Grenfell Tower: Çağımızın Büyük Yangın’ı (III)

Grenfell Tower’da gerçekleşen yangını birçok açıdan 1666’nın bugünkü versiyonu olarak nitelendirmek mümkün.

Eray Çaylı
beyond.istanbul
6 min readJul 7, 2017

--

Grenfell Tower yangını ile ilgili kaleme aldığım üç blog yazısından oluşan bu tefrikaya başlarken kentsel felaketlerle bireylerin sorumluğuna vurgu yaparak hesaplaşan mekanizmaların, yapısal adaletsizliklere dikkat çeken toplumsal ve siyasal mücadelelerle desteklenmedikçe yetersiz kalma ve hatta hedeflenenin tam tersi etkilere ön ayak olma riskleri olduğundan bahsetmiştim.

Bu risklere de öncelikle İngiltere’deki sınıf yapısı, soyluluk sistemi ve kent mekanlarının mülkiyeti arasındaki ilişkinin giriftleşmesinde büyük rol oynayan 1666’daki Büyük Londra Yangını etrafındaki gelişmelerden bahsederek dikkat çekmeye çalışmıştım. Tefrikanın ikinci yazısında bu arkaplanın Grenfell Tower’la olan ilişkisini irdelemeye çalışmış, İkinci Dünya Savaşı sonrası izlenen refah devleti politikalarının sınıfsal yapıların kent coğrafyasıyla olan göbek bağına dair yerleşik düzeni biraz olsun sarstığından bahsetmiştim. Ancak 1970’lerin ortalarından itibaren bu politikaların rafa kaldırılmaya başlaması ve günümüze daha yakın dönemlerde de özelleştirme ve taşeronlaşma gibi süreçlerin konut sektörüne damga vurmasıyla, savaş sonrası dönemin bu anlamda tarihsel kaideyi bozamayan bir istisna olarak kaldığını söylemek mümkün. Dahası bugün gayrimenkul spekülatörleri söz konusu istisnai dönemin artık asgari düzeye inmiş kazanımlarına dahi gözünü dikmiş durumda. İşte bu spekülatörlerin kentlere yaptığı baskının en sert şekilde yaşandığı böylesi bir paradigmanın kültürel payandalığını da özellikle de çok katlı örnekleri hedef alan toplu konut karşıtı propaganda yapıyor. Tefrikanın üçüncü ve son yazısına, çoğu kez örtülü bir şekilde sürdürülen bu propagandada kullanılan stratejileri biraz daha detaylandırarak başlamak istiyorum.

Kentsel Felaketin Ana Akım Basındaki Yansıması

Grenfell Tower örneği gibi savaş sonrası döneme atfedilecek herhangi bir strüktürel veya arkitektonik sorunun olmadığı açıkça görülen örneklerde daha sofistike kültürel stratejiler toplu konut karşıtlığının hizmetine sunulabiliyor. Özellikle benzer kentsel felaketlerin basında anlatılaştırılma biçimleri bu anlamda önemli rol oynuyor. Grenfell Tower’a dair yazılacak bir “uyuşturucu batağı” veya “suç yatağı” hikayesinin olmaması basını bu kez kurbanların kişisel hikayelerine odaklanmaya itmiş gibi. İyi niyetli gibi gözüken bu anlatılaştırma üslubu çoğu kez politik olanı kişiselleştirme etkisine yol açıyor. Bu anlamda en bilinen örnek Grenfell’in 20’inci katında 25 yaşında yaşamını yitiren fotoğraf sanatçısı Khadija Saye. Grenfell’de hayatını kaybeden onlarca kişinin arasında hikayesi basın tarafından ön plana çıkartılan Saye’nin kariyerinin dönüm noktasındaki bir sanatçı olduğu, yangının gerçekleştiği günlerde Venedik Bienali’nde işlerinin sergilenmekte olduğuna vurgu yapılıyor. Kişisel hikayelerin anlatılması, herkesin anısının biricikliğiyle yaşatılması ve bireylerin yaslarının tutulması elbette önemli. Ancak tüm bunlar yapılırken Saye gibi 25 yaşında uluslararası bilinirliğe ulaşabilmiş bir sanatçının nasıl olup hala annesiyle birlikte yaşıyor olduğu ve onu İngiltere’de, çok değil 30 sene önce kültürel olarak garipsenebilecek bu sıkıntılı yaşam şartlarına zorlayan sosyal konut ve ücretsiz eğitim politikalarının terk edilmiş olması da irdelenmeli. Londra gibi kendini mütemadiyen “çokkültürlülüğün” ve “yaratıcılığın” dünya başkenti olarak pazarlayan bir kentte, gerek kimliği gerekse yaptığı iş üzerinden bu iki sıfatın ikisine birden muhteva kazandıran Londralılar arasında sayılabilecek Gambiya asıllı bir genç sanatçının bunu yaparken önce yaşamını bağımsız bir yetişkin olarak sürdürmesini sağlayacak standartlardan ödün vermesine ve nihayetinde de canından olmasına yol açan yapısal şiddete de dikkat çekilmeli.

