılında yapılmış ahşap Rum evinin içinde, hala çalışan ama haftada bir buzunun çözülmesi gereken, 1948 üretimi Westinghouse’un, açık bej renkli saman kâğıdına kırmızı mürekkeple basılmış resimli kullanım
kılavuzu,

üzerinde markasından büyük “Made in West Germany” yazan parlak siyah portmin kalem,

ilk baskısı 1916 Eylül’de yapılmış cep boy kitabın Ekim 1916 tarihli ikinci baskısı, yazarı John Masefiled’in General Sir Ian Hamilton ve onun komutasındaki tüm askerlere adadığı, Çanakkale Savaşı’nı tafsilatlı ve
haritalı izah eden, el yazısı pek bir kötü olan Mrs Bringham tarafından Xmas’ta, adı okunamayan birine, sevgiyle hediye edilmiş kitap,

dağılmış bir bezik takımdan kalan cam cilalı, ahşap tek marköz,

bak yine peder… babamın mezarına diktiğim bir gülfidanının gövdesinden çıkan dal parçasının budaksız on yedi santimlik parçasına kesik uç monte etmek suretiyle, kendi elimle yapmış sayıldığım kalem,

Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün ilk kez neşredildiği yıl olan 1959’da, Yeni İstanbul Gazetesi’nin tam 1700. Sayısında geçen söz konusu romanın
tefrikasının kupürü,

daha nişanlı bile değilken, zevcem olacak hanıma yazdığım mektubuma, ek olarak zarfa koyduğum, ofiste çalışır halimi, selfi niyetine çizdiğim bir eskizin dörde katlanmış hali,

Osaka’dan aldığım mürekkep haznesi kartuşlu, fırça hat kalemi,

Çavuşesku’nun “sıfır dış borç” politikasıyla övündüğü ama halkın o kadar fena halde olduğu Romanya’dan, artık aç kalmamak için İstanbul’a gelen ve amelelik yapmak zorunda kalan, neye canı sıkkın bilinmez, kazandığı paranın çoğunu harcayarak aldığı, Türkiye’de yeni piyasaya çıkmış koyu kayverengi plastik şişede litrelik bira tüketmeye sabah sekizde başlayan ve bu yüzden saat 11'de bile ayakta zor duran, aslında ülkesinde matematik öğretmeni olduğu halde bir şekilde şantiyedeki en dolandırıcı taşeronun yarım yövmiye ile işe aldığı, yerini hatırlamadığım ama yaptığım tasarımı çok iyi hatırladığım bir inşaatta, bir türlü istediğim şekilde duvarı kıramayan Ayhan Işık bıyıklı tüy siklet adama kızdığımda, bana Türkçe olarak sarf ettiği “Nasıl iş yapılacağını biliyorsan göster” cümlesini, sarfeder etmez hemen akabinde, benim anlamadığımı zannettiği, büyük bir marifetmiş gibi, diğer amelelerinden öğrendiği Kürtçe küfürle bezemesi üzerine, ettiği Kürtçe küfrü daniskasıyla iade edip “Öyle değil böyle kıracaksın, hah bak tam da işte böyle” derken sinirden “hıh, hıh” diye istemsiz sesler çıkartarak, ağır balyoz ile duvarı kırarken parmağımda takılı ve duvarın bir bölümün indirdikten sonra balyozun sapını çok sıkı tuttuğum için bir tarafından kırdığımı ancak fark ettiğim, Kadıköy’e gidildiğinde, hurda altın olarak tartılıp, ederinin bu sefer kapkalın muadilinin ancak yüzde onuna karşılık gelecek kısmının tahsil edilmesi için kuyumcuya verilmek üzere parçaları ufak bir zarfa konulmuş, incecik ve dörde parçalanmış, söz yüzüğüm de vardı.

--

--

Ahmet Turan Köksal
Ayasofya

İstanbul. Dr. Mimar. YTÜ. Yarışmalarda ödül alır-almaz. Ustura, Tuhafiyedeki Hafiye, İnternet Sizden Korksun, Kimkorkar intenernetten kitap yazarı. ayasofya.com