Yapay Zeka Arayışı Nasıl Başladı?

Dilek Mandal
Bigdatatr
Published in
5 min readJul 7, 2019

Son zamanlarda adını günlük yaşantımızda bile sıkça duyduğumuz bir kavram, yapay zeka kavramı.Biz farkında olsak da olmasak da bu kavram hayatımızın her noktasına girmiş durumda.Arama motorlarından,sanal asistanlara; video oyunlarından, medikal görüntüden hastalık tanısı koymaya kadar birçok yerde yapay zekadan faydalanmaktayız.

Sıkça duyduğumuz bu kavram aslında nedir kısaca bir açıklamak gerekirse;

Yapay zeka, insana özgü hareketlerin, davranışların yazılımlar ve makineler tarafından çevrenin de algılanarak ve çevreden öğrenilerek, çevreye adapte olunarak taklit edilmesidir.

Peki bu düşünce nasıl ve ne zaman ortaya çıktı?

Yapay Zeka kavramı ilk kez 1955 yılında John McCarty tarafından kullanılmıştır. McCarty, yapay zekayı akıllı makinelerin yapılmasının bilimi ve mühendisliği olarak tanımlamıştır.

Peki ya öncesi ?

İnsanın yeteneklerini barındıran makineler antik çağlardan beri hayal edilegelmiştir. Hareket eden otomatlar, akıl yürüten cihazlar,insan benzeri makineler pek çok öyküde betimlenmiş, heykellerde, resimlerde, çizimlerde resmedilmiştir.

Bunları örneklendirmek gerekirse;

M.Ö. 350 yılında Aristo insanların isteklerini anlayıp itaat eden mekanizmalar öngörmüştür.

Homeros’un İlyada eserinde kendi kendine giden ve “üçayaklı” denen sandalyelerden ve onu etrafında gezdirsin diye aksak demirci Tanrı Hephaistos’un yapmış olduğu altın “refakatçiler”den bahsedilir.

Dönüşümler kitabında Ovidius’un yeniden anlattığı İlkçağ Yunan efsanesinde heykeltraş Pygmalion, Galatea’nın fildişinden heykelini yapar ve Afrodit bu heykele can verir.

İlkçağ Yunan filozofu Aritoteles’te (MÖ 384–322) otomasyonu düşler ve Politika adlı kitabında şöyle yazar:

Düşünün, elimizdeki her alet, ya bizim emrimizde ya da ihtiyaç halinde kendi işini icra ediyor; eğer ….ozanın[Homeros] “kendi başlarına hareket edip tanrılar meclisine girerler” dediği Hephaistos’un üç ayaklıları gibi dokuma tezgahının mekiği kendiliğinden gidip gelse ve lirin mızrabı kendi kendine çalsa, o zaman ne usta zanaatkarlar hizmetçiye gereksinim duyardı ne de efendiler kölelere.

1308 yılında Katalan gizemci ve şair Ramon Llull(y. 1235–1316) Ars Magna, diye tabir edilen bir sizi kağıt disk üretir. Llull’un disk derlemelerinden birine Tanrının; iyilik, yücelik, sonsuzluk, iktidar, bilgelik, irade, erdem, hakikat ve yücelik gibi bazı özellikleri kazınmıştı. Bu diskler uygun şekilde çevrildiğinde, çeşitli ilahiyat sorularına yanıt bulunabileceğine inanılırdı.

Burada kavramların kombinasyonlarından oluşan yeni bir bilgi türünden ilk kez bahsedilmiştir.Yapay zekanın ilk olarak kavramlaştırılması Ramon Llull tarafından yapmıştır.

Leonardo Da Vinci,1495 yılı civarında ortaçağ şövalyesi biçiminde insansı robot tasarımları çizmişti. Leonardo’nun şövalyesi dik durabiliyor,kollarını ve kafasını hareket ettirebiliyor, çenesini açabiliyordu.

1651 yılında Thomas Hobbes yayımladığı Leviathan isimli kitabında yapay hayvan inşa etmenin mümkün olabileceğini söylemektedir.

“Yaşamı birtakım uzuvların deviniminden ibaret sayıyorsak, bunun içimizdeki asli bir aksamdan kaynaklandığını kabul ediyorsak, tüm otomatların(saatler gibi,yaylar ve çarklar sayesinde kendi kendine hareket eden motorlar) yapay bir yaşamı olduğunu neden söylemeyelim? Kalp yerine yay var demektir, sinirler yerine sicimler vardır, eklemler yerine bedeni hareket ettiren şey çarklardır…”

Bilim tarihçisi George Dyson, Hobbes’a yapay zekanın atası der.

1666 yılında, Gottfried Leibniz, yayınladığı De Arte Combinatoria (On the Combinatorial Art) isimli kitabında insan düşüncesinin bir alfabesinin olabileceğini ve düşüncelerin aslında basit kavramların kombinasyonlarından oluştuğunu öne sürmektedir.

Kurmaca düzeneklere ek olarak 18. yüzyılda canlıymış gibi hareket eden gerçek otomatlar da inşa edilmiştir. Bunları en gelişmişi, Jackques de Vaucanson’un tasarlayıp inşa ettiği mekanik ördektir. 1738 yılında Vaucanson vakvaklayan, kanatlarını çırpan, paytak paytak yürüyen, su içen ve tahıl yiyip öğüten şaheserini sergilemişti.

