NASIL YAZAR OLUNMAZ?

Ahmet Turan Köksal
Ayasofya
Published in
8 min readAug 14, 2016

Ayasofya (www.atkoksal.com) sayın okuyucusu, tanıdığım tanımadığım, yakınım olsun olmasın, öğrencim, komşum, akrabam ve hatta sadece benim yazdığım bir kitabı okuyan biri olsun bana “Nasıl yazar olurum” diye samimice soru soruyor. Ben bu konuda uzman değilim diyorum, anlatamıyorum. “Vallahi bana sorma. Hem bu şekilde sora sora Bağdat’ı arar gibi yazar olunmaz” desem, kafalarından geçen, “Bunun da leğen kemiği, biraz yerden yükselmiş” şeklinde yorumları hissediyorum (direkt yüzüme söylenmese bile).

“Yaz işte ne güzel muhakkak basılacaktır” desem ayrı bir vicdan azabı. Sonra, bana “Senin yayıncıya ver de basıversin şunu” diye pdf gönderenler oluyor.

Nasıl yazar olunuru ben de gerçekten bilmiyorum, gerçekten. Fakat nasıl olunmaz konusunda biraz fikrim var. Eteklerimdekini dökeyim.

Milletin elinin altında Gugıl var. “Neden benim gibi bir zavallıyı otorite belliyorlar ki? Baksınlar kendileri, araştırsınlar” diye içimden geçirirken, zaten bu tür aramalarda kafaları karıştığı için bana soruyorlar diye idrak ettim. Bizzat araştırdım, bir şeyler buldum. İşte maddeler. Buyurun efendim.

1- Öncelikle paranızı alıp kitap bastıranlardan uzak durunuz. Sözde editör hizmeti verirler. Kitap editörü yazarı yazar da yapar, sazan da yapar. Editör sizden daha az yazmış, okumuş bile çıkabilir. Çok zor iştir. Sırf imla hatalarını düzeltme işi değildir çünkü. İyi bir editör, 3–4.000 TL maaş almalıdır. Vergi mergi bu yayınevine editör başına 5–6.000 TL’ye mal olur. İyi bir editör, iki ayda 3 veya 4 kitaba editörlük yapabilir. Sizden tırtıklayacağı matbaa komisyonu, kağıt hanutçuluğu, özel(!) kapak tasarımı bedeli, “cildi şömizli, sert kapak yapsak, aradaki farkı alsak” gibi ufak meblağlara göz dikenler, nasıl olur da ciddi bir editörlük hizmeti verebilirler?

2- ISBN numarası hizmeti(!) verirler. Bu sizi kopyacılığa karşı korurmuş. Kültür Bakanlığı sitesinden şahsen başvurup alabilirsiniz. Youtube’da nasıl yapılacağı da gösteriliyor. Bandrol hizmeti verirler, o da büyütülecek iş değildir. Büyük kitapçılarda satılacak derler. Satılmaz. Çoğu AVM kitap zinciri, rafa koyacağı kitap için yayınevinden ekstra isteklerde bulunur. Kitabınız bir ay rafta dursa çok iyi. Bir de bakmışsınız, satıcılar kitapları depoya geri göndermiş. Çok iyi bir yayıneviniz olsa bile bu böyledir. Bu yazardan para alan firmalar kitap fuarında stantta satılacak derler, arkalarda bir yerlerde bir stant açarlarsa koyarlar. Bunun gibi birkaç firma toplanır, ufacık bir ortak stant içinde kırtasiyecilik gibi satış yaparlar. Kitap fuarları bildiğiniz, kitap satış panayırlarıdır aslında. Kitapçılar lojistik problemleri çözüp fazla indirim yapa yapa satış yaparlar, stant parasını çıkartmaya bakarlar, fuara katılanlar da bir iki aylık kitabı toptan alayım derler. Yeni bir yazar için fuar iyi bir şey değildir ki. Perakende satış fiyatının neredeyse yarısına, çok ünlü birinin bir kitabı peynir ekmek gibi satarken, sizin kendi paranızla bastırdığınız kitabı millet neden alsın. Bırakın fuara çıkmayı, kendiniz eşe dosta anlata anlata reklam yapsanız daha çok satar. Neyse son tahlilde sizin kitap, pek satılmaz, 5.000 bastığınız kitabı koyacak yer bulamazlar, depoda yer yok, “bunu depolamak için şu kadar para daha ver” derler, kabul etmezseniz, kitaplarınızı size teslim ederler. Evdeki bir odayı işgal eder bu kitap yığını. Eşe dosta verseniz bile eritemezsiniz. Kural: Her kitabı basılan kişi yazar değildir efendim. Matbaa işi aslında biraz da hamallıktır unutmayın.

