HAYATIN ANLAMI NEDİR?-1-ALBERT CAMUS

Birsen Akyüz
Bi’ Dünya İçerik
4 min readNov 29, 2020

İnsanlık tarihinin en eski sorusudur belki de. Savaşlar çağı unvanına sahip 20. yüzyılda, ölüm ve yaşam arasındaki çizginin belirsizleşmesi bireylerin ekonomik ve sosyal açıdan hayal kırıklığı yaşamasının yanında içinde bulunduğu dünyada karmaşıklaşmasına neden olmuştur. 18. yüzyılda yaşanan teknolojik ilerlemeler, daha iyi bir geleceğe işaret ederken insanlar kendilerini kaotik bir ortamın içinde bulmuşlar; bir nevi umutları sönmüş ve hayal kırıklığı yaşamışlardır.

“Evren insan için uyumsuzdur ve bilinemez.”

-Albert Camus

İçinde bulunduğumuz zamanı anksiyete çağına benzeten siyaset bilimcilerin yanında ben de savaşlarla geçen ve insanların varlıklarını sorgulamalarına sebep olan döneme benzetiyorum bu çağı. Tek fark topla tüfekle savaşlar mevcut olmasa da göremediğimiz bir savaş devam ediyor hala... Ekonomik belirsizlikler ve sıkıntılarla pandemi döneminin insanları yalnızlaştıran etkileri aslında kontrolün elimizde olmadığını yüzümüze çarparken bir yandan da tıpkı bizden bir yüzyıl önce yaşamış olan büyüklerimize yaptığı gibi hayal kırıklığına sebep olmuştur. Hayal kırıklığı, belirsizlik, kaos, sevgisizlik, şiddet…Sahi neden varız bu dünyada? Hayat bunca kaosun yaşandığı bir ortamda anlamsız olabilir mi?

“Ya tüm çırpınmalarını aşan daha yüksek bir anlamı vardır bu dünyanın ya da bu çırpınmalardan başka hiçbir şey gerçek değildir.”
-
Albert Camus

Tekrar 20.yüzyıla, savaşların ortasına, geri dönecek olursak varoluşçular bireyi bu içine düştüğü durumdan kurtarmaya çalışmışlardır. Deneme, roman ve oyun yazarı Albert Camus ise bireyin içinde bulunduğu bu “absürt” durumdan kaçamayacağını dolayısıyla yaşayabildiği kadar yaşaması gerektiğini eserlerinde aktarmaktadır. Bu düşünce Camus’un absürt felsefesinin temelini oluşturmaktadır.

Ona göre toplumsal kalıplar, kurallar ve yolun sonunda ölüm olması zaten bireylerin mutlu olmasını engelleyen bir durumdur. Bu da absürt bir durumdur. Böylesi bir durumda birey içinde bulunduğu topluma, kendine ve hayata zaten yabancılaşmaktadır.

Varoluşçu felsefeye göre, içsel bir baskı altında olan bireyin hayatın bir noktasında içinde bulunduğu karmaşa durumunu fark eder. Dünya bir karmaşadan ibarettir. İşte tam da bu noktada birey kendi anlamsızlığıyla yüzleşir. Varoluşçu felsefe ve Camus’un absürt felsefesinin kesişme noktası da buradadır.

Varoluşçular: “İnsan kendisini gerçekleştirdiğinde bu absürt durumdan kurtulabilir” anlayışını vurguluyor. Fakat Camus’a göre kişi ne yaparsa yapsın bu absürtlükten kurtulamaz. Tek çözüm bu absürtlükle yaşamayı kabullenmektir. İnsan yalnızdır ona göre ve dünya da anlamsızdır. Çözülmesi gereken temel sorun hayatın yaşamaya değer olup olmadığıdır. Bu sorunu çözmek için ise Camus absürtü başlangıç noktası olarak belirler.

Bireyin yaşamda absürtün içinde olmasını sebebi ise iki noktaya dayanır: Dünya ve insan. Dünya ve insan arasındaki ilişki sabit değildir. Dünya değişir, insan değişir ve bir türlü ortak noktada buluşamazlar. Bu yüzden insanın dünyayı anlamlandırması zordur.

“Sadece tek bir ciddi felsefi sorun vardır: İntihar. Hayatın yaşamaya değip değmediğine karar vermek felsefenin bu temel sorusuna cevap vermektir. Gerisi dünyanın üç boyutlu olup olmadığı, zihnin dokuz mu yoksa on iki kategorisi mi bulunduğu sonra gelir. Bunlar oyundur.”(Camus, 1997:15)

Bu anlamsız ve absürt hayatın içinde intihar bir yol olabilir miydi? Albert Camus’un “başkaldırı” kavramına geliyor konu şimdi. Ona göre hayat ne kadar absürt olsa da intihar bir yol değildir. Birey, zor olanı seçerek bu absürt hayatta mutlulukla yaşamalı ve etrafa mutluluk saçmayı temel bir gaye olarak belirlemelidir.

