Feminist Gece Yürüyüşü: Mekânın Sınırları ve Yasaklı Gece

beyond.istanbul’un Mekânda Adalet ve Toplumsal Cinsiyet sayısında Öznur Uşaklılar, 8 Mart Gece Yürüyüşü hakkında yazdı.

beyond.istanbul
beyond.istanbul
9 min readMar 8, 2021

--

Fotoğraf: Hikmet Adal

Modern zamanın erkek kent gezgini için sokak ve ev ayrımı belirsizdir. Benjamin’in Baudelaire’in yazınında temellendirdiği kent gezgini, “flânör”, adımını sokağa attığı an evinin dört duvarı arasındadır.[1] Dilerse aydınlatılan sokaklarda geceler ya da günün ilk ışıklarında şehrin kokusunu ilk o alır. Kentleşmenin Türkiye’de yükselişe geçtiği dönemde yazılmış olan Aylak Adam’da[2] da C. gecelediği İstanbul sokaklarını asıl evi beller. Öyle ki diğer evine döndüğünde, bu pratiği unuttuğundan anahtarı deliğe uyduramaz. Bu sırada kadınlar sinema salonlarında, ev temizliklerinde ya da C.’yi bekledikleri, sokağı gözledikleri pencere önlerindedir. Tüm bunlardan uzak, dışarıda olan kadınlarsa daima huzursuz ve tekinsiz görünür.

Kentin kamusal alanlarının ışıklandırılması, erkek olduğu varsayılan kent gezgininin gece sokağa çıkmasına olanak tanısa da kadını ne kurgusal ne de gerçek hayatta bakış ve sözlerden uzak bir âleme sürüklemeye yetiyor. İçinde yaşadığımız toplumsal düzen — aralarında hiyerarşi kursa da — sokağı erkeğin ve erkekliğin mekânı olarak tanımlıyor.[3] Eve atadığı kadını ise sokaktan tamamen menedemese bile onun sokaktaki varlığını belli şartlara bağlı kılıyor; bulunacağı yeri, zamanı, hâl ve davranışlarını belirliyor. Hava kararmadan eve dönmek, “açık” giyinmemek, göz teması kurmamak, “davetkâr” yürümemek… Bunlar, kadınlara toplumun tüm kurumları tarafından çocukluktan itibaren telkin edilen, öğüt kılıfında sunulan kurallardan bazıları. Kadınlardan beklenen sürekli teyakkuzda kalarak oyunu kurallarınca oynamak, sokağı da geceyi de bazı şartlar altında ödünç alabilmek; ancak ikisine de sahip olamamak. Bir sonraki adım ise kontrol. “Evinin kadını olmak” güzellemesi karşısında bekleneni yapmayan kadınların sınırları aştıkları varsayılıyor. Feminist Gece Yürüyüşü, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin dermanını kadınların sınırları aştıkları söylenen zamanda ve mekânda, yani gecede ve sokakta arıyor.

Türkiye’de ilk kez 2003’te, İstiklâl Caddesi’nde yapılmaya başlayan Feminist Gece Yürüyüşü, Take Back the Night (Geceyi Geri Al) ve Reclaim the Night (Geceyi Talep Et) yürüyüşlerinin motivasyonunu ve kararlılığını taşıyor. İlki Amerika Birleşik Devletleri’nde, diğeri İngiltere’de, 1970’lerde başlayan ve hâlâ devam eden bu iki hareket kadınların gece, kentin sokaklarında güvende ve özgür olmalarını istiyor, sokağa erişimlerinin belli şartlara bağlı kılınmasına karşı geliyor. Feminist Gece Yürüyüşü bugün yalnızca İstanbul’da değil, birçok şehirde benzer amaçlarla “geceleri, sokakları ve meydanları terk etmeyen”; kamusal alanı diğerleri kadar kullanabilmeyi talep eden feministlerin direngenliğinden güç alıyor. Fakat bu inat karşılıksız değil. İstiklâl Caddesi, onun şu anki durumunu korumak, ona yeni anlamlar ve işlevler yüklemek ya da eski anlamını yeniden kazandırmak isteyen aktörlerin birer taraf olduğu ve bu tarafların uğruna mücadele ettiği bir politik mekân olarak şekilleniyor.