Khadija Saye’nin otoportresi

Bunu söylerken niyetim Khadija Saye ve Grenfell’de yaşayıp orada hayatını kaybedenleri kurbanlaştırmak değil. Nitekim, bireysel hikayelere vurgu yapılan haberleri izlerken vermemiz istenen tepki tam da bu: “İstemeyerek ikamet ettiği çok katlı bir toplu konut bloğunda hayatının baharında yaşamını yitirmiş; ne acı! Bu bloklardan kurtulmanın zamanı geldi de geçiyor bile.” Hayır; Saye gibi komşuları da orada kendilerine bir hayat kurmuşlardı. En azından, genç sanatçının Facebook profilindeki kapak fotoğrafına bakılırsa sahip oldukları kent manzarasının tadını çıkarıyorlardı ve konuttaki yaşamlarından estetik anlamda bir zevk de alıyorlardı. Oysa ana akım basına kalırsa yoksulların kişisel hikayeleri ancak birer acıma nesnesi olabilir. Hatta bu acımanın konusu kişinin kendi “özgür” iradesiyle aldığı kararların başına gelen olayın trajikliğini artırmakta oynadığı rol bile olabilir. Belediye yetkililerinin Grenfell Tower’da yangının yayılmasını önleyici fıskiye sisteminin bulunmayışının nedenini “biz bu sistemi kurmak istedik ama bina sakinleri tadilatın uzamasını istemediğinden yapamadık” olarak açıklamış olması bunun en iyi örneği. Bu algıya göre yoksul bireyin edim ve eylemliliğinden bahsetmek ancak “kendim ettim kendim buldum” diye özetlenecek durumlarda mümkündür.

Kişisel Sorumluluğa İndirgenen Etik Kararlar

Elbette hakikat, bu ana akım anlatılardaki gibi değil. Grenfell Tower sakinleri eyleyen birer özne olarak yangına giden süreci durdurmak için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardı. Elektrikle çalışan aletlerin (örneğin yangına yol açan buzdolabı!) patlamasına yol açabilecek nitelikteki ani voltaj dalgalanmalarını defalarca ihbar etmişlerdi. Binanın tadilatını ve tadilatta kullanılan işçilik ile malzemelerin yol açtığı sorunları belgelemiş ve rapor etmişlerdi. Tüm bunlarla ilgili yetkililere ulaşmışlar, müdahale ve çözüm talep etmişlerdi. Oysa belediye oralı olmamış ve benzer talepleri defalarca yanıtsız bırakmıştı. Dahası kemer sıkma politikalarında ısrar edilmesi taşeronlaşma ve özelleştirme gibi pratikleri kemikleştirmiş ve demokratik hesap verilebilirliği oldukça kısıtlı olan bir dizi aracı şirket, Grenfell Tower gibi birçok sosyal konutun kaderini iyiden iyiye belirler hale gelmişti.

