Redd-i Miras*

2009’da başlayan ve 2015’teki sokak çatışmalarından sonra hızlanan kentsel dönüşüm, acele kamulaştırma ve tahliyeler, Diyarbakır’daki tarihi Sur ilçesinin miras niteliğindeki toplumsal hayatını tehdit ediyor.

Yaşar Adanalı
beyond.istanbul
5 min readJan 3, 2018

--

Fotoğraf: Ayşe Adanalı

Kentler de tıpkı insanlar gibi doğuyor, büyüyor ve ölüyor — ve bu yaşam sürelerinde dönüşümlere de uğruyor. Ancak kentlerde bazı şeyler hiç değişmeden kalıyor. Dönüşümün dışında kalan ve süreklilik gösteren şeyler, bir kentin “mirası” kabul ediliyor. Kentte yaşayanların ortak tahayyülü olan miras, yeni doğan, hızla büyüyen veya çoktan göçüp gitmiş bir kenti anarken gösterdiğimiz ortak referans noktalarını oluşturuyor ve hem kenti, hem de toplumunu var ediyor.

Diyarbakır’ın mirasını, tarihi 4. yüzyıla giden görkemli Amida Surları, Suriçi yerleşmesi ve Hevsel Bahçeleri oluşturuyor. Hatta UNESCO, 2015 yılında Dünya Kültür Miras Listesi’ne eklediği Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri’ni tüm insanlığın ortak mirası kabul ediyor. Bu karardaki temel belirleyenlerden bir tanesi, kentin ve miras alanının binlerce yıldır kesintisiz bir yaşam sürmesi oldu. Oysa geçtiğimiz iki yılda, Sur için zaman ve mekân sıkıştı. 2009 yılında başlayan kapsamlı bir kentsel dönüşüm planı 2016 yılında hız kazandı.

2012–2017 Sur uydu görüntüsü | Kaynak: Google Earth

Kuşbakışı bir balığa benzeyen Suriçi’nin gümüş gibi parlayan pulları, önce 2015’te başlayan çatışmalarda kurşun ve toplarla dövüldü, sonrasında da kepçe, dozer ve hafriyat kamyonlarıyla soyuldu. Kent, tarihindeki en büyük yıkımlardan birine tanık olmaya devam ediyor. Sur’da yaşayan yaklaşık 50.000 kişinin yarısından fazlası, ilçeyi terk etmek zorunda kaldı. Peki, eğer iddia edildiği gibi her “yaratıcı” yıkım, devamında gelecek “yapım” faaliyeti ile daha iyi bir gelecek inşa etmenin de ilk adımı ise eğer, Sur’un kentsel dönüşümü neden tartışma konusu oluyor?

Fotoğraf: Ayşe Adanalı

Yanıt, Sur’un sosyo-mekansal kimliğinde yatıyor. Birçok sur kentinde olduğu gibi Diyarbakır’ın dokusunun da temel belirleyeni kentin surları olmuş. Tarih boyunca kent, güvenlikle eşanlamlı olan surların içinde gelişmiş. Yoğunluk artmış ve dar sokaklar, avlular, küçük açıklıklar, aralarına serpiştirilmiş anıtsal yapılar karmaşık bir kentsel biçime olanak sağlamış. Suriçi, farklı katmanlar üzerinde zamanla olgunlaşmış mekânları –ve bu mekânlara can veren kendine özgü toplumsal hayatı– ile, git gide birbirine benzeyen, sermaye çeken ve kentsel açıdan sağlıklı olduğu kuşkulu bölgelerden farklılaşıyor. Günümüzde kentsel dönüşüm ve güvenlik kaygısı ile gerçekleştirilen yıkımlar, bu mirası geri dönülemez bir biçimde tehdit ediyor.

Daha iyisini yapmak için yıkmak anlaşılır olabilir; ancak ister çatışmalar sonucu yıkılmış olsun, ister planlı bir dönüşüm geçirsin, kentsel alanların ve kültür mirası alanlarının restorasyonunda öncelik verilmesi gereken belli evrensel ilkeler var. Öncelikle, iyileştirme/dönüşüm gibi pratikler temel olarak o yerleşim yerinde yaşayanlar için yapılmalı ve bu süreç, etkilediği insanların hayat koşullarını kötüleştirmemeli. Dönüşüm sırasında anıtsal ve tescilli yapıların etrafında gelişen çevrenin ve örülen toplumsal ilişkilerin, yani somut olmayan kültürel mirasın da korunması gerekiyor. Sağlıklı bir süreçte, dönüşüm sonrasında yaşanacak değer artışından olumsuz etkilenebilecek kiracılar ve yoksullar için kamusal güvence sağlanması gerekiyor.