Mekâna yüklenen anlamlar

Mekân farklı aktörlerin aynı zamanda işlediği bir kil gibi şekil alır. Bu süreçte eller boyanır, kil de onu işleyende iz bırakır. İstiklâl Caddesi bu karşılıklı ilişki içinde, farklı politik güçler ve kültürler tarafından yıllar içinde dönüştürülmüş ve politik bir kimlik edinmiştir. Var olduğu ilk zamanlarda Pera’ya, bağ evlerine giden toprak yol bugün farklı amaçlar için kullanılan, anlamlar yüklü bir mekândır. Ancak cadde bir sonraki anlamı giyinmek için öncekini soyunmaz, bir palimpsest gibi tümünü üzerinde taşır: Hâlâ evlerin ve işyerlerinin bulunduğu İstiklâl Caddesi artık ticaretin, eğlencenin ve siyasetin önemli bir merkezi hâline gelmiştir. Farklı aktörlerin bir arada oluşuna imkân tanıyan cadde, bu aktörlerin çatıştığı ya da hakkında pazarlığa oturduğu bir mücadele alanıdır.

Beyoğlu bir dönem İstiklâl Caddesi, Taksim Meydanı’nın nüvesini oluşturan Cumhuriyet Anıtı ve Atatürk Kültür Merkezi’yle (AKM) Cumhuriyet tasavvuruna hizmet ettiği gibi mevcut hükümetin mekân politikasını da yansıtmakta. Gezi Parkı — Topçu Kışlası ikamesi meselesinin üzerinden çok zaman geçmiş değil. 2018’de yıkılan AKM’nin hemen karşısında ise yapımı büyük oranda tamamlanan Taksim Camii yükseliyor. Neticede kamusal olan, herkesin erişimine açık olması beklenen bu yerde mekânın kime ait olduğu ve kimi yansıttığı önem kazanıyor. 1990’da yayalaştırılan İstiklâl Caddesi’nde bugün kimlerin yürüyebildiği ya da yürütülmediği ise mekânın siyasi atmosferini yansıtıyor. Feminist Gece Yürüyüşü, mekânın ve zamanın sınırlarını fiziksel ve sembolik olarak aşma motivasyonuna sahip. Ancak feministlerin bu sınırları altüst etme isteği, bunları muhafaza etmek isteyenlerin ısrarına takılıyor. Geceyi ve sokağı talep eden, sokakta gece söz söyleyebilmek için çaba gösteren feministler, feminizm ve toplumsal cinsiyet eşitliği destekçileri 8 Mart’ta Feminist Gece Yürüyüşü düzenliyorlar. Taksim Meydanı’ndan ya da Fransız Kültür Merkezi’nin önünden başlayıp Tünel’e varması beklenen — yıllarca tam tersi bir güzergâh izleyen — bu yürüyüşler mekân politikasının açık bir şekilde işlediği caddede kısıtlamalarla ya da engellerle karşılaşıyor.

Gezi Parkı protestolarının yaşandığı 2013 yılından sonra meydanı, parkı ve İstiklâl Caddesi’ni içine alan mekân tarafların politik kimliklerine göre anlamlar kazanmıştır: Mekân iktidarın hem ekonomik hem de politik anlamlar yüklediği bir proje alanı hâlini alırken protestocuların “kent hakkı” adına ellerinde tutmak istedikleri bir yere dönüşmüştür. Bu süreçte, Türkiye’de 2000’lerin başında yapılmaya başlayan Onur Yürüyüşü ve Feminist Gece Yürüyüşü’ne katılım artmış; ancak bu artış, yürüyüş istikametindeki gözetimi artırmış ve yürüyüşler hakkındaki kısıtlama ve engelleme kararlarını da beraberinde getirmiştir. 2003 yılında başlayan bu yürüyüşlerin İstiklâl Caddesi’nden uzaklaştırılmaya çalışılması Onur Yürüyüşü’nün 2016’da, Feminist Gece Yürüyüşü’nün ise 2019’da yasaklanmasıyla neticelenmiştir. 2019’da İstiklâl Caddesi’nin girişinin, buraya giden yolların ve metronun Taksim çıkışının kapatılmasını 2020’de daha geniş çaplı bir engel izlemiştir: Önceden AKM’nin bulunduğu yerin önünden başlayan polis barikatı ve toplu taşıma araçlarının Taksim durağını tamamen es geçmeleri pek çokları için mekânda söz söyleyebilmenin yanı sıra mekâna erişmeyi de temel bir sorun hâline getirmiştir.

