Sarıgöl: Her Şeye Rağmen Küçük, Mutlu Bir Teras

Yok Ulke
beyond.istanbul
Published in
4 min readAug 18, 2017
Fotoğraf: Cevahir Akbaş

“Yoksul… Yoksul fakat duygusal bir şekilde güzel yani…”

Sarıgöl Mahallesi’nden bir davacı böyle anlatıyor bize mahallesini. Onun bıraktığı yerden bir başkası devam ediyor; sokak düğünlerini, ihtiyacı olana nasıl bir günde “ev” (konut değil) derlediklerini, yaşlıların ilaçlarını aldıklarını, yolda herkesin birbirine selam ettiğini, hasta ziyaretlerini, sıcak çorbaları, açık kapıları, gece yarılarına dek uzayan kaldırım sohbetlerini… Herkesin, gözü arkada kalmadan evini komşusuna emanet edebildiği, kimsenin kapı baca kilitlemediği mahallelerini anlatıyorlar. Bugünse mahallede birçok ev yıkılmış durumda; evlerin yıkıntıları olduğu gibi bırakılmış, hatta başka alanlardan bile buralara moloz taşınıyor. Belediye ortaklığıyla inşa edilen çok katlı konutlar, birer katlı, küçük bahçeli evlerden örülü mahallenin ortasında yükseliyor, yükseliyor… Etrafı çevrili. “Bir mahallenin yapısını, kapısını, bacasını, bahçesini, ürettiği toplumsal ilişkilerden bağımsız düşünebilir miyiz?” diye soruyorum. Artık anlatılan hikaye bambaşka; bu toplu konutlarda ne duygusal ne güzel olan bir “şey” var.

Fotoğraf: Cevahir Akbaş

Sarıgöl Mahallesi, Gaziosmanpaşa merkezinden yalnızca 10 dakika mesafede, kuzey rüzgarlarına açık, efil efil esen, sıcağın alnında bile nefes alınabilen, bol yokuşlu bir mahalle. Mahallenin kuruluşu 1950’li yıllara dayanıyor. Bulgar göçmenleri yokuşun aşağısında “tarla” diye anılan yerin etrafına yerleşirken, Menderes’in iktidar olması ile birlikte, Beyazıt’ta yaşayan Roman vatandaşların bir kısmı da Sarıgöl’e yerleştiriliyor. Arnavut göçleri ise 60’ları buluyor. Balkan göçmenleri için göçmen evleri inşa ediliyor, Romanlar içinse çadırlar var. Alınan fonlar yalnızca biraz altyapı çalışması, bir su kulesi ve okul gibi bir iki kamu kurumu için kullanılıyor. Çadırlar yeterli olmayınca, Kapalıçarşı’nın dehlizlerinde mekan tutmuş Romanlar*, Bulgar göçmenlerinden ev yapmayı öğreniyorlar. Bir ev yapma derdi, bir Bulgar esnaftan İstanbul’un çıkma kerestelerini alarak başlıyor. Sonrası bir emek tarihi… Tuğla üzerine tuğla, insanlar evlerini kendileri inşa ediyorlar.

Bir mahalle okunabilir mi? Okunabilirse nasıl okunur? Memleketin kentleşme tarihi, yerel yönetimler, imar hukuku uygulamaları, mimarlık, iktisat tarihi; mekanın ekonomi politiği… Ve emeğin hikayesi üzerinden insan hikayeleri… Zamanın çeperinin insanları, hayatı nasıl örmüş? Nerede çalışmış, nasıl kazanmış? Hangi yollardan yürümüş, kaç kişi kaç saatlik ağır işlerin ardından gece yarılarına dek duvar örmüş? Evet, mahalle okunabilir; ancak insanın hikayesi ile emeğin hikayesinin ne kadar bir olduğunu sezdiğimiz, bildiğimiz bir yerden.

Fotoğraf: Cevahir Akbaş

Mahallelinin kentsel dönüşüm macerası Roman yurttaşların yoğun olarak yaşadığı bölgede, Hamam Caddesi ve etrafının gecekondu önleme bölgesi ilan edilmesi ile başlıyor. Sonrası Gaziosmanpaşa Mahalleleri’nin birlikte deneyimlediği hikaye. Her türlü “hukuki” ve gayri hukuki aracın kullanıldığı bir belirsizleştirme, mülksüzleştirme, zor hikayesi.

Oysa bu mahallenin sakinleri için, buraya yerleştiklerinden beri süregelen bir hikaye mülkiyet hikayesi. 1957’de mahallenin büyük kısmı tapulanıyor ve mahallelinin de sık sık andığı “Peynirci Salih” kendi tapulu arazilerine Hazine’nin arazilerini de katık ederek tapuları devrediyor. Bu sebeple 1963’te tapular iptal ediliyor. 1984 yılında çıkan ve imar affı olarak da bilinen 2981 sayılı kanun sonrasında ise tapular bu kez idareden satın alınıyor. Derken, bu kez Hazine tarafından Belediye’ye, Hazine arazilerini vatandaşlara sattığı gerekçesiyle dava açılıyor. Elbette bir kısım tapular yine iptal… Yani hayatı iki kuşaktır tapu peşinde geçen insanlar için, bugün o belirsizliği aramak, tercih etmek ne demek, bunu anlamak zorundayız.

Fotoğraf: Cevahir Akbaş

Bugün mahallede, zamanında göçmen evlerinin bulunduğu kısımlar çoktan apartmana dönüşmüş; aşağılarda ise hala tek katlı ve bahçeli evler bulunuyor. Balkan göçmenlerinin yoğun olarak yaşadığı kısımlarda yıkımlar daha yoğun, ancak Romanların mahallesinde çokluk orada yaşamaya kararlı. Turgut Uyar’ın “Çokluk Senindir” şiirini hatırlatıyor bana, ama bambaşka bir yerden:

bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın
ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir
çünkü bir silah gibi tutarsın tuttuğun her şeyi
her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir

İşte mahalleli de böyle, her yeri uyarmaya bir ıslık tutturdukları muhakkak. Ve fakat Sarıgöl’e dair bana asıl nüfuz eden, birlikte mücadele etmeye bir kez daha inandıran, buraya kadar anlattıklarımın hiçbiri değil; mahallelinin ve mahallenin “her şeye rağmen” varlığıydı. Yürüyüşün sonunda vardığımız terasta bulduğumuz dostluk ve dayanışmaydı. Belki bir kısmında molozlar insanlardan, diğerinde yoksulluk yıkımlardan fazla, ama Sarıgöl her şeye rağmen orada ve birlikte direnen, kendini her gün yeniden üreten insanların mahallesi. Mahallenin bir yanında tüm evler çiçekli, çocuklar cıvıl cıvıl gülüyor, civcivler, kediler, köpekler kavgasız, tavuklar molozların arasından çıkan otları didikliyor. Diğer yanında yüksek sesle öfkeli şarkılar çalıyor, yıkılmış evlerin pencerelerinin önüne yığılı molozlar taşınıyor, temizleniyor. Hala… Her gün.

Hasılı, içinde 1 umut taşıyan bir mahalle Sarıgöl, taşıdığını avukatının da avucuna bırakıyor. İyi ki ve her şeye rağmen.

Fotoğraf: Cevahir Akbaş
Fotoğraf: Cevahir Akbaş
Fotoğraf: Cevahir Akbaş

Mahallede içimizde çalan: İçimde Bir Dağ- Ahmet Ali Arslan

--

--

Yok Ulke
beyond.istanbul

Yeni bir ülke, başka bir deniz* Avukat* Kent meraklısı* Özgün Rüya Oral