Yerel Seçimler Öncesinde İstanbullu Suriyelileri Düşünmek

Yerel seçimler öncesinde belediye başkan adaylarının, İstanbul’daki Suriyeli mültecileri “partiler üstü” bir ortak pozisyon olarak gündeme getirdikleri görülüyor. Peki daha adil bir kent talep edenler bu söylemler karşısında nasıl bir pozisyon almalı?

Yaşar Adanalı
beyond.istanbul
4 min readMar 27, 2019

--

Yerel seçimler öncesinde, önce İstanbul’un Fatih İlçesi İyi Parti belediye başkan adayı “Fatih’i Suriye’lilere Teslim Etmeyeceğiz” pankartı ile gündem oldu. Sonrasında da AK Partisi İstanbul Büyükşehir Belediyesi adayı “onları geri göndeririz” mesajıyla. Ne mülteci hukuku ne hemşehri hukuku ne de temel insan haklarıyla bağdaşan bu seçim vaadlerinin sosyal medyada ve genel seçmen kitlesinde geniş bir alıcı kitlesi olduğu açık. Siyasi yelpazenin neresinde olursa olsun, ülke ne kadar kutuplaşmış olursa olsun, seçmenin belki de tek ortak paydasının “Suriyeli düşmanlığı” olduğunu söylemek, fazla iddialı olmasa gerek. Bunun sebebleri ise ayrı bir yazı konusu.

Türkiye’nin yerel yönetim mevzuatı ve özellikle “hemşehri hukuku” tarifi, mevcut adayların vaadleri ve seçmenlerin beklentilerinden çok daha ilerici ve kapsayıcı bir “kent yurttaşlığı” tarifi yapıyor. İstanbul’un bir göç kenti olduğunu hatırlatarak, hemşehri hukuku zeminini tüm adaylar ve İstanbullular için bir siyasi ufuk olarak öneriyorum.

Eski ve yeni göçmenlerin ortaklaşma zemini olarak İstanbul

‘‘Hemşerim memleket nire’’ şarkısında Barış Manço bu soruya, kendi sözleriyle, zaten paramparça bölünmüş ve yaşanmaz olmuş dünyamızı daha fazla kesip bölmeye hiç gerek yok gerekçesiyle ‘‘bu Dünya benim memleket’’ diye cevap verir. Aslında bu cevap, mekan (memleket) ile kurulan aidiyet, sahiplik, karar verme ilişkilerinin öngörülmüş ve kısıtlayıcı kalıplarını aşmak; ulusal ve uluslararası hukuki sınırlamaları ve algıları, mekanda/yaşadığımız kentlerde/yerelde tekrar etmemek için bir çağrı olarak da görülebilir.

Konu genel olarak kentin göçmenleri, sığınmacıları, mültecileri; özel olarak da 2019 Türkiyesi’nde Suriyeli Mülteciler olduğunda, içerme/dışlama; kabul etme/reddetme; ev sahibi/misafir; geçici/kalıcı; hak sahibi/lütfedilen; tutma/geri gönderme gibi ikililikler sıkça gündelik dilde ve yönetişim pratiklerinde yeniden üretilmektedir.

Yurttaşlık tanımını, ve devamında gelen hak ve sorumlulukları, dar çerçeveli, sıkı sıkıya kontrol edilen, ulus devlet ve ulusal aidiyet üzerinden kuran uluslarası sistem içinde, belki bu iklilikleri anlamlandırmak mümkündür. Ancak içinden geçtiğimiz küresel kriz döneminde, ulusal sınırları aşarak büyüyen ve başta İstanbul olmak üzere aşağı yukarı tüm büyük kentlerde artık görmezden gelemeyeceğimiz bir boyutta hissedilen göçmenlerin/sığınmacıların/mültecilerin varlık mücadelesini düşündüğümüzde, haklara erişimi sınırlayan bu ikililikleri aşmak gerekir.

Hemşehri hukuku zemini, yurttaşlığı aynı kente aidiyet üzerinden tanımlayarak, mültecilerin temel hak ve özgürlüklerini genişletmek, başta barınma olmak üzere eğitim, sağlık, ulaşım gibi kentsel ve toplumsal hizmetlere erişimlerinin ve istihdam imkanları ile kent yaşantısına katılımlarının olanaklarını kolaylaştırabilir.

Özellikle İstanbul’un tarihsel olarak bir göçmen kenti olduğunu da düşündüğümüzde, Suriyeli mültecilerin bugün bu kentle kurdukları ilişkiyi de bu tarihsel bağlamı içinde ele almak önemlidir.

