Ekrem Utopian, Murat Montserrat:)

2019 Seçimlerinden Sonra Adayların Tipografik Logo Trendi: Script + Sans Eşleşmesi

Sener Soysal
Bahtınız Açık
Published in
7 min readMar 12, 2024

--

Yeni bir seçim döneminin içindeyken, Türkiye belediye başkan adaylarının kişisel marka kimlikleri ve logoları üzerine konuşmak istedim. Son iki seçimde yaygın biçimde kullanılan bu yaklaşımı örneklerle inceleyelim.

Bu arada artık ikametgah adresim Londra’da ve burada bahsettiğim herhangi bir adaya verilebilecek bir oyum yok:)

2019: Kişisel Markaların Zaferi

Önce 2019’a dönelim. Büyükşehirlerde muhalefetin büyük bir başarı kazandığı seçimdi. Bu başarıda doğru stratejik kararların etkisi olduğu aşikar.

Stratejide iki konunun özellikle irdelendiğinden eminim: Tanıtım sürecinde adayın kendisi mi, parti mi öne çıkmalı? Adayın personası kavgacı mı, kucaklayıcı mı olmalı?

2019 yılına kadar hem iktidar hem muhalefette parti merkeziyetli kutuplaştırıcı iletişim stratejilerinin kullanıldığını görmüştük. Bu durum iktidar için işe yaramış olsa da, kazanmak için oylarını artırması gereken muhalefete faydalı bir alan açmıyordu. Öte yandan muhalefet beceriksizlikten teröristliğe kadar giden pek çok sıfat ile yıpratılan parti kimliklerine sahipti. Bu zamana kadar tasarımlar da parti logosu ve aday fotoğrafından ibaretti.

İmamoğlu’nun kampanya stratejisini geliştiren Necati Özkan, bu durumu adalar anolojisi ile anlatıyordu. Eğer kazanmak istiyorsanız, adaları birleştirmeliydiniz. Kutupluluk çözüm değildi, aksine kapsayıcı ve pozitif bir dil gerekiyordu. Neticede bu yaklaşım rutinin dışına çıkan bir farklı bakış açısı idi. İmamoğlu bu değerlerle markalaştırıldı.

Bu durumu çok iyi anlıyorum. Çünkü her markanın kendi değerleri olduğu gibi kendi yükleri de var. İmamoğlu ise yeni bir markaydı ve pozitif değerlerin üzerine kuruldu. Görsel kimlikte ise bir Ekrem İmamoğlu logosu oluştu. Ekrem ismi el yazısıyla (Mina Bold) samimiyet veriyordu büyük ihtimal. İmamoğlu ise modern bir font ile vurgulanıyordu. (Emin değilim ama Utopian Black’e benziyor.) Burada soyadın görünürlüğünün daha fazla olmasının da bir mesaj olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. “Her şey çok güzel olacak” da markayla bütünleşti ve tagline’a dönüştü. Sloganlar da Mark FF fontu ile kullanıldı.

İmamoğlu’nun logosu ve stencil’İ.

Benzer durum Ankara Büyükşehir Belediyesi adayı Mansur Yavaş tarafından da denendi. O da partilerin değerleri ve görsel kimlikleri dışında bir marka oluşturdu kendine. Parti rozeti takmayacağını ısrarla vurguladı mesela. Sadece soyisminin “Yavaş” olması, vurgunun “Mansur”a kaymasına neden oldu. Tek garip durum, seçilen fontun samimi ve modern bir script font olsa da, verdiği retro histi.

Buradan anlıyoruz ki, ismin markalaşması daha zor. Çünkü uzun, tekrar etmesi zor olabilir ve anlamı genel manada olumlu olmayabilir.

Mansur ile uyaklı bir slogan: Bereket ve Huzur. Ama neden bu yeşil?

Bu iki ana aktörün yaklaşımı, diğer şehirlere de sirayet etti. Pek çok benzer kişisel logo yaklaşımı gördük. (Bu iş tutuyor, biz de yapalım!) Hepsinde script ve sans fontların ortak kullanımı sürdü. Kırşehirli olduğum için takip ettiğim Kırşehir CHP adayı Selahattin Ekicioğlu da Selahattin’i vurgulamıştı, ki o da 25 yıl sonra belediye başkanı olan ilk sol adaydı.