3- Bakın aynı tür işi yapıp para kopartan sitelerden birinden bir alıntı “Kaç adet kitap bastırmak istiyorsunuz? Basit bir hesap yapalım. Örneğin 3.000 adet kitap bastırdınız ve her kitaptan 5 TL kazancınızın olduğunu hesap edelim. 15.000 TL para kazanırım. Kitabımın baskısına 5.000 TL para harcadığım da 10.000 TL kar ederim şeklinde düşünmeniz gayet normal. Hatta serinin tükenmesi durumunda 2. baskıda 10.000 adet kitap sattığınızı düşünsenize.” İşbu metindeki imla hatalarına dokunmadım bile. “De” ekini ayıracağı yeri bilmeyen yayınevine de para kaptırmayın bir zahmet.

4- Benim beş kitabım var. Yazarım bile diyemiyorum. Bunların üçü (teknik) bilgisayar kitapları, son ikisi roman. Böyle bir para yok. Bilginize…

Daha müsvedde iken, yani çıktı alıp düzelti yaparken, ne ara “best seller” kısmında hem de havalimanında İngilizce çok satanlara girdi bilmiyorum kitabım. Süperim ben!

5- Bu firmalarda bir kişi, hem editörlük, hem matbaa işi, hem fotoşopta kapak, hem de yayınevi sahipliği yapar. Yazardan para alan yayıncı dediğin 3–4 kişiden oluşur. Hatta ilk aylar iyi para kazanabilirler. Şimdilerdeyse işler kesat herhalde, ufak bir aramayla 10–15 firmaya rastladım. Demek ki kolay para var diye bir sürü firma peyda olmuş. Geçiyoruz.

6- Yaratıcı yazarlık eğitimlerine bir de para bayılmayın. Üniversitede bu işin akademik olarak uzmanı olanlardan bahsetmiyorum ve hatta bazı kişileri tenzih ederim. Bakın internette araştırırken, bir öğretmene rast geldim, Youtube’da bir büro masasında cep telefonuyla bir video çektirmiş, “NTV’nin yaptığı ropörtaj” diye başlık atmış. Ekşi sözlükte ifşa olunca, videonun ismini değiştirmiş. Yaratıcı yazarlık nedir diye ahkam kesiyor. Ha bu arada kendisinin tek kitabı yine parayla baskı yaptırılan bir yayınevinden. Onun için gerçekten üzülmedim değil.

7- Bakın “Yetenek sizsiziniz” yarışmasına. Onlarca kişi çıkıyor sesim güzel, yetenekliyim diye maalesef rezil oluyor. Yazarlık da öyle. Yetenekli olup olmadığınızı bilmiyorsunuz ve bunu sizin yüzünüze 90 derece açıyla biri söyleyemiyor. Söylemedikçe ve siz kendi yazdığınız metni kendiniz okudukça kendinizi yüceltiyorsunuz.

8- Şiir tehlikeli iştir. Aziz Nesin demiş (ya da ona ithaf edilir) “Her üç kişinin, beşi şairdir” diye. Şiir kitabını bir yayınevine bastırtmak oldukça zordur. Çoğu yayınevi şiir kitabı dosyası bile kabul etmiyor. Şiir yazın siz, bırakın basılmasın. Dursun, sizde, size özel kalsın. Posta Gazetesi gerçeği var bu ülkede. Lütfen, lütfen.

9- “İşte başladım, bir yere kadar getirdim, eğer metnim basılmaya değer görülürse devam ederim” diye bir üretim yoktur. İşinizi bitirecek, baskıyı alacak ve dosyanızı yayıncıya göndereceksiniz. Yayınevleri dosyanızı ancak 3–6 ay sonra okur. Öyle ki şimdi ikinci baskı yapacak olan kitabım için, önceden gönderip şansımı denediğim bir başka yayıncıdan, daha yeni “Dosyanızı okuduk, yayınlamaya değer göremedik” mesajı geldi. Bir diğeri kitap piyasadayken ve hatta Kitapağacı Antalya beni imza gününe çağırmışken, dosyanızı kabul ettik, gelin basalım demişti. Açıkçası olumlu, olumsuz cevapları hem ciddiye alın hem de almayın. Yayıncılar iki üç yıllık vadede basacakları kitapları zaten ayarlamış durumdalar. Ülkemizde ayda 1000–1500 yeni kitap çıkıyor (kurgu ve kurgu dışı) Arkalardan gelip birilerini geçmek çok zor. Kimse para almadan bir de üzerine “Size telif ödeyerek yazdıklarınızı basalım” demiyor kolay kolay.

