LGBTQ+ bir bilim insanından mesaj

Bilim Kadınları
Bilim Kadınları
Published in
3 min readJun 28, 2019

--

Merhaba,

İzmir’de LGBTQ+ bir yüksek lisans öğrencisi ve araştırmacıyım. 27 yaşındayım. Kendi deneyimlerimi, düşünce ve duygularımı anlatmak istedim. Özellikle akademi içinde ve sosyal yaşamla alakalı düşüncelerimi en azından birilerine duyurmak istedim. Çünkü nefes alabilmek ve mutlu yaşayabilmek istiyorsak birbirimizi duymalıyız. Bizden küçüklere, kendiyle barışamayanlara ses olabilmek, bizim sahip olamadığımız rol modellerine dönüşebilmek zorundayız.

Eşcinsel bir erkeğim. Yönelimimi çocukluğumdan beri fark etmiştim fakat kendimi ve insanların aynı cinsi sevebilme yetilerini anlamam ve kabullenmem üniversite yıllarımın sonuna doğru oldu. Bir Avrupa ülkesine yüksek lisans için gittim. Ülkenin, koşulların, içinde büyüdüğüm, aslında Türkiye’nin en “özgür” şehrindeki, sosyal çevremden bambaşka bir çevreye gitmemle, ve kendimle kalmamla beraber daha kabullenen daha cesur hissetim. Böylece yakın hissettiğim çevreme söyleme cesaretini bir sene sonra bulabildim. Her zaman kabullenmeme, sevilmeme, yalnız kalma korkusuyla büyüyen, kafasının bir köşesinde her zaman dışarıda hisseden insanlar için bu süreç yıpratıcıdır. Belki de bu sürecin de etkisiyle zor bir depresyon döneminden sonra oradaki yüksek lisansımı bırakıp İzmir’e döndüğümde çok az kişi tarafından da olsa kabullenilmenin ve kendim olabilmenin tadını almıştım.

Türkiye’ye geri dönerken, hayatımın belirli baskılar içinde geçeceği, ailemin yanında mutsuz olacağım, yurtdışına giderken hayal ettiğim gibi iş hayatımda kendim gibi olabildiğim, açık şekilde yaşayabileceğim bir geleceği geride bıraktığım düşünceleriyle döndüm. Yeni bir yüksek lisansa başladım. Çok tesadüfi bir şekilde çok iyi anlaştığım arkadaşlara denk geldim. İçlerinden bazılarının da eşcinsel olduğunu fark ettim ve kısa zamanda aynı anda hem okul hem de iş çevrem olan arkadaşlarıma açıldım. Kademe kademe daha az yakın olduğum ve güvende hissettiğim insanlara da erkek arkadaşımı tanıştırdım.

Bu açılma sürecinin gerekliliği üzerine çok düşündüğüm oldu. İşyeri ve okul resmi yerlerdir ve insanlar özel hayatlarını paylaşmalı mıdır paylaşmamalı mıdır? Bu bilginin yayılma olasılığı nedir? Türkiye’de ve resmi bir kurumda çok da uzun süre tanımadığım insanlara güvenmeli miydim? Başıma bir iş gelir miydi? Benden yaşça büyük veya küçük, LGBTQİ veya heteroseksüel, evli ve çocuk sahibi veya bekar olan o insanlar çok kısa sürede her gün gördüğüm ve özel hayat veya akademik hayat için yardımlaşabildiğim, güzel zaman geçirebildiğim bir aile oldu. Kimisiyle ev arkadaşı bile olduk ve gerçek bir aile gibi birbirimize hep destek olduk.

Bir araştırmacı ve yüksek lisans öğrencisi olarak özel sektördeki patrona eş bir makamda olan danışman hocam hakkında düşünmeye başladım. Çok insancıl olan ve lab arkadaşlarımın aileleri, sevgililerini tanıyan hocam benim hakkımda hiçbir şey bilmiyordu. Aynı soru işareti, iş ve özel hayat soruları aslında burada kırılıyordu. Özel hayatı bilinmeyen sadece bendim. Akademide önyargılar vardır. Kim olduğunuza dair önyargılar belki de geleceğinizin önünü kesebilir. Hocama sadece bir cümleyle erkek arkadaşımın yanına gidebilmek için izin istiyorum dediğimde belirttiğim ve üzerine hiç konuşmadığımız bir durum bu şu anda.

Arkadaşlarımın fikirleri benim için önemliydi bu süreçte. Çünkü adil bir ülke geleceğinin hayalini kuran bizler ve bugün küçücük kırıntılarla yetinmek zorunda bırakılan yirmili yaşlarının sonundaki gençler için; herkesin aslında o yarı resmi yemek davetine özel hayatından birer parça taşıyabilmesi ve senin bu konuda bile kendini farklı ve dışarda hissetmek zorunda kalman, 20 yıldan fazla bir süreçte çocukluğundan itibaren bu düşünce ve korkuları içselleştirmiş ve dünyanın normalini bu düşünce ve anksiyete sanan, fakat yıllar süren içsel ve sosyal mücadeleden sonra belli bir farkındalığa ulaşmış ve bu kazanımları tırnağıyla kazanmış insanlar için en küçük bir ayrımcılık, dışarda kalma ve farklı görülme duygusu, “neden ben de yapamayayım” hissiyatı, zaten yıllarca kabullenilen ve sürekli doldurulan bir bardak gibi zaman zaman taşan duygulara götürebiliyor sizi.

Elbette ki öldürülen, işe alınmayan, işinden atılan, psikolojik ve fiziksel şiddet gören LGBTİ insanların arasında yaşadığımız bir ülkede akademide görünmez olmamız çok da tartışılan ve problem görülen bir konu değil. Fakat biz varız, bu dünyanın içinde yaşıyoruz, büyük veya küçük kendi mücadelemizi veriyoruz. Bu mücadelede görünürlük, konuşabilme, sosyal paylaşım yapabilme gibi şeyler bir ayrıcalık değil sıradan şeyler olana kadar kendi mücadelemizi vermek zorundayız. Bu nedenle aslında kadın olmanın varoluşu gibi LGBTİ bir birey olmak, açılmak, bu konuda konuşabilmek ve kendi çevreni bir özgürlük alanına çevirebilmek aslında bir bireyin verdiği toplumsal bir mücadeledir.

Her üniversitede, her bölümde, her enstitüde, her statüde görsek de görmesek de, konuşsak da konuşmasak da bir LBGTİ birey vardır ve var oldukça da bu konuda mücadele etmek durumundadır. Bunu okuyan ve korkan benim gibi gençler varsa yalnız olmadıklarını bilsinler. Cesaret zordur ama bu hayat mutlu olmak içindir. Ve ben kendi gibi olamayıp da mutlu olabilen kimseyi görmedim. Harvey Milk’in şu iki sözünü söylemek istiyorum. “En önemli insancıl aktivitelerde kendiniz gibi olma ve aşkı ifade edebilme özgürlüğüne sahip değilseniz yaşamın kendisi anlamını yitirir.”

“Açılmak yapabileceğiniz en politik eylemdir.”

Sesime ses olduğunuz için teşekkürler.

--

--

Bilim Kadınları
Bilim Kadınları

Her alanda cinsiyetçiliğe karşı! #bilimkadinlari #WomeninSTEM #haftaninbilimkadini