Kırşehir Belediye Başkanı’nın sosyal medyasından. Tasarımı hazırlayan arkadaş gözümüzü yaktı, evet.

Öte yandan, İstanbul’un o dönemki adayı olan Binali Yıldırım ise böyle bir isim vurgulu kampanya yapmadı. Onun kampanyasının görsel tasarımında iki ana nokta vardı. İlki tabi ki Ak Parti logosu. İkincisi ise Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yanyana fotoğrafları. Haliyle stratejik olarak Yıldırım’a kişisel bir marka yaratmak yerine kişisel markası çok güçlü olan lidere odaklanıldığı görünüyor. Bunun olumsuz yanı ise Yıldırım’ın gölgede kalmasıdır. Günün sonunda başta bahsettiğim gibi buradaki kişisel yükler, bu stratejinin kazanmasına yetmedi.

Ortak bir hedefe bakan iki insan. Binali Yıldırım’ın tüm kampanyası bu yönde idi.

Kişisel Aday Markalarının Şahı: ABD ve Obama

Bu konu için ABD seçim kampanyalarına da bir selam vermek lazım. ABD seçim kampanyalarında hem demokratların hem de cumhuriyetçilerin adayları kişisel markaları ile ön plana çıkar. Özellikle Obama’nın kampanyası görsel olarak çok övülen iyi bir çalışma olmuştıu. Tipografi seçimi Gotham’dır ve bu font yenilik ile anılır. Renk seçimleri ve Obama fotoğrafının grafik üretimi çok etkileyicidir.

Obama’nın umut be gelecek dolu görsel kimliği.

Bir benzerini Mustafa Sarıgül de uygulamıştır ama zaten Sarıgül her zaman tek başına dev bir marka değil midir? :)

Kaynak: Alamy. Neden bu görsellerin google’da bulunamadığını hiç anlayamadım.

Türkiye, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçtiğinden beri bu markalamayı ülkemizde de görüyoruz. Erdoğan ve İnce soyadlarıyla bu yaklaşımın benzerini yapmışlardı. Ekmeleddin ise başka bir seviyede aynı şeyi denedi. (Ekmek için Ekmeleddin? Bunu hatırlayınca, “Her şey çok güzel olacak” ile bu slogan arasındaki duygu farkını da anlamak daha iyi oluyor.)

Konu başkanlıktan belediyeye inince galiba hem ad hem soyadın yer alması kaçınılmaz oluyor, çünkü bu lokal seviyede bilinirlik ancak isim ve soyad ile beraber sağlanabiliyor. Kaldı ki, İBB adaylarını soran sokak röportajlarında alınan yanıtları muhakkak görmüşsünüzdür.

Kaynak: Deep Humor Karma Röportaj Serisi (Vol29) https://www.youtube.com/watch?v=NEvtpgCUE80&ab_channel=DeepHumor

Veee, geldiğimiz yerde aday logosu yapan tasarımcıların çözümü belli ki script+sans eşleşmesi oldu. Lakin iki farklı fontu uyumlu kullanmak, her zaman zor bir konudur ve ehil olmayan tasarımcılarda bu eşleşme her zaman iyi çıkmaz. İmamoğlu’ndaki script fontun okunurluğundaki zorluk ya da Mansur Yavaş’ın seksenler/retro hissi veren Mansur fontu bile tartışmaya açıkken, küçük şehirlerle ilgili yorum yapmak maalesef zor. Ama incelemesi, junior’lara yol gösterebilecek eğlence seviyesinde:)

Fontunu seç:)

2024, Peki ya şimdi?

İstanbul seçimleri için bu sefer İmamoğlu’nun rakibi eski bakan Murat Kurum oldu.

Kurum’un adaylığı sürecindeki yorumları, profili tartışılabilir. Ama görünen o ki, Ak Parti’nin bu seçimdeki marka stratejisi değişmiş. Murat Kurum, bir önceki seçimde muhalif adayların yaptığı gibi bir yaklaşımla ilerliyor. Kampanyasında kendine ait bir markası var ve mensubu olduğu partinin logosu çoğu zaman yer almıyor.