Fotoğraf: Ateş Alpar

Beyoğlu’nda sokak siyaseti

2020'nin ilk aylarında başlayan COVID-19 salgınının Türkiye’deki ilk vakası 11 Mart’ta tespit edildi. Bu tarihten sonra kitlesel eylemler son buldu, sosyal mesafe önerildi ve hatta belirli tarihlerde sokağa çıkma yasağı uygulandı. Feminist Gece Yürüyüşü, salgın öncesi yapılan son kitlesel yürüyüştü. Ancak yıllarca İstiklâl Caddesi ve burayı içine alan bölgede yapılmış köklü yürüyüş ve protestolara çok daha önce yasak getirilmesi sonucu, Feminist Gece Yürüyüşü mazisi olan ve geniş katılım sağlanan son kitlesel yürüyüş hâline gelmiştir: Taksim Meydanı 2013’ten beri 1 Mayıs mitinglerine, İstiklâl Caddesi 2016'dan beri Onur Yürüyüşü’ne ve Galatasaray Meydanı 2018'den beri — yeniden — Cumartesi Anneleri’nin oturma eylemlerine yasaklı. Ancak mekânın sınırlarını eğip bükmek yalnızca iktidarın tekelinde bulunan bir imkân değil. Bunu Onur Yürüyüşü’nün yasaklandığı mekândan taşarak Beyoğlu’nun tüm sokaklarına dağılması[4] ve polisin İstiklâl Caddesi’ne giden yolları kapatması üzerine Cumartesi Anneleri’nin meydana ulaşmak için farklı yollar izlemeleri örneğinde görebiliriz.[5]

Mekânın kullanılması konusunda uzlaşma sağlanması ise hem mekânı kullanmak isteyenlerin hem de bunu engellemeye çalışanların başvurduğu bir yöntem. Ancak mekânı talep edenlerin kimliğinin iktidarın değişken olan “makbul” tanımı içinde yer alıp almadığı önemlidir: Öyle ki iktidar İstiklâl Caddesi’ni kontrol etmekte yaşadığı zorluk sebebiyle, Cumartesi Anneleri’ne oturma eylemi için merkezi bir konumda bulunmayan, dolayısıyla görünürlüğü yetersiz olan Kazlıçeşme’yi önerir.[6] Bu noktada, kaybettirilen çocuklarını, eşlerini ya da kardeşlerini arayan Cumartesi Anneleri’nin[7] heteronormatif düzen ve aile kurumu içindeki anne, eş ya da kız kardeş kimliklerinin bir süreliğine — medyanın baskısıyla da olsa — iktidar nezdinde makbul kılındığı söylenebilir. Öte yandan, 25 Kasım Yürüyüşü Beyoğlu Kaymakamlığı’nın kararıyla 2019'da yasaklanmıştır. Bu yasak, İstanbul 25 Kasım Kadın Platformu’nun görüşmeleriyle kaldırılmıştır. Görüşmenin yapılmasında platformun yasağa karşı tüm “kadınları” Taksim sokaklarına çağırmasının etkisi görülür. Ancak cisseksist[8] ve ikili cinsiyet tanımının ve heteronormativitenin dışında kalmakla başından itibaren “makbul” sınırları aştıkları varsayılan LGBTİ+’ların öznesi olduğu Onur Yürüyüşü için herhangi bir yer önerisi ve anlaşma yapılmamıştır.

İktidarın belirlediği makbul kişiler, etkinlikler ve anmalar mekânda sorunsuz karşılanır ve hatta ulaşım desteği görürken, kabul edilmeyen aktörlerin mekânı kullanmaları kısıt ve engellerle karşılanabilir. Bu durum Feminist Gece Yürüyüşü’nde kimi zaman iktidar ve yürüyüşçüler arasında kimi zamansa yürüyüşçülerin kendi aralarında yaşanan gerilimler aracılığıyla izlenebilir: Başlı başına yürüme pratiği gerektirmesi dolayısıyla yürüme engeli olanların ve güçlüğü çekenlerin, yaşlıların ve kent merkezine erişimi olmayanların katılmakta zorlanabileceği yürüyüşün özcü bir kadınlık anlayışının gölgesinde kalma tehlikesiyle transların ve erkeklerin katılımına açık olup olmadığı hâlâ tartışma konusu. Aksine, yürüyüşe katılım gösteren cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği grupları düşünüldüğünde ise yürüyüşün katılımcı profilinin kapsayıcılığı başka bir boyut kazanmakta. Üstelik mekândaki aktörler polis ve yürüyüşçüler ile sınırlı değil: İktidar, gücünü bekçiler, güvenlik görevlileri, toplu taşıma şoförleri ve bunlara benzer kişiler vasıtasıyla yansıtabiliyorken yürüyüşe katılımı kısıtlayabilen aile, partner, arkadaş ilişkilerini de düzenleyebilmektedir.