Vaucanson:

İkinci makinem yani otomatım bir ördektir; bu makinede, yeme, içme, ve sindirme işlemlerini yürüten bağırsak mekanizmasını yansıtıyorum. O edimler için gerekli olan tüm aksamın işleyişi, bire bir taklit edilmiştir. Ördek, elinizden tahıl tanesini almak için boynunu uzatır; taneyi yutar, sindirir ve sindirilmiş taneyi her zamanki yoldan dışarı atar.

Vasıflı ve ilgili kişilerin, bu küçük otomattaki onca farklı hareketli aksamı imal etmenin ne kadar zor olduğunu anlayacağına inanıyorum; örneğin bacaklarını yukarı kaldırmasını ve boynunu sağa sola oynatmasını sağlamak gibi. Bu esnada dayanak noktasının ya da hareket merkezinin değiştiğini görecekler: Ayrıca belli bir hareketli parçanın zaman zaman hareket merkezi olan öğenin, başka bir anda o parçada hareketli olduğunu ardından o parçanın yine sabit kaldığını da görecekler. Başka bir deyişle, bu makinede şaşılacak sayıda mekanik kombinasyon sezecekler.

Bu makine, bir kez kurulduğunda, tüm o farklı işlemleri artık hiç el değmeden icra eder.

Ördeğin gerçek ördekmişcesine su içtiğini, suda gagasıyla oynadığını, lık lık sesi çıkardığını söylemeyi unuttum.Kısacası, canlı hayvanın, dikkatle incelediğim tüm hareketlerini bu makineye taklit ettirmeye uğraştım.

Bu ördeğin ANAS adlı modern sürümünün yaptığı işleri şurada görebilirsiniz.

Frederic Vidoni’nin ANAS makinesi, Vaucanson’un ördeğinden esinlenilerek 1998 yılında inşa edilmiştir. Grenoble kentindeki otomatlar müzesinde sergilenmektedir.

Yine 18. yy’da yayınlanan Güliver’in Gezileri adlı kitap, motor mantığı ile ilgili yapay zekayı çağrıştıran spekülatif bilginin geliştirilmesi için mekanik operasyonların gerekliliğinden bahseden bir cümle içermekteydi.

Thomas Bayes 1763 yılında, olayların olasılığı hakkında akıl yürütmek için Bayesian Inference yapısını geliştirmiştir. Bu yapı, makine öğreniminde öncülük eden bir görüş haline gelmiştir.

19. yy’ a gelindiğinde ise, kurmaca otomatlardan, doğal boyutlarda mekanik oyuncak bebek olan Olympia, Jacques Offenbach’ın Les Contes d’Hoffmann adlı operasının birinci sahnesinde şarkı söyleyip dans etmiştir.

George Boole, mantıksal akıl yürütmenin, sistematik bir şekilde bir denklem sistemini çözme biçiminde gerçekleştirilebileceğini savunmuştur.

1898 yılına gelindiğinde, Nikola Tesla dünyanın ilk radyo kontrollü gemisinin tanıtımını yaptı. Bu gemi Tesla’nın deyimiyle, “ödünç alınmış bilinç” şeklindeydi.

Bu düşünceler aslında, ilerleyen tarihte gelecek yapay zekaların ilk ayak sesleriydi.

20. yy da ise artık yapay zeka kavramı düşlerden çıkıp, gerçeğe dönüşmeye başlamıştır.

1914 yılında Leonardo Torres y Quevedo,hiç bir insan etkisi olmadan oyunun kendi kendisini devam ettirebildiği ilk satranç oynayabilen makineyi tanıttı.

Çek yazar ve oyun yazarı Karel Čapek 1921’de R.U.R (Rossum’s Universal Robots/Rossum’un Evrensel Robotları) adlı oyununu yayımlamıştır.

Oyun, 1921 yılının Ocak ayında Prag’da başlar.Robotlar, Rossum’un Evrensel Robotları adlı fabrikanın bulunduğu adada topluca üretilir; üretim esnasında, protoplazmanın yerini alacak bir kimyasal kullanılır.Oyunu betimleyen internet sitesine göre “Robotlar her şeyi hatırlar ama yeni hiçbir şey düşünmezler. Domin(fabrika müdürü), bunlardan harika üniversite profesörü olur, der…arada bir Robotun teki çalışmayı bırakıp dişini gıcırdatmaya başlar. Fabrikanın insan idarecileri böyle bir olayı imalat hatası sayar ama Helena[Robotları özgürleştirmek istiyordur] bunu ruhun gölgesi olarak yorumlamayı tercih eder.”

Bu sayede Robot kelimesi ilk kez literatüre ‘Robota’ olarak girmiştir.

1957 yılında Perceptron adındaki bir yapay sinir ağının geliştirilmesi, yapay zekaların artık hayata geçirilebileceğinin kanıtı olmuştu. 1997 yılında IBM tarafından geliştirilen Depp Blue adındaki yapay zekanın, ünlü satranç ustası Garry Kasparov’u yenmesi, yapay zekaların fiilen yaşama girmesi olarak kabul edilmektedir.

Kısaca, yapay zeka arayışı ilk çağlardan beri hep vardı, düşleri kuruluyordu ama yavaş bir şekilde gelişiyordu. Günümüzde ise yapay zekanın beslendiği veri bilimi ve teknolojinin de gelişmesiyle birlikte çok hızlı bir şekilde gelişme göstermektedir. Sonu bahsedilen felaket senaryoları gibi mi olacak, yoksa insanlığın yararına mı olacak hep birlikte yaşayıp göreceğiz. :)

Kaynak: The Quest for Artificial Intelligence: A History of Ideas and Achievements, Nils John Nilsson, 2010.

--

--