Ne mutlu ki tasarım açısından farklı bir şey de denenmiş, hem isim hem soyismi aynı font ile yazılmış. Montserrat fontu ile yazılan Murat ve Kurum isimleri, R’nin içinde bir yıldız. Büyük harf ve açık harf araları ile daha prestijli bir görünüm sağlanması amaçlanmış. Kurum yazısı daha büyük, devletin gücüne bir atıf olsa gerek.

Renkler ve yaklaşım biraz daha ihtişamlı. Yıldızlı tema, geleneksel hissetiren ama modern bir tarzda denilebilir. Çünkü benzer yaklaşımlar Osmanlı ile ilişkilendirebilecek mekan/kimlik tasarımlarında da kullanılıyor.

Bu duyguların, hedef kitle ile eşleşip eşleşmediğini bilmiyorum, bu stratejistlerin kararı. Öte yandan seçim sonuçlarında etkisini kısmen göreceğiz.

İmamoğlu ise yine bir önceki logosu ile ilerliyor. Zaten ekibi, İmamoğlu markasının pozitif iletişim dilini İBB’nin tasarımlarına da taşımıştı. Dolayısıyla oluşan bu ortak dili sürdürmeleri mantıklı görünüyor.

Mansur Yavaş’ın görsel dili biraz değişti. Daha iyi olsa da, hala Yavaş isminin fontundaki “enteresanlık” çözülebilmiş değil.

Yine Ankara’da Ak Parti’nin adayı olan Turgut Altınok için de bir logo çalışılmış. Soyadındaki O’nun içine bir hedef tahtası eklenmiş. (Because of Altın Ok:) Bu kısım biraz komik gelse de, diğer belediyelerde de benzer bir font/renk kullanımı mevcut. Ayrıca parti logosu da daha güçlü biçimde kullanılmış. Dolayısıyla illere göre bir strateji belirlendiğini de söylemek mümkün.

Adayını seç! Ya da seçme, sen bilirsin.

Hep söylenir ya, belediye seçimlerinde partiye değil, hizmet verecek insana oy verilir diye. En azından ben çocukken böyle denirdi.

Velhasılı, öyle bir an geldi ki, belediye seçimleri de tıpkı bir genel seçim haline dönüştü. Şehrin kendi dinamiklerinin bir önemi kalmadı. Seçim günü haritalarında iller %51 ile bile tek renge boyandı ve zafer naraları atıldı detayına bakmadan. Şimdi talihin cilvesi olarak, en azından büyükşehirlerde partilerin geri planda tutulduğu, isimlerin öne çıktığı bir yaklaşım sahiplenilmiş görünüyor. Belediyelerdeki iktidar da, belediyede muhalefette kalan ama aslen her şeyin muktediri olan iktidar da aynı yaklaşımı seçmiş. Belli ki yıpranmış ve kitlesi daralmış parti markalarına, kişisel markalar ve onların değer önerileri taze şeyler sunuyor ve hedef kitleyi genişletebilmek için imkan tanıyor.

Geldik yazının sonuna. Hatırlatmakta fayda görüyorum, üzerine notlar adlığım şey sadece değerler ve tasarım. Tabi ki her adayın ve tüm seçimlerin pek çok farklı metriği var ve bunların bütünü bir sonuç oluşturuyor. Sadece tasarım bir sonuç yaratmasa bile, propaganda’nın önemli bir aracı olduğunu, kitlelere mesajı ulaştırmayı sağladığını da unutmayalım. Bu durum girişimler için de, pazarlama için de geçerli.

Düşünün, Türkiye’de Demokrat diyemeyen halk demir kırat diyordu logosuyla da eşleştirerek. Babannem oyunu hep “Altı ok”a verdi, öyle söylerdi. Ecevit’in “ak güvercin”i, Ak Parti’nin “Oyunu aydınlığa ver, ampule bas” söylemi…

Peki kötü bir tasarım seçim kaybettirir mi? Sanmam. Ama iyi tasarımın kazandırmakta katkı sağlayacağına eminim.

--

--