Bir göç ve göçmen kenti olarak İstanbul

Bugün 15 milyon civarında nüfusa sahip İstanbul’un 1950’deki nüfusu sadece 1 milyonun biraz üzerindeydi. 1950’li yıllardan bugüne devam eden iç göç ile nüfus artışı aynı zamanda da hızlı ve kendiliğinden, yani ağırlıklı olarak enformel yollardan, bir kentleşme sürecinin yaşanmasına sebep oldu. Bir başka deyişle, bugün İstanbul dediğimiz bölge, yani her biri başlı başına bir kent boyutunda 39 ilçeden oluşan bu mega kent, yurtiçinden ve yurtdışından göçmenlerin emeği, teri, elleri ile kurulmuştur. Bugün İstanbul, net göç hızı yavaşlamakla birlikte, halen en fazla net göç alan il konumundadır.

İstanbul’un toplam nüfusunda başka illerde doğanların oranı sürekli olarak artmıştır. 1950 yılında nüfusunun %35.3’ü başka illerde doğmuşken, 2000 yılında bu oran %59’a çıkmıştır. Bugün kentte bulunan ve sayıları 500 bin civarında olan Suriyeli mülteciler, kentin tarihi boyunca tecrübe ettiği göç dalgalarının en güncel ancak son olmayacak halkasıdır.

Hemşehrilik

Hemşehrilik bağlamı, kentli haklarını kapsayıcı bir şekilde genişletmek için özellikle mülteciler ve mültecilerle dayanışma içinde çalışan kamu ve sivil kuruluşlar için önemli bir imkan sunabilir.

3 Temmuz 2005 tarihinde kabul edilen 5393 sayılı Belediye Kanunu, belediyenin kuruluşunu, organlarını, yönetimini, görev, yetki ve sorumlulukları ile çalışma usûl ve esaslarını düzenler. Bu kanunun 13. maddesinde ‘‘hemşehri hukuku’’ tanımlanır:

Herkes ikamet ettiği beldenin hemşehrisidir. Hemşehrilerin, belediye karar ve hizmetlerine katılma, belediye faaliyetleri hakkında bilgilenme ve belediye idaresinin yardımlarından yararlanma hakları vardır. Yardımların insan onurunu zedelemeyecek koşullarda sunulması zorunludur.

Belediye, hemşehriler arasında sosyal ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi ve kültürel değerlerin korunması konusunda gerekli çalışmaları yapar. Bu çalışmalarda üniversitelerin, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, sendikaların, sivil toplum kuruluşları ve uzman kişilerin katılımını sağlayacak önlemler alınır.

Belediye sınırları içinde oturan, bulunan veya ilişiği olan her şahıs, belediyenin kanunlara dayanan kararlarına, emirlerine ve duyurularına uymakla ve belediye vergi, harç, katkı ve katılma paylarını ödemekle yükümlüdür.

1930 tarihli 1580 sayılı Belediye Kanunu’nun 13. maddesinde ise, ‘‘hemşeri hukuku’’ şu şekilde tanımlanır:

Her Türk, nüfus kütüğüne yerli olarak yazıldığı beldenin hemşerisidir. Hemşerilerin belediye işlerinde reye, intihaba, belediye idaresine iştirake ve belde idaresinin devamlı yardımlarından istifadeye hakları vardır.

Dolayısıyla, Cumhuriyet tarihi boyunca, aslında hemşeri tanımı kapsamına giren topluluklar, etnik aidiyetten mekansal/kentsel aidiyete; mekanın tanımı da ‘kütükten’ ‘ikamet edilen yere’ doğru, kapsayıcılığı genişleyecek şekilde evrilmiştir. Bugün ‘hemşehri hukuku’ çerçevesi, kentin eski ve yeni göçmenlerini kentsel hak ve hizmetlere erişim ve kentsel kararlara katılım anlamında eşitleme imkanını sunma kapasitesine sahiptir.

Sorular

İstanbul ve kentlerimizde, (1) hukuki güvence altında; (2) toplumsal olarak ilişik; (3) siyaseten de aktif bir yurttaşlığı ulus-devlet sınırlarının ötesinde nasıl düşünebiliriz?

Mültecilerin evrensel insan haklarına erişimi önünde bir engel teşkil etmeden ve mültecilik statüsünün getirdiği koruma standartlarından ödün vermeden, İstanbul’daki mültecileri kentin yeni hemşehrileri olarak savunmak, sivil, politik, sosyal haklara erişimlerini kolaylaştırabilir mi?

Hemşehri hukuku, yani hak & sorumlulukların yerel / ikamet-odaklı örgütlenmesi, ulusal sınırları aşan insan hareketleri karşısında kentlerimizi herkes için daha yaşanabilir kılabilir mi?

Kentin eski göçmenlerinin, Suriyeli mülteciler ve diğer yeni göçmenlerle eşitlik, komşuluk ve hakkaniyet çerçevesinde ilişki kurmaları önünde duran imkan ve engeller nelerdir?

Not: Bu yazının önceki bir hali mutlukent.blog adresinde yayınlanmıştır.

--

--