Sur’da sürecin insani maliyeti yüksek bir biçimde tecrübe ediliyor. Suriçi halkının büyük bir kısmı bu dönüşüm sürecinde yerinden edildi. Nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu mahallelerde yaşayan birçok insanın evi ya büyük hasar gördü, ya da tamamen yıkıldı. Yaşam alanları ortadan kalkan ve borçlandırarak yeniden iskân teklifleri ile karşılaşan birçok kişi, bir mağduriyet döngüsü ve hak ihlali silsilesi içinde kaldığını hissediyor. Evleri yıkımdan kurtulanlar ise, elektrik ve su gibi kentsel hizmetlere erişimde engellerle karşılaşıyor –ve birçoğu bu engellerle yıldırıldığını ve evlerini terk etmeye zorlandığını düşünüyor. Yıkım atmosferinin sürekli hâle getirdiği tedirginlik, kendilerini bekleyen geleceğe dair bilinmezlikler, alışılan yaşam alanından kopartılmak ve belleklerinde yer eden çevrenin tanınmayacak şekilde yok edilmesi, insanların ruh ve beden sağlığını ciddi biçimde tehdit ediyor. Yani şimdilik kentsel dönüşüm ve yıkımlar, iddia edildiği gibi daha sağlıklı bir çevre kurmaktan uzak bir biçimde gerçekleşiyor.

Sağlıklı bir dönüşümde Sur halkının, yıkılan Suriçi’nin yeniden inşasında merkezi bir rol alması gerekirdi, oysa öyle olmadı. Başbakan Binali Yıldırım, Temmuz ayında Diyarbakır’a yaptığı ziyaret sırasında Sur’da evleri yıkılanlara yeniden ev yaptıklarını belirtmişti. Ancak yıkımlar, sıradan hane halkına pratikte iki seçenek sundu: Kamulaştırma bedelini alarak Suriçi’ni terk etmek veya diğer bölgelerdeki TOKİ konutlarından –borçlanarak– satın almak. Çoğu Suriçi sakini, kamulaştırma bedellerini, konut sorununu çözmek için yeterli bulmuyor ve kendilerine rıza gösterecekleri veya katılabilecekleri bir süreç fırsatı sunulmadığını düşünüyor. Sur’da gerçekleşen uygulama, mevcut yaşayanların Sur’dan uzaklaştırılmalarına ve yerleşimlerinin yıkımına dayanıyor şimdilik.

Oysa Sur halkı olmadan Suriçi de olamaz. Kültürel miras da olamaz, yeniden inşa da. Ne de olsa hiçbir kent yalnızca binalardan oluşmuyor.

Fotoğraf: Ayşe Adanalı

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, “Bölgede hüküm süren medeniyetlerin, kültürlerin ve dönemin ihtiyaçları doğrultusunda şekillenerek özgünlüğünü ve 7 bin yıllık tarihsel varlığını sürdüren Diyarbakır Kalesi, Surları ve Burçları hâlâ orijinal ve özgün kültür varlıkları olarak yaşamakta, Dünya tarihi için önemli bir evrensel miras özelliğini korumaktadır” diye tanıtıyor bu alanı.

Fotoğraf: Ayşe Adanalı

2012 yılında Alipaşa ve Lalebey Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında daha önce kamulaştırılmış alanlar da dahil edildiğinde Suriçi’nin %90’ı kamulaştırılmış bir durumda.

Fotoğraf: Yaşar Adanalı

Suriçi’nin dönüşümü, 2009’da TOKİ, valilik ve büyükşehir belediyesi arasında imzalanan üçlü protokol ile kentsel dönüşüm kapsamına alınması ve dönüşüm alanında yıkımlar gerçekleştirilmesiyle başladı. Suriçi, 2012’de, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamında riskli alan ilan edildi. Ardından Mart 2016’da Bakanlar Kurulu, bu bölge için toplam 6295 parselde acele kamulaştırma kararı aldı ve Suriçi’nde bulunan toplam 553 tescilli yapı kamulaştırma işlemine dahil edildi.

Fotoğraf: Yaşar Adanalı

Sur’un, Türkiye genelinde yaklaşık 10 yıldır uygulanan “mahalleden siteye dönüşüm” anlayışı çerçevesinde yenilendiğini düşünen bazı uzmanlar, Sur’daki dönüşümü içinde yaşayanların, Diyarbakırlıların, uzmanların ve insanlığın nezdinde “miras” alanı olarak tescillenmiş, tarihi ve özgün bir mahalle dokusunun tahrip edilmesi olarak yorumluyor.

Fotoğraf: Yaşar Adanalı

Çok katlı site hayatının, Suriçi’ndeki toplumsal ilişkileri kuvvetli mahalle hayatıyla olan uyuşmazlığı ise başlı başına bir sorun.

*Bu yazı ilk olarak National Geogaphy Türkiye’nin Kasım 2017 sayısında yayınlandı.

--

--