Albert Camus, Fransızlar ve yerli halk arasında çatışmanın süregeldiği Cezayir’de şiddetin ortasında yaşıyordu. Tüm bu şiddet sarmalına tanıklığı, onun hayatın anlamını sorgulamasına sebep oldu. Resim şu Tedx videosundan alıntıdır: https://www.youtube.com/watch?v=vPtzpjC7TF4&t=112s

Absürt Kavramının Çıkış Noktası

Varoluşçulara göre hayatın içerisinde herkes kendi anlamını yaratmaktan sorumluydu. Camus’a göre tüm insanlık ortak ve doğal bir arayışla dünyaya geliyordu. Herkes hayatında anlamsızlığına rağmen anlam arıyordu. Bu doğal ve genel bir sonuçtu. İnsanlık anlam arıyordu ve adeta çığlık atıyordu; fakat evren tamamen suskundu. Bu süregelen çığlık ve suskunluk Camus tarafından birbirine uymayan iki yapboz parçası olarak nitelendirildi ve bu iki farklı yapboz parçasını birleştirme çabası da ona göre “absürt” idi. Camus’un tüm çalışmaları “Anlamsız nasıl yaşanır?” sorusu üzerine kurulmuştu.

YABANCI

Albert Camus’un ismi 1942 yılında Yabancı eseriyle duyulmuştur. Sartre’nın saçmalıkla ilgili şu sözlerine kulak verelim:

“İnsanın dünya ile ilişkilerinden başka bir şey değildir.”

Albert Camus’un Yabancı eserinde yarattığı Meursault, annesinin ölümüne tepki vermeyen, Marie’nin sevgisine ve en nihayetinde kendi ölümüne bile hissizleşmiş bir karakterdir. Meursault, absürtlüğü bilemeden absürt duyguyu yaşamaktadır.

Meursault, annesinin ölüm haberini aldığında aklından geçenler ve yol boyunca aklından geçirdikleriyle annesinin ölümüne karşı tüm hissizliğiyle durmaktadır hikayede. Hikaye boyunca başına gelenlere, kendisine söylenenlere tepkisini “Bence bir” diyerek gösteriyor kahramanımız. Ne olursa olsun bir, yani hiçbir şey değişmeyecek, “bence bir” diyor. Hissizleşmenin altının çizilmiş bir ifadesi değil midir bu? Kitaptan bir alıntıya yer vermek istiyorum burada;

“Ama herkes bunu bilir ki hayat yaşamaya değmez. Aslına bakarsanız insan ha otuzunda ölmüş ha yetmişinde pek önemli değildi…..Sözün kısası hiçbir şey böylesine açık değildir. Şimdi de olsa yirmi yıl sonra da olsa yine bendim ölecek olan.”

Meursault aklından yukarıdaki cümleleri geçirirken, absürtün tam ortasında, absürt duygusunun ellerindeydi. Şimdi Meursault’un kitabın ilerleyen bölümlerindeki iç sesine kulak verelim;

“….yine de yüreğim çatlamıyordu ve ben 24 saat daha kazanıyordum.”

Bu iç sesin yankısı da Albert Camus’un absürt ile başa çıkma yöntemini ortaya koyuyor. Ölümü kabul edip; saatlerimizi, dakikalarımızı mutlu olmaya ve etmeye harcamak…

Özet olarak;

Albert Camus, absürtten kaçmanın üç yolu olduğundan bahseder:

✔Umut

✔İntihar

✔Başkaldırı

Umut, bireyin ölümden sonra hayat olduğuna inanması ve dolayısıyla absürt olan dünyayı görmezlikten gelmesidir. Umut kişiyi gerçeklerden uzaklaştırabilir. İntihar da absürt karşısında bir çözüm yolu değildir. Çözüm başkaldırıdır ona göre.

“Onu yaşatan unsurlardan birini inkâr etmek, sorundan kaçmaktır. Yaşamak absürdü yaşatmaktır. Onu yaşatmak her şeyden önce ona bakmaktır.” (Camus, 1997:76).

Sorunları yok sayarak üstesinden gelemeyiz der Camus, bunu kabullenmek gerekmektedir. Birey tüm anlamsızlığı, absürtlüğü ve mekanikliği kabul etmeli ve onunla birlikte yaşama, dünyaya uyum sağlama yoluna gitmelidir. Albert Camus’a göre absürtten tek çıkış yolu başkaldırıdır. Başkaldırı yani; Absürtlüğe rağmen yaşamak.

Konuyla ilgili faydalandığım TED videosunu izleyebilirsiniz.

Kaynakça:

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1168383

--

--

Birsen Akyüz
Bi’ Dünya İçerik

Content Creator | YouTube (birsnakyuz) | LinkedIn (birsenakyuz) | Address: birsnakyuz@gmail.com | Instagram: birsenakyuzz