Kemer sıkma politikalarının etkileri yangında sadece konutun kendisine ilişkin olarak değil, yapılan söndürme ve arama-kurtarma çalışmalarında yaşanan sorunlar nedeniyle de gündeme geldi. Zira, kamu harcamalarındaki kesintiler kapsamında itfaiye ve polis gibi acil durumlarda önemli rol oynayan birimlerde son birkaç yılda ciddi küçülmeye gidilmiş ve sonuç olarak gerek personel gerekse karakol ve itfaiye istasyonlarının sayısında önemli bir düşüş yaşanmıştı. Hükümeti bu konuda eleştirenler söz konusu birimlere daha fazla kaynak ayrılması gerektiğini söylerken, başbakan “yaptıkları işi mümkün olan en iyi şekilde yapabilmeleri için ihtiyaçları olan desteği onlara sağlamak” amacında olduğunu söyledi. Başbakanın burada “kaynak” yerine “destek” kelimesini tercih etmesi bilinçli bir stratejinin parçası. Zira kemer sıkma politikalarını savunanlara göre polis ve itfaiye gibi birimlerin sunduğu acil durum hizmetlerinin iyileştirilmesi bütçelerin değil personelin yetkilerinin genişletilmesiyle mümkün olabilir. Bu anlayış yangına da tanıklık eden toplumsal atmosferin belirleyici unsuru haline gelen Londra ve Manchester’daki terörist saldırılar sonrası yaşanan tartışmalara da damga vurdu. Ancak, Grenfell Tower’a yapılan müdahalede görev aldığını söyleyen bir itfaiyecinin yangın sırasında yaşadığı büyük zorluklara dair kaleme aldığı ve internete düşen isimsiz beyanında da açıkça görüldüğü gibi, genişleyen yetkiler artan kişisel sorumlulukları da beraberinde getiriyor. Bu durum, toplumsal olaylarda ortaya çıkan başarı öyküleri kadar olası hataların da nedeninin, hükümetlerin tercihlerinin belirlediği politikalar ve bu politikaların oluşturduğu sistemin yapısal özelliklerinden ziyade, bireylerin insafına bırakılmış muazzam zorlu etik kararlar olarak kanıksandığı bir toplumsal kültüre zemin hazırlıyor.

Büyük Londra Yangını’ndan Grenfell Tower’a

1666’da yaşanan Büyük Londra Yangını’ndan bahsederek başladığım bu tefrikayı bitirirken yine oraya dönüş yapayım. Grenfell Tower’da gerçekleşen yangını birçok açıdan 1666’nın bugünkü versiyonu olarak nitelendirmek mümkün. Burada bir yangınzedenin, “Bol miktarda helikopter ve insansız hava aracı canlı yayın amacıyla çevremizde dönerken yangını söndürme amacıyla kullanılacak olanlar neredeydi?” şeklindeki isyanını hatırlatmak gerekli. Yangınzedenin de dikkat çektiği gibi, Grenfell Tower benzeri günümüz kentsel felaketleri, sonu gelmeyen son dakika haberleri, canlı yayınlanan felaketler ile bu felaketlerin tanıkları tarafından kayda alınan ve milyonlara ulaşan Youtube videolarının damga vurduğu bir çağda mekansal etkilerinin çok ötesinde bir toplumsal-kültürel etkiyi haiz — dahası, bu etkinin mümkün kılınması için yaratılan koşullar, felaketlerin gerçekleştiği maddi koşullardan çok daha zengin bir altyapıyla kuşanabiliyor. Öyleyse, 1666’dan beri köprünün altından çok sular akmış gözükse de, Büyük Londra Yangını’nın kentsel felaketlerin uzun vadeli yankıları bağlamında sordurduğu sorular bugün de baki. Konut meselesini, bir insan hakkından ziyade spekülatif yatırımın konusu olarak gören bir sistemin kısmen de olsa yol açtığı kentsel felaketler yine bu sisteme katkı yapacak şekilde araçsallaştırılmaya devam edilecek mi? Kentsel felaketlerin gerçekleşmesindeki sorumluluğun hesabı toplumsal olarak görülürken bu hesaplaşma sadece belirli bireylerin özeliyle sınırlı mı kalacak? Bu felaketlerde yaşamını yitiren kent yoksulları — isimleri, aradan geçen yaklaşık dört yüzyıl sonucu, artık anılmaya başlayabilmiş olsa da — kendileri edip kendileri bulan çaresiz kurbanlar olarak görülmeye devam mı edilecek, yoksa yaşam koşullarını belirleyen sosyo-ekonomik/sınıfsal şiddet sorgulanarak bu şiddetin önünün alınması için gereken yapısal değişikliklerin önü açılabilecek mi? Bu sorulara ne gibi yanıtlar verilebileceğini her zaman olduğu gibi tabandan sürdürülecek hak mücadeleleri gösterecek.

--

--

Eray Çaylı
beyond.istanbul

London-based author and teacher exploring the ways conflict & disaster have shaped and/or have been shaped by the built environment in Turkey & the UK.