10- Üçüncü maddede bahsettiğim, pek imla bilmeyen öğretmenimiz, sadece kurşunkalemle yazdığını ve ancak böyle yazdığını hissedebildiğini söylüyor. Öyle romantik yazarlar vardır. Ayşe Kulin de Tweeter’dan deftere dolmakalemle yazdıklarının fotoğrafını paylaşıyordu, ancak dolmakalemle yazılan okuyucuya sirayet edermişmiş. Biri RT etmiş, ben durur muyum? “Sayın yazar, bunu biri bilgisayarda daktilo etmiyor mu, ne oldu “sirayet” filan. Uçtu gitti. Neyle yazdığınızın ne önemi kaldı ki?” dedim. Sonunda tweet’in öylesine bir PR çalışması olduğunu anladık. Hat üzerinde çalışan, kalem tutmayı iyi bilen, dolmakalemi, fırçayı iyi kullanan bir mimar olarak böyle bir hissi yaşamadığımı bildireyim. Resim mi çiziyorsunuz, elyazması Kur’an mı yazıyorsunuz yoksa modern matbaalarda binlerce basılan kitap mı yazıyorsunuz? “Moleskine marka deftere karalanmış ve ucu falçete ile açılmış kurşun kalem dışında yazamıyorum ben” diyorsanız diyeceğim bir şey yok. Yazın da, üretin de, çamurdan olsun, içerik sağlam olsun. Mürdüm eriği renkli yazan tükenmez kalemle yazayım, kurşun kalem 2B olmalı gibi şeylere takılmayın bence.

11- “Nasıl yazar olunur” diye açıklayıcı bilgiler veren video ve yazılarda dendiği gibi “Devamlı yazın, yazmadan yazar olunmaz” tavsiyesine katılmıyorum. Önce okuyun bence. Çok okumak, haftada şu kadar kitap bitirmek gibi rekorlar da boştur. Hızlı okuma kurslarına da paye vermem. Bilirim ki haftada 4–5 kitap bitiren ama anlamamış okuduklarını, özümsememiş çok kişi var. O kadar çok okumak da bazen anlamsız. Olsun varsın, yazmadan önce az okuyun ama tam okuyun. Amak-ı hayal’i iki üç sadeleştirmede ayrı ayrı hallerini okuyun. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü beş kez okuyun, Tutanamayanları okuyamıyorsanız okumayın, Ullyses’i bitirmek zorunda değilsiniz ama bir Kafka hüpletin. Sonra Dostoyevski’den okunmasa olmaz. Çehov’dan hikayeler okuyun. Murat Menteş’e bakın, Emrah Serbes’in öyle serbest çağrışımlarına kulak verin, efendim Alper Canıgüz diye biri var. Harbiden sıkı ve zevkli, imreniyorum onu okuduğumda. İhsan Oktay Anar’ı anlamaya çalışın. Anlamıyorsanız okumayın boşuna. Elif Şafak’a ve kopya kapaklarla Mevlana ile Şems münasebetinin kaymağını yemesine dayanabiliyorsanız okuyun. “Ben onları okumayı geçtim, yazıyorum bir kere” gereksiz iddiacı bir durumdur. Bir kitap tarzınız olsun. Aşk romanı mı seviyorsunuz. Tahammül edebiliyor musunuz, onu okuyun. Ben edemiyorum okuyamıyorum. Tarihi romana bile bazen dayanamıyorum. Mehmet Coral diye biri (ki ona laflar hazırladım ama blogumda küfür edersem iyi olmaz diye yazmıyorum) Mimar Sinan ile Mihrimah Sultan arasında bir aşk var diye uydurdu, biri gitti kitabını yazdı. İki cilt. Deli gibi sattı. Hem de Türkçe öğretmeni bir hanım tonlarca yazım hatası var. Kitabın sol sayfaları boş. Evet, kitabın yarısı boş. Kalın gözüksün diye herhalde. Sol sayfalarda filigran şeklinde soğan kubbeler, kemerler var. Mimar Sinan soğan kubbe yapmamıştır ki. Pöffff…

Tüy dikici krem kullanımı…

12- Yazın. Yazın, kışın her mevsim yazın. Sırf roman hikâye yazmayın. Beğendiğiniz bir sinema filmi mi var? Onu yedi kez daha seyredin ve oturun eleştiri yazısı yazın. Ekşi Sözlük’e koyun. Facebook’a koyun. Okuyan okur. Hatta o kadar ciddiye alın ki, uzmanı olduğunuz sevdiğiniz bir konu hakkında bir gazetede makaleniz çıkacakmış gibi yazın. Bakın ben öyle başladım, şimdi günlük gazetede köşem var. Hoş Radikal’de makale yazardım, önce kâğıdı bıraktı sonra internet sitesi gitti. Diğer gazeteler de kapandı. Mimari yazılarımı Arkitera’ya yazarım. Sonra disiplinli olarak kendi bloguma yazmaya başladım. Siz de diyelim bir kitaba hayran mısınız? Oturun onu inceleyin yazın. Bir fikriniz mi var yazın. Blog açın, Medium.com’daki gibi oturmuş bir blog kardeşliğine girin. Sonra sonra, pişince kitap yazmaya kalkışın. Önce ufak ufak yazın, millete okutun. 10.000 karakterde konuyu anlatın. Sonra aynı yazıyı 5.000 karakter ile yazın. Sonra 3500. Benim gazete yazım 3500 (boşluklu) biraz geçsin editör kıyameti kopartıyor.