Açık yerlerdeki yürüyüşlerin gece vaktinin başlamasıyla dağılmasını planlayan 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, geçerli neden bildirildiği takdirde yürüyüşlerin geceyarısına kadar yapılmasını onaylar.[9] Ancak, İstiklâl Caddesi aynı kanunun uygulanmasına dair yönetmelik kapsamında belirlenen toplantı ve gösteri yürüyüş alanları içerisinde yer almıyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun da söylediği üzere, İstiklâl Caddesi yürüyüşçülere yasak kılınmış durumda: “İstiklâl Caddesi’nde değil, istediğiniz her yerde. Yenikapı’dan Kadıköy’e kadar her yerde bunu yapabilirsiniz.” Bu sebeple, İstiklâl Caddesi tarafların hakkında uzlaştığı bir yer olarak değil, aktörlerin mekânı elde etme ve tutma yarışında kullandıkları taktik ve stratejiler açısından önem kazanıyor.

Çatışan aktörler ya da kentin eşitsiz güçleri

Wilson, kentin sağladığı imkânların farkına varmamız konusunda ısrarcıdır.[10] Her ne kadar eril bir mekân tasavvuruna gitse de şehirdeki devinim ve kararsızlık ona göre kadınlara şehrin kalabalığında bir sığınak bulma ve anonim kalma imkânı tanır. Kır ve kent arasında mekânsal bir karşılaştırmaya gidecek olursak kentin kişilere anonimlik sağladığının hakkını teslim etmek gerek. Ancak bu durum kontrolsüzlük anlamına gelemeyeceği gibi kesinlik de vadetmez: Kentte devriye gezen polisler, bekçiler, kimlik tespiti yapmayı kolaylaştıran ve konum izleyebilen sistemler kentin anonimleştirme potansiyelini tersine çevirebilmektedir.

Yine de kentin kamusal alanları ve gece, derdi de dermanı da içinde bulunduran pharmakon[11] gibi işliyor. Sokaktaki varlığı kabul görmeyenler ile sokağın sınırlarını belirleyenler arasındaki bu çatışma, aktörlerin ileri bir hamle yapabilmek ya da birbirlerini atlatabilmek için geliştirdikleri strateji ve taktiklerle sonuçlanıyor. De Certeau elbette kenti de içine dahil ettiği gündelik yaşamın işleyişini, strateji ve taktiklere dayandırır.[12] Ona göre iktidarın halihazırda elinde bulundurduğu güç, onun kentin içindeki “hedef ve tehditler”le başa çıkabilmesini sağlayan stratejilerdir. Ancak tüm bu iktidar eliyle kurulmuş kent ve kenti düzenleyen uygulamalar karşısında, bu güçten yoksun olanların gündelik yaşam pratikleri, taktikleri, — yürümek de bunlara dahildir — iktidarla aralarındaki yarışı kazanmalarını kesinleştirmese bile onlara bu yarışta soluklanma imkânı tanır. Bu noktada — stratejiler yalnızca bununla sınırlı olmasa da — iktidarın elindeyken şehrin anonimleştirme gücünü kırabilen teknoloji, kenti adımlayanların elinde taktikleri uygulayabildikleri bir araca dönüşebilmektedir.

Feminist Gece Yürüyüşü’nü engellemek amacıyla toplu taşımanın kısıtlanması, İstiklâl Caddesi’ne giden yolların kapatılması, meydanın ve caddenin çift katlı polis bariyerleriyle ablukaya alınması ve burada gözetim sağlanması mekânda açıkça uygulanan stratejilerdendir. Özel Harekât, Çevik Kuvvet ve Spor Şube polisleri; atlı ve sivil polisler vb. mekânı kontrol eden iktidarın, bu stratejilerin uygulayıcıları olarak atadığı aktörlerdir. Yürüyüş öncesinde, sırasında ve sonrasında uygulanan stratejiler farklılık gösterse de aynı amaca hizmet edebilmektedir: Yürüyüşe getirilen yasaklar; katılımcıları darp etmek, ahlaksızlıkla suçlamak ve gözaltına almak — yürüyüşçüleri cezalandırmak — iktidarın, katılımcıları bu “yol”dan döndürmesine, gücünün test edildiği mekânda ipleri yeniden eline almasına hizmet edebilir.

Öte yandan, sınırları iktidar tarafından çizilmiş olan İstiklâl Caddesi’nin kullanımı, bu sınırları aşmaya yarayan taktikleri de beraberinde getirir. Etkisi ve kapsamı artırılan stratejiler karşısında bu taktiklerin değişmez değil, akışkan olduğunu söylemek gerek: Yasaklanan mekânda diretmek yerini bir yolun “arkasından dolaşmak” ya da ona alternatif patikalar yaratmaya bırakabilir. Feminist Gece Yürüyüşü’nü bu yıl Sıraselviler Caddesi ve Karaköy’e taşıyan yöntemin de bu olduğu söylenebilir. Gece ve sokakla aralarına sembolik ve gerçek anlamda set çekilen yürüyüşçülerin kapatılan yol, durak ve kurulan barikatlar hakkında çeşitli mecraları kullanarak haber almalarının payını da önemsemek gerekir. Ayrıca, Sıraselviler’de toplanan gruba ulaşmak için düdük sesini dinlemek, ara sokakları buraları bilenlerle adımlamak, çevrimiçi haritalardan yardım almak da mekânda işleyen “alt taktikler” olarak görülebilir. Neticede, aktörler mekânın gerektirdiği gibi konum ve tavır almakta, mekândaki çatışma hâlini strateji ve taktikler aracılığıyla sürdürmektedirler.

Öznur Uşaklılar hakkında: İzmir Ekonomi Üniversitesi, Medya ve İletişim Bölümü mezunu. Halen ODTÜ’de Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Programı’nda yüksek lisans yapıyor. Daha önce toplumsal hafıza ve mekân ilişkisi üzerine çalışan Uşaklılar, toplumsal cinsiyet meselesindeki akademik çalışmalarını mekân üzerinden anlamlandırmayı sürdürüyor.

[1] Benjamin, W. (2019) “Charles Baudelaire: Kapitalizmin Yükseliş Çağında Bir Lirik Şair”, Pasajlar içinde, çev. A. Cemal, Yapı Kredi Yayınları.

[2] Atılgan, Y. (2011) Aylak Adam, Yapı Kredi Yayınları.

[3] Elbette tüm erkeklerin ve erkekliklerin aynı şekilde değerlendirildiğini söylemek doğru olmaz.

[4] Eşit Haklar için İzleme Derneği (2019, 19 Eylül) “Özel Bülten, Türkiye’de Onur Yürüyüşü: Yasaklar ve Müdahaleler 2016–2017–2018–2019”, esithaklar.org/wp-content/uploads/2019/09/toplanti_ve_bariscil_gosteri_bulten_pride.pdf

[5] Baydar, G. ve İvegen, B. (2006) “Territories, Identities, and Thresholds: The Saturday Mothers Phenomenon in İstanbul”, Signs: Journal of Women in Culture and Society, 31(3): 689–716.

[6] A.g.y., s. 704.

[7] Cumartesi Anneleri medyanın ürettiği, eylemcilerin benimsediği bir adlandırma. Kaybettirilenlerin eş ve oğullarla sınırlı olmadığı gibi, bugün eyleme katılan kitle de farklılık gösteriyor. Bu sebeple eylemcilere artık Cumartesi İnsanları da denilmekte.

[8] Cisseksizm, atanmış cinsiyetini kendi cinsiyet kimliği olarak tanımlayan — cisgender — kişilerin deneyimlerini trans deneyimlerinden üstün tutan cinsiyetçilik biçimidir. Bkz. Serano, J. (2016) “Trans Woman Manifesto”, Whipping Girl: A Transsexual Woman on Sexism and the Scapegoating of Femininity içinde, Seal Press.

[9] 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu (1983, 8 Ekim) Resmi Gazete, sayı: 18185, resmigazete.gov.tr/arsiv/18185.pdf. Bkz. İkinci Bölüm, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Yerleri.

[10] Wilson, E. (1991) “Into the Labyrinth”, The Sphinx in the City: Urban Life, The Control of Disorder, and Women içinde, University of California Press, s. 1–12.

[11] (Yunanca) Hem zehir hem de deva içerdiğine inanılan ilaç / iksir.

[12] De Certeau, M. (1988) “Making Do: Uses and Tactics”, The Practice of Everyday Life içinde, University of California Press, s. 29–43.

--

--

beyond.istanbul
beyond.istanbul

by Mekanda Adalet Derneği | Center for Spatial Justice