13- Ayrıca Wattpad’e kaydolun. Oradaki vampirli aşk hikâyelerine takılın, siz de bir tane patlatın. Orada sizin gibi çok kişi var. Çok okunursa, bazı yayınevleri sizinle irtibata geçiyor ve basıyorlar yazdıklarınızı. İlla yazar olacağım diye kâğıda, cilde para vermeyin. Wattpad iyi bir alternatiftir bence.

14- Amazon.com’un iştiraki CreateSpace ya da Google Kitaplar’da 0.00 TL’ye yazdığını kitabı dağıtın. Çok indirilsin. Çok okunsun.

15- Konusu ne mi olsun? Ne bileyim ben. Siz karar verin.

16- Fakat merak etmeyin, kitabınızı basmak için sizden 5–6.000 TL isteyen bir sitede size akıl verenler var. “Satılması garanti kitap varmı? Dikkat edecek olursanız siyasi, dini ve cinsellik içeren kitapların satış trendinin hayli yüksek olduğunu göreceksiniz. Eserinizin içeriği bu unsurları ihtiva ediyorsa, daha fazla satılacağı aşikardır. Benim eserim bu konuları içermiyor. Nasıl başarabilirim? Belirli bir kesime, cemiyete, bölgeye hitap eden kitaplarda satılabilmektedir. Örneğin “Eskişehir Hikayeleri” şeklinde bir başlık, kitabınızın Eskişehir’de oldukça fazla satması anlamına gelmektedir. “Sivas Yemekleri”, “Trakya Yemekleri” Neymiş, böyle site ve böyle kuruluşlardan hele hele “varmı” diye bir kelime uyduranlardan uzak durmak gerekiyormuş.

17- Yok, Elif Şafak önceleri çok az satmış, Ahmet Ümit sürünmüşmüş. Sonra şöyle yazar olmuşlar, böyle başarılı olmuşlar, öyle ki artık paraya para demiyorlarmış. Paraya “zötömö” mü diyorlar yani. Saçma. İlk etapta yazarlıktan para kazanmak çok mümkün görünmüyor. Ciddiye almayın çok kazanırsın diyenleri. Ben Fi, Çi, Pi isimli romanlarının niye bu kadar tuttuğunu bilmiyorum. Belki o kazanıyordur, yayıneviyle %40 cirodan pay alıyordur. Ne bileyim. Zaten beni de ciddiye almayın. Para kazanmak için kitap yazmadım ben. Siz de bu amacı taşımayın, bir de bununla kendinizi sıkmayın.

17buçuk- Ünlüler satar. O cemaat, bu kominti ya da hiçbiri değil bir şekilde birileri tarafından ünlü sayılırsanız kopya kapaklarla, kopya konular ve özensiz saçmalıklarla ünlü olursunuz. Öyle ki her şey dahil beş yıldız otellerde, plajlarda sizin kitap otelden verilimiyormuş gibi herkesin elindedir. Mimar Sinan’ın Mihrimah Sultan’a aşkı var diye yalan söyleyin millet bu romatikliği yutar. Binlerce basar kitap. Çok satmak yazar yapmaz kişiyi. Az satsın ama sizin gerçek bir kitabınız olsun siz de gerçek bir yazar oldun. Zevkine varın. Diğer türlüyse bence de çıkartın rahatlayın.

Bu kepsi ben yapmadım ama yapana da helal olsun.

18- Bir derdiniz, fikriniz, söylediğiniz bir şey olsun. Yoksa yazmayın boşuna.

19- Nasıl yazar olunur gibi beylik tavsiyelere kulak asmayın. Yaratıcı yazarlık atölyelerinin kurslarının çoğu işe yaramıyor. “Yaratıcı olmayan yazma” eylemi var mıdır? Onu da bilmiyorum ki?

20- Sadece siz olun, yazmak güzeldir, kitap çıkarma takıntısından kurtulun, yazın paylaşın, anlatın, kendiniz olun, basılması işine takılmayın, olmayınca üzülmeyin.

21- “Bu maddeleri niye takalım peki” diyorsanız haklısınız. Zaten ben de fazla “takmayın” diye yazdım.

--

--

Ahmet Turan Köksal
Ayasofya

İstanbul. Dr. Mimar. YTÜ. Yarışmalarda ödül alır-almaz. Ustura, Tuhafiyedeki Hafiye, İnternet Sizden Korksun, Kimkorkar intenernetten kitap yazarı. ayasofya.com